Uluslararası Uzay İstasyonuna bağlı araştırma merkezindeki laboratuvarımızda denek üzerinde çalışmalarımızı sürdürüyorduk. Hava gayet güneşliydi ve yaz mevsimindeydik. Fakat birden bahçedeki ağaçların rüzgârın etkisiyle sertçe sallandığını gördüm. Bu saatlerde bir fırtına beklenmiyordu. Fırtına çıkacak olsa bile mutlaka bize önceden bildirilirdi. Öyleyse dışardaki ağaçlar neden sürekli sallanmaya devam ediyordu?
Laboratuvarın içinde olmama rağmen, helikopter sesini duyabiliyordum. Ses git gide yoğunlaşırken, bahçeye doğru yaklaşan iki helikopter gördüm. Aşağı sarkıttıkları ipten süzülerek inen çelik yelekli özel tim, ellerinde uzun namlulu silahlarla içeri girip tüm çalışanları rehin aldı. Dışarda bekleyen iki güvenlik görevlisi böyle bir olaya hazırlıklı değildi. Gelen insanların sayısı en az bir düzineydi.
Laboratuvarda çalışan herkesin esir alınmasına karşın içlerinden bir tanesi, başında “Rambo” filminde olduğu gibi kırmızı bir bant takmış olanı, tedirgin davranışlar sergiliyordu. Etrafındakilere sürekli el kol işaretleri yaparak talimatlar yağdırıyordu. Eli titreyen 18-20 yaşlarında gözüken genç bir çocuk vardı. Bant takan adamın, çocuğa doğru bir hışımla üstüne yürüdü. Sonra da aralarındaki şu konuşmaya şahit oldum;
“Neden korkuyorsunuz? Hiçbirinin silahı bile yok ama bizim var. Kendinize gelin beyler! Boş boş gözlerle bakmayın bana. Asıl korkmamız gereken biz değiliz, onlar! Korkmanızı gerektirecek ne olabilir ki?”
Tam o sırada büyük bir gürültü koptu. Bilinmeyen uçan daire havada süzülüp duruyordu, aniden bahçeye ve içeriye doğru lazer silahı olduğunu tahmin ettiğim bir silahla ateş açıldı. Bizi esir alanlar bizi bırakıp sağ sola kaçışmaya başlamışlardı. Ortalık birden kan gölüne dönmeye başladı. Bense olanlar karşısında donup kalmıştım. En son üst kattaki balkondan ağaçlara düşen bir adamı gördüğümü hatırlıyorum. Sonrasında bir anda görüşüm bulanıklaşmaya başladı. Kendimi düşen adamın yerine geçmiş bir hâlde buldum. Çalılıkların arasında debelenip dururken nasıl olduysa kendimden geçmiştim.
Kendime geldiğimde ise ağacın hiç bir zarar görmediğini fark ettim. Sanki az önceki çatışma hiç yaşanmamış gibiydi. Bense kendimi ağacın karşısında bir sandalyeye bağlanmış vaziyette bulmuştum. Boynuma uzanan ucu çatallı, hilal şeklinde olan dal parçası hareket etmeme olanak tanımıyordu. Olanlar bana çok mantıksız gelmeye başlamıştı. Neler oluyordu? Az önce ben içerde değil miydim? Sonra neden düşen adamın ben olduğunu görmüştüm ve neden kendimi bu sandalyeye bağlı buldum? Yoksa çok çalışmaktan dolayı bir sanrı mı görüyordum?
Bir süre sonra sol balkonda gözüm ilişti. Koridor gibi uzanan balkonda İnsan olmadığı bariz olan yabancı bir varlık yürümekteydi. İnsanımsı bir görünümü olmasına rağmen, teni sürüngenlere aitmiş gibi görünüyordu. Boyu yaklaşık 1,60 cm vardı. Büyükçe gözlerini bana dikmiş bakmaktaydı. Üstünde laboratuvar önlüğü, elinde de yarı saydam bir tablet vardı. Arkamdaki balkona ilerlerken bana doğru bakmaya devam ediyordu. Sanki aklımı okumaya çalışıyormuş gibi bir hâli vardı.
Bense tüm gücümle bağırmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu. Kıvranıp durmama rağmen, devlet hastanesinde çalışıp hastasını umursamayan doktorlar misali hiç oralı olmadı. Enerjimin tükendiğini hissedebiliyordum… Son bir gayretle bir kez daha bağırmak, onlara buraya neden geldiğimi söylemek istedim;
“Ben barış için geldim!”
* * *
Uyandığımda başım feci bir şekilde ağrıyordu. Rüya görmeme şaşmamalı, tam yedi gündür nereden geldiği belli olmayan melez bir varlık üzerinde testler yapıyorduk. Çok geçmeden saatin alarmı çaldı. Baş ucumda duran dijital saate doğru baktım: 06:30
Hemen alarmı durdurdum. Alyansımı sağ yüzük parmağına taktım. Takvime doğru baktım: 14.02.2018
Takvimdeki notta şöyle yazıyordu;
“Deneğin astronot kıyafetinin analiz sonucunu almayı unutma.”
Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Aynada yüzüme baktım. Yorgunluktan göz altı torbalarım şişmiş, perişan bir hâlde görünüyordum. Birden gördüğüm rüya aklıma geldi. O varlık, gerçekten Dünya’ya barış için gelmiş olabilir miydi? Bu rüya kaç gündür bastırdığım vicdanımın bir dışa vurumu olabilir miydi?
Kapıyı açıp çıktım ve laboratuvar merkezine doğru yürümeye başladım. Her zaman geçtiğim koridordan geçiyor olmama rağmen sanki bu sefer daha uzunmuş gibi geldi. Aklımda binbir tilki dolaşıyordu. Beyaz gömleğimin yaka düğmesini açarken bir yandan da boynumu esnettim. Karşımda yürüyen bir çalışan bana gülümseyerek;
“Günaydın doktor…” dedi.
Zoraki bir şekilde gülümsedim. Her zamanki soğukkanlılığımı korumaya çalışıyordum. Merkez binasına giriş yaptığımda, insanların çalışırken çıkarttığı yoğun gürültü kulağıma şiir gibi geldi. Bu bana her seferinde kendimi toparlayıp işime odaklanmam için yoğunlaşma sağlıyordu.
Deneğin bulunduğu odaya doğru yürürken beni her seferinde sinir eden yardımcımın geldiğini gördüm. Hızlı ve seri adımlarıma hemen ayak uydurdu.
“Günaydın efendim…”
Başımı çevirmeden sordum;
“Deneğin kıyafet analizi geldi mi?”
Aceleci bir ağızla;
“Deneğin astronot giysisinin analiz sonucu daha çıkmadı efendim. Muhtemelen bu gece sonuç alırız diye umuyorum.”
Birlikte deneğin olduğu odaya giriş yaptık. Cam bölmede melez varlığın yanına koruma giysisiyle giren bir çalışan, deneğin başına takılmış olan cihazı çıkartıp aldı. Denek, sanki beni görüyormuşçasına dümdüz karşıya bakıyordu. Böyle bir canlıya bakıyor olmak yeterince ürkütücüyken, onun da bana baktığını görmek daha ürkünçtü.
Yanıma alımlı bir kadın çalışan geldi. Uzun sarı saçlarını arkaya doğru fırlatırken bana kur yaptığı hissine kapıldım. Elinde tuttuğu tableti uzattı ve konuşmaya başladı;
“Efendim, bunlar deneğin savaş simülasyonundan alınan fiziksel test sonuçları. Göz atmak isterseniz tüm sonuçlar burada kayıtlı. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, testin en dikkat çeken sonucu şu; deneğin kalbinin, normal bir insan kalbinden 3 kat daha hızlı attığı tespit edildi.”
Tablette yazan bilgilere hızlıca göz gezdirdim. Kendimi hâlâ iyi hissetmiyordum. Elimdeki tableti masaya bırakıp;
“Tamam, çekilebilirsin.” dedim.
Kollarımı kavuşturdum. Sonra elimi çeneme dayayıp düşünmeye başladım. Deneğe dikkatlice baktım. Son iki yıldır rüyalarımda bu yabancı varlığı görüyordum. Ve o tam yedi gündür canlı bir şekilde karşımda duruyordu. Peki neden ben? Neden benim rüyalarıma görünme ihtiyacı duymuştu? Bu yabancı varlığın biz insanlarla iletişime geçme yöntemlerinden biri olabilir miydi? Belki de benimle onun arasında telepatik bir bağ vardı. Düşünmesi korkunç gelse de, eğer doğruysa Dünya bir daha eskisi gibi olmayacaktı.
Derin düşüncelere dalmışken laboratuvar ışıklarının bir süreliğine yanıp söndüğünü fark ettim. Gözüm o işe yaramaz yardımcımı aradı, ne kadar sevmesem bile çalışkanlığını hep takdir etmişimdir. Bana başıyla “sorun yok” işareti yapınca derin bir nefes aldım. Tam sandalyeme otuyordum ki bu sefer elektronik cihazlardan garip sesler gelmeye başladı. Ortalıkta tuhaf bir şeyler oluyordu, ne olduğunu çözmem ve bunun bir an evvel önüne geçmem gerek gerektiğini düşündüm.
O sırada büyük bir gürültü koptu. Arkamdaki kapı kırılmıştı, daha doğrusu parçalarına ayrılmış bir durumdaydı. İçeriye girenleri görünce aletler neden bozulduğunu anladım. Deneğin soyundan olan yabancılar baskına gelmişti ve içerdeki herkese lazer silahlarıyla ateş ediyorlardı. Odada ki insanların şok geçirerek birer birer yere yığıldığını gördüm. Fakat hiçbiri, bana dönüp ateş etmemişti. Arkamdan kopan gürültüyü duyup döndüm ve cam bölmenin artık olmadığını gördüm.
Ayağa kalkan denek bana doğru gelirken, kocaman gözleriyle beni hipnoz altına almıştı. Hareket etmek istiyordum fakat yapamıyordum. İçimde korku veya endişe belirtisi yoktu. Garip bir şekilde kendimi emin ellerdeymiş gibi güvende hissediyordum. O yanıma yaklaşırken enerji yoğunluğundan dolayı ayakta durmakta zorlandım. Yer çekiminin de etkisiyle omuzlarım düştü. Dizlerimin üzerine çökmek durumunda kaldım. Başımı kaldırmakta bile zorlanıyordum.
En nihayetinde o yanıma doğru yaklaştı. Başını bana doğru eğdi ve kulağıma fısıldadı;
“Korkma, arkadaşların sadece bayıldı. İki yıldır anlatmaya çalıştığım gibi, biz barış için geldik. Nişanlın balık restoranında yer ayırttı, seni bekliyor. Sevgililer günün kutlu olsun, doktor!”
- Kaybolanların Çağrısı - 1 Ağustos 2022
- Zarfın Gizemi - 1 Mart 2020
- Donnie Albert’in Daktilosu - 15 Ağustos 2018
- 14 Şubat - 15 Şubat 2018
Düzenleme için sevgili Şilan’a, ilk değerlendirme ve tavsiyeleri için Muhammed Doğan’a teşekkür ederim. Seçkiye ilk kez öykü gönderdim bu yüzden heyecanlıyım. Eleştirilerinizi bekliyorum arkadaşlar sizin aranızda bende tecrübe kazanmak istiyorum. Herkesin ellerine ve yüreğine sağlık. Kayıp rıhtım ekibine de bu fırsat için çok teşekkür ederim.
Merhabalar, siz de benim gibi ilk kez seçkiye katılmışsınız O yüzden aynı heyecanı yaşamışız.
Kendimde aşmaya çalıştığım ve sizde de gördüğüm bir eksiği belirtmek istiyorum. Sanırım betimleme konusunda biraz daha çalışmamız gerekiyor. Aynı şekilde benzetmelerde de. Yani kırmızı bandı Rambo filmindeki gibi diyerek, okuyucunun gözünde kolayca canlandırmaktansa sadece sözcüklerle anlatabilirdiniz mesela.
Bu konuda - asla ve asla haddim olmayarak! - bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Özellikle kalabalık yerlerde beklerken; mesela bir otobüs terminalinde, bir durakta gördüğüm bir insanı seçip içimden bir yazar gibi konuşarak onu betimlemeye çalışıyorum bazen. Ya da bir nesneyi. Bu tiyatro yıllarımda, gerçekçi oynayabilmek adına hocamın verdiği bir gözlem ödeviydi. Ve çok faydasını gördüğümü söyleyebilirim.
Hikayenizin kurgusuna söyleyecek sözüm yok, ben beğendim. Rüya kısmında kendini düşen adamın yerinde bulması çok güzel bir detaydı bence. Gördüğümüz rüyaları bile anlatamazken, hiç görmediğimiz bir rüyayı yazmaya çalışmak zordur. Bu detay gerçekten rüyayı rüya yapan şey gibi geldi bana.
Mesela alyans detayını çok sevdim. Çoğu zaman günlük hayatın asıl rutin hareketlerini es geçiyoruz yazarken. Mesela uyandım evden çıktım gibi yazıyoruz. Peki ya tuvalet? Yüz yıkama? Yatağı düzeltme? Perdeyi açma? Bunların hepsini arka arkaya sıralamak tabi ki sıkıcı olur. Ama bazen böyle gerçekçi detayları yazmak güzel bence. Aslında siz karakterin nişanlı olduğunu göstermek için bunu yapmışsınız sanırım. Ama bunu karakterin bu kadar doğal ve gerçekçi bir hareketiyle anlatmanız çok hoşuma gitti.
Son olarak ben daha dramatik bir son beklerken böyle muzip bir şekilde bitmesi de hoşuma gitti. Beni gerçekten şaşırttı ve istemsizce gülümsedim.
Elinize, kaleminize sağlık
Kurgu ilgi çekiciydi ve anlatımınız akıcı. Ancak bazı yerler çok hızlı geçilmiş gibi geldi. Öykü biraz daha derin işlenebilirdi. Benim gözlerim de daha fazla betimleme aradı. Sonu güzel bağlanmış, gülümsedim.
Çok teşekkür ederim. Evet betimleme işinin en zayıf olduğum taraf olduğunu düşünüyorum. Gözlemimi artırmak iyi bir tavsiye çünkü küçüklükten beri böyle şeylere pek dikkat etmem. Birşey anlat deseler anlatamazdım mesela Aceleye gelen bir öykü oldu bir günde yazdım. Rüya anlatmak evet zor bir iş gerçekten, ben kendi gördüğüm bir rüyadan esinlendim dürüst olmam gerekirse. (Düşme olayı rüyamda da vardı çünkü, ama bir detay olarak dikkat etmemiştim siz söyleyince dikkatimi çekti) Nişanlı olduğunu vurgulamak için koydum evet, ben okuduğum romanlarda böyle göndermeleri ve/veya ayrıntıları seviyorum ve dikkat etmeye çalışıyorum. Ben hep finallerin etkileyici olmasını isterim genelde, buradaki finali bende bilmiyordum yazmaya başlarken. Ortalarda aklıma geldi böyle bişey yapmak, güzel düşünceleriniz için teşekkür ediyorum. Birde lütfen çekinmeyin herkesin düşüncesine saygı duyuyorum ve daha yolun başındayım. Herşey benim için önemli hatta keşke bir üstat çıkıp öyküyü yerden yere vursa da bişeyler öğrensem diyorum bazen
Aceleye gelmiş bir öykü oldu gerçekten son gün yazdım. Beğenmenize sevindim, değerli yorumunuz için teşekkür ederim