Öykü

Kutsal Hastalık

Ömrü boyunca kasaba halkından farklı olduğunu hissetmişti Cemil. Bir bayırın öteki yanındaymış gibi ayrıydı onlardan. Ancak bu şekilde yüzüne vurulması, işte buna dayanamıyordu. Kasabadaki herkes, tüm ahali, muhtar, muhtarın azgın oğlu, terzi, terzinin uşağı, imam efendi, belediye çavuşu, doktor, muallim hanım, ve hatta köyün delisi dahi bu ayaklarını yerden kesen rüzgara kapılmış, kutsal hastalığa yakalanmıştı. Yakın bir vakitte el ele cennete uzanacaklardı. Gelgelelim Cemil’in kendisi ise tek bir hastalık belirtisi dahi göstermemişti.

Şimdiden olacakları görebiliyordu genç adam, tüm yolcuları tek tek uğurlamak zorunda kalacak, arkada kalan eşyalarla ilgilenecek, kedilerini besleyecek, çiçeklerini sulayacaktı. Haksızlıktı bu! Bir şeyleri yanlış yapmıştı, evet, kesinlikle böyle olmalıydı. Kollarını havaya kaldırıp avuçlarını açtı; bu eller günaha dokunmamıştı ki hiç. Kimsenin ağacına gözü kaymamıştı, borcunu zamanında ödemişti, kuşlara ekmek koparmıştı. Büyüklerin elini öpmüş, küçüklerin başını okşamıştı. Nigar Neneye çorba taşımış, komşunun çitini dikmişti.

“Edepsiz!” dedi Nigar Nene bir gün, “kendi elimle besledim seni, süt kaynattım sana.”

Dilini yuttu Cemil, elindeki kaşığı kaseye daldırıp çorbayı karıştırdı bir süre. Beyhudeydi her açıklama çabası. Elinden geleni yapıyordu. Çöp kaldırıyor, meydan sofrasına odun topluyor, çorba kaynatıyor, hastaları taşıyor, ölüleri yıkıyor, yinede yaptıkları yetmiyor, kimseye yaranamıyor, tüm bunlara rağmen hala bir günahkar olarak görülüyordu.

Alnındaki kırışıklığı gevşetti, derin bir nefes verip çorba kasesini komidinin üzerine bıraktı. İskemlesine çöktü Cemil, kuru bir yaprak gibi içine büzüldü.

 

Müjdesi iki hafta sonra geldi. Son ölünün defnedilmesinden beş gün geçince bir mucize gerçekleşti. Cemil ilk hastalık belirtisini gösterdi. Akşama doğru evin bahçesine kustu, öyle böyle değil, içinde ne varsa çıkmaya çalışıyordu sanki. Ertesi gün daha fena geçti; gözleri kızarıyor, parmakları titriyor, ağzına attığı her lokma boğazı yakıyordu.

Gücünün tükenmek üzere olduğu yedinci gün önceden kazılmış mezarına uzandı. Eliyle birkaç kez toprağı üzerine serdi. Başını yasladı. Kendisine veda edecek bir anısını gözünün önüne getirmeye çalıştı.

Küçük bir çocukken Nigar Nene tarafından yetiştirilmişti. Dedesi her Pazar kendisini omuzlarında taşırdı. Kısa süreli de olsa bu uzayan boyu sayesinde ağaç dallarına uzanır, kelebeklere tepeden bakardı. Köpeklerden korkmazdı artık.

Bazen bisikletin arkasındaki manav kasasına ters otururdu. Dedesi pedal çevirdikçe, gözünün önünden akıp giden manzaraya bakakalırdı. İşte şimdi de kendisinden uzaklaşan bu dünyevi anılara veda ediyordu, birkaç dakika sonra hakikatle karşılaşacaktı. Tekrar dedesinin sırtına binecek, tekrar ninesine çorba kaynatacaktı. Yüzüne konan tebessümle gözlerini kapadı.

Deniz Eksilen

Öykü, roman, novella, deneme ve şiir yazıyorum. Psikolojik hikayeleri seviyorum. Arada gerçekçi kurgular kullansam da, bilimkurgu ve fantastik favorim. Yorgos Lantimos izliyor, Marcel Proust okuyor, Heraklitos'u düşünüyor, Carl Sagan'ı anıyor, Progressive House dinliyor, scooter kullanırken elimi uzatıp otlarla tokalaşıyorum. Rüzgarı, dalgayı, ve abartmadığı sürece yağmuru seviyorum. Anime ga daisuki desu.

Kutsal Hastalık” için 12 Yorum Var

  1. Merhabalar. Bayıldım öyküye. Ufacık bir metne harika şeyler sığdırmışsınız yine.

    İskemlesine çöktü Cemil, kuru bir yaprak gibi içine büzüldü.

    Dedesi her Pazar kendisini omuzlarında taşırdı. Kısa süreli de olsa bu uzayan boyu sayesinde ağaç dallarına uzanır, kelebeklere tepeden bakardı. Köpeklerden korkmazdı artık.

    -Yine de ^^

    Diliniz, üslubunuz harikaydı. Öykü de öyle; veba gibi bir temayı ancak siz bu şekilde kullanabilirdiniz zaten. Finali ise çok güzeldi. Öyküleriniz nikotin etkisi yapıyor, ki ben sigara kullanmıyorum.

    Ellerinize hayal gücünüze sağlık. Gelecek seçkilerde de görüşebilme ümidiyle…

    1. Merhabalar. Beğenmenize sevindim.

      İşaret ettiğiniz cümlelerde istediğim etkiyi aktarabildiğimi düşünüyorum.

      “Yinede”Bu bağlacı, bu kelime ile neden bitişik yazıyorum ben de bilmiyorum. Bir yerden aklımda böyle kalmış, böyle de gidiyor. Belirttiğiniz için teşekkürler.

      Okuyup yorumladığınız için teşekkürler.

  2. Merhaba;
    Öyküyü birkaç kez okudum. Kutsal hastalığın nedenini anlamaya çalıştım “cennete gitmek” içinde mi gizlendiniz bilemedim? Bir de küçük bir düzeltme; kadınlar için muallime olur. Kısa öyküyü çok severim. Her cümle, hatta her kelime ayrı bir ağırlık taşır. Siz de bunu iyi başarmışsınız. Ellerinize yüreğinize sağlık…

    1. Merhabalar,
      Kutsal hastalığın bir özelliği yok, veba ismi yerine zamir olarak kullandım sadece. Tema ile kolayca bağlantı kurulur sanmıştım.

      Çeşitli kaynaklardan (kendileri türk filmleri olurlar) kulağımda Muallim Hamın olarak kalmış. Siz belirtince biraz utandım. İşaret ettiğiniz için teşekkürler.

      Okuyup yorumladığınız için teşekkürler..
      Tekrar görüşmek dileğiyle.

  3. Merhaba,
    Sevgili Deniz, öyküleri o kadar kısaltmaya başladın ki korkuyorum yakında tek paragrafa inecek 🙂 Şaka bir yana güzel bir öyküydü.
    Kalemine kuvvet.

    1. Merhabalar,

      Haklısınız, biraz kolaya kaçıyor gibiyim. Bir süredir kendime zaman ayırmakta sıkıntı çekiyorum. İşler daha da zorlaşırsa 250 kelime sınırını zorlayabilirim. 😉

      Beğenmenize sevindim.
      Tekrar görüşmek dileğiyle.

  4. Merhaba Deniz.
    Güzel ve güçlü bir öykü yazmışsın. İçimden keşke az daha uzun olsaydı diye geçirmedim değil.
    Yalnızlık- Kutsal Hastalık- Cennet- bağlantısı çok iyiydi. ( Ben böyle bir çıkarımda bulundum.)
    Kalemine sağlık. 🙂

  5. Merhaba Umut,
    Hikayemi, üzerinden tekrar tekrar geçerek yazıyorum. Eh, bir süredir pek fazla zaman yaratamadım kendime. Bir sonraki öyküye daha uzun yazmaya çalışacağım diyelim. (But no promise!)

    İnsan kendisini görmekte zorluk yaşarmış ya, ben o bağlantıdaki üçgeni farklı kurmuştum. Pusulasının bozuk olduğunu fark etmeyen kaptanın yelkenleri tamamen açmayı emretmesi gibi bir yanılgımla başlıyor.

    Beğenmenize sevindim.
    Tekrar görüşmek dileğiyle.

  6. Deniz merhaba.

    Daha önce de öykülerini okudum ama sanırım ilk kez yorum yapıyorum. Burada bulunma hevesi içerisinde olan insanların eleştirilere ne kadar kıymet verdiğini kendimden hareketle biliyor ve elimden geldiğince öykülere yorum yazmaya çalışıyorum.

    Yukarıdaki yorumları okudum. Yorumlarda daha uzun yazmaya çalışacağını söyleyerek, kısa öyküler ile kolaya kaçıyorum galiba demişsin. Aşırı yanlış düşünüyorsun bence :).

    Uzun bir öykü okurken okuyucu, hatanın türü ne olursa olsun, aksaklıklara ya da yanlışlara tahammülü daha fazla olur. Müsamaha gösterir çünkü koca bir metinde üç beş noktadan fazlası değildir onlar. Öykü devamında unutturur okuyucuya söz konusu olmamışlıkları. Ancak kısa öyküde bu hatalara yer olmaz. Hamlık affedilemez. Söylemek istediğini rafine etmen gerekir. Okuyucu tek bir noktada bile tökezlese, bu durumu toparlayacak fazla şansı olmaz kısa öykülerin. Ben pürüzsüz bir zemin yakaladım yukarıdaki öyküde. O yüzden teşekkür ederim kendi adıma bu öykü için sana. Kalemine sağlık. Final de, karakterin okuyucuya geçirilmesi de gayet yerinde idi. Aksiyonu olan bir kurgu tercih etmemişsin, ki öykünün ruhuna zarar verebilirdi kurguya bir aksiyon eklemek. Dili de iyi kullanmış, fazla hata yapmamışsın. Umarım gelecek seçkilerde de senden öyküler görürüz.

