Öykü

Yanan Kıta 3 : Şeytanın Çırağı

Not: Bu öyküyü okumadan önce, YANAN KITA ve YANAN KITA 2 : DOLAMBAÇ adlı öyküüleri okumanız olay örgüsünü kavrayabilmeniz açısından kesinlikle yararlı olacaktır.


İki bölümdür yanan kıta, cayır cayır yanmaya devam ediyordu.

Küçük, yaramaz mı yaramaz bir iblisciğin derslerine göstermediği özenin cebelisini çekiyordu.

İşte o iblis şu anda şeytanın kapısından içeri girmek üzereydi.

Ve girdi…

Fakat şeytan ortalarda yoktu. O gür “GİR” sesini duyduktan sonra ortada koskocaman bir yaratık olmasını bekliyordu. Oda bomboştu. Hiçbir eşya yoktu. Koskoca şeytan dört duvar arasında mı yaşıyordu yani?

Tabi duvar demek ne kadar doğru bir tabirse…

Biraz bekledi. Biraz daha bekledi… Fakat ne kimse geldi, ne de bir anda beliriverdi… Artık sıkılmaya başlamıştı. O içindeki heyecan ve korku karışımı his git gide kayboluyordu.

“Acaba şeytan diye birisi yok mu, beni mi kandırıyorlar?” diye düşünmeye başlarken, hiç beklemediği bir anda sırtında bir el hissetti ve heyecanla arkasına döndü. Tam o anda arkasında ona dokunan elin sahibi “BÖÖÖ!!!” diye bağırdı.

Bizim küçük iblisciğimiz yaşadığı onca asır boyunca, zıplayabileceği en doruk noktaya erişti. Böyle bir korkuyu bir daha yaşaması imkânsızdı!

Nefes nefese odanın diğer ucuna koşturduktan sonra, etrafta bulunan pembe görüntünün içinde kendisine doğru sırıtan ve onu korkutan şeye baktı.

Boyu kendisiyle eşti. Cildi tamamen yanmış lavların kabartısına benziyordu. Yüzünde sırıtan parlak alevimsi dişlerden başka bir şey görünmüyordu. Göz çukurlarının daha sonradan kısılmış olduğunu anladı. Saça benzeyen iki kalın boynuz çıkıyordu başının iki yanından. Biraz üste çıktıktan sonra aşağı doğru eğiliyor ve uzuyordu. O halde bile aklı ‘hiç rahatsız olmuyor mudur o boynuzlara.’ sorusuna takıldı.

Yaratık, ona gülümsemeye devam ediyordu. Yerinden kıpırdamıyor, herhangi bir harekette bulunmuyor ama gülümsemeye daha doğrusu sırıtmaya devam ediyordu.

En nihayetinde bizim küçük ibliscik yine sıkıldı ve temkinli adımlarla yaratığa yaklaştı. Şu soruyu sordu;

“Sen şeytan mısın?”

Sırıtan yaratık daha geniş bir gülümsemeyle, o haldeyken nasıl yaptığı anlaşılmayan bir şekilde konuşmaya başladı.

“Bööö. Şeytan mı? Delirdin mi bee! Şeytan’a ulaşmak bu kadar kolay mı sanıyorsun! Ben şeytanın çırağıyım tamam mı?”

“Eee, tamam.”

“Tamam öyleyse, hadi yolculuğa çıkalım.”

“Yolculuk mu? Ne yolculuğu?”

“E şeytanı görmek istemiyor musun? Seni şeytanın yanına götüreceğim.”

Yaratıktan biraz çekinen yaramaz ibliscik, ne yapacağına karar veremiyordu. Aslında daha baştan beri bu yaratığın şeytan olmadığını tahmin etmişti. Fakat her ihtimale karşı yine de sorması gerekirdi ki sorunca beklediği cevabı da almış oldu. Bu yüzden şaşırmadı. Fakat yolculuktan bahseden bu yaratıkla birlikte gitme fikri de kendisine hiç çekici gelmiyordu. Şeytanın çırağı olduğunu daha yeni duymuştu. Eğer böyle bir şey olsaydı daha önceden kendisine kesin söylerlerdi.

Ya da derslerden birinde söylemişler miydi?

Hani şu yangını kontrol edemeyeceğini söylediği o derslerin birinden…

Biraz daha bekledi. Yaratık aynı şekilde sırıtmaya devam ediyordu. İlginç olan bu bekleme süreci içerisinde kendisine hiç mi hiç bir şey söylemiyor oluşuydu. Daha fazla beklemesinin gereği olmadığını düşünüp konuşmaya başladı.

“Tamam o zaman gidelim hadi. Hayır, anlamadığım neden sadece direkt şeytanın yanında belirmiyoruz. Bu kadar zahmet niye! Koskocaman bir dolambaç geçtim, bir de yolculuğa mı çıkacağım?!”

“Eee onu etrafı ateşe verirken düşünecektin.” Sırıtışı iyice büyüdü. “Hayır gören de insan olduğunu sanacak ve seni bekleyen çok acil işlerin varmış zannedecek. Yolculuk dedim işte, anca bu şekilde ulaşabilirsin şeytana. Gidelim haydi!”

“Öff tamam tamam, gidelim madem. Sanki seçeneğim varmış gibi hiçbir şey söylemeden duruyorsun sen de. O kedinin bütün bunları yapması gerekiyordu ya, neyse hadi… Ne taraftan?”

“Şu taraftan,” diye gösterdi yaratık, odadaki bir duvarı işaret ederek. İbliscik duvara baktı ama ne kapı vardı ne de bir geçit.

“E ama burada kapı yok. Nasıl geçeceğiz?”

“Yürüyerek tabii ki! Ne zannediyordun ışınlanacağını falan mı?”

“Ha tamam o zaman. Duvar aslında duvar değil anladım. Gidelim madem.”

İbliscik ve yaratık duvardan geçtiler. Bu numaradan fazla etkilenmemiş olan iblisciğin, ‘Acaba bunu bir insan görse nasıl olurdu. Herhalde gözleri yuvalarından fırlardı. Haha,’ diye geçirdi içinden. Pembelik yine artmıştı. Hazır yürüyorlarken bu pembeliği de açıklığa kavuşturmak istedi.

“Bu pembelik nedir? Niye sanki etrafta pembe bir sis bulutu kümelenmiş de biz hep onun içindeymişiz gibi gözüküyor?”

“Ha bu pembelik mi? O önemli değil yahu. Her zaman şeytanın ruh haline göre değişiyor,” Kıs kıs güldü. “Duydun mu? Şeytanın ruh hali… Huhahaha!!”

Yürümeye devam ettiler. Bomboş pembeliğin içinde kaybolmuşlardı adeta. Ne bir yağış ne bir ağaç ne bir oturak… Hiçbir şey yoktu. Öylece devam ediyorlardı yollarına. Saçmalığın daniskası diye düşündü ibliscik. Gerçekten de saçmalığın daniskası

Yürürlerken yaratık çok sessizdi. Önüne bakıyor ve sadece sırıtıyordu. Çok sessizdi. Sanki tek başına yürüyormuş gibi geliyordu iblisciğe. Canı sıkıldı. Ne halt etmeye gelmişti ki sanki buraya! Kaçsaydı bari, hiç olmasaydı o zaman şeytan onun ayağına gelecekti değil mi? Bu kadar zahmete girmesine gerek kalmayacaktı…

“Sana bir şey anlatayım mı?” dedi bir anda yaratık. İbliscik bir anda beklenmeksizin böyle bir şey duyunca ister istemez irkildi.

“Ne anlatacaksın?”

“Şeytanın siz ibliscikleri neden dünyaya saldığını.”

“Bizi neden dünyaya saldıklarını mı? E bunu zaten biliyorum. Tanrının yarattığı insanların hayatını zehir hale getirmek için.” Bir an için ibliscik kendisiyle gurur duydu. En azından derslerden kaptığı birkaç şey vardı.

“Hayır küçük ibliscik. Hayır. Sebep bu değil…” Yaratık ilk defa sırıtmayı kesti ve yine önüne doğru hüzünlü şekilde bakmaya başladı.

“Değil mi? Ama – ama bunun başka açıklaması olamaz ki! Yani bizim amacımız insanların hayatını alt üst etmek. Şeytan başka hangi nedenle bizi ortaya çıkartabilir!

“İşte ibliscik bütün sorun burada. Sizler iblis seviyesine ulaşmadan önce tamamen bağımsız şekilde hareket edebiliyorsunuz. Aynen bir insan gibi! Yani doğanızda kötülük yapmak zorunluluğu diye bir şey yok. İyilik yapamazsınız diye bir şey yok!” yavaşça durdu ve iblisciğe döndü.

İbliscik de durdu. Ne diyeceğini bilemiyordu. Çünkü anlamıyordu. Ne demek özgürlerdi. Böyle bir şeyi idrak etmesi çok güçtü. “Anlayamıyorum,” dedi sonunda.

“Anlayamıyor musun? Sizler aslında insansınız ibliscik! Hala anlayamadın mı? Seçenekleriniz var. Seçim yapma şansın var. Seçim yapma ‘şansınız’ var! Eğer isteseydin o evden sadece kediciğin karnını doyurarak ayrılabilirdin. Kimse sana neden bu kediciğe eziyet etmedin diye bir yaklaşımda bulunmazdı. Özgür iradeni kullanabilirdin! Sorgulayabilirdin…”

İblisciğin bir anda kafasına dank etti. Evet, bazı şeyler sorguluyordu. Kimse kendisine kötülük yapıyor musun diye kızmıyordu ya da karışmıyordu. Okulda öğretiyorlardı belki ama hiçbir zaman hiçbir öğretmeninden “bunu yapmak zorundasınız” gibi bir cümle duymamıştı. En son, dolambaça doğru düşerken bazı şeyleri sorguladığı aklına geldi. İlginçtir ki yaratık söylemeden bunu fark etmesi olanaksız gibiydi…

Yine de bu kadar kolay olamazdı. Yaratık tekrar yürümeye başladı. Kendisi de bir süre sonra hızlı adımlarla, ona yetişti.

“Ama biz insan olamayız. Yani mesela bizim kalbimiz yok. Onlar gibi zevklerimiz ya da onlar gibi giysilerimiz, evlerimiz yok. Nasıl insan olabiliriz!”

“Kusurlusunuz evet, tam bir insan gibi değilsiniz. Zaten şeytan tanrıdan güçlü ve mükemmel olsaydı bu kadar derde girmezdi. Kusurlusunuz. Fakat üstün özellikleriniz de var. Uçabiliyorsunuz. Cansız ama cismani şeyleri kontrol edebiliyorsunuz. Boyutlar arası seyahate çıkabiliyorsunuz. En önemlisi insanları görüyor, onların varlığını biliyorsunuz. Onlar bu dediklerimden birini yapabiliyorlar mı? Hayır.”

Haklıydı.

“Ayrıcaaa, elbisenizin olmaması tamamen sizin sorununuz. İnsanlar nasıl sonradan bunu keşfedip kullandıysa sizler de yapabilirdiniz. Bu tamamen sizin sorununuz.”

Bunda da haklıydı…

Ne diyeceğini bilemiyordu. Kusurlu ama üstün bir varlık olarak hissetti o an kendini. Haklı bir histi neticesinde.

“Yaptığından mutlu musun?” dedi yaratık.

“Yaptığımdan mı? Neyi yaptığımdan?”

“Koskocaman bir kıtayı ateşe verdiğinden, binlerce insanın ölümüne sebep olduğundan ve milyonlarca insanın hayatını altüst ettiğinden.”

“Evet. Yani hayır. İlk başta çok mutluydum. Gerçek olan bu. Ama sonrasında… yani yangın büyüyünce. Offf hiç böyle bir baskının altında kalmamıştım. Hayır anlıyor musun, hayır!! Yaptığımdan hiç mi hiç memnun değilim ve emin ol elimde olsa bu yangının hiç olmamasını sağlardım!”

Yaratık güldü. Güldü ama sırıtmadan, küçük ve sevimli bir gülümseme gibi. Tabii o suratta ne kadar sevimli olunabilirse…

Daha fazla gitmeden, aynı kendisinin buraya gelmesini bir nebze de olsa sağlayan iblisin açmış olduğu çukur gibi bir delik beliriverdi önlerinde. “Yine mi delik!!!” diye isyan etti ibliscik.

“Evet maalesef yine delik. Ama merak etme. Bu gördüğün son çukur olacak.”

“Gerçekten mi! Sonunda şeytan ile tanışabilecek miyim? Yine önüme bir engel çıkmasın?!”

“Merak etmeeee,” diye kendisine güvence verdi yaratık, “İstediğine kavuşacaksın.” Sessizce ona baktı. “Sen iyi bir iblisciksin. Eminim özgür iradenin olduğunu bilmekle kendine daha iyi bir yol bulacaksın. Senin aşağı inme vaktin geldi. Benim içinse yolun sonu.”

“Sen neden gelmiyorsun peki, tek başıma gidemem, korkuyorum…” dedi ibliscik. Korku kısmı doğruydu fakat gelmesini istemesinin birkaç nedeni de şu kısa zaman diliminde özellikle kendisine verdiği bunca bilginin başlangıç zamanından beri yaratığa kanı kaynamıştı. Bir anda bırakmak, nasıl bir şeyse, kendisini çok üzecekti.

“Seninle tanışmak güzeldi ibliscik. Fakat dediğim gibi, gideceğin yer benim için yasak bölge. Belki bir gün tekrar karşılaşabiliriz. Bir kıtayı daha yakmadan karşılaşırsak daha iyi olur ama.” Sırıttı. O eski havasına tekrar kavuşmuş gibiydi.

“Eh o zaman güle güle bana, hoşça kal sana. Seni de tanımak güzeldi.” Yavaşça çukurun tam dibine yaklaştı. Dengesini sağlayacaktı. Tam atlayacaktı ki kendisini zorla tutup yaratığa baktı ve şu soruyu sordu.

“Senin adın neydi peki? En azından bunu bileyim.”

Yaratık daha da geniş bir gülümsemeyle, “Ben Şeytan!” dedi.

“Neee şeytan mı?!! Niye daha önce söyl-” demesine kalmadan sanki birisi arkasından itmiş gibi çukura doğru yuvarlandı. Son gördüğü, şeytanın ona el sağladığıydı.

Ve düştü.

Düşreken uykusu geldi.

Sanki kuş tüyü yatakta uzanıyormuş gibiydi. Ve uyudu.

Derin, tatlı bir uyku.

***

Uyandığında gözleri mahmurdu. Etrafı bulanık görüyordu. Görüntü yavaş yavaş netleşmeye başladı. Bir odadaydı, hayır hayır bir mutfaktı burası. Mutfak mı? Daha az önce bir çukurdan düşmüyor muydu? Ki şeytanın çırağı olduğunu söyleyen yaratık en sonunda şeytan olduğunu söyleyip kendisini iyice şaşırtmıştı. Tabii şaşırma duygusunu gereğince yaşayamadan uykusu gelmiş, uyumuş ve gözlerini burada açmıştı.

“Bir dakika. Bu mutfağı hatırlıyorum!” dedi bir anda. Evet hatırlıyordu, çünkü o tüm kıtaya sardığı yangını işte bu mutfakta başlatmıştı.

‘Miyaaavvvv’ diye acılı bir kedi sesi duydu arkasından. Döndü ve baktı, o küçük pis kediydi bu. Tüm bu yangını başlat-… Tamam tamam kendisi başlatmıştı. Zavallı kedinin hiçbir suçu yoktu. Şeytan ona her şeyi anlatmıştı ve artık başkasında suç aramasının alemi yoktu.

Kedicik yavaşça fırına doğru yöneldi, ibliscikte gözlerini oraya çevirdi. Fırının üzerinde ciğer vardı. ‘Bunlar benim koyduğum ciğerler…’ diye geçirdi içinden. Doğru, onun koyduğu – kendi düzeni için hazırlamış olduğu- ciğerlerdi bunlar.

Kedicik tek sıçrayışta fırının üzerine çıkmış, tırnaklarıyla poşeti parçalayıp ciğerleri mutlu mutlu mırlanarak yemeye koyulmuştu.

Fakat ortada ateş yoktu.

“Ateş falan olmayacak. Zavallı aç kedicik, umarım karnın doyacaktır,” dedi mutlu bir gülümsemeyle.

Artık anlamıştı. Kimse ona böyle bir iyilik yaptı diye kızmayacaktı. Dışarı çıkıp kediyi ciğerleriyle baş başa bıraktı. Çok güzel bir hava vardı, kuşlar cıvıldıyor araba sesleri geliyordu. Derin bir nefes çekti. Kendisi de aslında bir insandı, hem üstün hem kusurlu.

Şeytan yaptığı hatasını affetmişti. Her şeyi geri sarmış ve tüm bu olaylar hiç yaşanmamış gibi göstermişti. “Aslında yaptığı çok güzel bir numara, bu geri alma işlemini kesinlikle öğrenmeliyim!” dedi bağırarak. Şeytan orada olsa kesinlikle sırıtırdı.

Evet sırıtırdı.

“Her şeye rağmen hayat yaşamaya değer bir yer galiba. Bakalım seçme şansımı ne kadar zorlayabiliyorum,” dedi ve bizim meşhur yaramaz iblisimiz bir anda ortadan kayboldu.

Kedicik o anda camın kenarında durmuş, iblisciğin kayboluşunu seyretmişti. Yavaşça ağzında gülümsemeye benzer bir ifade oluştu. Patisini cama dayadı. Kısa bir “miyav” diyerek kendisi de ortadan kayboldu…

***

Peki kedi nasıl kaybolmuştu?

Yoksa bu bir oyun muydu?

İblisciğin gördüğü yaratık gerçekten şeytan mıydı?

Ya da tüm bunlar bir rüya mıydı?

İşte tüm bu soruların cevabı, yazarın bir daha bu hikayeyi ne zaman devam ettireceğine bağlıydı…

Not: Yazar aslında hikayeyi bitirmiş, fakat sırf kıllık olsun diye sezon sezon oynayan dizilerin yaptığı gibi hikayenin ucunu açık bırakmıştı. Buna okurların acayip sinirleneceğini tahmin ediyor, buna rağmen içten içe kıs kıs gülmeye devam ediyordu…

Yanan Kıta 3 : Şeytanın Çırağı” için 6 Yorum Var

  1. Bitti yahu hikaye, olmaz ama 😀 Çok güzel bir final olmuş aslında, geçen bölüm yapacağım yorumu unutmuşum, bunu okuyunca aklıma geldi tekrar. Alice Harikalar Diyarında göndermeleri çok güzel, geçen bölümde delik vardı bu bölümde de sürekli sırıtan yol arkadaşı. Hem de sonunda kedi olarak ortaya çıktı.

    Eline sağlık 🙂

  2. İşte bu beklemediğim bir sondu. Yani iblisçiğin olgunlaşması ve iyi birine dönüşmesi falan… Gerçi ikinci bölümün sonunda bunun sinyallerini vermiştin. Yine de iyi bir iblis nasıl olur, onu aklım pek almadı 🙂

    “İki bölümdür yanan kıta” ve “Yazar aslında hikayeyi bitirmiş, fakat sırf kıllık olsun diye sezon sezon oynayan dizilerin yaptığı gibi hikayenin ucunu açık bırakmıştı.” cümlelerin ise beni en çok eğlendiren ve gülümseten cümlelerin oldu.

    Bitti, yazık. Güzel şeyler çabuk bitermiş zaten. Çok keyifliydi, çok çok teşekkürler.

  3. Selamlar,

    Bu defa erkenden okudum. 😛 Ellerine sağlık, güzel bir bölümdü.

    Anlatımın temiz ve insanda sağlam bir “okuma hissi” uyandırıyor. Olayı “deus ex machina”yla bağlaman güzeldi. Gerçi biraz kolaya kaçmak gibi görünüyor, ama yine de kurguya da fena olmamış gibi.

    Bence hikaye burada noktalanmalı, senin tercihin elbet. : )

    Tebrikler!

  4. Herkese okuduğu için sonsuz teşekkürler,

    Hikaye yazarken bazı şeyler kendiliğinden geliyor. Mesela Amras’ın dediği Alice’e göndermeler kısmı gerçektende tamamen tesadüfi oldu. Şu sıralar çıkacak filminin tanıtımınıda yapmış olduk, daha ne olsun. :))

    İblisciğin iyi olması durumu ise aslında inceden inceye, komedi ve mizah yüklü fantastik bir hikayede, göndermeler vermek amaçlıydı. Yakın zamanda okuduğum Mülksüzler’den etkilenmiş olmalıyım ki böyle bir şeyin daha da yakışık olacağını düşündüm. Özellikle “seçimler” konusunda Buffy dizisine de selam etmiş oldum.

    Yani burada Şeytan bile kendi yarattığı varlıkların, aynı insanlar gibi seçim hakları olduğunu söylüyor. Burada biraz kıskançlık söz konusu. Kendisinin de bir “insan” kadar müthiş varlık yaratma girişimlerinden bir tanesi diyebiliriz.

    Son olacağı konusundaysa gerçekten bir şey söyleyemem… Çünkü fantastik absürt komedinin fazla cıvımaması için gerektiği kıvamda bırakılması gerektiğine kesinlikle katılıyorum. Lakin ger gör ki iblisciği bayağı sevmeye başlamıştım. Belki bir gün devam eder, neden olmasın? 🙂

    Okuduğunuz için tekrar teşekkürler…

  5. Aslında ikinci hikâyende kediciğin şeytan olduğunu düşünüyordum, sonradan çırak falan sokmuşsun araya ve onunda ne olduğu belli değil. 😀 Bu düşünceyi tetikleyen aslında şu “!!!ŞEYTAN!!!” vurgusu olmuştu bu kadar göze batıyorsa muhakkak altından farklı bir şey çıkar gibisinden…

    Eh yazarımızın dizi yönetmeni vari isteği ne zaman sona ererse o zaman devamını okuruz belki.

    Ha birde şu pembe duman meselesi güzeldi. 😀

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *