Öykü

Lubrevra ve Güller

Merhaba, benim adım Zizi ve ben, ülkem Lagaş’ın kralıyım. Krallığım boyunca pek çok savaş gördüm, pek çok düşman tanıdım ve pek çoğunu da yenilgiye uğrattım. Lakin hiç bir dostum ve hiç bir düsmanım beni Lubrevra kadar derinden etkilememiş, hayatımın akışını onun kadar değiştirmemiştir. Lubrevra’nın kim olduğunu soracaksınız şimdi biliyorum. Lubrevra beni ölümle ve hayatla tanıştıran, yaşamımın amacını bulmamı sağlayan kişidir. Bu yazımda sizlere Lubrevra’yla olan hikayemi anlatacağım.

Hükümdarlığımın yirmi dördüncü yılıydı. Yirmi dört yılım komşu devletlerle savaşmakla geçmiş, ordularımın başında sayısız zaferler elde etmiştim. Eşim ise bana ikisi kız biri oğlan 3 çocuk bahşetmişti. Lakin içimde bir huzursuzluk, hayatımda ise anlamlandıramadığım bir mutsuzluk vardı. Zaferlerim vardı devletimin sınırlarını genişleten, eşim vardı bana üç çocuk bahşeden ve çocuklarım vardı neslimi devam ettiren… Ancak, durgun bir denizde batmakta olan bir gemi gibi hayatımda da bir şeyler batıyordu sanki; hayatımın kendisi batıyordu. İşte bu zamanlara denk gelmişti Lubrevra ile tanışmam.

Savaştan yeni dönmüş, ailemle birlikte akşam yemeğini yiyor, savaşta yaşadıklarımı evlatlarıma anlatıyordum. Ordularımın kumandanı Kafre’de bize eşlik ediyordu. Yemeğin sonlarına doğru yaverim yanıma geldi ve Lubrevra adında birisinin bana bir hediyesi olduğunu söyledi. Kapıma kadar gelen misafirleri geri çevirmek adetim olmadığı için bu tanımadığım adamı içeri buyur etmelerini istedim. Bir müddet sonra adamı yanıma getirdiler. Pek hırpani kılıklı, uzun beyaz sakallı yaşlıca bir adamdı. Benden en az otuz yaş büyük olmalıydı; ama oldukça dinç görünüyor, adımlarında gençliğin izleri fark edilebiliyordu.

– Merhaba, benim adım Lubrevra ve size bir hediyem var sayın Kral, dedi bu hırpani kalıklı adam.

– Hoşgeldiniz sarayıma. Ben de Zizi ve Lagaş’ın kralıyım. Bu da Baş Kumandan’ım Kafre. Buyrun, soframıza oturun.

– Uzun bir yoldan geldim, fakat aç değilim. Size bir hediye vermek istiyorum sadece.

– Hediyeden bahsediyorsunuz lakin eliniz boş. Nedir ödülünüz çok merak ettim doğrusu. Yoksa bilge bir adamın bilgece öğütlerini mi vereceksiniz bana?

Bu sözlerim Kafre’nin hoşuna gitmiş olacak ki güldü.

– Baksanıza kralım, dedi Kafre, dediğiniz gibi bu adamın bilgece öğütlerden başka verecek bir şeyi yok.

– Sayın Kral, dedi Lubrevra, hediyenizi vereceğim; lakin öncesinzde sizden bir tas su istiyorum.

– Susamış olmalısınız, dedim ve yaverime bir tas su getirmesini söyledim. Bir kaç dakika içinde bir tas su gelmişti.

Lubrevra bir tas suyu içmedi ve tam önüme koydu.

-Kralım, dedi, hediyeniz bu bir tas suyun içindedir. Lütfen eğilin ve suyun içine bakın hediyeniz için.

Şaşırmıştım! Bir tas suyun içinde nasıl bir hediye olabilir ki diye düşündüm ama gene de adamın dediğini yaptım ve başımı eğip bir tas suyun içine baltım. Ansızın Lubrevra elini başımın arkasına koydu ve yüzümü tasın içine batırdı. Yüzüm suyun içindeydi, nefes alamıyordum. Kafre’nin ve yaverimin seslerini duyabiliyordum. Panikle adamın elinden kurtarmaya çalışıyorlardıu beni. Sesler yavaşça azaldı ve yoğun bir karanlığımn içerisine düştüğümü hissettim. Sonra bir ışık gördüm ve ışığa doğru yüzmeye başladım. Evet, yüzüyordum! Artık ne Kafre’nin ne de yaverimin sesi duyulmuyordu. Tek ihtiyacım bir yudum nefesti ve ben yüzeye doğru yüzüyordum. Sonunda kafamı sudan çıkarabildim ve derin bir nefes aldım. Ciğerlerime su kaçmıştı. Ciğerlerimdeki suyu çıkara çıkara kıyıya kadar yüzdüm, kıyıya varınca da kustum. Midemde ve ciğerlerimde ne varsa hepsini dşarı çıkarmıştım. Sonunda nefes alışım normale dönünce çıplak olduğumu farkettim. Etrafıma bakındım. Bir gölün kıyısındaydım ve çırılçıplaktım. Burada ne arıyordum? Burası neresiydi? Bir kaç saniye önce sarayımda Kafre, yaverim ve şu adamla beraberdim. Adam başımı bir tas suya batırmıştı ve ben gözümü burda açmıştım. Kimdi o adam? Bana ne yapmıştı? Yoksa bir ermiş miydi?

Kafamda yığınla soru olduğu halde, göl kıyısında korkmuş ve çıplak bir halde beklerken bulmuştu Keja  beni. Keja bir balıkçıydı ve göle balık avlamaya gelmişti. Bana giyecek ve kalacak yer temin etti. Ona adımın Zizi olduğunu ve bir kral olduğumu söylediğimde attığı kahkahayı hiç bir zaman unutamayacağım. Sonra da eklemişti: Bütün deliler beni mi bulur? Asıl şoku ise kendimi aynada gördüğüm zaman yaşamıştım. Aynadaki adam ben değildim, başka biriydi. Olduğumdan daha genç ve daha çirkindim. Keja’nın bana neden inanmadığını anlamıştım; ben artık başka biriydim!

Zaman geçtikçe herşeyi anlamaya başlamıştım. Lubrevra denen adam kesinlikle bir büyücü ya da bir ermiş olmalıydı. Beni kendi ülkemde -evet, kendi ülkemde- başka bir bedene hapsetmişti; lakin sebebini henüz anlayamamıştım. Keja’nın yanında yıllarımı geçiriyor, Onun bahçesindeki güllerin bakımını yaparak geçimimi sağlıyordum. Bir bahçıvan ve çiçek koleksiyoneri olmuştum. Uzmanlık alanım ise güllerdi. Odamda ülkedeki bütün çiçeklerin -özellikle güllerin – ve bitkilerin birer örneği vardı. Hatta artık odama sığmıyor, Keja’nın odasını da kullanıyordum.

Yıllar geçmişti ve ben artık Kral Zizi değildim. Adım artık Kalbum’du. Çevremde bir bitki uzmanı olarak nam salmıştım. Bana “çiçeklerin efendisi” anlamına gelen Lambre lakabını takmışlardı. Hayatımdan oldukça memnundum ve Lubrevra’nın bana bunu neden yaptığını anlamıştım. Kral Zizi’nin -yani kendimin- kendi halkına ne kadar kötü davrandığını görmüştüm. Ülke sürekli savaş halindeydi ve halk açlıkla, sefaletle boğuşuyordu. Yüksek vergiler ise köylülerin belini büküyordu. Kendi kendime eğer bu durumdan kurtulursam halkıma eziyet etmeyeceğime, savaşlara bir son vereceğime dair söz verdim. Ama bütün bunların bitmesini de istemiyordum. Çiçeklerimle, güllerimle mutluydum. Ancak bir eşim ve çocuklarım vardı. Onlar için geri dönmeliydim, ama nasıl olacaktı bu?

