Öykü

Sen Vampir, Ben Savaşçı

O dönem Japonya’da ortaya çıkan bir şirket hiyerarşisi modeli hızla dünyaya yayılmaya başladı. Resmi ağızlar ve çevreler-özellikle de benimseyen şirketler – bu modele Kapitalizm 5.0 dediler. Fakat internet aktivistleri olayı kısa bir sürede kendi açılarından yorumladılar. Hiyerarşi içindeki sınıflara kendi uygun gördükleri isimleri takmaya başladılar. Bu isimler sırasıyla;

Ceo – Vampir
Yönetim kadroları – Kâhyalar

Ofis işçileri – Kopyalar

En alt sınıf – Kan Torbaları idi.

Sistem temel olarak Kâhyalar’ın Kopyalar’ı Vampir için hizada tutması, Vampirden türemiş Kopyalar’ın ise açlığını Kan Torbaları ile bastırması üzerine kuruluydu. Yani Kâhyalar Vampir adına Kopyalar’ı, Kopyalar ise direkt olarak Kan Torbaları’nı sömürüyordu. Vampir Kan Torbaları ile hiç muhattap olmazdı. Açlığını Kopyalar ile bastırır aynı zamanda onları birer kopya vampire çevirirdi. Kopyalar ise tüm açlıklarını Kan Torbalarından karşılardı. Kâhyalar çok ciddi anlaşmazlıklar olmadığı sürece Kan Torbaları’na fazla müdahale etmez onları Kopyalar’ın yönetimine bırakırdı.

Kan Torbalar’ı bir şirketin en kalabalık grubunu oluştururdu. Bazı büyük şirketlerde sayısı binlere ulaşan, çok düşük maaşlı bu grup, çok uzun saatler mesai yapar, ailelerini – tabii aile kurabilirlerse- çok az görür, hayatlarını şirket koridorlarında çürütürdü. Genelde beyin gücü üreten şirketlerin benimsediği bu modeli benimseyen ilk ülkelerden biri yaşadığım ülke Türkiye oldu. O zaman bir taşra üniversitesinin İşletme bölümünden yeni mezun olmuştum. Annem ve babam Kopya olmamı çok istediler. Araya bazı tanıdıklar soktular. En sonunda bir iş görüşmesine çağrıldım. İşsiz bir şekilde aylarını hatta yıllarını geçiren bazı tanıdıkları düşündüğümde, bu iş görüşmesi bana büyük mutluluk veriyordu. Görüşme günü geldi çattı. Bir odada yedi kişinin karşısına dikildim. Ortadaki beyefendinin giyiminden, hareketlerinden ve ses tonundan Vampir olduğu çok net anlaşılıyordu. Yanındaki altı kişinin ise Kâhya olduğunu tahmin ediyordum. Kâhyalar’dan biri araya soktuğumuz tanıdığımızın ismini referans olarak sundu. Vampir olumlu bir şekilde kafasını salladı. O an işlerin benim için yolunda gittiğini düşündüm, içime bir mutluluk doldu. Kan Torbası olmanın zorluk dolu yaşamını hiç deneyimlemeyecek, direkt kopya olacaktım.

Kısa bir süre içinde Kâhyalar kopya olmaya giden yolun Kan Torbası olduğunu anlatmaya başladılar – evet kendileri de bu tabirleri kullanıyorlardı-. Vampir – iyi görünümlü heybetli bir adamdı, itiraf ediyorum o an için ona bir hayranlık duydum- “tabii” dedi kafasını sallayarak;

“Kopya olmak yeni biri için çok yorucu olur.” Gözlerime bakıp devam etti “emin ol önce Torba olsan daha rahat edersin.”

Annemin ve babamın sözleri geldi aklıma o sırada, “Ne olursa olsun Torba olmayı kabul etme” demişlerdi.

“Hayır” dedim kibarca. “Mümkünse beni Kopya olarak alın lütfen. Ben ne yapar ne eder işi öğrenirim.”

Bu sözlerim Vampir’in hoşuna gitti gibi hissettim. Beni tepeden tırnağa bir süzdü, biraz CV’me baktı, sonra kararını verdi.

“Tamam,” dedi. “Kopya olarak önümüzdeki hafta başlarsın.” Toplantı bitti dercesine ayağa kalktı. Odadan çıkacakken son anda dönüp gülümseyerek bana baktı.

“Ama,” dedi, “Pazartesi gelirken iki şeyi evde bırak. Bir vicdanını, iki çocukluğunu burada bize ne vicdan lazım ne de çocuk.”

Pazartesi

İtiraf etmeliyim ki ilk gün hiç zorlanmadım. Diğer kopyalar genel olarak misafirperverdi. Beni sanki yıllardır birlikte çalışıyormuşuz gibi karşıladılar. Aralarında ortak bir dil vardı. Daha önce hiç duymadığım kelimeler ve kavramlar kullanıyor, benim anlam veremeyen hallerimi görünce açıklamaya çalışıyorlardı. Mesela ilk gün şöyle bir kelime işittim “minderlemek” bu Kopya bir arkadaşı Vampir’in azarından ve öfkesinden kurtarmak anlamına geliyormuş. Öbür bir kelime de “sarkaçlamak”. Eğer bir kopya o an için bir şeye sinirlenip sinirini Kan Torbaların’dan çıkarıyorsa buna da sarkaçlamak diyorlarmış. Yani aşağıda ne varsa sarkacı ile vurmak gibi.

Kopyaların konuşmalarının çok büyük bir kısmı Vampir’i içeriyordu. Vampir’in bu insanların hayatlarındaki yeri ve etkisi, eski tip klasik bir patrondan çok daha fazlaydı. Nerdeyse her konu bir şekilde Vampir’e bağlanıyordu. Vampir’in özel hayatındaki her bir detayı bir şekilde öğreniyor, şirkete kaçta gelip gittiğini, ne yemek sevdiğini, hangi rengi sevdiğini, hangi çocuğunu daha fazla sevdiğini hatta metresi ile ne zaman buluştuğunu bile biliyorlardı. Bu kadar bilgiyi nasıl öğrendikleri ilk etapta bana şaşırtıcı gelse de anladım ki sürekli izleyerek öğreniyorlar. Eğer birisini sürekli izler ve takip ederseniz, yakınında olduğunuz her saniye antenlerinizi açık tutarsanız, eninde sonunda o kişi ile ilgili bir şeyler öğrenirsiniz. Bu da yıllar süren Kopya gözlemciliğinin bir sonucuydu.

Bu insanların söylemleri ve davranışları – daha çok davranışları- size sürekli Vampir’in önemli biri olduğu ve onun mutlu edilmesi gerektiği mesajını veriyordu. Ben bu Vampir muhabbetlerinden çok memnundum. Onu ilk gördüğüm andan itibaren sık sık onu düşünür, kendimi onun yerinde hayal eder olmuştum. Önceden de dediğim gibi heybetli bir adamdı. Ama heybeti cüssesinden gelmiyordu. Etrafına yaydığı o tarif edilemez enerjiden ve vücut dilinden geliyordu kuşkusuz. “Ben istediğim her şeyi, istediğim zaman yaparım” diyordu sanki. Tüm şirkette kimsenin sahip olmadığı bir özgürlüğe sahipti. İşte o özgürlüğe sahip olmayı hayal ediyordum o zamanlar.

İlk günler geçince anladım ki şirkette çaylaklara ilk bir kaç gün yüklenmemek gibi bir gelenek varmış. Büyük bir hızla iş yoğunluğum ve sorumluluğum artmaya başladı. Her gün görev listeme bir yenisi eklendi. Hızla kafamı masadan kaldıramaz oldum. Bunun sebebi Kâhyalar’ın üstüme kâbus gibi çökmesiydi. Bu insanların iş tanımı sürekli sizi kamçılamak. Kendileri pek fazla çalışmıyorlar. Sık sık masanızın başında sizi ziyaret edip “ne yaptın göster bakalım” diyorlar. Bu ziyaretler günde en az 4-5 kez yapılıyor. Elinizdeki işlerin ne aşamada olduğuna bakıyorlar. Ve çoğunlukla daha hızlı çalışmanız gerektiğini söyleyerek yanınızdan ayrılıyorlar. Ne kadar çabalarsanız çabalayın hep daha hızlı olmanız gerektiğini söylüyorlar. Bunu da farklı şekillerde yapabiliyorlar. Mesela “iş bu hızda ilerlerse Vampir memnun olmaz” diyorlar. Vampir adına sık sık konuşuyor, neden memnun kalıp neden kalmayacağını anlatıyorlar. Kopyalar’ın Vampir’i nasıl yücelttiğini gördükten sonra Kâhya’ların bu kontrol mekanizmasının oldukça etkili olduğunu söyleyebilirim.

Etrafımdaki insanlar iş içinde boğulduğumu görünce bana Kan Torbalarını kullanmamı tembihlemeye başladılar. Hatta bir tanesi Kan Torbası kullanmak konusunda zayıf olduğumu Kâhyalara şikâyet edeceğini ima etti.

Burada açıklamalıyım ki Kopyalar’ın Kan torbalarına muamelesi, Kan Torbası olmadığım için şükretmeme sebep oldu. Üst üste görev yüklenen bu zavallılara şirketin binek hayvanı gözüyle bakılıyordu. Duyguları ve istekleri tamamıyla göz ardı edilmişti, sadece beyin gücü veya fiziksel güç olarak görülüyorlardı. Bu zavallıları sık sık Kopyaların masalarının önünde azarlanırken, aşağılanırken, kovulurken bulabilirdiniz. Şirketin ilk günlerinde birkaç mazlum Kan Torbası görüp üzülmüş, üzüldüğümü fark eden diğer Kopyalar tarafından ilginç bir şekilde teselli edilmiştim. Bu teselli çoğunlukla “bu durumun ne kadar normal olduğu” ve “onların kendi hallerinden memnun olduğu” hakkındaydı.

Ben de eninde sonunda Kan Torbası butonuna basmaya başladım. Bu buton aşağıda kalabalık odalarda istiflenmiş kan torbalarından boşta olan bir tanesini çekmenize yarıyor. Butona basıyorsunuz ve biri asansörle yukarı çıkıyor. Eğer butona basınca asansör gelmez ise anlıyorsunuz ki boşta Kan Torbası kalmamış. Devamlı işe yeni Torba’lar alındığı için eğer çok yoğun saatlere kalmazsanız boş bir tane bulabiliyorsunuz. Onlara her türlü işi verebiliyorsunuz. İster bir konuda araştırma isteyin, ister şirketteki çöpleri çıkarttırın, ister kahve isteyin. İş tanımı ve kapsamı olmayan bu insanlar büro işçisi kategorisinde de yer almıyorlardı. Çünkü masa başında bilgi ve belge işleriyle uğraşma konforu sadece Kopyalar’a aitti. Kan Torbalar’ı kısaca Kopyalar ne isterse onu yapıyorlardı.

İşlerimin bir kısmını Torbalar’a vermeye başladım ve fark ettim ki verdiğim işleri olabildiğince hızlı bir şekilde tamamlamaya çalışıyorlar. Yapamadıkları ya da eksik yaptıkları bazı kısımlar oluyor ama ne olursa olsun bir şeyler yapıp getiriyorlar. Listemdeki görevlerimi yavaş yavaş Torbalar’a dağıtmaya başladım ve işim hızla bu Torbalar’ı yönetmeye dönüştü. Genelde sabah masama geldiğimde üst üste tamamlanmış iş dosyalarından oluşan bir yığın buluyordum, çünkü Torba’lar bizim gibi mesai saati kavramına sahip değillerdi. Biz işten çıkıp eve gittikten sonra onlar çalışmaya devam ediyor bizim verdiğimiz görevleri yerine getiriyorlardı. Bu yüzden ben de onların akşam çalıştıklarını da hesap ederek görevlendirme yapmaya başladım. Bu da sürekli olarak artan görevlerimin bir bir yerine getirilmesine sebep oldu.

Pazartesi ve Perşembe günleri sabah 9’da Vampir ile birer toplantımız oluyordu. Vampir bu toplantılarda Kopyalar’dan istediği görevlerin uzun bir listesini eline alıyor tek tek hesap soruyordu. İşe girdiğim ilk aylar bu toplantılar benim için çok sorun olmadı. Ama diğer Kopya’ların bu toplantı günlerinde oldukça strese girdiklerini görebiliyordum. Bir Perşembe toplantısında Vampir satın alma listelerinde fuzuli bir harcama fark etti. Anladım ki bu işlenecek en büyük suçlardan biriymiş. Satın almayı yapan Kopya’yı adeta diliyle patakladı. Adama öyle ağır laflar etti ki içimden “asla bu duruma düşmemeliyim” dedim. Kopya, azarlanan bir çocuk misali başına öne eğmiş söylenenleri dinliyordu. Masadakiler bu sırada ne bir rahatsızlık belirtisi gösterdiler ne de sesleri çıktı.

Süreç ilerledikçe bu toplantılarda azarlanan farklı kişiler oldu. Anladım ki bu sürecin bir parçası. Her ne kadar azarlanan kişi o gün kendine gelemese de bu ara ara farklı kişilerin başına gelmeye devam etti. Vampir’in bir Kopya’yı dakikalarca azarlaması bana Kopyaların katından Torbalar’ı azarlarken yükselen sesleri anımsattı. Bu azarların birbirine ne kadar benzediklerini anlatamam. Hatta daha sonra Kopyalar’ın günlük hayatlarında Vampirin bazı tavırlarını sergilediklerini fark ettim. Anladım ki bu şirket modelinde bu gruba Kopya demek çok isabetliymiş. Kopyaların büyük bir bölümü Vampir’in daha az özgüvenli ve daha çok ego zehirlenmesi yaşayan versiyonlarıydı. Bu fason kopyalar Vampir’den öğrendiklerini Kan Torbaları üstünde uyguluyorlardı.

Düşününce zamanla Vampir’e benzeyebileceğimi düşünmek beni huzursuz etmeye başladı. Vampir’in bende ilk bıraktığı intiba sabah toplantılarında hızla yok olmuştu. Bağırıp çağıran bir kimsenin heybetinden şüphe etmek gerekir. Vampir’in gücünün korkudan ve baskıdan geldiğini gördüm. Bu korku Kâhya’lar ve Kopya’lar aracılığı ile Torba’lara kadar aktarılıyordu. Bütün şirket korku üstüne kuruluydu.

Bir öğle yemeği

Yaptığım işler gitgide beni daha da huzursuz etmeye başladı. En sonunda 10 kişiden oluşan bir Kan Torbası grubunu “düşük performanslarından” dolayı işten çıkarmamı istediklerinde büsbütün harap oldum. Bu 10 kişinin gözlerine bakıp artık bir işlerinin olmadığını söylemek beni yıkacaktı. Ama yapmak zorundaydım. Bu işi ne başkasına devredebilir, ne de görmezden gelebilirdim. Sonunda kendimde yeterince cesaret bulduğum bir öğle sonrası bana isim isim verilen 10 kişiyi bir toplantı odasına çağırıp durumu açıkladım. Bana bakışlarını görmeliydiniz. Gözleri derin bir çukur oldu sanki, içine düştüm kayboldum orada. O kadar çaresiz, üzgün baktılar ki sonraki bir hafta o bakışları aklımdan çıkaramadım. Annem ve babam ruh halimdeki değişimi kısa sürede fark ettiler. Bana neler olduğunu sordular. Önemli bir şey olmadığını söyledim. O dönemler görüştüğüm, çok ciddi düşünmesek de mesajlarını alınca içimi ısıtan bir kız arkadaşım vardı. O da kısa sürede bendeki bu değişikliği fark edip ilişkimizi sonlandırma kararı aldı. Bu işin benden götürdükleri sürekli artıyordu. Artık iş ofiste kalmıyor, hayatımın tamamını etkiliyordu.

Mesai saatinin tamamlanmasını dört gözle beklediğim o günlerden birinde öğle yemeği için dışarı çıkmak istemedim. Ofiste kimse kalmamıştı. O sırada ofiste dolaşan bir Kan Torbası gördüm. Elindeki bazı belgeleri bırakmak için gelmişti sanırım. Benim masamda bilgisayar ve diğer ıvır zıvırdan kalan küçük boşlukta yemek yeme mücadelemi görmüş olsa gerek, bana onların katında büyük masalar olduğunu, orada daha rahat yiyebileceğimi söyledi. Hiç Torba’ların katına inmemiştim, bu teklifi üstünde çok düşünmeden kabul ettim.

Yemek salonuna girince bir sessizlik oldu. Varlığımın Kan Torbaları’nı tedirgin edip rahatlamış bir şekilde geçirecekleri bu kısa molalarını mahvedeceğini hiç hesap etmemiştim. O an için tekrar kendi katıma çıkmak istedim ama bunun daha büyük bir kabalık olacağını düşündüm. Tıka basa dolu uzun masalardan birinde bir boşluk bulup oturdum. Masasına oturduğum Torba’lar kaçamak bakışlarla bana bakıyorlardı. Ben yemeğimi çıkarıp yemeye başlayınca biraz rahatladılar. Onlar da kendi yemeklerini yiyorlardı. Beni bu kata davet eden Torba yakınıma oturmuştu. Bana “tuz ister misiniz, su ister misiniz” gibi sorular sormaya başladı. Kibar olduğunu düşünüp teşekkür ettim. Diğerlerinin pür dikkat dinlediği küçük bir sohbetimiz oldu. Bana kendisinden ve ailesinden bahsetti ben de ona kendi annem, babam ve ayrıldığım kız arkadaşımdan bahsettim. Kız arkadaşımı duyan Torba’ların bazıları sohbete katılıp ne kadar üzüldüklerini belirttiler. Kopyalar gibi kendilerine ait bir dilleri var gibiydi. Ama minderlemek ya da sarkaçlamak gibi şirket deyimleri değildi bunlar. Daha gündelik daha samimi bir dilleri vardı. Kısa sürede sohbetlerinde sıcak bir samimiyet buldum. Bazıları bu işten dolayı ailelerinin dağıldığını anlattılar. Bunu kız arkadaşım ile yaşadığım durumun herkesin başına gelebileceğini ifade etmek için anlatmışlardı. Ama yetişkin, çocuklu erkeklerin ve kadınların ailelerinin dağılması benim kız arkadaşımdan çok daha acı bir durumdu. Kibar bir şekilde çok üzüldüğümü ifade etmeye çalıştım ama o an içten içe kendimi rol yapan bir palyaço gibi hissetmiştim. Bu insanlar bizim onların sırtına vurduğumuz eğerden dolayı çok büyük acılar yaşıyorlardı. Buna rağmen birbirlerine yardım etmeye çalışıyor, hep birlikte ayakta kalmaya çalışıyorlardı. İşten çıkardığım o 10 kişiye aralarında para toplayıp yardım ettiklerini öğrendiğimde müsaade isteyip tuvalete gittim ve sessizce ağladım. Bu insanların içtenliği ve hesapsız samimiyeti beni derinden yaralamıştı. Hayır onları kınamamıştım. Onlara yaptığımız onca işkenceden sonra hâlâ böyle kalabilmeleri kendimden utanmama sebep olmuştu.

O günden sonra haftanın birkaç günü, öğle yemeğimi alt katta Torba’larla birlikte yemeye başladım. Her sohbetimizde bana daha çok şey anlattılar. Uzun bir süre önce Torba bir kadının bir Kopya tarafından sürekli taciz edildiğini ve bunu eşine anlatamadığını öğrendim. Bu Kopya, kadını sürekli kendisi ile birlikte olmaya zorlamış fakat kadın direnmiş. En sonunda bir gün kendisi ile birlikte olmazsa onu işten çıkaracağını söylemiş. Kadın ise daha fazla dayanamayıp kendisi işten ayrılmış. Bu ve bunun gibi birçok olay anlattılar. Üst katta komşu masalarda oturan mesai arkadaşlarımın ne zalim, ne alçak insanlar olduklarını öğrendim. Her gün 9-10 saatimi pislik dolu bir çukurda geçirdiğimi öğrenmek beni tam anlamıyla şok etti. Artık orada daha fazla kalamayacağımı anladım. Ama ne yapmalıydım? İşsizlik o kadar kötü, o kadar korkutucuydu ki büyük bir boşluğa, yıllar sürecek bir geçim sıkıntısına düşmekten korkuyordum.

Ben bu düşüncelerle boğuşurken bir Pazartesi toplantısında Vampir bana neden Kan Torbaları ile yemek yediğimi sordu. Cevap vermeye hazırlanmıştım ki birden ellerini masaya vurup ayağa kalktı. Bana ardı ardına ağzına geleni saymaya başladı.

“Had bilmez” diyordu bana “sen kimsin! kimse benim şirketimde benim lafımı yiyemez!” diyordu. O an sürekli kaçtığım o pozisyona düşmüş olduğumu fark ettim. Ben Vampir’in gazabına uğruyordum, masadakiler ise susuyorlardı. Ama itiraf etmeliyim ki o kadar da kötü değildi. Torbalar’ın katına indiğim ilk gün onların güzel yürekleri karşısında hissettiğim utanç kadar kötü değildi kesinlikle. Karşımda adamın biri bağırıp çağırıyor, benim ne kadar yetersiz, ne kadar düşüncesiz, ne kadar aptal olduğumu farklı cümlelerle tekrarlayıp duruyordu. Sonunda azar faslını bitirip yerine oturduğunda ben söze girdim;

“Sizin için de sakıncası yoksa ben bir alt kata inmek isterim” dedim. Masadaki sükûnet hayret nidaları ile bozuldu. Kopyalar ve Kâhyalar o sırada benim ne kadar aptal olduğumu düşünmüş olmalılar. Benim ise umurumda değildi. Bu dejenere olmuş, yozlaşmış iğrenç insanlardan biri olmaktansa, aşağıda o güzel yürekli insanlarla birlikte çile çekmeyi tercih ederdim. Vampirin yüzünde ilk gün gördüğüm o gizli gülümsemeyi gördüm. Hemen “Tamam” dedi. “Sen yarın aşağıda devam et”

Kan Torbası

Alt katta yaşam sandığımdan çok daha zor ve stresliydi. Üst katta butona basmak kadar basit bir hareketin, alt katta ne kadar strese ve telaşa sebep olduğuna inanamazsınız. Ve butona her dakika en az bir kaç kez basıldığını da belirtmeliyim. Yoğun saatlerde ise buton alarmı hiç durmuyordu.

Aşağı inince üst kattaki eski ofis “arkadaşlarımın” zulmünün boyutlarını birinci elden deneyimleme şansım oldu. Bu insanlar Kan Torbaları’nı kovma gücüne sahip oldukları için bu gücü sonuna kadar kötüye kullanıyorlardı. Bunun yanında Kan Torbaları arasında direkt olarak Kâhyalar tarafından denetlenen sıkı bir performans tablosu tutuluyordu. Bu tabloda aşağıda kalan en az 5-6 kişilik bir grup her ay işten çıkarılıyordu. Bu tabloların amacı aşağıdaki zavallıları sürekli diken üstünde tutmaktı. Toplantıda yaptığım çıkıştan olduğunu sanıyorum, beni listeye alt sıralardan eklediler. Bu şirketten ayrılmak adeta bir hayal gibiydi ama sonrasında düşeceğim boşluk şirketin içindeki işkenceden daha korkutucu geliyordu.

Öbür taraftan diğer Kan Torbaları ile birlikte olmak çok güzeldi. Bu insanlar çok düşük maaşlara çok uzun saatler çalışan bir güruh olarak bir yardımlaşma geleneği geliştirmişti. Özellikle hastalık gibi acil durumlarda aralarında para topluyor, ne yapıp edip ihtiyacı olana yardım ediyorlardı. Aynı zamanda birinin bebeği olması, çocuğunun şehir dışında okul kazanması ya da evlenmesi de o kişilere cüzi de olsa yardım toplamak için bir bahane oluyordu. Yardım dediysem çok büyük miktarlar beklemeyin. Genelde herkesin cebindeki bozuklukları attığı bir kumbara düzenleniyordu. Yine de bu yardımların insanlara çok yardımcı olduğunu gördüm. Şüphesiz ki çok kalender insanlardı.

Yıllardır alt katın cehenneminde çalışan bu insanlara kıyasla maalesef zayıf bir yapım vardı. Anne ve babasının evinde sabun kokulu kıyafetlerle büyütülmüş, sonra üniversiteye gönderilmiş bir gençtim. Kan Torbası olmak hızla damarlarımdaki yaşamı tüketmeye başladı. Günden güne eriyor, rengim soluyor, gözlerimin altındaki halkaların büyüklüğü artıyordu. Sonu olmayan mesai sistemi ve bitmek bilmeyen görev yağmuru beni adeta eziyordu.

Annem ve Babam bendeki bu değişikliği yine hızla fark ettiler. Bir kaç kez işi bırakmamı söylediler. Özellikle annem orada çalışmamı artık hiç istemiyordu. Ama ben işi bırakıp onlara yük olmak istemedim.

Bu inat büsbütün yatağa düşüp bir hafta çalışamaz raporu alana kadar devam etti. Bir gece annem gözyaşları içinde odama geldi. İşi bırakmam için ağlayarak yalvardı. Ben de en azından yeni bir iş bulana kadar devam etmeme izin vermesini rica ettim. Sulu gözlerle kabul etti.

Bir haftalık istirahat iznim dolmadan ayaklanıp iş aramaya koyuldum. İş yerindeki arkadaşlarımı hiç bırakmak istemiyordum ama onların kaldırdığı ezici tempoyu kaldıramadığımın farkındaydım. Sağolsun Kan Torbası arkadaşlarım benimle birlikte iş aradılar, yeri geldi koluma girdiler, cebime harçlık sıkıştırdılar. Onların bana ne kadar sevgiyle yaklaştıklarını ve bu zor dönemde beni ne kadar teselli ettiklerini anlatamam.Bir gün iş aramaktan yorgun düşmüş, bir ara sokakta demli bir çay içerken, 20’lerinde bir kadın masama bir broşür bıraktı. Ortasında gümüşi renklerde dev bir kılıç resmedilmiş broşürün üstünde şunlar yazıyordu;

Vampiri öldürmenin zamanı geldi!

Kapitalizm 5.0 denen kan emme düzenine karşı gel!
Tüm şirketlerden Kan Torbaları isimleri açıklanmadan hareketimize katılmakta özgürdür.
Aç kalmaktan, işsiz kalmaktan korkmayın. Biz yanınızdayız.

Savaşa katılmanın zamanı geldi!

GÜMÜŞ KILICA KATILIN

Bu satırlar içimde bir kıvılcım çaktı. Hesabı ödeyip genç kadına yetiştim. Durumumu anlatıp bir Kan Torbası olduğumu, onlara yardım etmek istediğimi ama kendimi idame ettirmek için bir işe de ihtiyacım olduğunu söyledim. Genç kadın beni çok büyük bir neşe ile karşıladı. İnsanların Vampirlerden korktuğu için oluşumlarına katılmadığını, beni seve seve kabul edeceklerini söyledi. İş içinse bürolarına gitmemi ve durumumu oradaki yöneticilere anlatmamı rica etti. Kendi ismini ve irtibat bilgilerini verip benim bilgilerimi aldı ve yöneticilere benden bahsedeceğini söyledi.

Gümüş Kılıç’a gidince çok şaşırdım. İş yerinde her gün gördüğüm bazı Kan Torbası arkadaşlarım orada oturmuş sohbet ediyorlardı. Beni görünce önce kafalarını saklamak istediler, belki benim eski Kopya olmam onları bu şartlı reflekse itti. Gidip saklandıkları yerde onları bulup sarıldım. Birbirimizi orada gördüğümüz için hepimiz duygulanmıştık. Yöneticilerin karşısına benimle birlikte gelip benimle birlikte hikâyemi anlattılar. Benim nasıl Kopya iken Kan Torbası olmayı seçtiğimi söylediler. Yöneticiler bu hikâyeyi çok sevdiler. Düzenli yayınladıkları dergilerinde yayınlamak istediler, işte bu şekilde hikâye bu dergi için kaleme alındı, siz de şu an okuyorsunuz. Bana şubelerinden birine göz kulak olma görevi verebileceklerini ve bunun karşılığında cüzi bir maaş verebileceklerini söylediler. Maaşım Kan Torbası maaşından çok yüksek olmayacaktı ama yine de severek kabul ettim. Bu insanların yapmaya çalıştıkları şeyleri yüreğimde hissediyordum. Üsttekinin alttakinin kanını emdiği bu insanlık dışı sisteme karşı duruyorlardı. Bu da benim için yeterliydi.

İşten ayrıldığımı bildirdikten kısa bir süre sonra şirkette kalan ödemelerimi almaya gittim. Muhasebeden, Vampir Bey’in beni görmek istediğini söylediler. Bunu tahmin ettiğim için Gümüş Kılıç tişörtü giymiştim. Bu yüzdendir ki ben odasına girince yine o kurnaz gülümsemesini takındı;

“Demek sen de Gümüşçü oldun ha! Tam senlik bir yer. Şaşırmadım” dedi. Ben de gülümseyerek karşılık verdim. Bu adam artık beni korkutmuyordu;

“Öyle” dedim. “Biraz dalkavuk Vampir kanı akıtmak isteyen herkes için müthiş bir yer!”

Yine sinirle ayağa kalkıp yumruklarını masaya vurdu. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” dedi.

Ben de “Evet biliyorum,” dedim. “Sen Vampir, ben savaşçı.”