Öykü

Yeşil Yağmur

28 Mayıs 2024 günü bir öğleden sonra vaktinde tüm dünyada sirenler çalmaya başlamıştı. Radarlar ve uydu sistemleri uyarı vermeden tüm göklerde güneşi kapatacak kadar çok nükleer füzeler belirmiş ve hayalet uçaklar tarafından dünyanın tüm ülkelerine yukarıdan bırakılmışlardı.

Saniyeler içinde nereden ve ne için geldiği bilinmeyen bu nükleer kıyamet saldırısı sonucunda milyarlar oracıkta can vermişti. Verimli tarım arazileri çorak iskelet yığınları ve küle dönmüş cesetlerle dolmuştu. Flora ve faunanın yüzde 84 ü yok olmuştu. Nehirler göller ve okyanusların daha kıyı kesimleri içine girilemez hale gelmişti. Radyasyon sonucu zehirli hastalıklı bir renge bürünen gökyüzünden haftalar boyunca yeşil renkli asit yağmurları yağarak tüm kalan canlılığa daha fazla zarar vermişti.

Kıyılar ölü balıklar, çocuklar ve insanlarla dolmuştu.

Anadolu da dahil olmak üzere hayatta kalan küçük azınlık çoğunlukla mağaralı dağlık engebeli arazilerde saklanabilenler olmuş , doğal korunaklı bölgelere radyasyon etkisi daha az iletilmişti.

Kıyametten altı ay sonra, Kasım 2024’te İzmir Menemen’deki bir dağlık bölgede hala hayatta kalabilen ve tüm yakınları ölmüş Özgür , karnı acıktığı için mağarasından çıktı. Sadece bir günlük küflü inciri ve paslı suyu kalmıştı. Vücudundaki çeşitli yaraların acısını umursamıyordu artık. Eğer yiyecek ve su bulamazsa yaralarından önce açlık onu öldürecekti.

Taşlardan yontup mızrak haline getirdiği dal parçasını yanına alarak kararmış paçavralarını örtündü. Bu onu kasım soğuğunda az da olsa koruyor ve arazide kamufle ediyordu.

Uzun ve zorlu geçen bir saatin ardından pusuya yattığı kurumuş çalılıkların etrafında bir hareket sezdi. Araziye alışan gözlerini kısarak baktığında tahmininden daha iyi bir avla karşılaştı. Nispeten sağlıklı görünen , yine de radyasyondan nasibini alıp çift kuyruk çıkaran bir dağ tavşanı. Nefesini dahi tutarak tuhaf yamuk yüzlü zavallı hayvancağızın yaklaşmasını bekledi. Yeterince yaklaştığında bir panter gibi sıçrayarak mızrağını sapladı. Acı içinde haykıran tavşana acımıyor aksine acısını dindirdiği için memnun hissediyordu. Çorak diyarlarda merhamete yer yoktu. Keyifle avını sırtına alıp mağarasına doğru yola koyuldu.

Henüz birkaç metre ilerlemişti ki kulağına gelen ritmik bir sesle durup yere çömeldi. Önce sesin ne olduğunu anlayamadı. Ne var ki birkaç dakika içinde yükselen sesin çağrıştırdığını anlayınca kulaklarına inanamadı. Kendisine doğru gelen motorlu bir taşıtın sesiydi. Kıyamet sonrası hiçbir motorlu endüstriyel bir aletin kullanılabildiğine , daha doğrusu böyle araçların halen var olabildiğine rastlamamıştır.

Tüm sezgileri tetikteydi. Kalbi ağzında atıyordu. Bunlar kim ve ne olabilirdi ? Özgür daha korunaklı sık bir çalılık ve ölü ağaçların sarkmış dalları arasında bir bölgeye ilerleyip saklandı. Çok geçmeden gördüğü manzara karşısında şok olmuştu. Her birinde ikişer kişi olan 3 adet Harley Davidson motorsikletli silah adamlar , saklandığı yerin biraz ötesinde gelip mola vermişlerdi. Sigara içiyor ve bağıra bağıra sohbet ediyorlardı. Uzun namlulu silahlar ve tabancaları bellerinden sarkıyordu.

Kaba bir aksanla konuşsalar da bariz şekilde Türkçe konuşuyorlardı. Sohbetlerinde yaptıkları yağmalardan , çaldıkları biralardan ve bir sonraki “av”larından bahsediyorlardı.

Hiçbir şekilde yardımsever birileri değillerdi. Bandanaları , çatlak güneş gözlükleri ve kirli saç ve sakallarıyla hiç de kıyamet mağduru fakirler gibi gözükmüyorlardı. Özgür soluğunu tutarak onları izledi. İşediler ve birkaç bira içip tekrar motosikletlerine binmeye davrandılar.

Ne var ki o sırada korkunç bir felaket oldu.

Ani esen bir rüzgarla burnunun içine yanık kokulu toz toprak girdi. Ne kadar ağzını kapatsa da boğuk hapşuruğunun sesi motosiklet çetesine ulaştı.

6 kişi birden dikkat çekildi. İkisi tabancalarını çekip Özgür ün bulunduğu çalılığa yaklaşırken diğer dördü yerinde kalıp tüfeklerini doğrulttular.

Özgür hızlı düşünmek zorundaydı. Tek şansı mızrağını bir hamlede karşıya saplayıp birinin tabancasını almak ve diğerlerine ateş açarken kargaşadan yararlanıp oradan kaçmaktı. Bacakları gerildi ve tıpkı yaban tavşanına atlarkenki gibi hazırlandı.

Birkaç adım kala fırlayarak daldan mızrağını yakındaki haydudun tam boğazına sapladı. Şok içinde ağzı bir karış açılan adam ellerini boğazına götürerek geriye doğru yığıldı. Can çekişirken adamın silahını alan Özgür yakındaki diğerine ateş etti. Adam sıfır noktasında olmasına rağmen o anki panikle düzgün nişan alamamış ve omzundan yaralamıştı. Yine de diğer yağmacı anlık acıyla silahının ucunu yere indirmişti ve dikkati dağılmıştı.

Ne var ki asıl sorun bu da değildi. Arkadaki dört tüfekli izbandut ateş açmaya başladığında Özgür’ün yapabileceği pek bir şey kalmamıştı. Olanca hızıyla kendini yere atıp yuvarlandı ama biri bacağına saplanan diğeri de göğsünün yanından derin bir parça kopararak sıyırıp geçen iki mermiden kurtulamamıştı. İstemsiz çığlığı puslu havada yankılandı. Boğazında mızrak saplı ölü haydudun yanında yerdeydi ve sürünerek de olsa kaçmaya çalışıyordu. Ama artık çok geçti. Sayıca çok fazlalardı ve yaralanmıştı. Küfürler ederek arkadaki dört tüfekli yanına geldi. Her şey kararmadan önce son gördüğü, tüm vücuduna ve kafasına art arda gelen tekmelerdi.

* * *

Gözünü açtığında ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu. Elleri kolları bağlanmış bir halde sedyedeydi. Yeraltındaki bir hastaneyi andıran tuhaf basık bir binada kendisini tedavi eden robotlar vardı. Evet, gerçekten de yapay zekayla yönetilen doktor robotlar! Kollarına bağlı tüpler vardı ve bir ekrandan kalp atışlarının bip sesleri geliyordu.

Onun uyandıklarını görünce metalik sesleriyle konuştular ve bir yerlere vericileriyle mesajlar gönderdiler. Özgür bacağındaki sargıyı gördü. Acı hissetmiyordu belli ki kurşun alınmış ve ilk yardımı yapılmıştı. Zaten ne kadar zamandır burada yattığını da bilmiyordu.

Sürgülü kapılar açıldı ve içeriye dominant tavırları belli olan uzun boylu takım elbiseli bir adam girdi. Sigarasından sararmış dişleriyle hoş olmayan bir gülümse attı ve konuştu.

“Hoş geldin dış dünyalı vahşi arkadaşım, bir adamımı öldürdün ve bu konu hakkında konuşacağız.”

* * *

Birkaç dakika için acayip kıvrımlı koridorlardan , tuhaf lambalı laboratuvarlardan ve yer altına inen asansörlerden geçtiler. Bu yerin kaç metre aşağıya indiğini , ne kadar geniş bir kompleks olduğunu ve kimler ne için yaptığına dair en ufak bir fikri olmasa da burnuna pis kokular gelmiyordu.

Nihayet acayip aletlerle dolu bir sorgulama odasında konuşmaya başladılar. Odada iki tane koruma duruyor ve kötü bakışlarla onu izliyordu.

Özgürün sabrı taşmıştı ve dayanamayıp bağırdı.

“Kimsiniz lan siz? Ne istiyorsunuz ? Burası neresi?”

Dumanların arasından sarı dişli iş adamı konuştu.

“Biz senin hayal edemeyeceğin devletler ötesi bir yapıyız. Biz her şeyin arkasından ipleri çekenleriz. Bu gördüğün tüm yıkım ve kıyamet bizim belli bir plana yönelik eserimizdir. Sen ise bizim planımızda sadece basit bir et yığınısın. Şimdi bunu bil ve buna göre benimle konuşurken kelimelerine dikkat et çünkü kafanı koparmam bir saniyemi almaz.”

Özgür ne diyeceğini şaşırmıştı.

“Siz tam olarak kimsiniz lan ? Sizin adamınız bana saldırdı a..k… Ben hayatta kalmaya çalışıyorum ailem herkes öldü. Sadece tavşan avlayıp mağarama dönecektim. Siz saldırdınız lan bana. Şerefsizler. Tüm imkanlar sizin elinizde her ne kim boksanız. Benden daha ne istiyorsanız ?”

İş adamı kahkaha attı.

“İşte aradığım saf öfke. Evet doğru sende olup da bizde olmayan hiçbir şey yok. Ancak yine de madem yollarımız kesişti , bize faydalı bir şeyler yapabilirsin ve böylece yaşamana izin veririm. Biliyor musun vahşi, ben tesadüfe inanmam. Bu bir kadercilik ya da tanrıcılık saçmalığı değil , tamamen mutlak bir bilimsel determinizm gözlemimden gelir. Ama her neyse senin bunu anlayacak kapasiten yok zaten. Şimdi kulağını aç ve beni iyi dinle , sana reddetme şansının olmadığı bir iş teklif edeceğim.”

Koltuğunda ileri doğru yanaşarak tehditkar biçimde Özgür’e baktı.

“Bu arada madem sordun , bize kısaca İhtiyarlar diyebilirsin.”

* * *

Bir saat sonra zehirli topraklarda giydirilmiş silahlandırılmış beslenmiş ve elektronik kelepçeyle tasmalanmış biçimde İhtiyarın verdiği görev alanına doğru gidiyordu. Teklif basitti. Bu ihtiyarların tek bir çekincesi vardı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin nükleer kıyamete rağmen halen tam olarak yok olmayan gizli sığınaklarındaki özel kuvvet unsurları , İhtiyarların çekindiği tek tehditti. Özgürün görevi de onlarla ilgili istihbarat toplamaktı.

Menemenin doğusuna Kısık köyüne doğru ilerledi. İhtiyar teknolojilerine göre tehdit unsurlarının toplanmış olabileceği nokta köyde gizli bir karargahtaydı.

Köye ulaştığında hava kararıyordu. Üzerindeki yeraltı sinyalinin sıklaşmasına bakarak sokaklarda dikkat çekmeden ilerledi. Zaten fazla insan da yoktu. Derme çatma çadırlar , harabeler ve yıkık dökük sefaletler içerisinde kaderine ilerleyen bir gölge gibi süzüldü.

Nihayetinde kayalıklı bir tepenin eteğine vardığında sinyal iyice hızlanmıştı. Üzerine tırmanmaya çalışırken bazı taşları devirdi. Bunu yaparken her ne kadar en yakın sokaktan yüzlerce metre uzakta olsa da ortalık fazla kalabalık olmadığı için sesler yankılanıyordu. O fark etmese de birkaç dikkat kesilen göz şüpheyle onu izlemeye başlamıştı. Hava iyice karardığı için kuytulardan ona yaklaşan siluetleri göremedi.

Biraz dağın eteğinde feneriyle dolandıktan sonra bir bölgedeki zeminin doğal olmayan bir şekilde yere doğru göçük olduğunu gördü. Üstelik burada göçük bölge muntazam biçimde bir insanın geçebileceği kadar büyüklükte bir kare şeklindeydi. Gizli geçidin girişi ? Diye aklından geçirdi.

Eğilip kayaları yerinden oynatıp gizli bir buton gibi bir şeyler aradı. Arkasından yaklaşan kedi gibi sessiz siluetler etrafını sardığında bir şeyler ensesini huylandırdı. Kıyamet sonrası dünyada geçirdiği vahşi yaşam hislerini bir örümcek gibi kuvvetlendirmişti. Harabeler ve su kenarları ya da ovalarda bir araya gelen az sayıdaki hayatta kalanlardan biri olsa hiçbir şey anlamazdı. Ama o bir mağarada yabani hayatta kalmıştı ve onun sezgileri diğer hayatta kalanlardan daha gelişmişti. Hiç beklenmedik biçimde bir anda çömelip dönerek gerisin geriye alçak tekme savurdu.

Tahmininde tam isabet tutturmuş ve arkasından elindeki copu ensesine vurmak üzere havaya kaldırmış ince figürü hazırlıksız yakalamıştı. Yediği çelmeyle geriye düşen figürden şaşkınlık sesi yükseldi. Hızla atlayıp belindeki gizlediği , İhtiyarlar tarafından verilmiş olan 9 mm’lik glockunu çıkarıp kapüşonlu adama doğrulttu.

Karanlıklar içinde kapüşonun içinden sakalsız temiz traşlı bir yüzü seçer gibi oldu. O anda içgüdüleri tetiği çekmekten vazgeçti. Onun bir asker olduğuna anlık bir sezgiyle karar vermişti. O anlık duraksamada beklemeye devam edemezdi ve hızla yana doğru zıplayarak kendisine gelmesini beklediği çevredeki diğer saldırganların mermilerinden kaçındı. Tahmin ettiği gibi gecenin sessizliğinde patlayan tabanca sesleriyle birlikte arkasındaki kayalarda kurşunların parçalama sesleri duyuldu. Kaçarken peşindekilerin yaklaşmasını engellemek için havaya doğru şaşırtma maksatlı taciz ateşleri açtı.  Zaten hali hazırda atletik ve ince yapılı olduğu için kolayca gece karanlığında sokaklara doğru kayboldu. Artık istediğini almış ve İhtiyarın talep ettiği gizli girişin yerini öğrenmişti. Maksadı istihbarattı , çatışma değildi.

* * *

Görev bittikten sonra İhtiyarın belirlediği köye yakın çorak arazide bir yerde onun adamlarıyla buluştular. Artık o üsse geri dönmesi yasaktı. Dışarıdan rastgele birinin gizli İhtiyar sığınağını bilmesine izin vermiyorlardı. İzbandut kılıklılara istihbaratı iletti. Kendisine yeni görevin yine telsiz alıcısı yoluyla iletileceği bildirildi. O zamana kadar serbestti ama kendisine belirlenen sınırdan dışarı çıkamazdı aksi takdirde elektronik kelepçeye can yakıcı sinyaller gönderilerek bacakları tutmayana kadar uzaktan şoklanacaktı. Bu adilerin çok ileri teknolojileri vardı ve bir o kadar da kötü niyetliydiler.

* * *

Özgür mağarasına dönmüştü. Ateşin başında otururken düşünüyordu. Bu saçmalığı sona erdirmek için gerekli fitili ateşleyecekti. Önce bu ihtiyarların güvenini kazanacak ve onlarla birlikte operasyona girebilecek kadar içlerinde yükselecekti. Bir yandan asıl Türklerin gizli sığınağı için ajanlık yapacak ve onlara çalışacaktı. Derdi ihtiyarları içten çökertmekti. O sığınağa direk olarak bir daha gider ve TSK mensuplarıyla direk iletişime geçerse elektronik kelepçe sinyalinden ne yapmaya çalıştığını direk anlayabilirlerdi. Ama ya o askerleri kendine çekerse? İşte o zaman yerinden bile kımıldamadan kimse bir şey anlamadan gizli askerlere bu devletler üstü teknokrat faşistlerin planlarını anlatarak birlikte hareket edebilirler , tüm bu vahşetin kaynağına inip onu temizleyebilirlerdi.

Bir sonraki gece planını devreye sokacaktı. Özgür karın gurultusunu umursamadan uzandı ve mağaranın ağzından gözüken yıldızlara baktı. Yavaş yavaş yine o yeşil renkli radyasyon yağmurları serpiştirmeye başlarken neşeyle gülümsedi. Kıyamet sonrasındaki uzun geçen umutsuz aylar sonunda ilk kez bir yaşama amacıyla gözleri parlıyordu.

Can Çelikel

12.03.1992 Alanya doğumluyum. Kimya mühendisliği mezunuyum. İzmir’de yaşıyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Aremas Aremas says:

    ‘Kıyametten sonra’ tadında bir öykü yazmışsınız.

    Birkaç ufak noktanın ardından anlatımdaki birtakım yerlere değinmek istiyorum.

    Radyasyon sonucu zehirli hastalıklı bir renge bürünen gökyüzünden haftalar boyunca yeşil renkli asit yağmurları yağarak tüm kalan canlılığa daha fazla zarar vermişti.

    Bence bu uzunlukta bir cümleye doğru yerlerde virgüller eklemek iyi olacaktır. "zehirli, …gökyüzünden, … " gibi. Ayrıca virgül eklenmesi gereken başka cümleleriniz de var. Çok az noktalama işareti kullanmışsınız.

    6 kişi birden dikkat çekildi.

    Dikkat kesildi.

    Tahmininde tam isabet tutturmuş…

    Ya tam isabet diyelim ya da tahmininde yanılmamış desek kulağa daha doğru gelecek bana kalırsa.

    Özgürün sabrı taşmıştı ve dayanamayıp bağırdı.

    “Kimsiniz lan siz? Ne istiyorsunuz ? Burası neresi?”

    Dumanların arasından sarı dişli iş adamı konuştu.

    “Biz senin hayal edemeyeceğin devletler ötesi bir yapıyız. Biz her şeyin arkasından ipleri çekenleriz. Bu gördüğün tüm yıkım ve kıyamet bizim belli bir plana yönelik eserimizdir. Sen ise bizim planımızda sadece basit bir et yığınısın. Şimdi bunu bil ve buna göre benimle konuşurken kelimelerine dikkat et çünkü kafanı koparmam bir saniyemi almaz.” … ve devamı.

    Bu kısım bana Türk dizisi repliği gibi hissettiriyor. :)) Bu gibi durumlarda, Batı kökenli filmlerde gördüğümüz diyaloglar ve davranışlar, bana daha gerçekçi ya da gerçekle uyumlu gibi geliyor. Bu tür arabesk diklenmelerin Malkoçoğlu filmlerinden miras kaldığını düşünüyorum. En azından alternatif diyaloglar yazarak öykünüzün farklı bir versiyonunu yaratabilirsiniz.

    Bunlar dışında özellikle ikinci yarısından sonra hangi öznenin ne yaptığını seçmekte zorlandım. Belki benim enerjim yetmemiştir bilmiyorum, o bölümdeki anlatım biraz dağınık geldi. Karakter motivasyonunu ve eylemlerdeki nedenselliği de çok güçlü bulmadım.

    Genel hatlarıyla iyi diyebileceğim bir öykü ama bence farklı şekilde kaleme alınırsa çok daha iyi bir hale gelebilir. Elinize sağlık.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for can.celikel Avatar for Aremas

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *