Öykü

Kapı’ya Gelenler

Yıllar boyu ölümden sonra ne olduğu tartışılmıştı farklı kesimler tarafından. Tanrılar bu konuda sessiz kalmayı bir hobi edinmiş ve bu sessizliklerinden dolayı çok eğleniyor gibiydiler ama bu durum hiç kimseyi mutlu etmiyordu doğal olarak.

Ölü Diriltenler de tam bu sessizliğe başkaldırmak için ortaya çıkmıştı. Kendilerini ölümün ötesindeki belirsizliği aydınlatmaya adamışlardı. Çalışmaları ise çok karanlık noktalara değiniyordu. Birlik, içinde birbirine çok aykırı olan ölüleri diriltip onların kontrolünü ele geçiren, Diriltenler ve ölüm anını yakından gözetlemek için sonu ölümle biten ayinler düzenleyen, Öldürenler adında iki farklı aileyi barındırıyordu.

Sonunda olan olmuştu. Birlik bu aileler doğrultusunda ikiye bölünmüş birbirlerine kendi yöntemleriyle saldırıyorlardı. Öldürenlerin çok kısıtlı faaliyet süreleri boyunca hiçbir başarılarının olmaması Diriltenlerin gözünden kaçmamıştı. Diriltenlerin her zaman stratejik üstünlükleri vardı. Öldürenlerin aksine Diriltenler kendilerini riske atmadan istediklerini elde edebiliyordu ve ellerinin altındaki harcanabilir güç onları daha tehlikeli yapıyordu.

Savaş bitmişti. Aynı zamanda Öldürenler de bitmişti. Bununla birlikte Diriltenlerin emrindekilerin sayısının hızla artması evrenin geri kalanına büyük bir korku salmıştı. Ayrıca grubun adı da Ölü Diriltenler olarak tarihe geçmişti.

Bu noktada Kadim Olan daha fazla beklemedi ve Dirilten herkesin Yasaklardan sayılmasına ve Ölü Diriltenlerin tek tek avlanmasına karar kıldı. Bazıları kararda bir açık bulduklarını düşünüp Ölü Diriltenler birliğine katılmadan Dirilten olmayı denese de bu onların da avlanmasında herhangi bir engel olmamıştı.

Ölümden sonra ne olduğu daha fazla araştırmaya neden olmasın diye Kadim Olan birkaç küçük ayrıntıyı vermişti. Bütün yaşayan varlıkların öyle ya da böyle bir ruhu olduğunu ve öldüklerinde bu ruhların bir yere gittiğini söylemişti. Ölü yakınları daha fazla mağdur olmasın diye evreni sürekli turlayan bir de gezegen ayarlamıştı. Gezegenin resmi ve en yaygın ismi Kapı’ydı ama farklı ırklar ve yöreler arasında Araf, Limbo, Asphodel Çayırları şeklinde anıldığı da olmuyor değildi.

Aslında tam bir gezegen sayılmazdı Kapı Gezegeni. Tek problemi düz olmak gibi küçük bir biçimsel farklılıktı. Bilinen veya reklamı yapılan tek düz gezegendi. Kapı’nın düz olmasına karar veren doğal olarak Kadim Olan değildi ve zaman zaman böyle bir projeyi Kalkenda’ya vermenin iyi bir fikir olup olmadığını sorguluyordu.

Kalkenda’nın kendine has zevkleri vardı, iki boyutlu bir yaşam sürmek gibi. Bu zevklerini verilen projelere de yansıtması bazen diğer tanrılar ve Kadim Olan tarafından eleştirilse de Kapı’nın düz bir gezegen olması kimseye o kadar da batmıyordu.

Kapı’nın tam ortasına bir bina dikilmişti. Gezegenin sınırlarında bir metre uzunluğunda örme duvar, örme duvarın üstünde ise yine bir metre uzunluğunda demir çit vardı. Binanın ana kapısının baktığı duvarda büyükçe bir portal vardı. Duvarlar ve bina arasında geniş bir çimenlik, beyaz çiçekleri her zaman açmış olan çiriş otlarıyla kaplı bir çimenlik. Parkın belirli bölgelerinde küçük, sevimli büfeler ve onları saran saydamsı siluetler vardı.

Binaya girenleri ise göz alabildiğince gişe karşılıyordu. Doğaları gereği bu gişelerin çoğu boştu ve sadece göz boyamak için koyulmuş gibiydi. Gişelerin potansiyelinin yarısı bile kullanılmıyordu. Bazen bir iki gişe memuru kendi gişelerine giriyorlardı ama gişelerinden bir şey alıp geri gidiyor ve sırada bekleyenleri çılgına döndürüyorlardı. Bu da Kapı memurlarının bağlı oldukları tanrı Kalkenda’nın tuhaf zevklerine sahip olduklarından kaynaklandığına dair dedikoduların doğmasını sağlıyordu.

Yirmi dört numaralı gişenin önünde uzun bir kuyruk vardı. Medow ise bu kuyruğun dışında gişeye olabildiğince yakın bir şekilde durarak ilk fırsatta gişedeki memurla konuşmak istiyordu. Memur, Medow’a bir kere baksa onunla ilgilenir diye düşünüyordu ama gişe memuru sıradakilerin bile yüzüne sanki görevinin bir parçasıymış gibi asla bakmazken bu pek mümkün gözükmüyordu.

“Etra Kızılbacak, Sentor. Kış vadisinde.” Etra adındaki sentor ondan öncekileri elinden geldiğince dinleyerek ne diyeceğine çalışmışa benziyordu. Büyük ihtimalle ondan öncekiler de kendilerinden önce gelenleri dinleyerek kendilerini hazırlamışlardı. Bu geleneğin ne zaman başladığı bilinmiyordu.

“İkinci kat, koridor Alfa, bekleme odası yirmi. Sıradaki!” Memurun ilgisiz tarzına söylenecek bir şey yoktu. Ne de olsa bu şikayetleri de aynı ilgisizlikle kulak ardı edip kendini ‘işine’ verecekti.

Etra ikinci kata çıkan merdivenleri aramaya gitmişti. Medow çekinerek gişeye bir atılımda bulunmuştu ama sıra bir adım daha ilerledi ve gişeye bir cüce yaklaştı.

“Gerk Tentak, kısa cü–”

“Birinci kat, koridor G, bekleme odası beş. Sıradaki!” Gerk’in sinirlendiği belli oluyordu. Kısa cücelerin bu tarz geniş mekânlarda kendilerini tehlikede hissettikleri söylenir. Bu da neden kızdığını açıklıyor gibiydi. Tabii memurun sözünü kesmesinin de büyük bir katkısı vardı.

Memur, masasındaki bir düğmeye basar gibi gözüktü. Medow ise bu sefer memurun ilgisini çekmeyi küçük hareketlerle denedi ama yine başarısız oldu.

“Ebede, orman cini. Şerk Druid Ormanı.” Yaşlı kadın çekingen gözüküyordu. Ayaklarının dibinde oraya ait olmayan kurumuş yapraklar vardı. Memurun onunla hiçbir şekilde ilgili gözükmeyişi de durumuna yardımcı olmuyordu.

“Onuncu kat, koridor Omega, bekleme odası kırk. Sıradaki!”

Artık daha fazla dayanamadı ve sırayı keskin bir bıçak gibi gişeden ayırdı. Öyle bir ayırdı ki sıradakiler şaşkınlıktan bir şey diyemedi. Medow da kendi bu ani çıkışını yeterince düşünmemiş olacak ki ne olacağını o da bilmiyordu. “Ö-özür dilerim ama ben…” diye kendi kendine bir şeyler geveledi. Memur, Medow’la ilgilense bile sesi ne dediği duyulamayacak gibiydi.

“Dokuzuncu kat, koridor N, bekleme odası yedi. Sıradaki!” Memur dinlemediği gibi bir de onu sıradaki diğerleriyle karıştırmıştı.

“Pardon a-ama bugün işe başlayacaktım da ondan geldim!” Sesi cırtlayarak çıkmıştı. Hafifçe boğazını acıtmış, kurumuş boğazını ıslatmak için boyuna yutkunuyordu.

Memur, Medow’un dediklerini duyunca bir an afalladı ve masasındaki o düğmeye yeniden bastı. “İşe mi başlayacaksın? İşe başlayacaksın öyle mi? Biraz bekleyebilir misin?” Bir dakika kadar birbirlerine boş boş bakındılar ve sonunda, “Biri sizi almaya gelecek lütfen yandaki boş gişede bekler misin? Sıradaki!” deyip aynı düğmeye üçüncü kez bastı ve arkasına yaslandı. Diğer sıralarda bekleyenlerin tamamen onlara odaklandıklarını ne memur ne de Medow fark etmişti ve böylece gişe sıralarındaki birbirini dinleyerek konuşma hazırlama geleneği de bir son bulmuştu.

Ne olduğunu anlayamamıştı Medow. Memurla olan bir dakikalık bakışmaları sırasında ne olmuştu da sonunda başka bir memurun onu alması kararı ortaya çıkmıştı.

“Pardon, umarım sizi çok bekletmemişimdir Bay Rikant. Lütfen beni takip edin, size biraz etrafı gezdireyim. Ama gezimize başlamadan önce size gişenlerin içini bir tanıtayım ne dersiniz?” Medow’un beklediği gişenin kapısını açtı, içeri girdi. Medow da onu takip etti. İçeride rahat gözüken bir sandalye vardı. Sandalyenin önünde üstünde ekran olan metalik bir kasa vardı. “Bu kasa gişeye geleni tarayıp bütün bilgilerini şuradaki ekranda gösteriyor, biz ruh tarayıcısı diyoruz. Resmi bir ismi yok ne yazık ki. Nasıl çalıştığını göstereyim size. Bakın, kasanın kapıya bakan yüzeyinde bir düğme olacak. Yok daha aşağılarda. Sol tarafınızda. Heh bastınız mı?” deyip dışarı çıktı ve gişenin önüne geçti. Ekranda göze ilk çarpan; sırasıyla kat, koridor ve bekleme odasıydı ama yanları boş bırakılmıştı. Sırası gelenin bir memur olduğunu anlamış olmalıydı sistem. Ekranın geri kalanında ise memurun adı, soyadı, ırkı, işi, ölüm nedeni ve tarihi, ölmeden önceki son halinin bir resmi gibi detaylı bir tablo yer alıyordu.

Memur, ruh tarayıcısına göre Emut, cama çarpmaktan boğuklaşan sesiyle, “Sizin işiniz ekranın en üstündeki kat numarasını, koridor ismini ve hangi bekleme odasına gitmeleri gerektiğini söylemeniz,” dedi. ‘Çok iyi’ anlamında bir el işareti yaptı ve gişeye geri döndü. “Devam edelim mi gezimize?” dedi ve kapıyı aralayıp ‘hadi’ anlamında dışarıyı gösterdi.

Ama Medow’un aklına ekranın yanındaki düğmeler takılmıştı çoktan. “Bu düğmeler ne acaba?” diye sordu.

“Ha, onlar mı? Gördüğünüz o düğmeler kişiselleştirilebiliyor, aslında şu anda hiçbir işe yaramıyor da denebilir, altı numaralı düğme hariç. Altı numaralı olan, makinenin sesinizi taklit ederek sıradakiyle sizin adınıza konuşmasını sağlıyor. Genelde acil durumlarda kullanılan bir düğme.”

Gişeden çıkmış, uzunca bir koridorda yürüyor, birçok kapı ve bekleme odası geçiyorlardı. Memur arada bir durup bir şeyleri açıklıyordu. “Her katın düzenlemesi aynıdır, Bay Rikant. Koridorların harfleri ve bekleme odalarının numaraları aynı şekilde konumlandırıldı. Ruhların yollarını bulmasında kolaylık sağlıyor.”

Bir odanın önünde durdular. “Burası siz ve diğer iki gişedarınız için ayrılmış olan dinlenme odası. Hemen yandaki oda da sizin ve gişedarlarınızın görüşme odası. Sırası gelen ruhları bu odada ağırlayıp onlarla ilerleyiş planı yapacaksınız. Devamını gişedarlarınız size anlatır. Gişedarlık genelde üç kişiyi geçmez ama istisnalar yok değil. Her neyse, kimin ne kadar süre gişede veya görüşme odasında çalışacağına siz gişedarlar aranızda karar vereceksiniz. Odanıza girebilmeniz ve kendi bölümünüzü istediğiniz gibi tasarlayabilmeniz için iki odaya da biraz büyü aktarmanız gerekecek. Kapı’da biz buna uysallaştırma diyoruz. Neyse şimdi geri dönüp bir de gişenizi uysallaştıralım.”

On dokuz numaralı gişenin kapısında durdular. Başka birçok gişe gibi bu da doğal olarak boştu. Memur, Medow’dan bunu da uysallaştırmasını istedi. “Artık odalarınızı ve gişenizi hissedebiliyor musunuz? Gişedarlarınızla da bu bağ yoluyla istediğiniz zaman iletişime geçebilir veya bazı düşüncelerinizi aktarabilirsiniz.”

“Garip. Böyle bir şeyi daha önce hiç hissetmemiştim. Peki bunları nasıl yapacağım?”

“Eğer mantık sınırlarının dışında değilse düşünmeniz yeter Bay Rikant. Düşünmeniz yeter. İşe kabul edildiğiniz andan itibaren Kapı’yla aranızda bir bağ oluşur. Kapı’nın sınırları içerisinde istediğiniz yere sadece düşünce yoluyla bile ulaşabilirsiniz. Eğer evrendeki yeniliklere ulaşmak isterseniz, yeterince istemeniz yeter, odanızda belirivereceğine eminiz. Dediğim gibi düşünmeniz yeter. Buraya alışmanız biraz uzun ve yorucu olabilir ama fazla üstünde durmayın. Neyse işlerime geri dönmem gerekiyor,” dedi memur ve gözden kayboldu.

Medow dinlenme odasının önünde dikilmiş, heyecanla girip girmemek arasında kararsızca bekliyordu. İçeriye girmekte çekinmemesi gerektiği hissine kapıldı bir anda. Medow başta şaşırmıştı ama gişedarlarıyla aralarında oluşmuş olan bağı hatırlayınca daha da heyecanlandı ve kapıyı açıp içeri girdi. Buna gerek olmadığını unutmuştu.

Ekont.

Pelan.

Bunlar gişedarlarının adlarıydı. Medow içeri girdiğinde kendilerini zorla tanıtmışlardı. Hızlıca odaya bir göz attı.

Odada hiç yatak yoktu. Üçe bölünmüştü ve gişedarları çoktan ikisini işgal edip kendi zevklerince ve ilgi alanlarınca doldurmuşlardı. Medow kendini tanıttıktan sonra onlara nerede uyuduklarını ya da yataklar için başka bir bölge olup olmadığıyla ilgili sorular yöneltiyordu. Konuşmadan iletişim kurmak çok zor geliyordu Medow’a. Bütün hayatı boyunca ‘ağzını’ kullandıktan sonra hemen alışamayacağı belli olmuştu. Gişedarlarının düşünceleri hızla Medow’un beynine doluyordu.

Uykuya ihtiyaç yok.

Evet, tam bir zaman kaybı.

Ne zaman geldin?

Gişemizi ve görüşme odasını da uysallaştırdın mı?

İşle ilgili bir şeyler öğrettiler mi?

Gişedarlarının hızlı hızlı düşüncelerine karşılık vermekte biraz zorlandı ama sonunda Emut adındaki memurla olan küçük gezintisini aktarabildi.

Bölüm şefi.

Merak etme onunla bir daha karşılaşmayacaksın.

Bölüm şefi raporlarını deneyimli gişedarlardan alır. Bizim durumumuzda, benden.

Medow, kimden olduğunu anlayamamıştı, en azından o olmadığı belliydi. Yine de “ben” diyenin Pelan olduğunu anlamıştı bir şekilde.

Medow eğitimini tamamlayabilsin diye gişedarları ona işleriyle ilgili önemli anılarını aktardılar. Gişe kısmıyla ilgili anılar, kendi deneyimlerinden pek farklı değildi. Monitör ve sıra arasındaki sıkıcı ilişki pek iç açıcı değildi ama görüşme odası farklı bir hikayeydi.

Ruhlarla görüşme odasındayken gişedekinden daha fazla ve farklı bir iletişim oluyordu. Görüşme odasına girenler genelde ne olacağını pek bilmeyerek girdiklerinden, her zamankinden daha çekingen oluyorlardı. Gişedar, ruhlardan sandalyeye oturmalarını istiyordu, ruhlar da bunu sorgulamadan kabul ediyorlardı. Sonra gişedar, ruhun yaşadıklarına ve çoğunlukla kişiliğine göre bundan sonra ne yapabileceğini öneriyordu ve bu öneriler çoğunlukla ruh geri dönüşümü, Yasaklı Bölgeler korumalığı ve Kapı’ya yeni bir memur olarak atanmak oluyordu. Seyrek de olsa arada bir Alt Tanrılık veya Ölümlere katılmak gibi işler de öneriliyordu. Eğer ruh hiçbirini seçmez ise zorunlu geri dönüşüm protokolü geçerli oluyordu. Ruha ne olacağı kesinleşince de gitmesi gereken bölüm tarif ediliyor ve sıradaki ruh çağrılıyordu.

Sıra iş bölümüne gelmişti; kim gişede veya görüşme odasında ne kadar süre bulunacaktı.

İşe alışana kadar sen gişeyi, biz de görüşme odasını devralacağız.

Sonra ben arada bir gişeyi alırım sen de görüşme odasını.

Medow’un da aklına yattığı anlaşılınca herkes kendi bölümüne çekildi.

İki gün geçmişti. Gişedarları, Medow’a kendi bölümünü istediği gibi tasarlayabilsin diye zaman vermişlerdi ve şimdi gişe görevini üstlenebileceğini söylemişti. Yirmi dört numaralı gişede beliriverdi. Neredeyse sandalyenin içine beliriyordu. Bundan sonra daha dikkatli olması gerektiğini düşünüp o rahat sandalyeye oturdu. İmkânsız gibi gözükse de sandalyeye iyice gömüldü ve ruh tarayıcısını çalıştırdı.

Kimse onun gişesine gelmiyordu. Belki kimse gişenin açık olduğunun farkına varmamıştı. Ne yapacağını düşündü. Belki de gişedarlarına sorması gerekirdi ama bu kadar basit bir şeyi de sormak istememişti. Aslında gişedarlarının da suçu yok değildi, sonuçta ona öğretmeyen onlardı. Aklına Bölüm Şefi’nin söyledikleri geldi. İşe alındığı anda Kapı’yla arasında bir bağ oluşmuştu. Gişedarlarıyla iletişime geçtiği gibi Kapı’yla da iletişime geçmesi gerekiyor olabilirdi. Büyük bir riskti bu, sonunda kendini küçük düşürebilirdi de. Düşüncelerini Kapı’ya yoğunlaştırdı ve gişesinin açık olduğu bilgisini yaymaya çalıştı.

Yarısı akrep yarısı insan biriyle karşı karşıyaydı. Bu ırkı ilk defa görmüştü Medow. İkisi de tek bir kelime etmiyorlardı ve birbirlerini bekliyorlardı. Sonunda, “Adınız, soyadınız, ırkınız, ölüm yeriniz ve nedeni,” diyebildi Medow, işe başladığında yaşadığı gişe deneyimini hatırlamaya çalışarak.

“Adım Kerpenta Venum, akrabuameluyum. Esas Gezegeni’nin Kartas Çölü’nde savaşta öldüm.” Ve Medow yine farkında olmadan, kendi kırmış olduğu birbirini dinleyerek konuşma hazırlama geleneğini geri getirmiş oldu.

Bir savaşçı olduğu belli oluyordu, akrabuamelu ırkının bütün üyeleri gibi. Medow gözlerini savaşçıdan çekti ve ekrana baktı. Adı ve ırkı tutuyordu. Doğum ve ölüm yeri olarak da ‘Kartas Çölü, Esas Gezegeni’ diyordu. Beş saat önce ölmüştü. İşi olarak ise garip bir şekilde parantez içinde ‘Savaşçı’ yazıyordu. Belki de geçici bir iş olduğu içindi. Ölüm nedeni ise ruhun anlattığından çok daha detaylı yazılmıştı.

Esas Gezegeni’nin Kartas Çölü için lamialar ve akrabuamelular arasında çıkmış olan 2. Septep-Katre Savaşı’nın birinci çatışmasında bir lamia okuyla göğsünden vurulup sağ akciğerinin delinmesinden ve akciğerin kan dolmasından kaynaklanan oksijen yetersizliği, kan kaybının çok olması ve olay anında yapılan müdahalenin yetersizliği.

Lamiaları daha önce de duyduğunu hatırlıyordu Medow. Gişesinin önünde duran sırada bile görebiliyordu yılan bacaklı insanları. Belki de aynı savaştan dolayı şimdi buradaydılar. Ekrana geri döndü ve en üstte yazan kat, koridor ve bekleme odasını söyledi. Sıradakini çağırdı.

Gidişat hep aynıydı. Sırası gelen adını, soyadını, ırkını ve ölüm yeri ve nedenini söylüyordu. Medow da bunları ekrandan doğrulayıp onlara gitmesi gereken yeri söylüyordu. Hiçbir zaman diğer gişe memurları gibi altı numaralı düğmeye basıp ruh tarayıcısının bütün işleri kendi kendisine yaptırmıyor ve ekranın yanındaki diğer düğmeleri gereksiz buluyordu. İşini kendi bildiği doğrultuda yürütmek daha iyi geliyordu ona.

Yine de içini huzursuz eden bir şeyler vardı. Birçok zaman birilerinin onun kafasına girdiğinden emin oluyordu ve bunlar onun gişedarları değildi ama bunun kötü bir şey için değil de daha çok denetlenmek için olduğu yönündeki hisleri yoğundu.

Bir hafta sonra 2. Septep-Katre Savaşı sona ermişti. Lamia ve akrabuamelu ruhlarının sayısıysa normale inmişti. Bu demek olmuyordu ki başka savaşlar da bitti, aksine bir yenisi patlak vermişti. Bu sefer Kozmik Polis Teşkilatı’nda klon polislerin özgürlükleri için başlattıkları isyanlar kanlı geçiyordu. Her iki taraftan da ruhlar akın ediyordu. Şimdi ruh tarayıcısının yanındaki o altı düğmenin değerini anlamaya başlamıştı.

Üç hafta böylece geçmişti. Medow ve gişedarları haftada sadece üç gün çalışıyorlardı ve bu bile fazlasıyla yorucu oluyordu.

Yarın, görüşme odası?

Medow ölüm nedenlerini okumaktan kurtulabileceğini düşünerek hiç beklemeden teklifi kabul etmişti. Görüşme odasına giderken onlardan bir iki tavsiye bile almıştı. Düşüncelerin doğrudan beynine aktarılmasına alışmıştı iyice ama Kapı içinde düşüncesiyle gezebilmek hâlâ yabancısı olduğu bir konuydu.

Görüşme odasının önünde durdu, derin bir nefes aldı ve kapıyı açtı. Burada onu nelerin beklediğini merak etmeden duramadı.

“Lütfen yardım edin! Lütfen! Lütfen…” Bir ruh, Medow’un koluna aniden yapıştı. Fiziki bir bedeni olsaydı ağlıyor olurdu herhalde, en azından sesi öyle geliyordu.

Medow bunun olmasını beklemiyordu. Gişedarlarının anılarında böyle karşılaşmalar yoktu. “Sakin olun. Lütfen sakin olun. Size nasıl yardımcı olabilirim? Ama böyle konuşursanız sizi anlayamam, biraz sakinleşin de öyle konuşalım. Gelin görüşme odasına girelim zaten ben de işe başlayacaktım. Hadi, verin elinizi,” diyerek ruhu kolundan tuttu ve içeri taşıdı.

Önce ruhu sandalyeye oturttu, sonra kendi yerine geçti. Medow’un beynine ruhla ilgili bütün bilgiler aniden doluşmuştu. Ruhun ismi Kalkenda’ydı, bir yerlerden tanıdık gelmişti isim ama emin olamıyordu. Bir su nakliyat firmasının sahibiydi. Şirin bir ailesi vardı. Yardım sever birisiydi. Ölümüyse hiç güzel değildi, firmada su pompalarının birinin yüksek basınca dayanamayıp patlamasıyla çıkan kazada ölmüştü.

Ruh içine kapanmış gözüküyordu. Kafası ellerinin arasında kendi kendine kısık kısık mırıldanıyordu. Belki biraz kendine getirebilir diye ruhu konuşturmaya çalıştı.

“İsminiz nedir acaba?”

“Kal-Kalkenda,” dedi sesi titreyerek.

“Kalkenda mı? Hani şu Sulak ltd’nin sahibi olan Kalkenda mı? Sizinle tanışabildiğim için çok memnunum,” derken ruhun elini sıktı. Yalan söylediği için biraz utanıyordu ama şu anda ihtiyacı olduğunu biliyordu. “Ben ve ailem de bir çölde yaşardık. Sizin sayenizde yeterli suyumuz oluyordu hep. Bizi ve çölde yaşayan daha birçok aileyi siz kurtardınız.”

Ruhun gözleri Medow’a kitlenmiş parlıyor gibi geldi. Bundan cesaret alarak devam etti.

“Peki ne olduğunu sorabilir miyim? Daha doğrusu nasıl oldu da… acaba… eee öldünüz?” Medow konuyu değiştirirken elinden geldiğince masum olmaya çalıştı. Yeniden o beynindeki izinsiz, işgalci gücü hissetmişti.

“ESK’den gelmiş bir denetmenle su pompalarının ve çalışanların durumlarını denetliyorduk. Su pompalarından birinde bir hasar varmış galiba. Kimse fark etmemiş. Bir anda pompanın bağlı olduğu bilgisayar sistemi uyarı vermeye başladı. Büyük bir gürültüyle su pompası patladı. Bana ve denetmenlere bir şey olmamıştı ama iki çalışanım su borularının altında kalmıştı. Onlara yardım ederken başka bir sistem uyarısı daha aldık ve sonra kendimi Kapı’da buldum. Ailem son bir kez beni görmek için geldiler ama onlardan ayrılmak istemiyorum. Lütfen, bana yardım edin onların yanına ge-geri dönmek istiyorum. Onları, onları…” Ruh yine kötüleşmişti ve Medow’un ellerine kapanarak yalvarmaya başlamıştı ama en azından sorunun ne olduğu da anlaşılmıştı. Medow ruhun durumuna çok üzülmüştü. Başkalarını kurtarmaya çalışırken ölmesi ne acıydı. Ruh geride bıraktıklarına geri dönmek istiyordu. Buna izin, doğal olarak, kimse veremezdi Kapı’nın tanrısı bile, belki Kadim Olan hariç.

“Lütfen yapmayın. Hadi biraz sakinleşin. Size bir şeyler ikram edebilir miyim?” Medow’un bu teklifini başıyla nazikçe geri çevirdi ve sandalyesinde iyice büzüldü. Ne yapacağını bilemeyen Medow, ruhun bir iki dakika bekleyerek biraz sakinleşebileceğini düşündü ve ruhu kendi haline bıraktı. “Devam edelim mi artık? Öncelikle şunu belirtmeme izin verin, sizi kesinlikle eski hayatınıza geri döndüremem. Bunu kimse yapamaz. Bir ruh olarak size bir beden verdiler ve doğdunuz. Bunun bir şekilde dengelenmesi gerekiyordu ve sonunda öldünüz. Ne yazık ki bunun bir geri dönüşü yok. Buradan devam etmeniz gerekiyor, diğer herkes gibi.”

Aralarında bir sessizlik oldu. Medow beynindeki işgalci gücün onu terk ettiğini hissetti. Sonra yeniden ruha yöneldi. Artık sakindi ve demin ağlıyor gibi görünen ruhla hiçbir alakası yokmuş gibi görünüyordu.

“Peki buradan sonra ne olacak memur bey?” Ruhun sesi pürüzsüz ve keskin duyuluyordu.

Medow biraz afallamıştı. Ruh nasıl bu kadar değişebilmişti anlayamadı. “Size… Evet size güzel bir önerim olabilir. Bir alt tanrılık nasıl sizce? Tam size uygun gibi geliyor. Eğer bunu kabul edemeyecekseniz bir de geri dönüşüm seçeneği var. Sizi sıfırlayıp yeni bir bedene koyacağız. Devamını zaten biliyorsunuz.”

“O zaman geri dönüşümü seçiyorum. O macerayı bir daha tatmak istiyorum,” dedi ruh.

“Pekala, Kalkenda. Doğruca otuzuncu kata çıkmanız gerekiyor. O kat ruh geri dönüşümüne ayrılmış bulunmakta. Orada danışmaya gidin onlar size yardımcı olacaktır.”

Kalkenda ayağa kalktı ve Medow’a teşekkür etti. Odadan çıktı ve kapıyı kapattı. Merdivenlere kadar yürüdü ve kendi odasında belirdi.

“Çık kafamdan, Emut. Bundan hoşlanmadığımı biliyorsun. Bir de bana tanrı olarak seslenmekten vazgeç hoşuma gitmiyor işte. Niye buradasın?” Tanrı Kalkenda, Bölüm Şefi Emut’a bakmadan kanepesine gitti ve uzandı.

“Peki efendim, size Kalkenda olarak sesleneceğim ama sadece sizin yanınızdayken. Yeni adamı sınamaya gitmişsin. Bunu niye yaptın? Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu sana hatırlatmam gerekmiyor değil mi? Sadece o kattaki bekleme odalarında yedi tane alt tanrı bulunduğunu sen de biliyorsun.” Bölüm Şefi Emut kızgındı. Bu yeni gelen memurun sınanmasıyla ilgili değil de arkadaşının saçma sapan davranışlarından biraz sıkılmaya başladığındandı.

“Neden yaptığımı sen de gayet iyi biliyorsun. Ayrıca kendimi gizleyecek kadar aklım var, merak etme. Oyunculuğumu da hafife alma bence.”

“İsmini değiştirmeyi unuttuğunu söylemem gerekiyor mu, Kalkenda? Ayrıca bu gerçekten de gerekli miydi? Medow’un yeteneklerinin böyle bir iş için yeterli olduğunu çoktan biliyorduk.”

“Kendi durumunda olan biriyle karşılaşınca nasıl tepki verecek görmeliydim. Senin son gizli sınavını da ben yapmıştım hatırlıyor musun? Aileni korurken ölmüştün ve ben de ailesini korurken ölmüş biri olarak yanına gelmiştim. Memur Medow’un neden öldüğünü biliyor musun? Kanlar içinde birini görüyor evine giderken. Belki dikkatsizlikten belki de haberleri görmemişti ama bir suçluya yardım etmek üzereydi, ediyor da. Sonra evine bir baskın yapılıyor. Bir talihsizlik sonucu vuruluyor ve şimdi bizimle çalışıyor. Ben de duruma uygun olarak birkaç yıl önce işlemleri yapılmış bir ruhun kılığına girdim ve böylelikle Medow’un son sınavını tamamladım. Bana mantıklı geliyor.”

“Peki, peki. Medow hakkında ne düşünüyorsunuz?”

“Durumu çok başarılı kotardı. Sanki bugünü bekliyormuş gibi. Düşünceleri hiçbir zaman görevinden ayrılmadı. Böyle memurlara ihtiyacımız var. Kadim Olanı yüz üstü bırakamam.”

Oruç Can Hasmaden

Finlandiya’da gıda mühendisliği okuyorum. Fantastik ve bilim kurgu edebiyatı, filmleri ve oyunları tüketmeye bayılırım.