Öykü

Süreviçi Baraka

Orta Asya’nın ortasında bir yerlerde durmaktaydı baraka, bu sırada ona da dev bir tren ilerlemekteydi. Bu baraka basit bir sürev* tüneliydi. Gökkuşağının renklerinden oluşan bu sürev tüneli oldukça hızlı akıyordu. Burada doğal yollardan Kayra Han tarafından oluşturulmuştu ve az sonra içine girecek tren ve içindeki kişiler tarafından kullanılacaktı. Son sürat bir şekilde barakaya doğru ilerleyen Kızagan Han’ın içinde bulunduğu tren kan kadar kırmızıydı. Bilinir ki Kızagan Han’ın en sevdiği rengiydi. Söylenti odur ki Kızagan Han bu renge beğençe** dahi yazmıştır. Kızagan Han’ın yanında aklın kutsal ruh’u Mergen Han’da vardı.

‘’Gideceğimiz yere vardığımızda seninle karşıt taraflarda yer alacağız. Biliyorsun değil mi Mergen?’’

‘’Evet, biliyorum. Merak etme sana karşı merhametli olurum’’

Kızagan Han, yüksek sesle güldü. Mergen Han ile aralarında olan bu küçük atışmalar onu eğlendiriyordu. Aslında Mergen’i de eğlendiriyordu. Zaten bu atışmaların amacı da buydu. Normalde birbirlerine karşı bir düşmanlık beslemeyen ikili karşıt taraflarda yer alınca bu şekilde birbirleriyle şakalaşıyorlardı.

‘’Kendin için endişelen’’

Diyerek Mergen’in koluna vurmak için elini kaldırdı. Ancak Mergen son anda geri çekilince Kızagan’ın eli boşluğun içinden geçti. Bu sırada tren sonunda barakanın açık kapısından girerek gökkuşağı sürev tünelinin içinden geçmişti. Tren’in makinist’i mikrofondan kutsal ruhlara seslendi:

‘’1915 Çanakkale. Hoş geldiniz yüce efendiler. Aracımız görünmez olana kadar lütfen yerinizden ayrılmayın. Görünmez olduğumuzda trenimiz duracak ve inişler mümkün olacaktır’’

Birkaç dakika sonra tren yere konarak etraftaki yerli insanlar için algı kalkanı oluşturdu. Kızagan ve Mergen Hanlar zaten görünmezdiler. Onlar fani insanlara gözükmezdi. Kızagan Han ve Mergen Han trenden inerek etrafa bakındılar. Mergen Han da, Kızagan Han da hangi tarafa geçeceklerini çok iyi biliyorlardı ve Mergen Han’ı huzursuz eden de buydu. Kızagan ona bakarak teselli etti:

‘’Hepimiz görevlerimizi bir şekilde yerine getirmeliyiz ulu Mergen. İstesek de istemesek de’’

Mergen, sadece ona bakarak gülümsedi ve ortadan kayboldu. Kızagan baktığında onun karşı tarafta, denizde giden zırhlı savaş gemilerinin üstünde bir yerde durduğunu fark etti. Mergen’in başı bulutlara değiyor ve bulutlarda ona dokunmaya korkar gibi Mergen Han’ın başına gelince ikiye ayrılarak geçip gidiyordu. Mergen Han hala gülümsüyordu. Bu gülümseme az önceki gibi üzgün ve pişman bir gülümseme değil de meydan okuyan bir gülümsemeydi. Kızagan Han bilinçsel bir ileti aldı.

‘’O kadar pişman değilim. Yenilince sen pişman olma da’’

Kızagan Han bu iletiyi alınca suratı asıldı. ‘’Mergen asla olgunlaşmayacak’’ diye düşündü. Her savaşta yenilen taraftan da kazanan, taraftan da olsa insanlar ölüyordu ve savaşın kazananı olmuyordu.

Mergen de en az Kızagan Han kadar milyonlarca savaş görmüştü. Gerek Dünya da gerekse diğer gezegenlerde pek çok savaşta Kızagan Han savaşçıların, Mergen Han ise aklı ve bilimi daha üstün olan tarafı tutarak karşı karşıya gelmişlerdi. Savaşın kazananı olmadığını katıldığı bu milyonlarca savaştan sonra Kızagan Han öğrenmişti ancak aynı şey Mergen Han için söylenemezdi. Kızagan Han da olduğu yerden kayboldu.

O da artık karada, cephe içinde düşmanı bekleyen Türklerin tarafına, gökyüzüne geçmişti. Kızagan Han düşünmeye devam ediyordu:

‘’Ben öğrendim, bu savaşların kazananı asla olmuyor. Bundan sonra kim bilir hangi gezegen de hangi savaşta hangi ırkların, milletlerin arasındaki savaşta karşı karşıya geleceklerdi. Ve yine her iki taraftan da İNSANLAR ölecekti. Ama ölecek olanlar yine Mergen Han’ın umurunda olmayacaktı. O yine bu işten garip bir zevk almaya devam edecekti. Oysaki savaşın kutsal ruh’u olan benim. Aklın insanlıktan yana olması gerekirken nasıl bu kadar soğuk olabiliyordu?’’

