Usulca, kimseciklere duyurmamak için normalde olduğumdan da özenle parmak uçlarımda yürürken yine iş üstünde yakalandım. Artık bağırıp çağırması beni korkutmaktan ziyade sinirlendiriyordu. Kendimden emin bir şekilde gözlerinin içine baktığımdan olsa gerek, anlamadığım sinirli mırıltılar eşliğinde uzaklaştı.
İşimi bitirip içeri girdiğimde koltukta oturuyordu. Benim odaya girdiğimi sözde görmemişti ve her zaman yaptığı gibi elinden bırakmadığı telefonuyla oynuyordu. Selam verdim ama hiç oralı olmadı. Şöyle salına salına önünden geçecek şekilde bir oraya bir buraya yürüdüm ama bana mısın demedi. Yaptığım da çok büyük bir şeydi sanki. Sinirlendim. Mutfağa gidip ne kadar bardak çanak varsa yere atmak geldi içimden sanki bu şekilde bir sonuca varabilecekmişiz gibi. Yüzüne baktım bağırdım.
Şöyle bir bakıp, “Ne var?” dercesine anlamadığım bir şey söyledi.
Artık sinirlerim iyice bozulmuştu. Sanki suçlu olan bendim de bir de bana tavır yapıyordu. Geçtim yatağıma yattım. Ne kadar uyudum bilmiyorum ama iyi gelmişti. Biraz daha sakinlemiştim. Pencereden gelen kuşların sesi içimi kıpır kıpır etti. Ama önce bizimkine bir bakınayım deyip odaya geçtiğimde onu hâlâ aynı koltukta telefona bakarken buldum. Bunları da hiç anlamıyorum sabahtan akşama kadar ya televizyona bakarlar ya telefona.
Selam verdim şöyle bir baktı bir şeyler dedi. Böyle olmayacaktı bir sonuca bağlamamamız gerekliydi bunu. Biraz şirinliğimi kullansam iyi olacaktı. Gidip kucağına oturdum. Biraz daha yumuşamış gibiydi. Tatlı tatlı şirin şirin anlatmaya başladım neden yaptığımı. Anlıyordu da beni. Her bir neden sıralayışımda kafa sallıyordu, onaylıyordu beni. Bunda tabii yine kendimden emin ve kararlı bir şekilde gözlerinin içine bakarak konuşmam da etkili oldu sanırım.
Hem haklıydım da zaten. Ne var yani mutfak tezgahına çıkıp dünden kalmış pastanın tadına bir paticik bakıverdiysem.
Güzel… Kısa , hızlı…
Okurken heyecanlandım yine