“Bunu yapmak zorunda değilsin evlat, biliyorsun değil mi?” diyerek heybesini Dae’ye uzattı yaşlı şaman. Çölün rüzgarları saçlarını savururken Dae sadece tebessüm ederek cevap verdi bu soruya. Bu her şamanın yapması gereken bir ritüeldi; Tapınaklar Çölü’nü tek başına geçip, Kadim Tapınak’ta atalarının ruhlarıyla bir gece geçirmeliydi.
“Neredeyse unutuyordum…” dedi ve elini heybesine attı yaşlı şaman, çıkardığı küçük mavi şişeyi Dae’ye uzattı. Şişede Zalvia iksiri vardı. Şamanlar muhakkak heybelerinde bu iksire yer verirdi. İksirin bir kaç damlası zorlu doğa koşullarına dayanma takati, daha fazlasıysa ölü ruhlarla konuşmak ve “gündüz düşleri” denilen halüsinasyonlar görmek içindi. Gündüz düşleri gelecekle ilgili kehanetler için anahtar görüntülerdi.
Yaşlı şaman, Dae gözden kaybolana kadar arkasından baktı. Torunuyla cesaretinden dolayı gurur duyuyordu ama onun için bir yandanda endişeleniyordu. Böyle bir yolculuğa çıkması için henüz erken olduğunu düşünüyordu, daha on iki yaşındaydı ama Dae’nin yaşıtlarından daha güçlü ve erdemli olduğunun da farkındaydı.
Dae yüksek bir kum tepesine tırmandı ve gideceği yola baktı. Heyecanlıydı, üç gün boyunca bilge şamanların yaptığı gibi Ölülerin Yolu denilen yolu takip edecek ve üçüncü günün sonunda Kadim Tapınağa varmış olacaktı. Deve derisinden yapılmış matarasında üç gün yetecek kadar suyu vardı. Dönüş yolu için tapınaktaki çeşmeden tekrar doldurması gerekecekti. Daha önce kervanlarla defalarca çöl yolculuğu yapmıştı ama bu kez tek başınaydı ve çölün büyüklüğü kendini çok küçük hissettirmişti şimdi ona.
Birinci günün sonunda Yalnız Ağaç denilen yere varmıştı. Çölün ortasındaki nadir kayalık bölgelerden biriydi ve baş ucunda tek bir kurumuş ağaç vardı. Dae toplayabildiği çalılardan küçük bir ateş yakmaya çalıştı ama rüzgar ateş yakmasına izin vermiyordu. Heybesinden biraz peksimet çıkardı ve sonrasında iksirden küçük bir yudum aldı. Midesinden yayılan sıcaklık tüm vücudunu ısıtmıştı ve artık ateş yakmasına gerek olmadığını düşündü. Sırt üstü kumun üzerine uzandı, oğlak derisinden küçük battaniyesini de üzerine çekti. Gökyüzüde çöl gibi uçsuz bucaksız diye düşündü, acaba gökyüzünün ardında ne vardı? Çölü güneybatıya doğru düz bir hatta geçerse okyanusa ulaşacağını biliyordu. Kuzeye doğru giderse Sampra ve Knoha gibi şehirlere varabilirdi. Peki ya gökyüzünde bir yere ulaşması için ne kadar yürümesi gerekirdi, gökyüzünün ardında ne vardı? Tüm bunları düşünürken uyuya kalmıştı.
Sabah uyandığında neredeyse yarısına kadar kuma gömülmüştü. Dedesinin lafını hatırladı:” Kum tepeleri yalnızca kum değildir, onlarında ruhu vardır. Dikkatli bakarsan hareket ettiklerini görebilirsin.” Kum tepeleri hareket edebilirdi ama Ölülerin Yolu asla değişmezdi. Dae güneş çok fazla yükselmeden yola koyulmalıydı ve öğle sıcağında şamanların Bilgenin Gölgesi adını verdikleri yere ulaşmalıydı. Burası da kayalık bir bölgeydi, öğle saatlerinde bile gölgesi eksik olmayan korunaklı bir yerdi. Etrafındaki kayalar belli bir noktadan bakılınca sakallı bir ihtiyarı andırdığı için şamanlar buraya Bilge Gölgesi adını vermişti. Yürümeye başlamadan önce Dae heybesini açtı ve zoraki olarak bir peksimet çıkardı, peksimete bir süre baktıktan sonra tekrar heybesine geri koydu, canı tatsız tuzsuz peksimetlerden yemek istememişti. Matarasından biraz su içtikten sonra, parıldayan mavi şişesindeki iksirden de bir kaç yudum aldı. Şimdi yürümeye hazırdı.
Güneş iyice yükselmiş ve öğle saatleri yaklaşmak üzereydi. Yolda rastladığı akrebi incelemesi ve uzak bir kum tepesinin yamacında gördüğü çöl kabağı ona vakit kaybettirmişti. Bu sırada rüzgarın kum tepelerinden bir koridor oluşturduğunu farketti. Ölülerin Yolu bir “s” çizerek ilerliyordu bu kısımda, oysa bu koridor dümdüzdü ve ona zaman kazandırabilirdi. Koridordan gitmeye karar verdi. Biraz yürüdükten sonra, yolun ilerisinde kuma saplanmış büyük bir kemik olduğunu fark etti. Uzaktan bu tarafa baktığında böyle birşeyi farkedememiş olmasına şaşırdı. Devlere hiç bir zaman inanmamıştı ama bu kemik bir deve ait olmalı diye düşünmekten kendini alamadı. Heyecanla bir an önce yanına varmak için koşmaya başladı, bu kısımlarda kumlar biraz gevşekti ve düşe kalka ilerliyordu. Tam kemiğin yanına varmıştı ki kumlar ayağının altından kaymaya ve kumların kaymasıyla birlikte oluşan çukur Dae’yi içine doğru çekmeye başladı. Sert bir şekilde çukurun daha derinlerinde yer alan bir başka kemiğin üzerine düştü ve heybesi burdaki kemiklerden birine takıldı. Dae son anda heybenin ucuna tutunmuştu. Aşağı baktığında dev bir yarığın üzerinde sallandığını gördü. Kendini yukarıya çekmeye çalıştı, gücü yavaş yavaş tükeniyordu. Sağ eli yorulunca atik bir hareketle heybeyi sol eliyle yakalamak istedi ama başaramadı. Bu hareketin etkisiyle heybenin içinden bir kaç peksimetle birlikte iksir şişesi savruldu ve Dae yarığın ortasındaki kum zemine düştü.
Gözlerini açtığında hava kararmak üzereydi ve bacağıyla karın bölgesindeki yaralar canını yakıyordu. Yerinden kalkmadan etrafına bakınırken yanı başındaki iksir şişesini gördü. Hemen bir kaç yudum içti ve tekrar kumda yatmaya devam etti. Daha önce okyanus kıyısında kambur balina iskeletleri görmüştü ama bu kadar büyüğünü ilk kez görüyordu. Çölün ortasında bir kambur balinanın ne işi olabilir? Belki kumlar gibi okyanuslarında ruhu vardır ve onlarda hareket ediyordur diye düşündü sonra ve uyumaya zorladı kendini.
Sabah olmuştu artık, yerinden güçlükle doğruldu ve oturdu. Bir çıkış yolu aradı ama elinde bir ip veya başka bir şey olmadan tırmanabileceği bir yer yoktu. Matarası heybesiyle birlikte yukarıda kalmıştı. Susuzluğunu bastırmak için biraz iksirden içti ama iksir onu daha da susatıyordu ve susadıkça daha fazla iksir içmek istiyordu. “Asla o yoldan ayrılmamalıydım.” diye geçirdi içinden ve kendine kızdı.
Burnuna yosun ve tuzla karışık okyanus kokusu geldiğini fark ettiğinde hava çoktan kararmıştı. Oysa okyanus bir kaç günlük mesafedeydi bu durum onu şaşırtmıştı. Yaraları tekrar canını yakmaya başlamıştı. İksir şişesine baktı, yarısından fazlasını bitirmişti. Susuzluğun etkisiyle neredeyse şişenin hepsini içti ve ” Kadim çöl ruhları burada ölmeme izin vermeyin…” diyerek dua etti.
Artık zaman kavramını yitirmeye başlamıştı ve kendini iyi hissetmiyordu. Garip bir ses duydu ilk önce sonra yerle göğün yer değiştirdiğini fark etti, artık kambur balina iskeletine yukarıdan bakıyordu ve ayaklarının altından bir kambur balina sürüsü geçiyordu. Kambur balinalar tiz sesler çıkararak çöl kumlarının üzerinde uçuyordu. Daha da yükseldiğini hissetti bulutların üzerindeydi ve çölü zar zor seçebiliyordu. Biraz daha yükseldi, etrafına baktığında parlak yıldızlar ve gezegenler görünüyordu artık. Kendi kendine sorduğu soru geldi aklına “Gökyüzünün ardında ne var?” Biraz daha uzaktan baktığını hissetti herşeye, yıldızlardan ve gezegenlerden uzaklaştıkça galaksileri, galaksilerden uzaklaştıkça da sonsuz sayıda ki galaksinin birleşerek oluşturduğu dev ağı, evreni keşfetmişti.
Gözlerini açtığında bir bedevi çadırındaydı. Her şeyin bir rüya olduğunu düşünmeye başlamışken bacağındaki ve karnındaki yaralar bunun aksini söylüyordu. Ona çorba getiren bedevi kadına çöldeki kambur balina iskeletini anlatmaya çalıştı. Kadın gülümsedi, bir zamanlar okyanus bu kadar çekilmemişken Tapınak Çölü’nün olduğu bu yerde kambur balina sürülerinin yüzdüğünü bilen bir halktı çöl bedevileri ama bedevi kadın bunu Dae’ye nasıl anlatacağını bilemedi. Aynı dili konuşmuyorlardı. Dae çorbasından içerken, çadırın tepesindeki açıklıktan görünen yıldızları fark etti. Şimdi de Dae gülümsüyordu, gördüğü gündüz düşünde yıldızların çok daha ötesini ve evreni keşfetmişti. Dae’nin neye baktığını merak eden bedevi kadında yıldızlara bakmaya başladı. Bu gece çöldeki kumlar gibiydi yıldızlar.
- Akineri - 1 Mart 2021
- Aquanis - 15 Nisan 2019
- 184 Dakika - 15 Şubat 2018
- Aura - 17 Mayıs 2017
- Khadda Rughsa - 15 Mart 2017
Elinize sağlık, hikaye gözümde canlandı, Dae iksiri her yudumladığında biz de Gündüz Düşü’ne biraz daha daldık. Güzel aktarmışsınız, hatta bir an hikayenizi sadece betimlemek için yazdığınız izlenimi uyandı. Kafanızda olan o yeri bize de anlatmak için bu yolu seçmişsiniz gibi ve ben o yere gittiğime ve gördüğüme memnun oldum.
Okuyucuyu bütün hepsinin düş olduğuna inandırmak isteyip küçük bir ters köşe yapmışsınız sanırım. Güzel olmuş. 🙂 Hikaye genişletilebilecek nitelikte, hatta uzun bir hikayenizde geçen bir olay bile olabilir diye düşünüyorum.
Hikayelerinizde gözüme çarpan bir durum var. Düz olarak anlatırken bir anda bir cümle devrik oluyor, akıcılığı sekteye uğratıyor. Ama devamında güzel toparlayarak bizi yeniden hikayeye bağlıyorsunuz. Tekrar Elinize sağlık. 🙂
Beğenmenize sevindim, çok fazla yazma deneyimim olmadığı için yazım ve anlatım yanlışlarım olabiliyor. Bu hikayenin geçtiği Tapınaklar Çölü, forumda yazmaya devam ettiğim Kartalın Ruhu hikayesinin geçtiği dünyada yer alıyor ve Dae’ye o hikayede yer vermeyi düşünüyorum.
Güzel yorumunuz için çok teşekkürler, olumlu veya olumsuz herhangi bir eleştiri, yazdıklarımın okunuyor olması beni çok motive ediyor.
Hikaye, çok daha uzun olay örgüsünden alınmış bir parça gibiydi. Okurken keyif almakla beraber, büyük resimden mahrum kaldığım için hafif hayal kırıklığı yaşadım. Sanırım forumdaki Kartal’ın Ruhu’nu okusam iyi olacak 🙂 Elinize sağlık
Okuduğunuz için ve yorum yazdığınız için teşekkürler.
Öyküyü biraz kısa tuttuğumun farkındayım, acemiliğime geldi açıkcası 🙂 Özellikle gündüz düşünü betimlediğim kısımı çok daha uzun yazabilirdim. Kartalın Ruhu’ndan da aynı tadı almanızı umuyorum.