-Bir… iki… üç… Başla!
-N-Neye başla?
-Mahşerdesin şu an. Şu koskoca arenadaki tüm insanlar önceki yaşamında senle daha önce tanışmış kişiler. Zamanın başladı. 59.21 dakikan kaldı. Bu sürede sana evet ya da hayır oyu verecekler. Hangisi çoğunlukta olursa oraya gideceksin.
-C-Cehenneme veya Cennet’e mi yani?
-Ahahaha hahaha bu mizan kurulalı en çok güldüğüm şey bu… Yok cennet filan. Ne yaptınız öyle bir yer hak ediyorsunuz? Evet oyu çok olursa seni daha başarılı bir insan olarak hayata yollayacağız. Yoook, hayır çoğunlukta olursa seni… Imm bir kurbağa ya da dur dur, bu defa fare olsun. Evet evet bir fare olarak yollayacağım diğer dünyaya.
-Ne yani, reenkarnasyon doğru mu?
-Kalan vaktini bu gereksiz sorularla mı ziyan edeceksin mankafa! 57 dakikan kaldı, çabuk!
* * *
-Bak dostum, senin sevgilini çaldığım filan yok. Siz ayrılmıştınız zaten. O ilişki bitmişti. Fazla zamanım yok. Evet de olsun bitsin.
-O ilişki bitmemişti. Sibel beni HÂLÂ seviyordu!
-Öff daha fazla vakit kaybedemem senle. Ne dersen onu de!
Turgut yaklaşık on dakikadır, bir zamanlar kötü anılar geçirmiş olduğu insanları ikna etmeye çalışıyordu. Bunu yaparken kendini bir siyasetçi gibi hissetmişti. Oysaki önceki hayatı hiç de bir milletvekilininki gibi heyecanlı ve başarılı değildi. Her zaman içe kapanık biri olmuştu. Ancak şu an yaptıklarına kendisi de şaşırıyordu. Demek ki Öz Turgut böyle bir şeydi…
-Iıı seni tam olarak hatırlayamadım, sen kimsin?
-Ben çocukluk arkadaşın Funda.
– Aaa hatırladım şimdi! (hatırlamamıştı, bu işi yarım saattir yalan söyleyerek yapıyordu)
Senle ne güzel oyunlar oynardık değil mi?
-Aynen hatırlıyor musun bir keresi-
-Funda gördüğün gibi pek vaktim yok. Evet diyeceksin değil mi?
-Ah tabi evet, iyi şanslar!
Git başımdan sarışın piliç diye mırıldandı Turgut. Ve o sırada bir futbol sahası kadar geniş arenada – ne çok tanıdığı vardı?- biricik eşini gördü. O masmavi gözleri ne kadar uzakta olsa tanırdı. Oy toplamayı unutup o iki çift elmas gözlere doğru koştu.
-Çok iyi gidiyorsun canım.
Bunu derken gözleri yere bakıyordu İrem’in. Ama fark etmedi Turgut. Yorgunlukla soluk alıp veren Turgut:
-İnanabiliyor musun? Hiç böyle tahmin etmemiştim mahşeri. Pek de insaflı değilmiş Tanrı desene.
-Hadi Turgut vakit kaybetme sonra konuşuruz bunları. Bak yarım saatin var hemen hemen…
–Sonra mı konuşuruz dedi Turgut geri geri giderken. İrem bir başkaydı sanki. Yaşarken ki o cıvıl cıvıl halinden eser yoktu. Oysaki kırk beşinde meme kanserinden ölmeden önceki son zamanlarında bile umudunu hiç kaybetmemişti. Turgut ona her zaman anlayışlı bir eş olmuştu. Ya da öyle olduğunu sanıyordu.
-SON 30 DAKİKA ADAMIM, HIZLI OL, DAHA ÇOK KİŞİ VAR!
Bunu diyen Tanrı’ydı. Kafa adamdı doğrusu, ya da kafa kadındı. Sesinden bir şey anlaşılmıyordu. Aslında kulakları da duymamıştı o gür sesi. Sadece hissetmişti yarım saat kaldığını kalbinde bir yerlerde. Acayip…
-Anne, baba hakkınızı helal edin.
-Dostum sormama bile gerek yok değil mi?
-Senin canın cehenneme!
-Ben de seni özlüyorum…
-İyi ki erken gittin pislik!
-Senle bir sorunumuz yok sanıyordum…
-Ah dostum senle daha çok planımız vardı.
-O kelinle çok yaşadın mı müdür bozuntusu!
-Senin büyük bir fahişe olduğunu biliyordum.
-Vermesen verme lan!
-Sana minnettarım.
-Ben de sana evet oyu vereceğim, ona göre…
-Can, bu sen misin?
-İnanamıyorum, senle dost olduğumuzu sanıyordum.
Ne kadar fazla tanıdığı vardı Turgut’un. Acaba herkesin öyle miydi? Bu bilinmez tabi ancak pek de iç açıcı bir evet toplayamamıştı. Ne kadar hoşgörülü davranmaya çalışsa da ölü olmanın dayanılmaz umursamazlığı vardı. Bazı gördüğü kişiler onu acayip duygusallaştırıyordu. Ölmeden önceki son saniyelerini geçirdiği ikinci karısı Ziynet’i uzaktan selamlamak ona çok tuhaf gelmişti. Birer yabancı gibi adeta. Büyük oğlu Can’ı yaşlı halde görmek tuhaf hissettirmişti kendine. Onu yirmi yaşındaki dinamik haliyle hatırlıyordu hâlâ. Sahi kendisi kaç yaşında görünüyordu?
SON ON BEŞ DAKİKA, HIZINI ARTTIRSAN İYİ OLUR!
Bunu öğrenmeye vakit yoktu.
* * *
-Yemin ederim, paranı verecektim. Sen niye öldün ki hemen. Bak yemin billah, oğluna gittim sonra. Kabul etmedi parayı. Hem paranın lafı mı olur şimdi? Bak bana evet de, ben de evet diyeceğim sana. İkimiz de kazanalım. Her zaman mantıklı biri oldun Yaşar…
-Tamam, ben oğlumu bulayım bir…
-Güven bana…
Bu belirsiz oyla kuzey tarafına gitti mahşerin. Oraya hiç uğramamıştı. Son birkaç dakika kaldığını tahmin ediyordu. Kan ter içinde kalmıştı. İyi ki üstünde hiçbir şey yoktu. Yoksa vücuduna yapışırdı her şey. Anadan üryan koşmak hoştu doğrusu. Ve orada kendisini kandırarak terfi etmiş, sonra da milyonları kazanmış Ahmet’i gördü. Kaç dakika kaldığının umurunda değildi. Ona bir yumruk geçirecekti. Ömrü hayatında her zaman bunu istemişti. Oraya doğru hızlandı. BAM! O da ne? Ayağı takılmıştı bir yere.
-Vaaay vaayy vay… Demek bugün senin hesap günün Turgut Bey.
-S-Sen ne arıyorsun burada?!
Bu on beş yaşından kırkına kadar kendisine adeta musallat olan Cengiz’di. Ya da tam adıyla Cengiz Baba…
-Bak Cengiz senle bir sorunum yok, bırak beni işimi yapayım. Zaten birkaç dakika kaldı.
-Yok öyle kaçmak filan…
-Burada da mı köpeklerinlesin oros-
-Kapatın şunun çenesini!
-IMMM! HMMM! BWIRRAKK BWENİİİ!
Senle kesilmemiş hesabımız var. Sana ölsen de elime geçersin demedim mi?
* * *
Elleri, ayakları, gözleri ve ağzı bağlıydı. Bir yerlerden tekme yiyor, normal hayattakinden fazla acıyor ama ölemiyordu. Ne yapacağını bilmiyordu Turgut. Her şey birbirine karışmıştı.
SON BEŞ DAKİKA!
-Hey Tanrım, yardım et bana! Bu yaptıkları hile değil mi? Oy toplamamı engelliyor…
Ve gözlerini yummuş af dilerken göz bağı kayboldu, ayağındaki ip ve onu yumruklayan adamlar.
-Şükürler olsun Tanrım!
Kaldığı yerden oy toplamaya devam etti. Son beş dakika da aynı seyirde devam etti ve bir gong sesi duyuldu. Zamanı bitmişti. Turgut, karşısındaki mahalle berberini neden kendisinde tıraş olmadığıyla ikna etmeye çalışırken başladığı noktaya ışınlandı. Koca analog saatin hemen altına.
Koca saat, 90o derece, kendisinin göreceği şekilde döndü. Ekranda iki sütun belirdi. Yeşil sütunda evet oyları, kırmızıda hayırlar. Her oyda ona oy verenin resmi gözüküyordu. Ölmeden önce o kişiyi nasıl hatırlıyorsa.
Lise arkadaşı Sabri: HAYIR,
Mahalle berberi: HAYIR,
-Canın cehenneme pislik!
Oğlu Can: EVET
İkinci Eşi: EVET
Annesi: EVET
Cengiz Baba: HAYIR
Ölmemiş pislik…
İş arkadaşı Murat: EVET
Okey dostları: EVET
Babası: EVET
(…)
Ohh şükürler olsun. Bir evet oyuyla kazanmıştı Turgut. Kıl payı kurtarmıştı fare olmayı. 625 oy evet, 624 oy hayır. Gerçekten kıl payı. Tüm mahşer şaşkındı. Daha önce böyle ucu ucuna kurtulan olmamıştı.
Ancak biri kalmıştı.
Son bir oy.
Masmavi gözleri Turgut’ta.
Turgut hüzünlü gözlerle bakıyordu ilk karısına.
İrem’in ipek sesi çatallaşmıştı.
O mavi gözler hiddetle büyüdü:
HAYIR, GEBER AŞAĞILIK PİSLİK…
* * *
-Baba korkuyorum. Bu gece gene geldi dedemin perisi.
“Peri diye bir şey yoktur Turgut. Deden öleli yıllar oldu.” dedi Can.
-Hayır baba Turgut dedem ölmemiş. Bana dedi ki Araftayım oğlum. Ruhum iki evren arasında kalmış. Her gece yatağımın ucuna oturuyor.
..Baba araf nedir?
- Üç Gece Masalları – 2 - 1 Temmuz 2021
- Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi* - 1 Nisan 2021
- Bir Baykuşun Yaşamı - 1 Mart 2021
- Elmas Gözler - 1 Şubat 2021
- Üç Gece Masalları – 1 - 1 Kasım 2020
Merhaba konuyu gayet güzel bir noktadan yakalamışsınız. Ama tiyatro oyunu ile öykü arasında kalmış gibi geldi bana. Kişileri biraz daha azaltıp Evetlerin ya da Hayırların derinine inseniz diye düşündüm. Ben okurken biraz dağıldım ana noktadan uzaklaştım. Bir okur düşüncesi olarak değerlendirin rica ederim. Ellerinize yüreğinize sağlık.
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Öykülerimde okuyucunun sıkılmaması için bu tarzda muzip oyunlar deniyorum. Belli ki dozunu biraz kaçırmışım. Diğer öykülerimde düzeltmeye çalışacağım. Yeni sayıda bi’ öyküm daha var. O öykü hakkında da yorumlarınız beni çok mutlu eder. İyi günler dilerim.