    Bu arada kendimce kolaya kaçma nedir, ondan bahsedeyim. Okuyucuya imla ve yazım yanlışları ile dolup taşan, kurgusuna hiç dikkat edilmemiş bir öykü sunulursa, işte bence o zaman kolaya kaçılmış olunur. Bu ayrıca da saygısızlıktır. Yazıyorsak, yazmak arzusunda isek dili doğru kullanmaya gayret etmemiz gerekir. Hatalar hepimiz tarafından yapılıyor. Bazen bir -de’yi ayırmayı unutuyoruz bazen direkt yazacağımız yerde direk yazarak kelimeyi yanlış kullanıyoruz. Olabilir. Ancak çaba göstermek lazım. İşte bu çabadır benim gözümde öyküyü, dolayısı ile yazarını kıymetli hale getiren. Olumsuz eleştirilerim de olumlu eleştirilerim de genelde imla ve yazım yanlışları ile kurgudan hareketle olur. Geri kalanlar paylaşımdan ve fikir sunmaktan öteye gitmez. Uzattım biraz. 🙂 Tekrar edeyim. Öykünü çok beğendim. Kolaya kaçmıyorsun. Güzel yazıyorsun. Devam etmelisin. Haa, tabi uzun uzun bir şeyler yazarsan da yok demem. 🙂

    Görüşmek üzere.

    1. Merhaba,

      Söylediklerineze katılıyorum. Kısa yazarak eleştirilsel yorumlara daha fazla açık kapı bıraktığımı düşünüyorum. Okurlar, uzun öykülerde gözlerine çarpan noktaları pek belirtmiyorlar. Gerek öykü sonuna geldiklerine hatırlamadıklarından, gerek uzun bir öyküdeki hata payı olarak düşündüklerinden kaynaklanıyor olabilir.
      Bir şikayet olduğunu düşündüğüm için pek dile getirmedim önce ama öyküyü yazarken özen gösterilmemesine ben de karşıyım. Yani daha ilk paragrafta, ilk cümlede hatalar dizilirken kim 3.000 – 4.000 kelimelik öyküleri okur ki? Kelimeleri ardarda dizmek kolay, konuşurken de yapıyoruz bunu ama gösterilen itina, işte bu fark yaratır, üslubu oluşturur.

      Okuyup yorumladığınız için teşekkürler,
      Tekrar görüşmek dileğiyle.

  7. Merhaba Deniz,
    Ben de öykünü beğendim ancak kurgu ve olay olarak eksik buldum. Biraz daha uzayabilirdi (tabi Umut Kulen’in öyküsü kadar değil 🙂 .
    Anlayamadığım birkaç durum var: Mesela, Cemil edepsiz oluyor? Hastalığa bağışıklığı var ve ölmüyor diye mi? Varsa sonra neden öldü? O da herkes gibi ölecekti ise neden diğer karakterlere karşı mahcup gibi? Bunlar kafama takıldı.
    Çabuk okunup biten öyküleri severim ancak sizin kaleminizden uzun ve daha olaylı ve hareketli bir öykü de okumak isterim.
    Bir sonraki Seçki’de görüşmek üzere. Sağlıcakla 🙂

    1. Merhaba,

      Maalesef şu sıralar pek zamana ayırmadım yazmaya. Bu nedenle kısa ve kapalı bir öykü çıktı ortaya.

      Sorularınızı yanıtlamaya çalışayım. Cemil edepsiz değil. Sadece kutsal hastalığa yakalanmadığı için çevresindekiler tarafından günahkar olarak etiket vuruluyor. Bir çeşit önyargı. Yani emin olamasanız da gayet doğru yakalamışsınız o noktayı.
      Cemil’in herhangi bir bağışıklığı yok, zira öykü sonunda kendisinin de bu hastalığa yakalandığı belirtiliyor. Şöyle düşülebilir, en son kendisi hastalığa yakalanılıyor. Mutlaka bir ilk ve bir son vardır. Bu da Cemil oluyor.

      Diğer herkes yaşarken, o sıralarda Cemil herhangi bir hastalık belirtisi göstermiyor. Öykünün dünyasından bu durumu herkes, Cemil’in cennete gitmek için seçilmediğini düşünmesini sağlıyor. Cemil bile kendisini sorguluyor. İşte bu yüzden mahcup. Sanırım herkesin başına gelmiştir. Yapmadığınız halde bazı durumlar suçu sizin üzerine yığar, öyle ki siz bile kendinizden şüphe duyar, durumu tekrar gözden geçirirsiniz.

      Umarım aklına takılan noktalara açıklık getirebilmişimdir.
      Okuyup yorumladığınız için teşekkürler.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *