Öykü

Tuhaf Bir Yasa

Bugün, ilk defa kaz tüyünden yapılmış bir yastıkta uyandım. Bu arada birkaç hafta öncesine kadar böyle bir yastıktan haberim dahi yoktu. Tabii bir de üzerinde uyuduğum, böylesine yumuşak bir yataktan.

Güzel bir uyku çekmiş olmama vesile olan olaysa birkaç hafta önce okuduğumuz bir gazetedeki manşetti. İlk bakışta ne olduğunu anlamamıştım aslında ve hızlıca atıştırdıktan sonra gazete elimde ustamın yanına indim. Zihnimdeyse manşeti en az üç kez tekrar etmiştim. “BİR GÜN ARTIK YİRMİ DÖRT SAAT DEĞİL!”

İki katlı derme çatma evimizin alt katını atölye olarak kullanıyorduk. Tabii ki ustam benden önce uyanıp kahvaltısını yapmış, atölyede çalışmaya başlamıştı. Haberi ustamın yanına gelince sesli bir şekilde yeniden söyledim.

“Evet, haberim var. Kahvaltı yaparken okudum gazeteyi, evlat.” dedi ustam. Konuşurken yüzü öylesine gülümsüyordu ki, unutamıyorum. “Bak, ben bu saati, o çıkan yasadan dolayı yapıyorum.” diye devam etti ve eliyle üzerinde çalıştığı saati gösterdi.

Tuhaf bir şekli vardı saatin. Ustam ilk gösterdiğinde iç içe geçmiş üç kutu vardı. Ama günün sonuna geldiğimizde tam yedi kutu vardı, iç içe geçmiş. Başka bir deyişle yedi tane saat vardı, birbiri içine girmiş.

Geçekten yorulmuştuk. Yalnız ustamın yüzündeki tebessüm gün boyunca hiç solmamıştı. Tam elli yılını saatçilikle geçirmiştir, ustam ve bugüne kadar yaptığı o kadar çok saat olmuştur ki ilk kez böylesine rastlamıştım. Yaptığı bu saate bir de isim koymuştu, diğerlerine koyduğu gibi. “Matruşka Saat.” Kendimi bildim bileli ustamlayım. Tam yirmi üç senedir. Kapısının önüne bırakıldığımda bir yaşımı ancak doldurmuşum, onun söylediğine göre. Bana hem babalık hem de ustalık etmiştir. Yani demem o ki az çok tanıyorum, kendisini. Ama ilk kez bir saate böyle tuhaf bir isim verdiğine şahit olmuştum.

Akşam yemeği için yukarıya çıktığımızda gazete hâlâ elimdeydi. Ve ben bu çıkan yeni yasayı anlamamıştım. Ustam yine o enfes sulu yemeklerinden birini yapmıştı. Gözlüğünü çıkarıp yemek yemeye koyulduğunda hem bu yasanın ne anlama geldiğini hem de yaptığımız bu saatin ne işe yarayacağını sordum.

Yemeğinden bir iki kaşık aldıktan sonra gözlüğünü takıp, bana çıkan yasayı anlatmaya başladı. “Evlat, önümüzdeki pazartesi gününden itibaren günlerimiz her zaman yirmi dört saat olmayacak.” dedi. Yüzümdeki boş bakıştan bir anlam çıkmayacağını anlamış olacak ki konuşmasına devam etti. “Anlamadın, değil mi? Yani şöyle açıklayayım pazartesi günleri artık yirmi yedi saat olacak. Salı günleri yirmi altı, çarşamba yirmi beş …”

Ustamın sözünü ben kestim. “Perşembe yirmi dört, cuma yirmi üç, cumartesi yirmi iki ve pazar da yirmi bir o zaman, öyle mi?” diye sordum.

“Aynen öyle, evlat.” deyip gülümsedi, ustam.

Yüzümdeki şaşkınlığı hayal edebiliyorsunuzdur. “Bir yasayla, günlerin saatleri değiştirilebilir mi?” Biraz sesim yükselmişti, sanırım.

“Evlat, ben yapmadım ki bunu! Bana niye çıkışıyorsun?” Biraz önceki yumuşayan yüz, yerini gergin kaşlı bir yüze bırakmıştı. “Bence de çok mantıksız ama kabul edilmiş, sonuçta. Bize de üzüm yemek düşer.” Gözlüğünü çıkarıp, tekrar yemeğini yemeye koyuldu.

“Üzüm yemek, derken usta?” diye sordum. Öyle iştahlı bir şekilde kaşıklıyordu ki yemeği, ben de yemeye başladım.

“Şu yaptığımız saat var ya!” dedi ve benim başımı salladığımı görünce devam etti. “İşte o, Matruşka Saatimizle, bu devirde köşeyi döndük, döndük! Yoksa daha da bu fırsat elimize geçmez ve sefil hayatımıza devam ederiz.”

Ustamı, söylediklerinden sonra tanımakta güçlük çekiyordum. Yetmişinden sonra hangi köşeyi dönmekten bahsediyordu ki? Hadi döndük diyelim, ben bu “sefil” hayatımızdan gayet memnunum.