Artık 80’li yaşlarımın sonuna gelmiştim; ölüm döşeğinde, hasta ve yaşlı bir adamdım. Sahip olduğum hastalık ciğerlerimi kurutmuştu. Son anlarımı yaşıyordum ki Keja yanıma geldi. O da yaşlanmıştı lakin benden daha dinç ve sağlıklıydı. Bana anlatması gereken bir sırrı olduğunu, bu sırrı tutmasını isteyen kişinin benim son anlarıma kadar bu sırrı tutmasını istediğini söyledi. O kişi Lubrevra’nın ta kendisiydi! Keja’nın beni göl kenarında bulması ve evini bana açması bir rastlantıdan ibaret değilmmiş. Bunu kendisinden Lubrevra istemiş ve her şey benim ve halkımın iyiliği içinmiş. Bunları bann anlattıktan sonra Keja beni yalnız bıraktı ve o gece sabaha karşı hayatımda ilk defa “öldüm”.

Ölümün çok garip bir duygu olduğunu itiraf etmeliyim. Önce bedenimde bir soğukluk, son anda ise müthiş bir sıcaklık hissettim. Sonrası ise sonsuz bir  karanlıktı. Sonra hatırladığım ilk şey ise kafamı kaldırmak isteyişim ama kaldıramayışım. Bir kuvvet başımın arkasına bastırıyordu. Sonra sesleri duydum: Bırak Onu! Nöbetçiler! Öldürün bu adamı! Gürültü ve patırtıların ardından kafama bastıran kuvvetin kesildiğini hissettim ve derin bir nefes almak için kafamı kaldırdım. Gördüğüm ilk kişi yaverim olmuştu. Omuzlarımdan tutuyor, Kralım iyi misiniz?, diye soruyordu. Sorna Kafre’yi gördüm. Yanında bir nöbetçiyle Lubrevra’yı tutuyorlardı. Neyse ki ona bir zeval gelmemişti.O anda Lubrevra’nın amacının ne olduğunu benden başka sadece Lubrevra’nın kendisi biliyordu. Nefesim düzeldikten sonra etrafa iyice bakındım. Her şey aynıydı. Bir kaç sniye içinde bir ömrü yaşamış, bir ömre sığabilecek her şeyi yaşamıştım. Ve bunu Lubrevra’ya borçluydum. Kafre’ye onu serbest bırakmalarını emrettim. Bu emri mantıksız bulsa da derhal yerine getirdi. Lubrevra bana baktı ve şu sözleri söyledi: Yeni hayatınıza hoşgeldiniz Kralım!

O günden sonra ben artık başka biriydim. Kral Zizi’nin kibri ve savaşkanlığı ruhumdan söküp alınmış, Kalbum’un merhameti ve bilgeliği kalbime işlemişti. Artık tebaama merhametli yaklaşıyordum. Zaten ilk iş olarak vergileri düşürmüş ve ülkenin içinde bulunduğu savaşları barış antlaşmlarıyla sona erdirmiştim. Ayrıca yeni bir hobi edinmiştim Kalbum’dan kalma: Gül koleksiyonerliği. Araştırmacılarımla dağ, tepe, bayır, çayır demeden dolanıyor yeni çiçekleri; özellikle de gülleri buluyorduk. Sanırım bu Lubrevra’nın bana bahşettiği hayatın en büyük hediyesiydi.

Lubrevra’yı ise bir daha hiç görmedim. Kimbilir belki de başka krallara gitmiş ve onlara yeni hayatlar sunmuştur. Bunu hiç bir zaman öğrenemedim.

Haluk Kapucuoğlu

Ben Haluk Kapucuoğlu. 1982, Adana doğumluyum. Kitap okurum, bilgisayar oyunu oynarım, film, dizi izlerim ve tabii ki öykü yazarım. En sevdiğim yazarlar Robert E. Howard, Isaac Asimov ve Edgar Allan Poe'dir.

Lubrevra ve Güller” için 9 Yorum Var

  1. Eleştiri ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. 🙂 Hayırlı okumalar…

  2. Merhaba, öyküyü genel itibariyle beğendim. Sürükleyiciydi, kurgusu güzeldi. Gül koleksiyonculuğu biraz ilginç geldi sadece. Gül yetiştiriciliği oluyor ama koleksiyonculuğu… Hani bu elbette yazarın fikri ama burada güllerin kurutulup saklandığı gibi bir bilgi de verilseydi daha doğru olurdu sanki. Birkaç yazım hatası vardı. Ama dediğim gibi genel itibariyle güzeldi, özellikle tasın içine başını soktuklarında ve başını tastan çıkarması arasında bir ömür geçmesi, aslında o zamanın bir an oluşu gibi fantastik öğeler hoştu.
    Kaleminize kuvvet.

    1. Görüşleriniz için teşekkür ederim. Haklısınız; koleksiyonculuk vurgusunu biraz daha kuvvetli yapmalıydım. Biraz geç farkettim bu durumu. 🙂

  3. Öncelikle Kralın içine düştüğü boşluğu çok güzel yansıtmışsın. Bu açıdan kral Zizi ile çok kolay empati kurabildim. Giriş kısmının ardından gelen ve Lubrevra ile tanışma anlarının anlatıldığı paragrafları biraz baştan savma buldum. Sanki aceleye getirilmiş gibi. Diğer yandan Zizi’nin yeni hayatına başlaması harika bir şekilde anlatılmış. O paragrafı baştan sona üç defa okumuşumdur.
    Genel olarak akıcı okunması kolay bir hikaye olmuş. Ancak bazı noktalar eksik kalmış gibi. Biraz daha ayrıntıya yer verilse okuması daha tatmin edici bir hikaye olabilirdi.

    1. Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Söylediklerinizde haklısınız; bazı yerler biraz aceleyle yazıldı.

  4. Merhabalar. Öyküyü genellemeye vurursam özellikle konusuyla güzeldi; ama tatmin olamadım maalesef. Öyküde çok fazla boşluk vardı. Her şeyi bir an evvel oldurup bitirmişsiniz ve düzenli bir seyir sunmamışsınız. Sanırım aceleniz vardı ya da son günlere sıkıştırmak zorunda kaldınız veyahut öyküyü uzatmaktan korktunuz bilemiyorum. Örneğin Kralın saniyeler içinde yaşadığı hayatından sonra naif iyi yürekli bir insan olması. İyi, güzel de biz bilmiyorduk ki Kralın kötü olduğunu. Sadece girdiği savaşlardan bahsetmişsiniz girişte. Ayrıca koleksiyonculuğa başlayış ve güller var. Bunlar da güzel ama ne yaşadı ya da güller ona ne kattı da bu kadar büyük bir değişim yaşadı. Bir de Kralın başının bastırıldığı tas var. Benim zihnimde bir insan başının sığabileceği bir tas canlanmadı ilk başta. Daha genişçe bir nesne seçilebilirdi fikrimce. Ve yeni yaşamında 80 yaşına kadar elle tutulur bir dönüş çabasına girilmemesi ne kadar gerçekçi. Bunlara rağmen öyküdeki hayal gücünden etkilenmeden edemedim. Saniyeler içinde yaşanan bir hayat fikri özellikle.
    Söylediklerimi yanlış anlamayın lütfen. Ellerinize sağlık.

    1. Hayır yanlış anlamam. Bilakis samimi eleştirileriniz için teşekkür ederim. Söylediklerinizde haklısınız; öyküyü uzatmak istemedim. Çünkü öykü uzadıkça sıkılmaya başlıyorum; özellikle kısa tuttum yani. Ama kendimi zorlayıp uzatsaydım daha detaylı bir öykü sunabilirdim sizlere.

  5. Merhaba, arkadaşların yorumlarına katılıyorum ayrıca beğenerek okudum. Özellikle kısa bir an içinde bir ömrün geçmesi hoşuma gitti. Ellerinize sağlık beğendim. Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…

    1. Teşekkür ederim. Umarım gelecek seçkilerde de yorumlarınızı görürüm 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *