Yıldızların denize yansıyan görüntüsü, ayın dolgun simasıyla senkronize bir biçimde, dalgaların oluşturduğu küçük akıntıların üzerinde titreşiyordu. Deniz kuşları güneş batmadan önce, çok uzaktaki kara parçalarına doğru uzaklaşmış, engin gökyüzünü sessiz gecede tek başına bırakmıştı. Akıntının sürekli yankılanan iç gıdıklayıcı şapırtısı dışında sessizlik, siyah katran gibi okyanusun üzerine inmişti.
Küçük bir sandalın üçgen biçimli ön kısmı denizin bitmek bilmeyen uğultulu sesi eşliğinde, sarsıntısızca bu geniş yıldız okyanusunu boydan boya yarıyordu. Denize güçlü darbelerle inen bir çift kürek suyun altında küçük girdaplar oluşturuyordu. Etrafı sadece tembel Ay’ın solgun ışıltısı ve sandalın kıç tarafındaki bir direğin ucuna asılmış tahta şamdandan yayılan mum ışığı aydınlatıyordu. Titrek mum ışığı, kayığın içinde kürek çeken adamın profilini gölgelere boğuyor, onu on yıl yaşlandırıyordu. Oysaki dikkatli bakan bir çift göz adamın yüz hatlarındaki çocuksu yumuşaklıktan, en fazla on dokuz yaşında olduğunu anlardı.
Sandaldaki adam delirmiş gibi kürek çekiyor, bu küçük sandalı bir yelkenliden daha hızlı götürmeyi başarıyordu. Harcadığı güç yüzünden kaslarının yanması, soluğunun kesilmesi, her yerinden ter fışkırması onu neredeyse ilgilendirmiyordu bile. Parlak gözleri, azimle ilerideki görünmez bir hedefe kilitlenmişti.
Genç adam kürek çekmeyi bırakıp yeniden Kutup Yıldızını kontrol etti. Doğru yolda gittiğini düşünmek onu rahatlatıyordu. Ne de olsa olmadığı var sayılan bir yere haritalar yardımıyla gitmek olanaksızdı. Önemli olan umudunu kaybetmemekti. Çünkü umut en iyi pusuladan bile daha iyi bir rehberdi.
Adam bakışlarını yıldızlı gökyüzünden, sandalın arka tarafında yatan karanlık ve büyükçe bir kütleye çevirdi. Küreklerini sandalın iki tarafında bulunan oyuklara sabitleyip bıraktığında, düşmelerini önlemiş oldu. Kütleye doğru uzanıp, koyu renkli örtüyü kaldırdı. Şamdandan yayılan sarı, zayıf ışık şimdi örtünün altında yatan bambaşka bir yüzü aydınlatıyordu. Bu terden sırılsıklam olmuş, saçları güzel yüzünü çevreleyen genç bir kızdı.
Kızın yüzü az ışıkta bile fark edilecek kadar solgundu. Kapalı göz kapakları arada bir açılacakmış gibi titreşiyor fakat sonrasında bu çabadan yorgun düşerek daha büyük bir ağırlıkla örtüyordu gözlerini. Soğuk soğuk terliyor ve titriyordu. Ateşinin etkisiyle dudakları ve yanakları kızarmış, alnı cayır cayır yanıyordu.
Kız belli ki çok ağır hastaydı. Genç adam onu kurtarmak uğruna elinden gelen her şeyi yapmıştı. Fakat kızın hastalığının bulunabilmiş bir şifası yoktu. Önlerinde bir seçenek dışında hiçbir şey kalmamıştı. Bu seçenek de sonsuzluğa açılan bir kapı gibi bilinmezliğe uzanıyordu adeta. Genç adam kızın üzerini yeniden sıkıca örtüp, küreklere asıldı. Küreklerin suya dalıp çıktıkça çıkardığı şapırtının ardında, kızın soluklarının yavaşladığını duyuyordu. Fazla zaman kalmamıştı. Kız güneşin doğuşunu göremeyebilirdi.
Adam saatlerce kürek çekti. Sadece arada bir kızın yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek için duruyordu. Nihayet koyu karanlığın içinden bile rahatça seçilebilen yan yana dizilmiş üç adayı gördüğünde kürekleri elinden bıraktı. Doğru yere geldiğini anlamıştı. Kafasını kaldırdığında Kutup Yıldızını göremedi. Onun yerini kıpkırmızı parlayan başka bir yıldız almıştı. Denizkızı takımyıldızı.
Genç adam oturduğu yerde ayağa kalktı. Elini cebine sokup, gece kadar siyah bir inci çıkardı. İncinin pürüzsüz yüzeyi ay ışığında soğuk parıltılar saçıyordu. Adam inciyi başının üstüne kaldırıp, gerekli sözleri söyledi; “Niyelyé lubak ımıgad’a”
Sözlerini bitirmesiyle elindeki inciyi denizin karanlık sularına bıraktı.
Bir kaç saniye yeni geçmişti ki incinin düştüğü yer içten içe kaynamaya, fokurdamaya başladı. Bir şey suyun yüzeyine çıkıyordu. Aniden fokurdama durdu. Su tekinsiz bir biçimde durgunlaştı. Genç adam ellerini kayığın iki yanına dayayarak, eğilip suya baktı. Birden kendisinden biraz ötede güçlü bir dalgalanma oldu. Kafasını kaldırıp baktığında suyun üstünde süzülen Üç Bilge’yi gördü.
Pul pul balık kuyruğu şeklinde bir alt kısmı olan ve omzundan üç güzel kadın başı yükselen bir deniz ruhuydu bu. Her kadın başı bir kavramı ifade ediyordu. Ölüm, yaşam ve kader. Hepsinin yüz hatları birbirinden farklıydı. Ölümün kuzguni saçları ve gözleri vardı, yaşamın ise bembeyaz saçları ve gök mavisi gözleri. Kader farklıydı. İçlerinde en yaşlı ve bilge görünüşlü oydu. Yüzünün neye benzediğini söylemek zordu çünkü her saniye şekil değiştiriyordu.
Ölümü simgeleyen kadın sakin ve soğuk gözlerle genç adamı süzdü. Konuştuğunda sesi tıpkı bir mezardan geliyormuş gibi durgundu.
“Ne istiyorsun bizden genç insan? Yine hangi gereksiz isteklerle kapımıza dayandın? “
Delikanlı dizlerinin üstüne çöktü. Eliyle sandalın arkasında yatan kızı göstererek “Sizden sadece onu iyileştirmenizi istiyorum. Başka hiçbir dileğim yok.”
Kader konuşmaya katıldı,
” Kız ölüme kavuşmak zorunda genç adam. Eğer onu kurtarmak istiyorsan her şey gibi bunun da bir bedeli olacaktır.”
Delikanlı kaşlarını çattı.
“Fakat ben size bie bedel ödedim. O siyah inciyi size sundum.”
Yaşam gözlerini kısıp “Amma da asi !” diye homurdandı.
Kader tek bir bakışla susturdu yaşamı. Genç adama dönüp açıklamaya devam etti.
“O inci sadece bizi görebilmek için bir bedel, bizden istediklerin için değil. Yaşam kırılgandır oğlum. Ölenler ve yaşayanlar bir terazi üstünde sürekli dengede olmalıdır. Eğer birinin canını bağışlamamızı istiyorsan karşılığında başka bir can sunmalısın. Kendi canını.”
Derin bir sessizlik bu nihai karar anında ortalığı kapladı. Delikanlı omzunun üstünden arkasında yatan kıza baktı. Kızın solukları neredeyse duyulmuyordu. Adam böyle ölmeyi tercih edeceğini düşündü. Sevdiği kızı kurtarmak uğruna, anlamlı bir şekilde ölecekti. Derin bir soluk alıp teker teker üç bilgenin de yüzüne baktı. Cevabı kısaydı.
“Kendi canıma sunmaya hazırım.”
Ölüm alaylı alaylı gülümsedi.
“Bunu yapmak istediğinden emin misin Cesur Yürek?”
“Evet”
Ölüm sakin sakin üç kafaya da ait olan eli kaldırıp parmağını şıklattı. Genç adam birden bacaklarının onu daha fazla taşıyamayacağını hissetti. Yere yığıldı. Yaşam hızlı hızlı dua okuyordu. Sevdiği kızı geri getirmek için. Adam kızın tekrar derin derin soluk almaya başladığını duydu. Fakat şimdi kendi soluklarını duyamıyordu. Yıldızlar gök yününde parlıyor, onun ölümünü izliyorlardı. Delikanlı aya sabitlenmiş gözlerini bir türlü kapatamıyordu. Ölümün hafif dokunuşlarına doğru sürükleniyordu. Ruhunu teslim etmeden önce gördüğü tek şey kırmızı aptal bir yıldızdı.
- Bekçi Aranıyor - 15 Haziran 2017
- Salı Sallanır Çarşamba Beyaz Çarşafa Dolanır - 15 Haziran 2016
- Karanlığın Sade Gerçekliği - 15 Haziran 2014
- Bitmeyen Gecenin Şarkısı - 12 Şubat 2012
- Limbo - 16 Temmuz 2011
Öncelikle selamlar,
Çok hoş bir öykü olmuş bu. Bir adamın sevdiği kişi uğruna hayatını feda etmrsi gibi artık klişeleşmiş bir konuyla bile oldukça etkili bir yazı çıkarmışsın. ‘Üç Bilge’ orjinal olmuş, özellikle hoşuma gitti. Yalnızca keşke biraz daha uzun olsaymış dedim. Belki kızın neden o duruma geldiğinin anıları, belki duygulara biraz daha pekiştirme…
Okurken zevk aldığım bir öykü oldu, teşekkür ediyorum ve diğer seçkilerde de yazılarını görmeyi umuyorum.
“Çünkü umut en iyi pusuladan bile daha iyi bir rehberdi.”
Güzel bir öyküydü. Özellikle tasvirler ve bazı tanımlamalar hayli hoşuma gitti. Son kısım biraz çabuk geçti, belki biraz da klişeydi; ama beni tatmin etmeye yetti. Öykünün yarattığı ambiyans epey etkileyiciydi.
Kalemine sağlık, umarım başka öykülerini de okuma fırsatı bulabilirim. : )
Nihayet okudum 🙂
Forumdaki hikayeni de takip ettiğim için bu öykünü özellikle merak ediyordum. Deniz ve denizciliğe olan ilgini burada da çok iyi kullanmışsın. Biraz kısa olmuş aslında ama belki de ağızda bu kadar hoş bir tat bırakmasının sebebi de bu kısalığıdır. İnsan genç kızın neden hastalandığını merak etmeden duramıyor.
Kalemine sağlık…
*KoyuBeyaz
Öncelikle öykümü beğenmene sevindim. Haklısın konum biraz klişeleşmişti ancak etkileyici bulmuşsan ne mutlu bana. Uzun olması konusunda pek uzun yazamam o konuda fazla sabrım yok 🙂 Ancak öykülerin vurucu olmasını kısalığıyla sağlamak hoşuma gidiyor.Yorumun için teşekkürler.
*DarLy OpuS
Yorumun için teşekkürler. Son kısımın hızlı geçmesi konusunda haklısın hatta ben biraz baştan savma olduğunu bile düşünmüştüm gönderdikten sonra.Bu benim seçkiye gönderdiğim ilk yazımdı.Kendimi geliştirmeye çalışacağım. Yorumlayarak beni sevindirdiniz.Teşekkürler.
*mit
Aslında denizcilik hakkında pek fazla bildiğim bir şey yok.Öyle araştırma falan da yapmadım.Üşendim 🙂 Ancak yazarken kendimi en rahat hissettiğim konu denizle ilgili olanlar.Bunu burada da kullanmaya çalıştım.Beğenmenize sevindim. Aslında kızın hastalağının ne olduğunu ben de bilmiyorum.Hayal gücüm buna da bir kılıf uyduramadı.Yorumunuz için teşekkürler.