Öykü

Gri

Sokakta gördüğüm sahipsiz tek terlikler eskiden beri ilgimi çekerdi. İlgimi çekerdi derken eğilip de yerden almazdım tabii. O mikroplu ıslak şeylere deyip elimin çamurlanmasından korkardım. Yine korkuyorum, değişen bir şey yok. Her zamanki gibi yürümeye devam ediyorum. Aklımdan geçenleri umursamıyorum. Yanımdan geçenlerle göz göze gelmemeye çalışıyorum. İnsanlardan korkuyorum. Kapüşonumu önüme çekip başımı öne eğiyorum. Biri görürse anlayacak, biliyorum. Onlardan farklıyım, hep farklıydım. Büyük dönüşümde kurtuldum. Şanslılardan olduğum için mi yoksa şanssızlardan olduğum için mi piyango bana vurmadı bilmiyorum. Yağmur beni etkilemiyor. Yine de onlar gibi davranıyorum. Yağmurdan kaçınır gibi yapıp yüzümü saklıyorum. Yağmur hastalığı kötüleştiriyor. Ben yaralanmadım. Dönüşüme başlamadım. Belki de yaralı oluşum beni korudu, doğuştan sakat biri bundan etkilenmedi.

* * *

Islak hava. Yağmur durmuyor. Bugün ellinci gün oldu. Yedi bin işsiz var. İşsizler ordusu sokakları dolduruyor. Bunların hepsi bir felaket çemberini andırıyor. Yerler balçık gri. Yağmur durmuyor. Durmayan yağmur yüzünden de yer kurumuyor. Attığım her adımda ayağıma bulaşıyor. Adamların bana baktığı yok, ben uyduruyorum. Yoksa hepsi bana dokunmaya mı çalışıyor?

* * *

Laboratuvardakiler dünyanın sonunu hesaplamak için çalışıyor. Gerekli önlemler alınmazsa iklim felaketi iki yıl erken gelecek. Kyoto protokolüne uymalılar. Bu sayede felaketi geciktirebiliriz belki. Bizde beş yıl var, sizde kaç? Tahminler üzerine bir borsa var. Bunları düşünürken Üsküdar’a varıyorum. Üsküdar-Beşiktaş motoruna biniyorum. Motorlar ilk günden beri hiç durmadı, kış tarifesine inat artık gece gündüz demeden bir oraya bir buraya gidip geliyorlar. Yol boyunca dışarıdayım. Yağmur üzerime geliyor. Bu kasırgada gelmemesi imkânsız. İçerdekiler anlar mı? Bilmiyorum. Eskiden burası sigara içilen yerdi. Yasakların yasak olmadığı ülkede yasaklara göz yumulurdu. Artık kimse sigara içmiyor. Sigara üretimi hakkında bir fikrim yok. Ama bu kadar yağmurda zaten hiçbir sigara yanamaz sönerdi diye düşünüp kıs kıs gülüyorum.

* * *

Hayatım boyunca nefret ettiğim yağmur artık kurtuluşum oldu. Durmayan yağmurlar altında yürüyorum, yiyecek arıyorum. Onların aksine yiyeceğe ihtiyacım var. İlk hedefim son kullanma tarihi tükenmek üzere olan paketli yiyecekler. Krakerler, çikolatalar, ekmek bile olur. Tabii ekmekler ilk günlerde kaldı. Artık eti form krakerler en çok yediğim şeyler. Bunların yemekle işi olmadığından dünyadaki tüm hazır yemekler benim. Tabii bir de kokuşmuş etler, peynirler, yoğurtlar var. Artık çöpçü de yok, çöp kamyonu da. Çöpler toplanmadığında en güzel şehir bile ikinci güne dayanmıyor. Neyse ki çöp de üretilmediğinden yağan yağmurlarla bu pislik çok durmuyor. Eskiden kalma ne varsa yıkanıp gidiyor.

* * *

Aklıma gelenlere gülmeye başlıyorum. Antroposen çağındayız. Sanayi Devrimi’nin başından bu yana insanlık atmosfere tam 445 milyar ton karbon salmış vaziyette. Her yıl da dokuz milyar ton karbon ilave ediyoruz. 2050’de Sanayi Devrimi’nin iki katı karbon olacak atmosferde. 2050 öngörüsü pek naifmiş. Bunları bienalde öğrenmiştim. Acaba sanat eserlerine ne oldu? Sanatçılar da dönüştü mü?

* * *

İşte bu, o ısınma, o iki derece, yok bunu bir buçuk derecede tutabilir miyiz, yüzde ne kadarını kurtarabiliriz, meselesindeki en kritik konumuz bu. Bunu azaltmamız yetmiyor. Bunu bir şekilde durdurmamız, hatta belki mümkünse geri sarmamız lazım. Artık çok geç.

* * *

Bu yazdıklarımın bir anlamı var mı bilmiyorum. Kalan son kâğıt parçalarına yazıyorum desem dramatik olur, dünyaya kalan milyonlarca defter var. Ben bir kitapçıya sığındım. Alt katı kırtasiye, giderek sular yükselse de kurtardıklarım bana bir ömür yeter. Ömür mü ne saçmalıyorsun? Paketli gıdalar bitince ne yapacaksın sen?

Deniz Erkaradağ

Deniz, İstanbul sokaklarında yürüyor, yazıyor, çiziyor ve düşünüyor. Hayal kurmayı ve dans etmeyi seviyor, daha çok okuyabilmek için kendine iyi bakıyor.