X, kütüphanenin tozlu raflarından seçtiği kalınca bir kitabın sayfalarını karıştırırken bir yandan da Y’yi süzüyordu. Bir anda olduğu yerde sıçrayarak heyecanla “Kocacığım bak bu hikâye çok iyiymiş!” dedi. Parmağıyla kitabın ortalarından bir sayfayı işaret ediyordu. X kafasını kendi kitabından kaldırıp yaşlı ve tahammülsüz bir yüzle Y’nin işaret ettiği sayfaya göz gezdirdi. “Oku biraz başından da anlayalım bari nasıl bir hikâyeymiş,” dedi. Bunun üzerine X çocuklara has bir heyecanla kitabı kendine çekerek okumaya başladı.
* * *
1873 yılının bir yaz akşamında yola koyulduk. Canterbury’deki dostumdan gelen davet beni oldukça heyecanlandırmıştı. Benimle birlikte yolculuğa çıkan hizmetçilerim ve seyis de en az benim kadar sabırsızdılar yolculuk için. Dostum yalnızca İngiltere ve Kuzey Amerika’da tanınan bir arkeolog değildi. Avrupa kıtasının da büyük bir kısmı onu iyi biliyordu. Çalışmaları bilim camiasınca el üstünde tutulurdu. Ortaya attığı iddialar dahi kanun değeri taşır ve sonraki çalışmalar bu iddialar eşliğinde şekillenirdi. Her defasında da haklı çıkardı. Geçmiş medeniyetlere dair bu kadar çok şey biliyor olması beni şaşırtmıyor da değildi. Ona hayranlık beslememe rağmen yine de biraz tuhaf bulurdum. Kim bilir belki de kıskanıyordum. Evet, her ne kadar itiraf edemesem de bu doğru olabilirdi.
At üstünde birkaç saat sürecek olan yolculuğumuz başladığında çoktan eski günlerin puslu hatıralarında kaybolmuştum. Bazen gerçekten de ilginç birisine dönüşebildiği geldi aklıma. Üç yıl kadar önce evimde ağırladığım bir ziyaretinde yaşanan birkaç tuhaf olaydan bahsetmeden geçemeyeceğim. Uzun yolculuğun onu yormuş ve acıktırmış olacağından emin olduğum için özenli bir sofra hazırlatmıştım. Oysa dostum masada bana eşlik etmekle beraber ağzına hiçbir şey sürmemişti. Her nasılsa aç değildi. Yemekle zaten oldum olası pek arasının olmadığını söylemişti. Bir ara elini yeleğinin iç cebine attı ve parmaklarının arasından pek de seçemediğim küçücük, şişe benzeri bir şeyi alarak kafasına dikti. Başını geriye yasladı, gargara yaptı ve sıvıyı yuttu. Sonra hızla masaya doğru eğilerek şiddetlice soluk alıp vermeye başladı. İçtiği her neyse tadına katlanmak zor olsa gerekti. Bir anlık bekleyişten sonra tekrar doğruldu ama o kısacık sürede gördüğüm şey aklımdan hiç çıkmadı. Kafasının üstünde halka şeklinde, yaraya benzeyen tuhaf izler vardı. Saçlarının altına gizlendiğinden tam olarak neye benzediğini anlayamamıştım bu izlerin. Ve daha tuhaf olanı, bunu ona da sormadım. Aslında tuhaf olan ona sormayışım değildi. Bunu yapmaktan çekinmiş olmamdı. Bilindik hiçbir sebep yokken, o zamana dek dostumla ilgili normların dışında sayılabilecek hiçbir şey yaşamadığım halde soramamıştım. İçtiği her neyse ona dinçlik verdiği belliydi. Bunu yuvalarının içinde kımıl kımıl hareket eden göz bebeklerinden anlamıştım. Öyle ki, delici bakışlarının muhatabı olmamak için daha fazla dayanamayıp tuhaf bir ürpertiyle başımı başka yana çevirmek zorunda kalmıştım.
“Ahh dostum, bilir misin ki Asyalı kadim bir ırk masallardan da eski zamanlarda yurdundan göç etti. Rusya civarlarından Macaristan’a kadar giden bir rotası vardı bu serüvenin. Sonra bilinen İngiltere ve diğer Avrupa hanedanlıklarının içlerine dağılarak zamanla geniş toprakların ve güçlü medeniyetlerin perde arkasındaki insanüstü liderlerine dönüştüler. Öyle diyorum çünkü bu ölümsüz ırk, bu dünyadan olmayan melez bir kan taşıyordu.”
Kulaklarımda çınlayan bu sözlerle beraber, ruhum daldığı hayallerden ve hatıralardan sıyrılarak tekrar bulunduğu ana geri döndü. Taşlık yolda sallana sallana ilerleyen arabanın içinde huzurlu ve güvende hissetsem de seyahatin bitmesini istiyordum artık. Zaten en fazla bir iki saatlik bir yol kalmış olmalıydı. Bu taşlık yoldan sonra dostumun şatosuna giden uzun yokuşu da aşınca geriye pek bir şey kalmıyordu.
* * *
X, eliyle işaret ederek Y’nin durmasını istedi. “Aslında merak etmedim değil. Yaniiii, bilemedim,” dedi ve dudaklarını bükerek devam etti. “Heyecanlı bir serüven olabilir. Ancak, mmm, sanki çok mu gerilim var?”
“İyi ya işte, sen gerilimi seversin,” dedi X. “Anlamıyorum,” diye ekledi canının sıkıldığını gizlemeyerek.
“Evet tabi, severim ancak benim de bulduğum birkaç ilginç hikâye vardı. Belki duymak istersin,” dedi Y. Bunun üzerine kadın, “Şimdi anlaşıldı senin derdin, sen hikâyeni çoktan seçmişsin ki,” dedi. Y, “Hayır canım, bunu da nereden çıkardın? Yalnızca karar vermeden önce ihtimalleri çoğaltmak iyidir diyorum ben,” dedi. X ellerini önünde birleştirerek arkasına yaslandı. “E hadi oku bakalım bari,” dedi pek ilgisini çekmediğini hissettirmeye çabalayan bir ses tonuyla. Adam önündeki kalın kitabın sayfalarını narin dokunuşlarla çevirdi. Parmaklarının kitabı incitmesinden çekinir gibi bir hali vardı. Titizlikle parmak uçlarını havada birbirine sürttü ve boğazını temizledi.
* * *
Kızıl keçi kafasını salladı. Sarp kayaları çıkmak istemiyordu artık. Tanrı Hohen gökleri yararak öfkeyle dağa indiğinde kaçacak yer arıyordu. Ve diğer tüm canlılar da. Bitkiler ve böcekler de. “Söyleyin bakalım kimmiş o hadsiz,” diye sordu Hohen, bitkilere ve böceklere. Dağın haşerelerine, kuyruklularına ve diğer çok bacaklılara. Hiçbiri de cevap veremedi. Kızıl keçi başını taşlara gizledi. Sonunda kepçe kulaklı bir çalı cini çıkıverdi. Ellerini önünde bağlayarak, “Yüce Hohen, hadsiz olan, denizler aşmış, son görenler böyle dedi. Her dalgaya size dair bir fitne fısıldıyormuş. Ne de olsa ipsiz sapsız bir hadsiz o. Müsaade edin de icabına ben bakayım. Siz ne diye buralara kadar zahmet ettiniz?” dedi. Hohen hiddetinden gerim gerim olmuş kaslarını gevşetip şaşkınlıkla çalı cinine baktı. Cin küçücük bedeniyle çalıların arasında kaybolup gitmişti. Hohen onu daha net görebilmek için eline aldı. Yüzüne yaklaştırdı. Halden hale giren yüzüyle kah gülerek kah da homurdanarak cini inceledi. Hohenle beraber cin de türlü türlü hale giriyor, onun değişen yüz ifadelerine göre kendisine ömür biçiyordu. “Nasıl yapacakmışsın bunu?” diye sordu Hohen sonunda. “Küçücük de bir şeysin. Üstelik marifetin de yok.”
“Efendim, yüceler yücesi Hohen, benim marifetim çoktur, lakin hepsi de karanlıktır. Onun için dosta göstermek icap etmez,” dedi. Hohen bir müddet şen kahkahalarıyla dağı inletti. “Nasıl yapacağını sana bırakıyorum öyleyse,” dedi. “Lâkin bilesin, sözünde durmazsan o hadsizi de seni de cümle aleme ibret olsun diye onulmaz azaplara mecbur ederim,” dedi. Kepçe kulaklı cin yutkundu. Yine de renk vermedi. “Sizden gelen azabın müptelası oluruz efendim. Hem siz hiç meraklanmayın yüce Hohen, o iş bende,” dedi. Hohen tek gözünü kapatarak, “Öyleyse dile benden ne dilersen,” dedi. Cin boynunu büktü, mahcup bir ifadeyle “Yoktur bir isteğim efendiden, lakin iyi olurdu şu dağı bana versen,” dedi. Kızıl keçi başını dayadığı taşlara vurdu.
* * *
“Bi’ dakika yaa,” dedi X. “Şimdi bu üslup ne bir kere? Hiç çekemem bu kafaları. Benim öyküm daha iyiydi. Onu seçeceğiz!”
Adam şaşkın gözlerle kadına bakarak, “O derece yani?” dedi. X, kafasını sallamakla yetindi. Bunun üzerine Y başını önündeki kitaba çevirdi ve sesini alçaltarak, “İyi, peki madem. Öyle olsun. Fakat bir öykü daha vardı elimde. İstersen onu da okuyayım sonra karar veririz hangisini seçeceğimize,” dedi ve şefkatli ama ciddi gözlerle karısına baktı.
“Bu son olsun ama,” dedi X. “İyice sıkıldım ARAF ZONE’da beklemekten. Hem geçen seferkiler gibi iyi hikâyeler de istemiyorum bu kez. Yeter ki bir an önce gidelim buradan.”
Adam gülümseyerek, “O kadar da değil canııımm, biliyorsun ki hikâye bittikten sonra dönüp dolaşacağın yer yine burası olacak,” dedi.
“Olsun olsun! Hadi oku şunu da nereye gideceksek gidelim hemen. Buranın kasveti ruhumu donduruyor,” dedi X telaşla. Y daha fazla üstelemeden yeni hikâyeyi okumaya koyuldu.
* * *
Yeşil vadiyi bıçak gibi yaran parıltılı nehrin üstünde uçan dört helikopterden birindeydik. Pervanenin gürültüsü ve mekanik gerginliği huzursuzluğumuzu daha da arttırıyordu. Gittikçe çoğalan kara bulutlar kendimi yalnız ve terk edilmiş hissetmeme sebep oluyordu. Ekibin diğer fertlerini gözlemleyerek benimle aynı durumda olup olmadıklarını anlamaya çalıştım. Üçü de durgun ama kendilerinden emin görünüyordu. Ekibin beşinci üyesi pilotumuz Duncan ise kulaklığından yayılan ve kendisinden başka kimsenin duymadığı müziğin etkisiyle oldukça keyifliydi.
On üçüncü keşif filosu başka ordu operasyonlarının içinde sızma bir ekip olarak bulunur ve diğer askerler görevlerini yerine getirirken biz de kendi işimize bakardık. Genelde hiç kimse ne yaptığımızı tam olarak bilmemekle beraber askerler kimliklerimizi gördüklerinde çok da fazla kurcalamamaları gerektiğine dair haberdar edilirlerdi. Biz bile ne yaptığımız sorulsa aklı başında bir cevap verecek durumda değildik. Çünkü amacımızın ne olduğu tam olarak bildirilmezdi. Ayrıca ekip üyelerinin ömürleri de olan biteni kavrayabilecek kadar uzun süreli olmuyordu. Tek bildiğim görevimizin ne on üçle ne keşifle ne de filoyla hiçbir ilgisi olmadığıydı.
Helikopterin ani sarsıntısıyla olduğum yerde hafifçe sıçradım. Kamuflajlarımız, kaskımız, silahlarımız ve diğer her şeyimiz mevcuttu. Yine de en ufak bir beklenmedik durum işte böyle korkutmuştu beni. Durumun fark edilmemesi için apar topar doğrulur gibi yaptım. Bir korkak olduğumu düşünmelerini istemiyordum. Tam karşımda duran yaşlı kurt T-Left şeytani bir gülümsemeyle bana bakarak, “Ne o, korktun mu?” diye sordu. O saatten sonra ne açıklama yaparsam yapayım ellerinden kurtulamayacağımı bilmenin üzüntüsüyle suskunluğa bürünmüşken helikopter üst üste sarsılmaya devam etti. T-Left’in yanında oturan genç asker endişelenerek, “Bu neden oluyor?” diye sordu. Yanımda oturan Force araya girdi. “Uğursuz bölgeye yaklaştık. Burada denge bozan bir şeyler var,” dedi. Genç asker Force’nin söylediklerini ciddiye almadı. Pilotu kastederek, “Adam deli gibi müzik dinliyor. Onun dikkatsizliği yüzünden olmalı,” dedi. Konuşurken elleri sürekli hareket halindeydi. Gerginliğin sebep olduğu titremesini engellemeye çalışıyor olsa gerekti. “Sen iyi misin?” diye sordum. Yüzü gözü ter içinde kalmıştı. İyi olduğunu ima eden bir baş sallamasıyla yetindi.
Hava iyice kararmıştı. Bulutlar sanki bizi dünyanın geri kalanından gizlemek istercesine etrafımızı sarmıştı. Sonsuz bir karanlığın ortasında öylece süzülüyorduk. Helikopterin sesi de rahatsız etmiyordu artık. Az önceki stres hali gitmiş yerini hüzünlü bir dinginlik almıştı. Uykum geliyordu. Gözlerim yavaşça kapanırken evde sıcak yatağımda olmayı diledim. Orduya katılmadan önceki hayatımı düşündüm. Bana başka çare bırakmadığı için terk ettiğim mazideki hayatımı. Yarı uyur yarı uyanık bir haldeyken genç askerin T-Left’e bir şeyler sorduğunu duydum. Sanırım nereye gittiğimizi anlamaya çalışıyordu. T-Left gülerek Force’nin yüzüne baktı. Sonra yanındaki askere dönerek, “Zamanın ve boyutların ardında hapsolmuş ya da bunu bilerek tercih etmiş canavarlar hakkında bir şeyler duydun mu hiç?” diye sordu. T-Left’e dair en sevdiğim şey buydu. Ne zaman geçmiş operasyonlarla ilgili konuşmaya başlasa bana ninni gibi gelir ve hemen uyumak için fırsat kollardım. Fakat genç askerin yüz ifadelerine bakılırsa o daha çok dehşete kapılmış gibi görünüyordu. “Ne demek istiyorsun?” diye sordu T-Left’e. “Çoğu görevimizde karşılaştığımız yaratıklar senden benden daha ürkütücü değillerdi. Ama bazıları vardı ki hâlâ kâbuslarıma girer. Somel Tepesi’nin en uç noktasının dahi, pençelerinin altında karınca yuvası gibi ufalandığı tarifi mümkün olmayan yaratıklarla karşılaştım. Kederli şarkıları yaşadıkları evrenin tamamına yayılmış uğursuz hortlaklarla ve çığlıkları işitenlerin kulaklarından bir daha asla çıkmayan perilerle savaştım,” dedi T-Left. Arkalarındaki camdan, yağan yağmuru ve düşen yıldırımları görebiliyordum. T-Left’in anlattıklarının devamını dinleyemeyecek kadar kendimden geçmiştim. Uykuya dalmadan önce gördüğüm son şey genç askerin zemine şiddetle kusması oldu. ‘Zavallı şey’ diye geçti aklımdan. ‘Kim bilir belki de ölmeden önce yediği son yemekti. Onu bile tam sindiremeden öbür tarafı boylayacak.’ Sonra düşüncemin absürtlüğü karşısında gülümsedim. Bir kaç saniye içinde de uykuya daldım.
* * *
Y hikâyenin devamını okumadan başını kitaptan kaldırdı ve X’e bakarak, “Nasıl buldun?” diye sordu. X yerinden fırlayarak Y’nin yanına gitti. “Hadi bir an önce yapalım şu işi,” dedi. “Seç birini!” Y şaşkınlığını gizleyemeyerek, “A-ama… Sen seçseydin yine de,” dedi.
“Fark etmez diyorum sana, bunun neyini anlamıyorsun? Yazı tura mı atalım yani? En b.ktan hikâye bile ARAF’ta beklemekten daha iyidir!” dedi X. Fakat sonra, kocasının kararsız bakışlarına daha fazla tahammül edemedi ve hızla öykülerden birini işaret ederek, “İşte bu olsun. Bu öyküyü yaşayalım bu sefer de!” diye bağırdı.
Bunun üzerine Y oturduğu yerden doğruldu ve X’in elini tuttu. Derin bir nefes alarak şefkatle karısına baktı. “Hazır mısın?” diye sordu. X başıyla onayladı.
Bir anda ikisi de gözden kayboldu. X & Y, ARAF’taki kütüphaneyi yalnızlığına terk ederek yeni serüvenlerine doğru yol aldı.
NOT: X & Y’nin hangi hikâyeye dahil olduğuna dair okurların taleplerinin de belirleyici etkisi olacaktır.
- Küllerinden Doğan - 1 Kasım 2021
- Et Hırsızları - 1 Ekim 2021
- İblis Kaşif - 1 Eylül 2021
- Solucanımsı - 1 Ağustos 2021
- Bin İkinci Gece - 1 Temmuz 2021
Vaktinizi ayırıp okuduğunuz ve yorumladığınız için teşekkür ederim.
Merhaba,
Keyifle okudum öykünüzü. Ben X & Y’nin "Kızıl Keçi ile Çalı Cini"nin hikayesine dahil olmasını isterdim. Gizemli arkeologun hikayesi de benim için ilgi çekiciydi fakat son anlatı beni pek içine almadı. Belki de sebebi fazla canavarlı iblisli bir yerlere bağlanacak hissi uyandırmasındandır.
Bir sonraki seçkide ilk iki hikayeden birinin devamını bekliyor olacağım.
Kaleminize sağlık, Sevgiler…
Uzun bir süre sonra tekrar merhaba @kucukrengeyigi,
Vaktinizi ayırıp okuduğunuz ve güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Tavsiyelerinizi değerlendireceğim.
Haklısınız, üçüncü hikaye biraz maskülen bir havada (Askerlerin olması vs sebebiyle belki de) ve gerçekten de Lovecraftian yaratıklarla bezeli olacak.
Sonraki seçkilerde görüşmek dileğiyle,
Sevgiler
Selam Haluk,
Öykünün Araf bağlantısını başarılı bulduğum kadar dört öyküyü de sevdim. Bir seçimim yok, çünkü sanırım hepsi aynı hikayenin parçası.
Ellerine sağlık
Görüşmek dileğiyle…
Merhaba @MuratBarisSari,
Vaktini ayırıp okuduğun ve güzel yorumun için çok teşekkür ederim.
Farklı zamanlarda yazılmış hikâyeleri birleştirdim aslında bu öykünün başlığı altında.
Sonraki seçkilerde görüşmek dileğiyle.