Öykü

Katilin Ümidi

Dünya şoktaydı. Hem de şoka karşı laçkalaşmış dünya. İki insanın kazara çarpışması, başıboş bir köpeğin dolanması, bir yoksulun görülmesi gibi olayların haber yapıldığı bir ülkede gerçekleşen olay herkesi çok derinden sarsmıştı. Ülkenin muntazam işleyen makinesinin dişlisi kırılmıştı. İşe saniyesi saniyesine giden insanlar o gün işe gitmemiş, komşusunu tanımayan insanlar caddelerde kümeler oluşturmuş, iplik gibi dizilen araçlar sağlı sollu düzensiz bir şekilde park edilmişti.

Zihinlerin kavrayamadığı, ülkeyi alt üst eden olay ülke tarihinde hiç görülmeyen canilikti. Daha korkunç olan ise bunun yıllarca düşünülüp detaylı bir şekilde tasarlanmasıydı. Polisleri olay yerinden uzaklaştırmak için bir tren istasyonuna zaman ayarlı bomba yerleştirmiş polisi de bundan haberdar etmişti. İnandırıcı olması için de iki tanesini patlatmıştı. Katilin tuzağına düşen polisler de anında olay yerine doluşmuşlardı.

Katil ise planına yeni başlamıştı. Asıl hedefi bir adada düzenlenecek olan konserdi. Ondan sonra kimsenin adaya erişememesi için küçük limana gitmişti. Kendisinin bineceği feribot dışındaki diğer araçları kullanılamaz hale getirmişti. Böylece adaya yol alırken artık kendisiyle av olarak gördüğü insanlar arasında hiçbir engel kalmamıştı.

Toplumu sarsan bazı kötücül olaylar, toplumların hiç hatırlamak istemeyeceği ama asla unutamayacağı kadim köklerine kazınır. Katilin yaptıkları da tam olarak bu türden bir eylemler zinciriydi.

Feribotuna yüklediği silahları yüklenmiş, konser alanına giden toprak yola girmişti. Giydiği komando elbisesiyle tam bir ölüm meleğine dönüşmüştü. Bir asker değildi ama Youtube videolarından ve CS gibi oyunlardan edindiği ve sağlamlaştırdığı tecrübeyle tam bir silah uzmanı olmuştu. Yıllarca evinin deposunda çalışmış ve bugüne hazırlanmıştı.

Konser alanına vardığında kıyım başlamıştı. O gün kimsenin yaş, cinsiyet, ırk ayrımına bakmamıştı. Bugün yargılayıcı oydu. Ve ona göre hepsi hak etmişti. Olaylardan sonra herkes onu toplumun lanetli bir bireyi gibi adlandıracağından emindi. Ama zaman geçtikçe onu anlayacaklardı.

O gün yaptığı tam bir katliamdı. Yüze yakın kişi öldürmüştü. İlk planı başarılı olmuş polis olay yerine çok geç ulaşmıştı. Zaten vardıklarında artık işi bitmişti. Kaçmak amacında olmadığı için cephaneliği bittiğinde platformun üstüne çıkarak onları beklemişti.

Dünya çalkalanıyordu. Bu nezih, örnek gösterilen toplumdan nasıl bir cani çıkardı. Neyi yanlış yapmışlardı? Yoksa katilin psikolojik sorunları mı vardı?

Sorun bulunmuştu. Yüksek toplum yapıcılara göre katilde bir sorun olmalıydı. Yoksa neden böyle anlamsız bir girişimde bulunsun ki?!

Ama mahkeme öncesi tetkiklerde de ortaya çıktı ki hiçbir sorunu yoktu. Şizofren de değildi başka bir psikolojik sorunu da yoktu. Aslında gayet normal bir insandı.

Olaylı ve sansasyonel bir süreçten sonra ülkenin en ağır cezası olan 21 yıllık bir cezaya çarpıtıldı. Hümanist ve olaylardan uzak bir toplum olarak zamanla ölüm cezasını kaldırmışlar, birçok ülkenin aksine müebbet cezayı bile kaldırmışlardı. Nihayetinde karşılaştıkları bu olay karşısında şimdi anlıyorlardı ki ceza sistemleri hiç adil değildi. Üstelik ceza evleri son derece lüks yerlerdi. Zaten ülkede değil ama dünyada en çok konuşulan katilin cezaevi şartlarını beğenmemesiydi. İnterneti yoktu ve konforu yoktu.

Mahkeme sonuçlanmış, seri katil hapishaneye yollanmıştı. Ama toplum vicdanı rahatsızdı. O civardaki herkesin uzaktan yakından tanıdığı en az biri mutlaka olaylarda ölmüştü. Toplumun geleceği olarak gördükleri gençleri kökünden kopartılıp atılmıştı. Buna rağmen yapabildikleri tek şey katili lüks cezaevinde korumaktı.

Katil M. bir süredir içerideydi. İlk günlerdeki heyecan, kargaşa ve belirsizlikler gitmiş monoton bir hayat başlamıştı. Kendi güvenliği için içeri girerken ismi ve biraz görüntüsü değiştirilmişti. Ama yine de mahkûmlardan uzak kalmaya çalışıyordu. Tanınmaktan çok onları değersiz görüyordu. Kendi ideallerini anlamayan sülüklerdi onlar. İğreniyordu onlardan.

Yıllar geçtikçe gerçekten sıkılmaya başlamıştı. Özgür ve adanmış ruhuna aykırı bir yerdi burası. Tiksindiği insanlarla çevrilmişti. Artık iyice daralmaya başlamıştı. Yıllarca operasyon için planlar yapan zihni şimdi de kaçmak için çalışmaya başlamıştı. Ufak tefek de olsa her ayrıntıyı yakalamaya çalışıyor, her fırsatı değerlendiriyordu. Biliyordu ki her sistemin mutlaka bir açığı vardır. Çünkü sonuçta onları yapanlar da insanlardı. Hem de düşünmeyi sevmeyen, tembel hayvanımsı insanlar. Onun gibi tüm toplumu düşünen, kendini bu uğurda feda eden, aklının her zerresini kullanan biri elbette onların kurduğu sistemin üstesinden gelecekti.

Bir gün beklediği fırsat ayağına geldi. Mahkûmlar isyan çıkarmıştı. Hem de hapishane tarihinde olmayan türden. Gardiyanlar esir alınmış, koğuşlarda büyük yangınlar çıkarılmıştı. Daha önce birkaç defa takıldığını gördüğü depo kapısına koşmuş ve beklediği gibi orayı açık bulmuştu. Her taraf yanmış, yıkılmış büyük bir mücadelenin tüm izleri açıkça görülüyordu.

Depoya girdikten sonra etrafı iyice kontrol etti. Kimsenin onu görmesine izin veremezdi. Yüksek güvenirlikli hapishanenin olmazsa olmazı her yere iliştirilen kameralardı. Yangının oluşturduğu duman ve mahkûmların kargaşasından dolayı kimsenin onu göremeyeceğinden emindi. Ama yine de tedbiri elden bırakamazdı. Akıllı insan hiçbir ayrıntıyı atlamazdı. Depodan çıkıp su tesisatlarının ve lağımın olduğunu tahmin ettiği yere geldi. Buradaki kapı sıkı sıkıya kapatılırdı ama kargaşa her yere yayılmıştı. Etrafta bulduğu iki demir parçasıyla kapının kolunu zorlayarak kırdı. Hemen içeri girmedi. Çevre kontrolünü yaptıktan sonra içeri girdi. Artık kimse onu tutamazdı.

Tedbiri elden bırakamazdı ama acele de etmeliydi. Bu tür isyanlar çabuk basılırdı. Takviye kuvvetler geldikten sonra isyan kısa sürede biterdi. Sayımda onun eksik olduğunu fark ettiklerinde çok uzaklarda olmalıydı.

Uzun bir süre kanalda ilerledi. Anlaşılan hapishane bu kanalın üzerine kurulmuştu. Hem çok büyük hem de çok eski görünüyordu. Kanala hâkim olan karanlığa rağmen hiç durmadı. Artık ayakları onu taşıyamıyordu. Ama iradesi durmamayı emrediyordu.

Adeta vücudunu sürüklüyordu. Ne kadar yürüdüğünün, nereye vardığının farkında değildi. Sadece tek bir noktaya odaklanmıştı. Sadece ilerle. Ne olursa olsun sadece ilerle. Zihninde beliren hayaletimsi görüntüleri bertaraf etmeye çalışıyordu. Katlettiği insanların görüntüleri. Ümitsizce yalvaran, korkan, birbirine sokulan insanların bakışları ve görüntüleri. Kendisine telkin ediyordu. Yaptığı kutsal bir amaç uğrunaydı. Sülükleri, topluma asalakça yapışan sülükleri temizlemişti. Şimdi de talih ona yardım etmiş ve ona tekrar özgürlük kapısını sonuna kadar açıyordu. Çünkü beyaz ışığı görmüştü.

Kendisine inatla direnen vücudunu ileri taşımaya çalışıyordu. Buradan çıktıktan sonra bir süre etrafı kolaca eder, duruma göre bir strateji çizerdi. Sonra tam kaçış planını uygulardı. Tüm hayatları ve amaçları para olan bu insanların arasına karışmak hele kendisi gibi parası ve zekâsı olan kendisi için hiç te zor değildi.

Nihayet kanalın sonundan ışığa çıktı. İlk çıktığında ışık gözlerini o kadar kamaştırdı ki bir süre gözlerini açamadı bile. Gözleri iyice alışana kadar kapalı tuttu. Bir süre sonra açtı. Ve hiç ummadığı bir görüntü ile karşılaştı.

Etrafta tablalar üzerinde bir sürü fotoğraf vardı. Vesikalık büyükçe fotoğraflar. Hepsi gülümseyen, umut taşıyan, bir süre sonra öleceklerini akıllarına bile getiremeyen insanlar. Kendisinin öldürdüğü insanlar. Etrafını çevrelemişlerdi. Sanki onu kaçmaktan alıkoyarcasına. Ama ilk gördüğü anda zaten anlamıştı.

Onu oyuna getirmişlerdi. Hem de büyük bir oyuna. Askerler etrafını çevrelediğinde her şeyin bir oyun olduğunu anlamıştı. İsyanın da kaçış güzergahının da. İçinde filizlenen umutlarını öldürmüşlerdi. Öldürselerdi bu kadar acıtmazdı. Kaçtığı için artık tek kişilik koğuşa alınacaktı. Zor bir hayat onu bekliyordu. Hem de umut bile edemeyeceği umuda güvenemeyeceği bir hayat.

Veysi Erdem