Gün ışımaya ve havayı ısıtmaya başlamıştı. Normalde sarı, fakat kirden kahverengi ile grimsi bir renk almış saçları, zayıf bacakları, pek de uzun olmayan boyu ve üzerindeki yarı yırtık kıyafetleriyle yerde yatan kişi X-127’den başkası değildi. X-127 gün ışığının gözlerine saldırırcasına vurmasıyla birlikte göz kapaklarını aralamış, usul usul etrafa bakıyordu. Oldukça yorgun olduğunu fark etti, üzerindeki bitkinliği her zerresinde hissediyor ve başına ne geldiğini idrak etmeye çalışıyordu. Epey kurak bir arazide olduğunu ve çok susadığını fark etti. Ağır hareketlerle yattığı, hatta yığıldığı, yerden doğruldu ve elini -istemsizce- bileğindeki cihaza attı. Dokunduğu an cihaz “Bip, bip, bip!” diye ötmeye başladı. Üzerinde birtakım görüntü ve tuşlar olan bu cihaz neyin nesiydi?
Bitkin vücudunun ve cılız boynunun tepesinde duran başında yoğun ağrılar hissediyordu. Susuzluktan veya -eğer aldıysa- bir darbeden olabileceğini düşündüğü bu ağrıları ve dehşet susuzluğunu gidermek amacıyla etrafına bakındı ve gözleri su arar oldu. Etrafta görebileceği su değil, yeşil veya mavi bir nokta bile yoktu. Bu görüntü karşısında kısa süreli bir şok geçiren X-127 nerede olduğunu bir kez daha sorguladı, Dünya olamazdı burası. Ayağa kalkıp biraz esnedi ve ağrıyan kemiklerini hareket ettirip rahatlamaya çalıştı ve nerede olduğunu bilmediği su kaynağı veya tanıdık bir şeyler bulmak ümidiyle yola koyuldu. Başta ağır ağır hareket eden bacakları gitgide açıldı ve sabırsızlık içinde seri seri hareket etmeye başladı. Gittikçe hızlanarak yürüdüğü sırada bulunduğu yeri değerlendirmeye devam etti. Öncelikle, burası Dünya olamazdı; ağaç, göl, nehir veya canlı bir şeyler göremiyordu. “Farklı bir gezegene düşmüş olabilir miyim, öyleyse burası neresi, nasıl nefes alabiliyorum, Dünya’ya da benziyor sanki şimdi ne yapacağım,’’ gibi düşünceler çınlamaya başladı beyninde.
Yürüdükçe tepeler, dağlar ve çölleşmiş araziler görür oldu. Yer şekilleri bakımından Dünya’ya benzeyen bu yerin Dünya olabileceğini düşünmeye başladıkça içini bir ürperti kapladı. Yorgun adımları ile mesafe kastettikçe her seferinde benzer yer şekillerini gördükçe zihninde “Burası Dünya, buraya ne oldu?” cümlesi yankılanmaya başladı. Düşünceleri arasında kaybolmuş ve öylesine yürürken kolundaki cihazdan sesler gelmeye başladı.
“X-127! X-127! Duyuyor musun, X-127? Y-6331 konuşuyor, cevap ver.”
Konuşan ses tanıdıktı ve X-127’yi hemen harekete geçirdi, eliyle cihazı yokladı ve tuşlara sırayla basarak konuştu.
“Duyuyorum, neredeyim ben, ne oldu bana?”
“Sakin ol X-127. Sen bir astronotsun, Z-512 (kara delik) ile zamanda yolculuk yapıp geçmişi değiştirmek adına görevlendirilen bir astronot. Dünya’da kötü şeyler yaşandı, büyük savaşlar patlak verdi. Biz de bugünü kurtarmak için geçmişe gitmek istedik. Einstein’ın çalışmaları doğrultusunda bir Z-512 yardımıyla zamanda yolculuk yapıp geçmişe giderek akışı değiştirmeyi amaçlıyorduk. Öncelikle Albert’in yaşadığı döneme giderek bu görev için alabileceğimiz bilgileri almak, ardından daha da geriye giderek bazı şeyleri değiştirmek istedik. Bir şeyler ters gitti ve görevdeki arkadaşların ve senle olan irtibatı kaybettik. Y-124 ve X-138 hedeflediğimiz kadar geriye gidemedi. Cihazları yardımıyla onlarla irtibata geçtik ve şu an onları kurtarmaya çalışıyoruz. Senin nerede ve hangi zaman diliminde olduğunu anlamamız için sakin ol ve bize yardım etmeye çalış. Önce, kolundaki cihazın tam altında bir buton var, ona bas ve yavaş yavaş etrafında dönerek çevreyi göster bize.”
“Oldu mu? Etrafta hiçbir şey yok, yalnızca uçsuz bucaksız çöl ve tepeler var.”
“X-127, cihazı zemine doğrult, kumları incelememiz gerekiyor.”
“Ne yapıyorsun? Anlamıyorum.”
“Bizden 72 bin yıl ileridesin. Dünya’ya neler olmuş olabilir?”
“Bilmiyorum, sadece buradan kurtulmak istiyorum. Kurtarın beni.”
“X-127, oraya gittiğine göre kara deliğin orada bir bağlantısı olmalı. Çok uzaktan görünebilecek kadar büyük, parlak, farklı olabilir; fakat kum tanesi kadar ve belirsiz de olabilir. Her yeri gezip bulmalısın, aksi takdirde seni kurtarmamıza imkân yok. Sen kara deliğin bağlantısını ararken biz bir yandan seni izleyip, bir yandan da dünyaya neler olacağını anlamaya çalışacağız. Bizle bağlantıda kal.”
“Anlaşıldı, Y-6331.”
X-127 duydukları ile yıkılmış ve ümidini kaybetmiş bir hâlde yürümeye devam etti. Eğer kara deliğin bağlantısı Y-6331’in dediği gibi kum tanesi kadar ise onu bulmak imkânsızdı ve burada can verecekti. Oldukça büyük ve belirgin ise de şu ana göremediği için çok fazla mesafe yürümesi gerekecekti. Yemek ve su ihtiyacını karşılayacabileği bir şeyler göremiyordu. Tüm bunları Y-6331 ile paylaşamıyor ve kendi içinde düşünüp duruyordu.
Uzun bir mesafe daha yürümüş ve gezegenin sıcaklığını her şeyiyle hissederken yürüyecek hâli kalmamıştı. Bitkinliği, çaresizliği tümüyle hissetmeye başladı. Ümitsiz bir şekilde görüntü düğmesine basıp bağlantıyı kesti ve olduğu yere çöktü. Geçmişte sadece bir teori olan ve şimdi ise canına mal olan kara deliğin acısını hissetti kemiklerinde. Çektiği yoğun acı ve ağrılarla birlikte eski hayatını hatırlamaya başladı. Bir ailesi yoktu, birlikte yaşadığı bir sevgilisi ve kara delik hakkında aldığı bu görevlendirmenin hevesi vardı içinde. Y-78’i özlemiş olduğunun farkına bile varamadan çöktüğü yerde can verdi. Kara deliği kullanarak zamanda yolculuk yapıp, geçmişi düzeltip, geleceği kurtarmak isterken gelecekte can verdi. Kara deliğin bağlantısını bulamayacak ve oradan kurtarılamayacak olduğunu fark ettiği an Z-512’nin sonsuzluğu içerisinde kayboldu.
- Z-512 - 1 Kasım 2019
- Ağaç Hurda - 1 Eylül 2019
Merhaba,
Kara Delik temasına son derece direkt yaklaşılmış hoş bir kurgu okurken, umuda ve umutsuzluğa dair alt metinle karşılaştım. Böylece benim nazarımda öykü tamamlanmış oldu. Hoş salt olay örgüsü bazlı da olabilirdi ama bu uzunluk düzeyinde bir alt metin çok daha iyi oldu.
Dili ve imla kurallarını da son derece doğru kullandığınızı düşünüyorum.
Kaleminize sağlık…
Merhaba,
Teşekkür ederim…