Öykü

İskelet Prenses

Yatağına gömüldü İskelet Prenses. Başını yana çevirip kıvrıldı. Duvarlarda gezindi gözü. Tablolara takıldı tek tek. Yeni bir kendisini resmetmişti her defasında. Şimdi onlara bakıp zamanda geriye dönüyor, ve sorusu geliyordu yine aklına: Pişman mıyım?

Diğer yana döndü bir süre. Bir at kişnemesi çarptı kulağına. Pencereye yaklaşıp manzaraya baktı. Kendisi için miydi tüm kargaşa? Sıra sıra arabalar, kat kat kostümler, avluyu gündüze çeviren meşaleler…

Misafirler birbirleri kucaklayıp sevinçlerini aktarıyor, uşaklar istifini bozmadan emir bekliyor, atların burnundan dumanlar çıkıyordu. Bu ayazda ahırlarından çıktıklarına lanet okuyordu hayvanlar.

Tuvalet masasına döndü. Yüzünü inceledi aynada. Elmacık kemiğini yokladı. Ceviz yağını bırakmalıydı; kemikleri kuruyor, pütürler çıkarıyordu ortaya.

Mercan kutusuna uzanıp kapağı kaldırdı. İçindeki deri parçaları bedenine dizdi tek tek. Elini pencereye doğru kaldırdı; dolunayın yansımasını seyretti parmak aralarında. Ayağa kalkıp boy aynasının karşısına dikildi; çıplak değildi artık.

Gardırobun kapağını açtı. İtinayla üzerine geçirdi altın yaldızlı elbisesini. Havayı çekti içine; nefes alabiliyordu artık. Etrafında döndü. Eteği de eşlik etti kendisine. Ne de özlemişti ayak yanaklarının şarkısını. Bir tur daha attı. Kısa adımlarla koştu, bir çayı aşarcasına zıplayıp pencerenin kenarına kondu. Başını kaldırıp aya daldı yine.

Uzun sürmedi keyfi. Bir at kişnedi, çay kayboldu, ve tekrar yeryüzüne döndü İskelet Prenses.

Karanlık koridora çıktı. Tedirginlik ruhunu titretiyor, bedeninden taşıp elbisesine akıyordu. Eteklikleri mermer zemine tutunmaya çalışıyor, o soğuk yüzeyde tek bir çıkıntıya rast gelmiyor, yinede vazgeçmiyor: “İnme salona, sakın inme!” diyordu, “Eğer seni görmek isteyen varsa, kendisi çıkmalı üst kata.” Ama ne çare! Kim dayanabilirdi ki bu ışıksız koridora? Babası dahi geri dönmüyor muydu daha sahanlığa adamını atmadan?

Balo tüm ihtişamı ile sürüyordu. Evet, ruhu da bunu arıyordu, değil miydi? İnsan içine karışmak, bir nebze de olsa bir yere aitmiş gibi hissetmek… Fakat.. Merdiven koruluğuna dayandı. Orkestra, son valsı bitirdiğinde ne olacağını biliyordu ama, hem de gayet net… Ne geceler tecrübe etmişti. Nasıl başını çevirebilirdi ki olacak olana.

Merdivene yanaşınca gözü karardı; topuza sarıldı. Belki ki, zaman alacaktı salondan yükselen sese alışması. Tırabzana tutunarak indi. Mecbur muydu tüm bu eziyete katlanmaya? Öne uzanıp bir basamak daha indi; mecburdu tabii ki de.

Konuşmalar kesildi, başlar döndü. Artık daha bir belirgindi tenorun perdeleri. İskelet Prenses merdivenden inmiyor da, delikanlıların yüreğine doluyordu her adımda. Genç prenses de bunu hissediyor, daha bir yumuşak basıyordu ayağını. Şimdi de zariflik taşıyor eteğinden, yayılıyordu salona dalga dalga. Fiyonklar bir ileri bir geri sallanıyor, sahnede kendilerini göstermekten kıvanç duyuyordu.

Tekrar tekrar doldu kadehler. Dans edildi, gülündü, eğlenildi. İskelet Prenses, bu sahte çehrelerin kıvrımlarını ezberlediğinde, bir benzerlik buldu geçmişle. Aynıydı hepsi, aynıydı işte! Ne diye zorluyordu ki? Denememiş miydi, denemişti. Ama olmuyordu işte. Hangi damla yükselirdi göğe, hangi sır dönerdi aynaya? Kalabalığı yarıp kendisini koridora, oradan da mutfağa attı.

Telaş içinde buldu bulaşıkçıları. Ağır tencereler yıkanıyor, kepçeler havada geziniyor, kurulama bezleri elden ele dolaşıyordu. Kıstırdığı fareyi yakalamaya çalışıyordu aşçı yamağı,. Karşısında küçük hanımı görünce duraksadı:

“Bir şey mi emretmiştiniz?”

“Saklanıyorum sadece.”

“Çay arzu eder miydiniz?”

“Ne yapıyorsun fareyle?”

Aşçı yamağı uzanıp hayvanı kuyruğundan yakaladı. Beyhude çabalarla kurtulmaya çalışıyordu fare.

“Babanızın emri… Toplayıp dağın öteki tarafına salıyoruz.” dedi.

“Teşekkür ederim.” dedi İskelet Prenses. Huzur dolmuştu içi, bir nebze de olsa. Eşiğe yaklaştı. Uzaktan salonu süzdü, ve dışarı doğru adım attı.

Gece yarısına doğru, misafir sayısı düşmüş. Fakat kalanlar salondaki boşluğu perdelemek istercesine prensesin etrafına birikmişlerdi. Konuşuyorlardı. Komik olmalıydı, çünkü diğerleri kahkaha ile katılıyordu. Yanaklarını germekte zorluk yaşıyordu. Bu yüzden eli ile ağzını perdeliyor, hafifçe başını titretiyordu. Kıkırdamak bu olsa gerekti.

Orkestranın yanında ki genç adama gözü takıldı gene. Üçüncü defadır katılıyordu bu baloya. Ve her gece yarısı terk ediyordu sarayı. Bu gece de tek bir kez başını çevirip bakmamıştı kendisine. Saat gece yarısına geliyordu. O ilk vuruşta ayağa kalkacak, ve terk edecekti salonu. İyi de kalkıp adamın yanına gidecek değildi ya!

Peki ya gitse… ne kaybederdi ki? Yitirebileceği ne kalmıştı ki elinde? Bir el kolunu yakaladı, sıcak bir nefes hissetti yüzünde. Dayanamadı, kalabalıktan sıyrılıp genç adama doğru ilerledi:

“Zannedersem, yalnız müzik için geliyorsunuz.”

Genç adam ayağa kalkıp Prensesi selamladı. Tam o anda saat on ikiyi vurdu. Her dalganın bedenine çarpmasına izin verdi genç kız. Gidecek miydi? Yanına kadar gelmişti. Gidecek miydi? Bırakacak mıydı kendisini böylece? Eğer şimdi salonu terk ederse, bu uzandığı kökün elinde kalması demekti, birlikte yuvarlanmaktı uçuruma.

Genç adam cebinden bir zarf çıkarttı. Eğildi, zarif bir hareketle genç kıza sundu zarfı. Selam verdi tekrar, ve ayrıldı genç kızın yanından. Prenses’in bakışı kapı ve zarf arasında gidip geldi. Zarfı araladı:

“Uyanacak, uyanacak,

Ve tekrar uyanacaksın,

Aklında kalacak

Bir tek bir görüntü,

Bir dal parçası,

Tüm bu gürültü arasında,

Süzülen nehrinde sessizce.”

Deniz Eksilen

Öykü, roman, novella, deneme ve şiir yazıyorum. Psikolojik hikayeleri seviyorum. Arada gerçekçi kurgular kullansam da, bilimkurgu ve fantastik favorim. Yorgos Lantimos izliyor, Marcel Proust okuyor, Heraklitos'u düşünüyor, Carl Sagan'ı anıyor, Progressive House dinliyor, scooter kullanırken elimi uzatıp otlarla tokalaşıyorum. Rüzgarı, dalgayı, ve abartmadığı sürece yağmuru seviyorum. Anime ga daisuki desu.

İskelet Prenses” için 6 Yorum Var

  1. İşin açığı ben hala ilk hikayenizdeki o havayı bekliyorum. Sanırım eleştirilmek fazla iyi gelmiyor size 🙂 Uzun bir metin çıkarmak arzusundan mıdır nedir bilemiyorum ama “paket” teki tadı arıyor insan. Rıhtıma güzel bir giriş yapmışken devam etmelisin. Hikayeye gelince seçkiyi açar açmaz gözlerim senin hikayeni aradı ve okumaya başladım. Konuyu anlayamadım, anlatmak istediğin durumu çözemedim, olay örgüsünde yaşanan sıkıntılar var. İnsan ister istemez soruyor kendine burda ilginç olan, ya da komik olan, ne bileyim farklı olan ne var diye. Sanırım herşey beklentimin yüksek olmasından kaynaklandı. Gelecek ay kısmetse bekleyeceğim yeni yazını. Eline sağlık.

  2. Açık sözlülüğün için minnettarım. Fakat hak verirsin ki, kendimi geliştirmek adına farklı yollar izlemem gerekir.

    Sanırım hikayedeki sorun tecrübesizliğimde yatıyor. Eksik bilgi verip, okuyucunun boşlukları doldurmasını istiyorum. Bu konuda hala yetkin değilim sanırım. Fakat inanıyorum, senin ve senin gibi yazarların eleştirileri ile kendime daha iyi bir şekil verebileceğim.

    Tekrardan teşekkürler…

  3. Selam Deniz, bu sefer bambaşka bir şey denemişsin. Bu tarzı denerken, yazdıklarının içine olay örgüsü yedirmek ve Paket’deki gibi bir hissiyat vermek zordur. Çünkü daha geniş alana daha fazla kelimeye ihtiyacın olur genelde. Olaylar yavaştan gelişir ve bir süre seni dünyasına hazırladıktan sonra coşar ve akar gider. Sonra tutamazsın. Boşluklara gelince; aslında bu sefer bu konuda o kadar endişelenmemelisin. Hikayenin içindeki izlenim yazmaya devam edince zaten onları dolduracağını veriyor yani hızlı atlamaların ya da bizi hazırlıksız bıraktığın pek bir nokta göremedim. Zamanı gelince aydınlanacak noktalar gördüm sadece.

    Aslına bakarsan herşey; neyi nasıl yazmak istediğinde. Küçük bir ekleme daha yapayım; kısa cümleleri kullanmayı sevdiğimi bilirsin. Ancak bu kısalık bazen insanı boğabiliyor. Bunu engellemek için seninde fark ettiğin gibi devrik cümleler, ünlem ya da soru anlamı taşıyan iafdeler, takıldığın yerde üç noktalar hayat kurtarıyor, değil mi? 🙂

    Bu kısımları genelde girişlerde kullanmayı severim, hikayenin coşması gerektiğinde sıra diğerlerine gelir.

    Teknik denemek anlamında başarılı olmuş bana göre. Daha geniş alanlarda istediğin uzunlukta bir yazıya (ister uzun hikaye ister roman de) dönüşebilecek bir yapıda bence.

    Ancak bu yazında birinci tekilin sıcaklığını bulamazsın. Bununla beraber, yazdığının tek sahibi olursun çünkü birinci tekilden kurtulup herşeyi bilen yönlendiren olursun. O sınırlamadan kurtulduğunda ise… 🙂 kalanını keşfetmen için sana bırakıyorum.

    Gelecek ay görüşmek üzere
    Sevgiler,Dipsiz

  4. Zamanın ve eleştirin için teşekkür ederim.

    1. tekil konusunda haklısın. Karakter sanki yazıdan çıkıyor bu tür bir anlatımda. Bir roman üzerinde çalışıyorum, ve anlatım 3. tekil. Bu nedenle bir süre, kendimi geliştirmek adına, her ne kadar özlem duysam da, bu kıyıda kalacağım.
    Fakat senin uyarın altında sonra öyküye bir göz attım. Gerçekten de 1. tekilde farklı bir hava yakalanabilirdi.

    Boşluklar konusundaki açıklama için minnettarım.

    Kısalık konusundan tamamen katılıyorum sana. Sanırım tecrübe ile bir akış ritmi yakalayacağımı düşünüyorum. Bunun içinde bol bol yazmam gerekir.

    Tekrar teşekkürler.

  5. Selamlar… Hikayende bazı cümleleri birkaç kez okumak durumunda kaldım; ek yanlışlıkları, dolayısıyla anlatım bozuklukları gördüm. Çok fazla değil tabii ki. Biraz daldan dala atlıyor gibi hikayen; bütünlük aradım. Cümleleri iyi kullanıyorsun fakat. Anlatma gücün muazzam. Devrik cümle kullanman hoşuma gitti(Ben de yaparım böyle, çok şiirsel gelir bana). Bu devrik cümlelerden sonra gelen kafiyeli kelimeler de çok hoş geldi bana. Yazmaya devam… Diğer hikayeni merakla bekliyorum.

    1. Eleştirin için teşekkür ederim. Aradan zaman geçince bir daha okudum. Ve cümlelerin öyküye yardım etmesi gerçeğini unuttuğumu gördüm. Daha akıcı yazmalıydım ki, hikaye ortaya çıksın. Umarım gelecek ay belirli bir gelişme gösterebilirim. Tekrardan teşekkürler…

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *