Öykü

Matruşkanın Serüveni

Vadiye ulaşmıştı. Sırt çantasını yere indirdi. Açtı. İçinden ailesinden yadigâr olan hatıralık eşyalar çıktı. Gümüş zincire asılı köstekli saat, siyah bir kalem, mor kaplı not defteri ve iç içe geçmiş yedi parça matruşka bebeği.

Her birini yere güzelce koyup inceledi. Karnı açtı ve susuzdu. Yine de bu içgüdülere odaklanmak yerine onu mutlu edecek başka düşüncelere daldı.

Muhtemelen etraftaki son yeşil noktaydı bulunduğu yer. Beyni durmadan sorular soruyordu: Hesaplamaları kim yapıyordu? Aldığı kararları arkasında kendisi mi vardı? İçerisinde bulunduğu bedenin hâkimiyeti kendisine mi ait idi? Aldığı nefes onun muydu? Yoksa coşkuyla akan nehirle suyun olduğu gibi, kendisi de havanın içerisinde akan bir akım mıydı? Özgür irade var mıydı? Cevabı olmayan soruları sormak, insan olduğumuz anlamına mı geliyor? Tüm bunları düşünürken mutlu oluyordu. Belki dünyada kalan son insandı. Belki de değil.

Durdu. Etrafına baktı. Kilometreler boyunca herhangi bir yaşam belirtisi gözükmüyordu. Köstekli saatini aldı yerden. Kapağını açtı. Zaman umurunda değildi. Kapağın içinde ailesinin küçük bir resmi vardı. Baktı. Onları özledi.

İçinden tanrıya yakarmak geliyordu. Bulunduğu yerden dünyanın akıbeti çok net görünüyordu. Sanki bütün güzellikler yok olmuştu. Kim yapmıştı bütün bunları? Neden kıyamet ona denk gelmişti sanki?

* * *

Yerden siyah kalemini aldı. Mor kaplı defterini açtı. O an çocukluğu geldi aklına. Ne kadar da saftı o günlerde. Beyni, bunu ona nasıl veya neden yapıyordu; bunu bilmiyordu ama bir anda çocukluğuyla ilişkilendirdiği garip bir anı getirdi aklına. Merdivenlerden yuvarlanmıştı. Düştükten sonra yerde dururken boğazında sanki bir yumruk oturmuştu. Suratı kızarıyordu. İçindeki volkan patlamak üzereydi.

Not defterinin sayfalarını çevirdi. Abisiyle izlediği film aklına geldi. Kelebek Etkisi idi filmin adı. Sayfaları daha çok çevirdi. Sanki gerçekten de zaman yolculuğu yapıyordu sayfaları çevirip satırları okurken. Yaşanmış olanları değiştirebilecek ilahi bir gücü yoktu, lakin bunu da istemiyordu zaten. O zaman ne anlamı kalırdı hataların? diye düşündü. Tekrar tekrar sıfırdan başlarsak ileriye gidebilir miydik? “Sıfırlamak” hedefe gitme de yardımcı olur muydu?

Beyni, düşündüklerini oynadığı bilgisayar oyunlarıyla ilişkilendirdi aniden. Bazen bir karakterin, omzunda taşıdığı bir bazuka ya da tanrıları öldürebilecek silahı olmasına rağmen önündeki kapıyı açması için yeterli olan sadece küçük bir anahtarın bulunması gerektiği düşüncesi patladı beyninde. Bir bölümü geçmek için çözmesi gereken bilmeceleri düşündü.

Karnı hâlâ açtı. Ağzı da kurumuştu susuzluktan. İnsanlığını kuvvetlendiriyordu göz kapaklarının etrafından süzülen iki damla yaş. Hayret ediyordu geldiği bu noktaya. Daha ileride ne vardı? Her insan kendi başrolünü mü oynuyordu şu hayatta? Bir an yitip gitmek istedi. Geldiği gibi gitmeyi…

Gözünden damlayan yaşları sildi eliyle yavaşça. Saatine baktı. Cebine koydu. Defterinin arkasından boş bir sayfa kopardı. Sayfayı dört parçaya bölüp her birine bir şey yazdı. Sırasıyla bunları matruşkaların birinci, üçüncü, beşinci ve yedinci parçalarının içine koydu. Sonra cebinden tekrar saati çıkarttı. Ailesinin olduğu küçük fotoğrafa tekrar baktı. Defterini eline alıp yazmaya başladı. İçindeki hissettiği tüm duygular ayrı bir kelimeye dönüşüyordu. Defterin sonlarına yaklaştı. Son sayfaların birisine harita çizdi. Artık gitme vakti gelmişti. Eşyalarını topladı. Ayağa kalktı. İçinde bulunduğu yeşil alan küçüktü. Yaprakları dökülmüş bir ağacın yanında duran kayaların üzerinden küçük taşları aldı ve kayada küçük bir oyuk açtı. Saatini, kalemini, defterini ve matruşka bebeklerini çantasıyla beraber kayaların altına gömdü. Yağmur başladığında “Gitme vakti geldi,” diye düşündü. Gürleyen göğün altında sessizce yürüdü.

* * *

Süvari birliğinin önünden gelen “Durun” işareti tüm askerleri aniden durdurdu.

“Şu ağacın etrafında mola vereceğiz! Herkes iyice dinlensin!” diye emretti komutanları.

Askerlerin mola için durdukları bu yerin stratejik önemi büyüktü. Vadiyi iki yandan geniş bir şekilde görüyordu. Askerlerin birkaçı etrafta gözcü olarak konuşlandırıldı. Geri kalanı kayanın yanındaki ağacın etrafında kamp kurmaya başladı. Kamp ateşi için kuru odun arayan meraklı bir askerin gözleri kayalara ilişti. Altında yakacak bir şey bulma umuduyla taşları oynattı ve gözleri coşkuyla parladı.

Sessizce bir köşeye geçip çantanın içinden çıkanları inceledi. Matruşka bebeklerini görür görmez içini büyük bir merak sardı. Birincisini ortadan ikiye ayırdı ve açtı. Bir kâğıt ve öncekinden daha küçük bir bebek daha çıktı. Diğerlerini de merakla açtı. Yedisini de yanı başına sırayla dizdi. Dört parça kâğıdın hepsini birleştirip okudu. Kâğıtta yazanları gördüğünde içindeki mutluluk katlanarak arttı. Çantanın içinden çıkan not defterini kalemi ve saati de buldu. Kâğıtta yazılanları tekrar okudukça içindeki yaşam alevi daha çok güçlendi.

Kâğıtta yazılanlar şuydu:

Alınan kararla bir adam kahramana dönüşür,”

“Ölümle kahraman efsane olur,”

“Zamanla efsane, destan olur,”

“Destanı duyan adam, bir karar verir!”

Asker bu yazılanları okuduğunda içerisindeki cesaret ve onu motive eden duygular katlanarak artmıştı. Mor kaplı defteri bir solukta okudu. Haritayı buldu ve kişisel menkıbesini gerçekleştirmek için yola koyuldu…