*: Sürev Türkçe de Zaman anlamında kullanılır.

**: Beğençe de takdir,yüceltme yazısıdır.

Emrecan Doğan

13 Ağustos 1996’da İstanbul’da doğdum. Halen Medeniyet Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı okuyorum. Daha önce Kayıp Rıhtım forumunda ve Aylık Öykü Seçkisi içerisinde yer aldım. Gölge E-Dergi, Bilimkurgu Kulübü, Genç Yazı ve Pejmürde Dergisi bünyesinde gerçekleştirilen Ortak Hikâye projesi gibi elektronik platformlarda ve basılı olarak da Adı Yok dergisinin 75. sayısında yazılarım yayımlandı. Yaklaşık olarak 12 yaşımdan beri yazıyorum.

Süreviçi Baraka” için 6 Yorum Var

  1. Barakanın gökkuşağının renklerinden oluşması nedense “Bifrost Köprüsü”nü çağrıştırdı bana. Fikri sevdim.
    “Ama ölecek olanlar yine Mergen Han’ın umurunda olmayacaktı.” bu cümle üzerinde biraz oynarsak iyi olur gibi; onun haricinde göze batan başka nokta göremedim.
    İyi yorumu en sona bırakayım: Konu ve karakterleri farklı buldum elbette iyi anlamda bir farklılık sözünü ettiğim. Sizin kaleminizden güzel bir fantastik bilim-kurgu öyküsü çıkar gibi düşündüm öyküyü bitirdiğimde.

    1. Iskandinav mitolojisine ilgim var ama o köprünün adının Bifrost olduğunu ilk defa duydum 🙂 Teşekkürler.

      “Umrunda” olmalıydı değil mi? Yazarken oraya takıldım ama umurunda olmasına karar verdim.

      Iyi yorum ve kötü yorum ayrımı yapmıyorum. Yorum yorumdur her türlü katkınız oluyor bence 🙂 Fantastik bilim kurgu derken ikisinin birleşimi olan bilimsel fantezi türünü kastediyorsanız şu aralar denemesini yapıyorum sadece, ya bilim kurgu yazıyorum ya fantastik yazıyorum. Daha tam bir bilimsel fantezi yazamadım ama hedefim o 🙂 Ayrı ayrı zaten iki türde de yazıyorum. Teşekkürler vakit ayırıp okuduğunuz için.

  2. İlgi çekici bir hikayeydi. Verdiğiniz mesaj, hikayenin akışı, hayal gücü her şey yerli yerindeydi. Ellerinize sağlık.

  3. Edebi metinler yaşadığı zaman ve dilden kopuk olmamalıdır. Öztürkçe yazmak benim de çok istediğim fakat birden olacak bir şey malesef değildir. Bu yüzden yazarken okuyucunun gözüne aslında kendi dili olan fakat bilmedikleri için “yabancı” gelen sözcükleri kullanmamak gerekir. Bunun yanlış olduğunu zaten siz de yanlarına yıldız koyup altlarına anlamlarını yazarak kabul etmişsiniz.
    Bunların dışında oldukça güzel olan hikaye pek barakayla ilgili değildi.
    Seçkiye gönderilen öykülerde genç yazarların düştüğü böyle bir hata var. Akıllarındaki öyküye o ayın konusunu bir yerden sokmaya çalışıyorlar.
    Halbuki doğrudan verilen sözcük veya konu üzerinden yola çıkarak, çok daha vurucu hikayelere ulaşılabilir.
    Bundan eminim çünkü, okuduğum tüm metinler taşıdıkları pırıltıların farkında olmadan basit şeylere takılarak harcanan dev yıldızlar aslında. Hayalgücünüzü küçük şeylere takılarak harcamayın. Benim gördüğüm pırıltılar kuyuda değil gökyüzünde. Siz de kuyuya değil başınızı kaldırıp göğe bakın.

    1. Edebi metinlerin yazarının yaşadığı zaman ve dilden kopuk olması zaten mümkün değil bana göre çünkü illa ki etkileniyorsunuz. Öztürkçe konusunda dediklerinize katılıyorum ancak ayrıldığımız yer şu: Ben burada devamlı yazmak istiyorum. Bu devamlı yazma sırasında da ”beni bilen” bir kitle yapabileceğimi düşünüyorum. Sözcükler pek bilinmeyen sözcükler olduğundan en baştan bir kere yıldızla gösterip açıklayacağım, daha sonra bunu yapmayıp ilk kez kullandığım sözcüklere yıldız koyacağım. Klasik kitaplardaki gibi olacak yani. Hikayedeki öztürkçe konusunda tek pişmanlığım: Keşke daha fazla sözcük kullansaydım da bir sonraki yazı için açıklama sayısı azalsaydı. 🙂

      Burada da katılıyorum 🙂 Yukarıda Duygu hanıma da söyledim: Tam olmamış gibi geldi. Forumda da konuşmuştuk hatırlarsanız, anlık bir düşünseli yakalama heyecanıyla yazıyorum. Bunu aşamadım daha ama bir gün aşarım herhalde diye düşünüyorum.

      Vakit ayırıp okuduğunuz ve eleştirdiğiniz için teşekkür ederim 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *