Memnuniyetsizlik, sadece yüzünden oluşan bedeninin her noktasına yerleşmişti. Mezar Uğrusu’nun adı sürekli şekil değiştiren ve bir görünüp bir kaybolan ellerinin uzanabildiği en derin mezarları çalmadıkça unutulmaya başlamıştı. Geceleri seçilmeyen upuzun, şekilsiz kostümünün altında hiçbir şey yoktu. Sadece, gerçek bir bedeni olsaydı, titreyen çenesinin altında tedirginlikle kaynayan bir göğüs kafesi bulabilirdik. Gece Gezeni’nin yeni bir mezar çalıp ruhunun terk ettiği tekinsiz diyardaki varlığını yeniden canlandırması gerekiyordu. İçine düştüğü karanlık, içinde doğup büyüdüğü gecelerden daha derin, zamandan bağımsız, ulaşılmazdı. Kontrolü kaybeden bir Mezar Uğrusu bereketli topraklarda yeniden ava çıkamazdı. Uzun zamandır hiçbir canlıyı ölüme götürmemiş, hiçbirini ölümden çalmamıştı. Tükenmez uykusu ve baş ağrısı, kavgaya tutuşmuş iki çığlık gibi yavaş yavaş onu ele geçiriyordu.
Gece Gezeni, günlerdir uyuyamamış, mezar çalamamış, adını unutturmaya başlamıştı. Vadesinin dolduğunu ruhunun emilmeye başlamasından anlıyordu. O ve o gibilerin dünyasında böyle işliyordu. Her an mesaideydiler. Kazandıkları tek şey kazanılan mertebeler ve can böcekleri ölmemiş ruhlarıydı. Gece Gezeni ise sahip olduğu her şeyi kaybetmek üzereydi. Uzun zamandır beklediği haber Gece Kuşları’nın kokmuş gagaları aracılığıyla kulağına üflendi. Derin Dünya’dan gelen bir emirle Ulu Gece’nin huzuruna çağırılıyordu.
İnsanların dünyasındaki verimli topraklarda her şey onların istediği gibi gitmiyordu. Göremedikleri kimselerin de hüküm sürdüğünü bilseler, delirirlerdi. Ama gecelerin ve gündüzlerin ayrı ayrı sorumluluları vardı. Bunlar, Derin Dünya’nın sahibi Ulu Gece ile Güneş Yüzü’nün sahibi Ulu Güneş’in gölgesinde gerçekleşirdi. Derin Dünya’da hep gece vardı. İnsanların dünyasında gece yaşanan tüm tedirginliklerin sorumlusu Derin Dünya mensuplarıydı. Gündüzleri insanların başına gelen her şey, Güneş Yüzlülerden sorulurdu. Birinin başına güneş geçse dahi, Ulu Güneş’in varlıklarından hesap sorulurdu. Gece Gezeni, efendisi Derin Dünya’nın sahibi Ulu Gece’nin yanına çağırıldığında, gecenin huzuruyla kavuşmayı umuyordu.
Gece Gezenleri, çoğu gulyabaniler soyundan oluşan Derin Dünya vatandaşlarının insan dünyası sorumlularıydı. Şöyle desek daha iyi anlatmış olacaktık: Mezar Uğruları, kendini gece gezeni olarak tanıtırdı. Diğer görevleri ise yolcuları yollarından alıkoymak, gece uykularını mahvetmek ve günleri uzatan Güneş Yüzlüleri gördüğünde savaş açmaktı.
Ona haberi getiren Gece Kuşu’nun kanadına takılmış uzun zamandan beri ilk kez evine gidiyordu. İçinde beslememesi gerektiğinden emin olduğu bir heves vardı. Evine çağırılmıştı. Bu birçok anlama geliyor olabilirdi. Uğursuzluğu fark edilmiş olabilirdi. Son teknolojiyle yapılmış tariflerle üretilen büyü tedavilerine başlanabilirdi. Derin Dünya’nın efendisi bir gece rüyasında bu görevin onun ruhuna uygun olmadığını görmüş olabilirdi. Gece Gezeni, kendisini Ulu Gece’nin rüyasına girebilecek kadar önemli görüyorsa sorun sadece bu bile olabilirdi.
Gece Gezeni insanoğlunun dünyasından kendi dünyasına geçiş yaparken kapıda bekleyen Gece Cüceleri’nden Ulu Gece’nin en sevdiği kelimeyi sormuştu. Güya Ulu Gece’nin aklını çelecek, gönlünü bu şekilde kazanabilecekti. Gece Cüceleri ise bu isteğe karşılık olarak, “Yani şimdi işe yaramaz avcının teki efendimizin bildiği eski dili bilecek,” cümlenin yarısında cücelere yaraşır kıkırdamalar, “ve üstüne bir de eski dilde gece bekçisi kelimesini bilecek.” Cümlenin sonuna gelindiğinde Gece Gezeni için cevap çoktan verilmişti. Cüceler, mezar uğrusu malzemelerini teslim ederek içeri girmesini söylediler. Bu, kendi evinizin kapısında anahtarlığınızı, cüzdanınızı, giysilerinizi bırakıp içeri girmeniz demekti. Gece Gezeni, “Keşke uğursuzluğumu da size bırakabilsem yerin dibine geçesiceler,” dedi, sanki yeterince yere yakın değillermiş gibi.
Gece Gezeni geniş kemerindeki ceplere takılmış kazı malzemelerini, insanların sevmediği kâbus tozlarını, Derin Dünya’dan olduğunu anlatan kolyesini bile kuşun üzerinden inmeden cücelerin önüne attı. Gece Kuşu da uygun bir yerde onu üzerinden attı. Aracıların bile saygı göstermediği avcı Gece Gezeni, evine gelmişti. Ulu Gece’nin karşısına çıkarılmak üzere Gece Kuşu’nun onu bıraktığı yerden alınmıştı. “Uzun yoldan geldin, bir şeye ihtiyacın var mı?” diyeni bilme çıkmamıştı. Uğursuzluğun fitilini böylece ateşleyivermişlerdi. Diğer aracı Gece Kuşları, esnek kanatlarıyla Gece Gezeni’ni kulaklarından yakaladılar. Onu iki taş kolon ile ayrılan Derin Dünya’nın dokunulmazlık alanına getirdiler. Normal şartlar altında buraya girebilmek için önünüzde Derin Dünya vatandaşlarından oluşan yaklaşık bin kişilik bir sıraya girmek gerekirdi. Yalnızca dokunulmazlığı olanlar ile başı belada olanlar bu şekilde girebilirdi.
Ulu Gece görkemli bir görünüme sahip olmamasına rağmen bakışıyla hizaya getiren biriydi. Gece Gezeni’nin onunla tanışması, babasının bir gece boyunca bir tane bile mezar çalamayıp sabaha karşı Ulu Gece’nin gazabına uğradığı haberini almasıyla gerçekleşmişti. Gece Gezeni ufak bir çocukken babası onu bir mezar uğrusu olarak yetişmemesi için Ulu Gece’den saklamıştı. Derin Dünya’da hiçbir şey Ulu Gece’nin görmediği, ulaşamadığı, bilmediği bir yerde, hatta içinizde saklı bir köşede bile duramazdı. Babası, Yont, bir şeyi yürekten isteyen herkes gibi kötü ihtimalleri aklına bile getirmiyordu. Büyük Mezar Uğrusu Yont, oğlu Gece Gezeni’ni tüm evrenin sahibi olan kimse gelse dahi kapıyı açmaması, ses etmemesi için tembihleyip ava çıktığı bir gecenin sonunda geri döndüğünde her şey bitmişti. Yont uzun süredir hiçbir mezarı topraktan çalamamış, Ulu Gece’nin ruhunu doyuramamıştı. Üstelik hatırladığı kadarıyla Gece Gezeni’nin Derin Dünya’ya doğuşundan beri, bunu başaramıyordu. Her bebek bereketiyle gelmiyordu. Kimisi de gözeneklerinde sakladığı uğursuzluğuyla doğuyor, büyüdükçe onu besliyor ve etrafa saçıyordu. Yont’un Derin Dünya’ya, daha doğrusu Ulu Gece’ye veremediklerine karşılık olarak Gece Gezeni’ni alınmıştı. Babasının Derin Dünya ile tüm bağlarını koparmış, insanoğlunun dünyasına başka bir diyara bağlı olmadan gidemeyeceğini bildiği için başka bir ceza düşünmemişti. Yont ise Güneş Yüzü’nün sadık hizmetkârlığına mecbur kalmıştı.
Gece Gezeni nasıl olur da babasına bile sirayet eden bu lanetten kurtulup Ulu Gece’nin istediği gibi bir avcı olacağını bilmiyordu. Derin Dünya’dan gelen emirle onun huzuruna çıkarılmasını fırsat bilip bu soruyu sormayı kuruyordu. Ulu Gece’nin huzurunda olup da o dilini çözmeden bir soru sormaya yeltenmek, Derin Dünya’nın en gözü kara savaşçılarının bile yapmayacağı şeydi. Gece Gezeni, arkasında duran, onu sırtında taşıyıp bekçilerin gölgesinde Ulu Gece’nin karşısında dikilmişti. Dilinin çözülmesine dair bir emir aldığını kimse duymamıştı. Ama Gece Gezeni, “Derin Dünya’nın Efedisi’ne soracaklarım var,” dedi. Ulu Gece, tedirginlikle ortalığı yıkmasını bekleyen tüm Derin Dünyalıların beklentilerini boşa çıkararak, Gece Gezeni’ne yaklaştı. Pürüzlü sesiyle kulakları gıcırdatarak, “Babanı,” dedi, Gece Gezeni artık gözlerini kırpmıyordu, “emrimdeki tüm gece gezenleri arıyor. Hiçbiri senin baban olduğunu bilmiyor. Güneş Yüzü’nün emrindeki bir köpek sanıyor bile olabilirler. Yont, ah Yont… Geçmişteki sadık avcım şimdi oğlunun uğursuz bir piç gibi hiçliğe bırakılmasına yol açtığından habersiz.”
Gece Gezeni, böyle aşağılık bir cevap karşısında gözlerine yemin ettirmişti. Ulu Gece’ye huzur verecek tek bir damla gözyaşı dökmeyecekti. Ve gözlerine tekrar yemin ettirmişti. Ulu Gece’nin ölümünü kendi ellerinden görecekti. Kendine, “Düşünme,” dedi, “sen ne düşünürsen onun da aklına aynı fikir doğar.” Gece Gezeni aç, susuz ruhunu kinle beslerken Ulu Gece yaptığı hazırlıklarla ilgileniyordu. Daha önce tembihlenmiş aracı cüceler Gece Gezeni’nin anılarına savaş açacak borazanı üflemişlerdi. Güneş Yüzü’nden görüntüler Gece Gezeni’ne gösterilmek üzere oynatılıyordu. Babası Yont’u en son sağlam kollarıyla gulyabani türünün en hevesli mezar uğrusu olarak hatırlıyordu. Gece Gezeni’ni hayata bağlayan tek şey, babasının bildiği son haliydi. Ulu Gece’nin izlettiği görüntüde Yont, Güneş Yüzü’nün sağ arka çaprazında, dizlerinin üzerine çökmüştü. Ellerinde kalan son kirli güçleri gece gezenlerinin aleyhine kullanıyordu. Günleri uzatıyor, toprağı sağlamlaştırıyor, güneşi ısıtıyordu. Ölülerin kemiklerine güç katıyordu. Ulu Gece’nin amacı Gece Gezeni’ni babasına düşman edip günlerin uzamasına karşı hırslanmasını sağlamaktı. Bu şekilde babasının sonunu yaşamaktan korkacak, yüzyıllar önce toprağa iyice oturmuş mezarları bile çalacak istekle dolacaktı.
Ulu Gece’nin düşündüğü gibi olmadı. Gece Gezeni, Derin Dünya’nın ondan aldığı her şeyi, babasını, geri kazanmak için tutuşuyordu.
* * *
Günler uzamaya başlamış, Gece Gezeni için her şey olduğundan daha zor bir hâl almıştı. Kendisinin bile göremediği, yakasına yapışmış bir çeşit lanet, kara büyü, uğursuzluk ya da insanoğlu buna ne diyorsa kirli gücüne el koymuştu. Derin Dünya’dan döndüğünden beri efendisinin söylediklerini düşünüyordu. En geç yarın haberci kuşlarla kararını bildirmesi gerekiyordu. İki ihtimal vardı. Ulu Gece, Mezar Uğruluğu görevini Gece Gezeni’nden geri alıp onu hiçlikte boğulmak üzere yalnızlığa mahkum edecekti. Diğer ihtimal ise bundan daha umut verici gözükmüyordu. Gece Gezeni ya ömrü boyunca çaldığından daha çok mezarı Ulu Gece’ye kararlaştırılan bir gecenin sonunda sunacak ya da sonsuza dek Güneş Yüzü’nün emrine geçecekti. Bu, babası gibi, günleri uzatmakla görevli olması, bir diğer deyişle tüm gece gezenlerinin düşmanlığını kazanması demekti. Derin Dünya’ya ait olan bir şeyin Güneş Yüzü’ne gönderilip huzur bulması mümkün değildi. Babasının yaşadığı zorluklar, tahmin edilerek anlaşılacak kadar kolay şeyler değildi. Gece Gezeni çocukluğundan beri onunla konuşmamış olsa bile orası hakkında anlatılanlar ışığında bunu bilebiliyordu.
Yarın oldu. Gece Gezeni, haberci kuşun kanat çırpma seslerini duyduğunda henüz bir karara varabilmiş değildi. Çünkü karar vermesi gereken sürede Ulu Gece’ye müstahak olan bir ihanet planı yapmakla meşgul olmuştu. Hiç kimseye, kapıdaki cücelere bıraktığı mezar uğrusu ve avcı malzemelerine bile ihtiyaç duymayan genç bir gulyabani olarak Derin Dünya’yı bozguncuların elinden kurtarabilecekti. Tek ihtiyacı olan şu uçan Derin Dünyalılardan birini Ulu Gece’ye karşı doldurup kendine yardakçı yapmaktı.
“Derin Dünya’nın Efendisi Ulu Gece’den haber var. İki taş kolonun arasından Derin Dünya’nın sadık avcısını ilgilendiriyor. Buraların gece gezeni sen misin?”
“Burada senin gibilere kuş beyinli dediklerini biliyor musun? Ne gibi duruyorum, insan mı?”
On saniye önce verdiği karara hiç de denk düşmeyen bir diyalogun ardından kuş alınmış gibi görünüyordu. Sesi düşmüş, kanatlarını iki yanına iliştirmişti. Gagasındaki haber kâğıdını Gece Gezeni’nin önüne tükürdü. Derin Dünya dilinde, Ulu Gece’nin kargacık burgacık yazısıyla yazılmıştı. Gece Gezeni’nin kararını Gece Kuşu’na yazılı şekilde bildirmesi gerektiği yazıyordu. Bunu insanoğlunun dünyasında sadece Gece Gezeni okuyabilirdi.
Gece Gezeni, elini alnına koyup habercinin sabrını tüketiyordu. “Ah,” dedi içlenerek, “sen bunları hiç hak etmedin.” Gece Kuşu, “Yazık,” diye düşündü, “kendisini teselli etmek yine kendisine düştü herhalde.” Gece Gezeni başını kaldırıp kuşa baktı, “Derin Dünya’daki hayatının son günü olduğunu bilseydin büyülü yemlerle sulardan biraz stok yapardın, öyle değil mi?”
Gece Kuşu sorunun muhatabının kendisi olduğunu anlamamak için gulyabani türünün insanoğlunun dünyasında korkutmaya çalıştığı bir başkasının etrafta olup olmadığına baktı. Hayır, Gece Gezeni iyi saklanmıştı. İnsanoğluyla sadece gece uykularında ilgilendiğini de biliyordu. “Ben mi,” dedi, “beni mi kastediyorsun?” Gece Gezeni soruyu cevaplamak yerine haberi okumaya başladı. Sizin anlayacağınız yeni bir haber uydurmaya başladı:
“Sevgili Gece Gezeni Liyot,
En sevdiğim avcım olduğunu belirtmek isterim. Babana yaptığım haksızlıklardan sonra senin gibi yiğit, aklı başında, seri mezar kazıcı bir uğruyu işinden edecek değilim. Hak verirsin ki, Derin Dünya Efendisi olmak kimi zaman aklımı karıştırıyor. Sana sunduğum iki seçeneği unut. Bu haberi gönderdiğim haberci kuş tamamen senin emrinde. Artık onun efendisi Ulu Gece değil. Bizzat sensin. Bunu ona da bindirmeni rica ederim. O, söylediklerine inanmak için teyit etmek isteyecektir. Sana benim en sevdiğim kelimeyi soracaktır. Ona bu kelimenin ‘Ases’ olduğunu söylersin. O zaman sana kuşkusuzca inanacak ve bundan sonra sırf senin gönlüne göre kanat çırpacaktır. Babanı bulmak niyetindeysen Derin Dünya malzemeleri hizmetindedir. Onları Gece Kuşu sana getirebilir. Ona söylemen yeterli.
Yolun açık, avın bereketli olsun.
İmza
Derin Dünya Efendisi Ulu Gece.”
Gece Gezeni elindeki kâğıdı indirdiğinde haberci kuşun kanatlarındaki tüyleri kabarttığını gördü. Komutanının karşısında emir bekleyen er gibi gururla göğsünü dikmişti, “Yeni efendim Gece Gezeni Liyot’un ağzından çıkan her kelime benim için emirdir efendim,” dedi. Gece Gezeni, “Bir Derin Dünya efendisinin anahtar kelimesi neden bu olur, söyler misin?” dedi, Derin Dünya’ya dair bir ipucu ya da işlerini kolaylaştıracak bir şey öğrenmek istiyordu. Gece Kuşu, Ases’in Derin Dünya tarihinde görev almış, gelmiş geçmiş en gözü kara, ölümsüz gece bekçisi olduğunu söylemişti. Onu yanına aldın mı cevapsız kalacak sorun, ışıksız kalacak yolun olmaz diye de eklemişti.
Gece Gezeni Liyot gibi uğursuzluğun içine doğan, hayatı boyunca doğru düzgün iki adım atamayan biri için işlerin bu kadar yolunda gitmesi, sonundan korkutmaktan başka bir işe yaramıyordu. Yont’u bulsun, gerisi önemli değildi. Derin Dünya, Ases, Ulu Gece, hatta mezar uğruluğu… Hiçbiri. Dikkat etmesi gereken şey babasını kurtarana kadar Derin Dünya sınırlarına girmemesi gerektiğiydi. Ulu Gece, zihninizi çocuk kitabı okur gibi kolayca okur, anlardı. Gece Gezeni’nin zihninde okuyacağı şey sadece kendi sonu olurdu.
* * *
Ulu Gece geri dönmeyen Gece Kuşu’nun arkasından yeni bir tanesini, dönmeyen diğerinin arkasından iki savaşçı cüceyi göndermişti. Gece Gezeni aynı masalı yeni gelenlere de anlatmıştı. İlk gelen Gece Kuşu’nu kendisine şahit gösteriyordu. Ulu Gece’nin anahtar kelimesini söylediğinde Derin Dünya’dan kim gelirse gelsin Liyot’un sözlerine inanırdı. Gece Gezeni’nin istediği ise daha fazla kuş ya da cüce değildi. Ona lâzım olan Ases’in kendisiydi. İki savaşçı cüceyi bir kuşla Derin Dünya’ya göndermeye karar verdi. Olanları bildikleri kadarıyla anlatacaklardı. Ases’i insanoğlunun dünyasına gece bekçiliği için getireceklerdi.
Derin Dünya’ya girdikleri anda Ulu Gece’nin emrindeki diğer bekçiler tarafından alıkonuldular. Gönderilen diğer bekçi ve kuşların neden geri dönmediğini, o lanetli dünyada neler olduğunu, Liyot’un ne karar verdiğini sordular. Gece Gezeni’nin emrinde olduğunu söyleyen bekçi ve kuşlar bundan başka hiçbir cümle için ağızlarını açmadı. Ulu Gece, Derin Dünya’ya hükmettiği süre boyunca hiçbir gulyabani soyunun başkaldırısına şahit olmamıştı. Ne yapılır, ne edilir bilmediği için en güvendiği Derin Dünya’lıya danışacaktı.
Ases, gece bekçilerinin önde geleni olarak Derin Dünya’nın güven ve intizamını sağlamakla, diğer dünyaya gidenlerin gece görevlerini düzenlemekle meşguldü. Efendisi Ulu Gece’nin onunla görüşmek istediğini öğrendiğinde, en son yarım yüzyıl önce bir efendinin huzuruna çağırılmıştı, dünyasının başına ne geldiği konusunda telaşlıydı. Üstelik o Ulu Gece’ye götürülmüyordu. Efendisi kapısının önünde içeri alınmayı bekliyordu. Ases yeni bir nefes alacak zamanı bile kaybetmeden Ulu Gece’yi içeri buyur etti. Minderlerle yükselttiği ahşap sandalyesine oturttu. Önünde iki dizinin üzerine çöktü, “Emriniz?” dedi. Ulu Gece avuç içi havaya bakacak şekilde elini yukarı doğru kaldırdı. Ases’in önünde eğilmesine gerek yoktu. Zira Derin Dünya efendisi gibi saygı görmesi için işe yaramaz bir avcıya bekçi ve kuşlarını kaptırmaması gerekiyordu. Ases bu açıklamayı yeterli bulmayıp doğrulmayı reddetti.
Ulu Gece olup biteni anlattığında Ases dizlerindeki gücü de kaybetmiş, tamamen kıçının üstüne inmiş ve bağdaş kurmuştu. Derin Dünya’nın çekilen ilk korku filmi anlatılıyor olsaydı ancak bu kadar etkili olurdu. Yont’u tanırdı. Bir oğlu olmadan önce ne çetin bir savaşçı, ne inatçı bir mezar uğrusu olduğunu hatırlardı. Derin Dünya cadısından çocuğu olan herkes gibi sonsuz bir lanete, tükenmeyen bir uğursuzluğa teslim olmak zorunda kalmıştı. Yont ile birlikte büyümüş, omuz omuza Güneş Yüzü’yle savaşmıştı. Şimdi Ases hâlâ Derin Dünya’nın emrindeyken Güneş Yüzü’nün en iyi savaşçısı ve gün uzatıcısı Yont ve dünyadaki nankör, lanetli oğlu Liyot için bir savaş planı yapmalıydı.
Ulu Gece Ases’e güvenebileceğini biliyordu ama Gece Gezeni Liyot’un yılan gibi kıvrılan zekâsından habersizdi.
* * *
Derin Dünya’da geceler hızla geçiyor, Ases, Ulu Gece’nin görücülüğünden yararlanıp insanoğlunun dünyasını izlemeye çalışıyordu. O dünyadaki tüm gulyabani soylulara haber verilmiş, bir gece boyunca sayım yapılmıştı. O gece boyunca dünyadaki kimsenin gulyabanilerle karşılaşmaması, hiçbir yolcunun onlar tarafından rahatsız edilmemesi, hiç mezar çalınmaması dikkat çekmişti. Ama insanların şikâyeti yoktu. Derin Dünya’daki bir gece uzunluğu, insanoğlunun dünyasındaki üç güne denk düştüğünden Liyot’un saklanmak için zamanı olmuştu.
Ases’i getirmesi için gönderdiği bekçi ve kuş geri dönmeyince artık evine asla dönemeyeceğini, başka bir şekilde babasını kurtarması gerektiğini anlamıştı. Yanındaki bir cüce ve iki kuşla ne yapabilirse yapmalıydı. O da çoktan dünyadan ayrılmalarını emretmişti. Gece Gezeni Liyot bir kuşun üstünde, cüce bekçi diğer kuşun üstünde küf kokulu bulutların arkasından yükseldikçe yükselmişlerdi. Kuşlar, bu dünyadan sadece Derin Dünya’ya ve Güneş Yüzü’ne gitmeyi biliyorlardı. İkisine de gidemezlerdi. Yapabildikleri tek şey hiçlikte asılı kalmaktı. Kanatlar boşa alınmış, öylece kendi çevrelerinde dönüp duruyorlardı. Gece Gezeni Liyot tek bir damla uykuya hasret kalmıştı. Baş ağrısı bir bilmecenin cevabını almadan gitmemeye inat eder yaramaz bir çocuk gibi kafasının içinde tepiniyordu.
Ases, Ulu Gece ya da hiçbir Derin Dünyalı onları zihinlerinde göremezdi. Derin Dünya’da seferberlik ilan edildiğine şüphe yoktu. İnsanoğlunun dünyasındaki güç savaşında Güneş Yüzü çoktan öne geçmişti. Gündönümü üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen geceler hâlâ son derece hızla kısalıyordu.
Güneş Yüzü’nde Yont’un başarısı kutlanıyordu. Nasıl olur da gecelerin uzamasına yönelik hiçbir şey yapılmıyordu? Mezar uğruları neden üç gündür hiç mezar çalmamıştı. Yüzlerce gulyabani soylusu, Ulu Güneş’in merceğinden görülmeye çalışılmıştı. Eskiden olsa bin gün sürecek bir uğraş sonucu rastlayabilecekleri bir gulyabani görecek olan Güneş Yüzlüler tüm gulyabanileri aynı yerde toplanmış halde buldu. Aracısından kuşuna, cücesinden mezar uğrusuna herkes, gulyabani soyundan olan hepsi oradaydı. Üstelik gündüz vakti sonsuz gibi görünen bir vadide sayılıyordu. Yont’un kalbi hızlandıkça hızlandı. Neredeyse ölümsüzlüğü bir kenara bırakıp oracığa yığılıverecekti. Liyot’unu görebilirdi. Gece Gezeni oğlu, Liyot neredeydi? “Nerede? Liyot! Ulu Güneş, Liyot?” diye çırpınmaya başladı. Günlerin sınırsız şekilde uzayabilmesinin Yont’la alakası olmadığını anlayan Ulu Güneş, kedi kovar gibi bir el hareketiyle gün bekçilerine onu götürmesini söyledi. Yont, Ulu Güneş’in merceğinden uzaklaştırılırken hâlâ, “Liyot, bir gün yeniden birlikte olacağız,” diyordu.
* * *
Eski şeytanlar için savaş yeni başlıyordu.
Oysa Liyot ve emrindeki ufaklıklar, dünyayı terk etmeyi başarmış, kendi savaşlarını yarılamışlardı. Ases ile Ulu Gece ise gulyabani sayımını bitirmiş, henüz Gece Gezeni Liyot’un ve gönderilen cüce ile kuşların orada olmadığını kesinleştirmişlerdi. Ulu Gece, Ases’e başvurmanın ne çeşit bir zaman kaybı olduğunu düşünmeye koyulmuştu. İhtiyacı olan her yolu bilen bir savaşçı mı yoksa biraz cesaret miydi? Derin Dünya’nın efendisinin emrindeki baş bekçiden medet umulacaksa, Ulu Gece’nin efendiliği nerede kalıyordu? Öyleyse savaşın bir sanat kadar ince işlenmesi gerektiğini unutmanın tam sırasıydı. Savurgan bir karar verilmeli, gerekirse Güneş Yüzü basılmalıydı. Lanet Liyot’un nerede olduğunu bilse bilse lanet Yont bilirdi. En azından Ulu Gece’nin mantığına göre öyleydi. Hiçbir şeyin haddini aşmış kadar eski olanının işe yaramadığı yine anlaşılıyordu işte.
Liyot ise gulyabanilerin en toylarından biri olmasına rağmen şeytanları işinden edecek planlar yapmaya devam ediyordu. Derin Dünya’da görevli olan herkesin, dedi, görüsü açıktır. Üstelik Derin Dünya sınırlarında olan her şeyi zihninde görecek kadar açıktır. Artık kendisini Derin Dünya mensubu olarak görmediği için, “Cüce Bekçi,” dedi komutanlara yaraşır edayla, “görüver bakalım senin şu eski efendinle yardakçıları neyle meşgulmüş şu sıralar.”
Cüce Bekçi vızıldayan bir sinek gibi üstünde oturduğu kuşun sırtına tüm vücuduyla yapışarak gözlerini örttü. Var gücüyle zihninde canlananları aynı anda aktarmaya başladı:
“Görüyorum yeni efendim Liyot, Ulu Gece’nin Ases’e söylendiğini görüyorum.” Ulu Gece’nin pürüzlü sesini taklit ederek devam etti. “Ah Ases, sana güvenirdim. Sen Derin Dünya’yı hainlikten kurtarabilirdin. Ama ben Derin Dünya’nın efendisi ve dolayısıyla en iyi savaşçısı olarak,” cüce burada kendini tutamayıp güldü, “Güneş Yüzü’ne gidiyorum. Yont’la geri dönmezsem bir daha hiç dönmem. O zaman ne haliniz varsa görürsünüz.”
Liyot uykusuyla baş ağrısını çoktan unutmuştu. Önünde yine iki ihtimal vardı. Ulu Gece Güneş Yüzü’nden Yont’u alıp Derin Dünya’ya götürürse sonsuza kadar tutsak ederdi. Diğer ihtimal bundan daha güzel değildi. Ulu Gece, Ulu Güneş’in askerleri tarafından Güneş Yüzü’nde öldürülebilirdi, ki suçu sınır ihlali olacaktı, o zaman ölümü Liyot’un elinden olmayacaktı. Ve elbette, yine iki ihtimali yok sayan üçüncü ve güzel ihtimal vardı. Liyot pekâlâ Ulu Gece’yi yolda öldürebilir, babası Yont’u da alıp Derin Dünya’ya götürebilir ve onu yeni efendi ilan edebilirdi. Örümcek ağı gibi adım adım ördüğü fikri yeterince cazip gelince kuşlara Güneş Yüzü’ne gitmeyi emretmişti. Fakat keşke, cücenin zihnindeki diğer görüntüleri ve konuşmaları da öğrenmeyi bekleseydi.
* * *
Savaşa herkes girebilirdi. Ama onu ruhunda da başlatmayan taraf, yenilmeye mahkûm olurdu.
Liyot’un ruhu ise bunun için fazla yorgundu. Kanatları Güneş Yüzü’ne kırdıklarında Ulu Gece’nin de aynı yol üzerinde olduğunu düşünüyordu. Cüce Bekçi, “Efendimiz zihnimi dinlemeyecekse, üst düzey duyularımı kapatmanın vaktidir,” dediğinde altındaki kuş Gece Gezeni Liyot’u uçuran kuşa yetişmek için öyle hızlı uçuyordu ki, cücenin sesi saniyeler içinde epey uzaklarında kalmıştı. Liyot Güneş Yüzü’ne ilk defa gidiyordu. Uzakta gördüğü turuncu, küçük görünen yerin orası olduğunu sanıyordu. “Geldik, baba, neredeyse geldik,” dedikçe kuşlar efendilerinin her sözünü emir sayıp daha da hızlanıyorlardı. “Geldik, babası, neredeyse geldik,” diye yinelediler. Az sonra çok uzaktan Güneş Yüzü sandıkları turunculuğun Ases’in ateş topu olduğunu anlayacaklardı. Derin Dünya ölümsüzlüğünün tek yok edicisi Ases ateşi, Güneş Yüzü’nün yolunun üstünde avcı kapanı gibi avlarını bekliyordu.
Ateşi fark ettiklerinde kuşlar kendilerini durdurmaya çalıştı ama aradaki mesafe tamamen durmaları için yeterli olmadı. Cüce Bekçi hayatının son saniyelerini yeni efendisine az önce zihnine dolan ve Liot’un bilmesi gereken şeyleri tekrarlamakla geçirdi: “Efendimiz zihnimde kalanları dinlemeliydi,” dedi, “Ulu Gece son olarak demişti ki, Ases, senden son isteğim onları yolumdan çekmen, bugüne kadar kullanmanı engellediğim ateşinle!”
Liyot’un son duydukları babasını kurtarmaya giderken Ases’in ateşinde kavrulacağı oldu.
* * *
Ulu Gece, bilinen eski şeytanların en kurnazıydı. Demek ki haddini aşmış derecede eskimemişti. İnsanoğlunun dünyasında gulyabani soyundan olan tüm Derin Dünya’lılar insanların bilmediği bir vadide toplanmış ikinci bir emirle dağılmayı beklerlerken ruhları gurulduyordu. Enerjileri tükenmiş, mezar uğrusu olanların pençeli elleri uyuşmaya, büyücü cüceler ise parmaklarındaki sihri hissetmeye başlamıştı. Ases, ateş topu içindeki her şeyi küle dönüştürüp hiçliğe silkene kadar başında bekledi. Kuşların, bekçinin ve Liyot’un çığlıkları, Derin Dünya’nın intizamından daha öncelikli ya da önemli değildi. Ulu Gece, nasıl oldu da Liyot’un adımlarını bu kadar iyi şekilde tahmin edebildi diye düşünerek hayranlık duyuyordu.
Buradaki işi bittiğinde insanoğlunun dünyasındaki vadide aç acına bekleyen yüzlerce gulyabani soylusunu Derin Dünya’ya davet edip iyi bir şölen tertip edecekti.
Güneş Yüzü’nde ise işler dışarıdakinden daha iyi gitmiyordu. Ulu Güneş, Yont’un ruhunun hiçbir zerresinin oraya ait olmadığını geldiği ilk günden beri biliyordu. Tüm Güneş Yüzlülerin başına yemin ederdi ki Derin Dünya ve insanoğlunun dünyasının dışında gidilecek bir tane bile yer bilseydi, Yont burayı tercih etmezdi. Aslına hıyanet etmek hiçbir Derin Dünyalının damarlarlarındaki kanda yoktu. Her ne kadar artık orada yaşamasa bile, bir şey far k etmiyordu.
Ulu Gece, ani aldığı kararıyla Derin Dünya’dan çıkmış Güneş Yüzü’ne varmak üzereyken endişe doluydu. En son kaç on yıl önce Ulu Güneş ile karşı karşıya geldiklerini, ne için kavga ettiklerini bile hatırlamıyordu. Hatta belki de en son Ulu Gece’nin babası ile Ulu Güneş’in babası birbiriyle savaşmıştı. Ama o ikisinin dünyalarına hükmettikleri süre, yeni bir savaşı tarihlerine yazmamıştı. Ulu Gece, Yont’u nasıl alacağını bile bilmiyordu.
Tedirginlikle geçen yolculuk, Ulu Gece’nin sabahların ve aydınlıkların hüküm sürdüğü Güneş Yüzü topraklarına girmesiyle son buldu. Ulu Güneş, merceği başında dünyaya bakmayı bırakmış, sınırları yakınında başlayan Ases yangınının haberini almış ve Ulu Gece’nin gelmesini bekleyeme koyulmuştu. Liyot’un da içinde olduğu birkaç Derin Dünyalının ölümsüzlüğüne son verildiğini bilmek, Yont için yeni bir son düşünülmesini gerekli kılıyordu. Asırlardır insanoğlunun dünyasında geceleri korku salan gulyabani soyunun, mezar uğrularının bir tanesinin bile hiçbir sebeple ölümsüzlüğüne son verilmemişti. Bu olmuşsa, ortada vatan hainliği, Derin Dünya’ya nankörlük olmalıydı. Öyleyse Yont, Güneş Yüzü’nün başına dert açabilirdi. İşte gerçek bir savaşçı, Ulu Güneş, ayrıntıları sivri uçlu bir kalemle böyle çizebilmeliydi.
* * *
Ulu Güneş, askerlerini Ulu Gece’yi karşılaması ve nazik davranmaları yönünde tembih etmişti. Güneş Yüzü, içten dileklerini ve dostça karşılamasını bildiren kendilerine özgü bir müzikle Ulu Gece’yi dünyalarına buyur etmişlerdi. Aydınlığın dünyasına adım atmak Derin Dünya efendisi Ulu Gece için yeterince zorken bu zevksiz müzik aletleri de nereden çıkmıştı? Üstelik silahlarını kemerinin sırt kısmına sıkıştırmış, ölmeye bile hazırlıklı gelmişti. Ulu Güneş, sıcak topraklara alışık çıplak ayaklarıyla Ulu Gece’nin giriş yaptığı sınır kapısına gelmişti. Elinde tuttuğu zincirin ucuyla arkasında sürünen Yont’un ruhsuz bedenini sürüklüyordu.
“Artık senindir, yeniden,” dedi. Hareketleri, gönülsüz olduğunu, tenezzül ettiğini belli ediyordu. Zincirin ucunu yere attı. Ortada bir savaş olmasa da bir savaşçı, sadece kazanmak için yaşardı. Ulu Gece küçük adımlarla ayaklarının alışık olmadığı sıcak topraklarda Ulu Güneş’in önüne kadar gitti. Dizlerinin üzerine indi. Yerdeki zinciri aldı. Güneş Yüzü’nün gücünü, Ulu Güneş’in efendiliğini kabul etmiş demek oluyordu. İşin en kötü yanı, olanların tüm Derin Dünya görücü gücündekileri tarafından izletiliyor olmasıydı.
Ulu Gece, Güneş Yüzü sınırlarından çıktığında kolunun arasında ruhu çoktan emilmiş bir Güneş Yüzlü vardı, Yont. Başka bir dünyanın efendisi önünde diz çökmüştü ama Derin Dünya’ya açılan savaşı ve lanetli Gece Gezeni ile babasını alt etmeyi başarmıştı. Derin Dünya’ya döndüğünde kendini yeniden nasıl efendi olarak kabul ettireceği ise bir başka gulyabani hikâyesi olarak hiç beklemediğiniz anda size anlatılabilirdi.
- Boşluktur, Yutar, Fıtratında Var - 1 Mayıs 2021
- Öl, Sinek, Tavanım Yalnız Kalsın - 1 Ekim 2020
- Kuşku Dans Ediyor, Hiçbir Şey Gibi - 1 Ağustos 2020
- Ay Büyük ve Turuncuyken - 1 Temmuz 2020
- Gitmesin, Gittiği Yerde Gülmesin Büyüsü - 1 Mayıs 2020
Sevgili @Elif
Cok guclu bir ilk cumle okudum. Boyle keskin baslangiclari seviyorum. Yazma eylemi bazen bir his bazen bir amac ya da boyle vurucu bir cumleyle baslayip sonra akip gidiyor ve hikaye yerini boyle buluyor gibi gelir bana. Eger bu kurguya baslarken seni bu yola.sokan ilk cumlen ise, buna hic sasirmayacagimi soylemek isterim.
Biraz daha cunle yapisinin ve noktalama isaretlerinin uzerine egilirsen belki okuyucuya daha kolay kavrayacagi bir olaylar dizimi sunabilirsin. Bununla beraber kotucul bir yaratigin yalnizligini, varolus mucadelesini ve tukenme noktasindaki cirpinisina dair hissiyatlari cok guzel verdigini dusunuyorum.
Hikayenin girisinde Gece Gezeni ve Mezar Ugrusu’num ayni mi yoksa farkli yaratiklar mi oldugundan emin olamadigimi itiraf etmem gerek. Eger karakter Mezar Ugrusu( Mezarlara Ugrayan Yaratik anlaminda mi yoksa Ugurdan turetilmis bir kendi icinde metafor mu?) Ayni zamanda gece gezen bir yaratik oldugu icin ikincisini ilkini niteleyen bir ifade gibi dusundum ilk okurken. Yani buyuk harfle ayri bir karaktermis gibi yazilmasinin uzerine dusunmem gerekti. Itiraf edeyim bu iki karakterin bir sekilde karsi karsiya gelecegini bile dusundum ve bunlarin hepsini ilk paragrafi okurken yaptim
Guzel bir dunya, kendine ait kurallari ve dinamikleri uzerine calisirsa gozumun onunde netlesen goruntuden yazim urunu anlaminda buyuk beklentilerim olabilir:)
Daha cok yazman dilegiyle
Bence cok guzel bir yoldasin
Eline ve dus gucune saglik
Sevgiler
Dipsiz
Merhaba @Dipsiz
Öncelikle teşekkür ederim. Tavsiyelerini dikkate alacağım. Evet, ilk cümleyi yazarken aklımda sadece o cümle vardı. Öyküde bunların yaşanacağını bilmiyordum.
Mezar uğrusu, mezar çalan ve mezar hırsızı anlamına geliyor. Derin Dünya mensuplarının (Gece Gezenleri, cüceler vs.) her birinin bir görevi var ve bizimki de Mezar Uğrusu. Mezar Uğrusu Gece Gezeni. Anlaşılmamasından ben sorumluyum, daha iyi açıklamalıydım. Maalesef öykü için kısa bir zamanım vardı.
Bu dünyada başka olaylar çıkarmayı düşünüyorum. Umarım karşılaşırız.
Teşekkürler, sevgiler.