Ben gereksiz yere zihnimi kurcalarken, o yemeğini bitirmişti. “Çok fazla oyalanma, evlat. Daha sana bu saatin nasıl çalıştığını anlatmam gerek. Yemeğini bitirdikten sonra hemen aşağıya gel.” dedi ve masadan kalktı. Mutfaktan çıkarken hâlâ söylenmeye devam ediyordu. Hem de komik bir şekilde. “Müthiş bir saat yaptık, evlat. Gerçekten müthiş!”

Apar topar, tabakta kalanları ağzıma boca ettikten sonra bir bardak su içip aşağıya indim. Ustam, Matruşka Saatin ufak tefek aksam ayarlarını tamamlamıştı. Biraz daha yaklaşıp, saate daha yakından bakıyordum. Ustam, omzunun üzerinden gelen sıcak nefeslerimi hissedince, “Yaklaş,” dedi ve yanındaki tabureye oturttu beni.

“Görüyor musun, burayı?” diye sordu. Büyük kutudaki saatin üzerini işaret ediyordu. Yirmi yediye kadar gidiyordu, sayılar. Sağ elinin işaret parmağıyla akrep ve yelkovanı tutup ilerletmeye başladı. “Bak şimdi, yirmi yediye gelince ne olacak?”

Merakla ustamın parmağını izliyordum. Akrep ve yelkovan tam yirmi yediye gelince “trink!” diye bir ses geldi ve üstteki büyük kutu ikiye yarılarak açıldı. O açılınca altındaki diğer saatli kutu ortaya çıktı.

“Nasıl olmuş sence?” diye sordu, ustam. Gözlüğünün ardındaki gözleri öyle parlıyordu ki… Bir bebek eline bir çıngırak alır da çıkan sesle gülmeye başlar ya, ustam da aynen o şekildeydi.

“Çok güzel olmuş, usta.” dedim ve sustum. Gerçekten çok güzel olmuştu. Bu kez ben parmağımla akrep ve yelkovanı tutup, yirmi altıya geldim. Evet, tahmin edeceğiniz üzere yine aynı ses geldi ve bu kutuda ikiye açıldı ve altından yirmi beş saatlik başka bir kutu çıktı. “Usta, gerçekten müthiş, olmuş!”

“Bunun adı, Matruşka Saat, evlat. Yarından tezi yok, gazeteye ilan vereceğim. Ama pazartesi gününden önce yapabildiğimiz kadar saat yapalım. Artık on olur, yirmi olur… Onları satıp ardından daha çok yapmalıyız. İnsanların kafası iyice karışacağından bu saatin çok satacağından kesinlikle eminim, evlat.” Nefesi kesilmiş gibiydi, anlatırken. Kuruyan boğazını temizledikten sonra devam etti, anlatmaya. “Bunlardan çok sattıktan sonra kaz tüyünden yastık alacağım. Tabii bir de yumuşak yatak.”

Ustam, kendi hayal dünyasına dalmıştı ama çok uzun sürmedi, buradaki seyahati. “Kaz tüyünden yastık da ne, usta?”

“Hiç duymadın mı, evlat? Benim çocukluk hayalimdir, kaz tüyünden yastıkta uyumak.” dedi ustam ve gözlerini kapayıp anlatmaya devam etti. Öyle mutluydu ki, anlatırken.

Evet, o pazartesi gününden birkaç gün sonra büyük bir iş insanı atölyemize uğradı ve bize inanılmaz bir teklifte bulundu. İlk başta ustam, bu adamın teklifine sıcak bakmadı ama benim ısrarıma fazla dayanamadı. Ve Matruşka Saatimizin telifini, iki yıllığına bu adama kiraladık. Yaklaşık birkaç milyona… Hesap kitap konusunda ustam kadar iyi değilimdir, gerçekten. Bazen bu konuda hayıflandığım olmuyor da değil. Nasıl böyle bir ustanın yanında büyüyüp de ticari zekâsından hiç etkilenmemiş olmama inanamıyorum.

Yalnız bu sabahlık ve halı terliği olayına gerçekten alışamadım. Her neyse, alışacağız artık. Bak, gözlerimin önüne geldi yine, o haber.

“BİR GÜN ARTIK YİRMİ DÖRT SAAT DEĞİL!”

“Günlerdir tartışılan yasa teklifi sonunda meclisten geçti. Gelecek pazartesi gününden itibaren artık her gün birbirine eşit olmayacak. Bu yasaya göre, pazartesi günleri yirmi yedi saat, salı günleri yirmi altı saat, çarşamba günleri yirmi beş, perşembe günleri yirmi dört, cuma yirmi üç, cumartesi yirmi iki, pazar günleri yirmi bir saat olacak. Bu şekilde yine bir hafta yüz altmış sekiz saatten oluşacak. Bu da şu anlama geliyor, bir yıl ne uzayacak ne de kısalacak. Sadece bir günümüz başka bir günümüzü tutmayacak. “