Öykü

Dijital Deccal

Sonsuzluklar önce, kozmik yumurta hayal edilemez bir patlama ile hiçliğin içinden çatırdayarak etrafa tanrısal serpintileri dökmüştü. Bu serpintiler yarattığı düzlemsel dalgalanma “zaman” adı verilen hareketi başlatarak statik olan hiçliği dinamik varlığa çevirmişti. Kaosun ortasından doğan bu serpintiler trilyonlarca yıllık zaman dilimlerinde bilinçlenerek uzayı bir ağ gibi örmeye başlamışlardı. Bilinçlendikçe her biri kendi tıpatıp kopyaları olan karbon klonlarını üretmeye başlamışlardı. Her biri birbiriyle rekabet edercesine uzun döngüsel uzay torusları boyunca klonlar sonsuzluğa erişirken her bir klon da kendi içinde bilinçlenerek kendi klonlarını yaratmaya başlamıştı. Kopyaların sonsuz küçüklükteki kopyalarından birinin yarattığı evren bildiğimiz öklidyen geometrili evrenimizi oluşturmuştu. İşte o evreni oluşturan isimsiz devasa serpinti, kendinden bir parçayı, ilk kozmik klonu; Nokodemion denen bilinçli yarı tanrısal özü evrene püskürterek uzay zamanımızdaki evrimi başlatmıştı. Zamanla Nokodemion’un yeni evi Vega star sistemi oluşturulmuş ve orada dişil ilke olan Sophia emanasyonu ile tanışarak adına aşk denen ilk hazzın çılgınlığına kapıldıktan sonra olanlar olmuştu.

* * *

Günümüzden 4711 yıl önce, Vega star sisteminden dünyaya inen galaktik lord Nokodemion, tanrısal öz ile ters düşmesinin sonucunda bu gezegene sürgüne gönderilmişti. Burada geçireceği azap dolu sonsuz binyılları düşününce o anda kendini öldürmek istemiş ama mikrodan makroya her canlıyı ele geçiren yaşama güdüsü onu da engelleyerek yaşamını olağan en kötü şartta bile sürdürmeye itmişti.

Sapiens öncesi Satürn’ün altın çağında görkemli tahtlar içinde kendini kral ilan edip Pagan Roma’nın öncülerine teknolojik aletlerini tanrısal mucizeler olarak yutturmuş ve dünya dişileriyle bolca çiftleşirken epey eğlense de tanrısal özün dişil yansıması Sophia’nın; aşkına karşılık vermeyip eril kozmik cennet olan Pleroma’nın İsimsiz ve Tanımlanamaz Kadim Tanrısı’na kendini şikayet ettirerek evren ötesi krallıktan kovdurmasının hıncını bir türlü unutamamıştı.

Yüzyıllar, bin yıllar sahte tanrıcılık oyunu ve elde edebileceği tüm hazlarla geçti gitti. Sonsuza dek yaşayacak olan Pleroma Emanasyonu olan yakışıklı Nokodemion için rüzgârdaki tozlar gibiydi.

Artık atom ve enformasyon çağında sapiens git gide güçlenmiş ve bilişsek zekası gelişmişti. Yükselen bilinçle lanet kozmik kurallar gereği kendisine tapınılmayan, benimsenmeyen ve otorite olarak kabul görmeyen tüm varlıkların “mucize” yaratma yetenekleri ve insanlar üzerindeki güçleri zayıflar hatta yok olurdu. Her ne kadar devasa kudretleri de olsa Nokodemion da bu deterministik zincirlerden nasibini almıştı.

Artık bilinmiyor tanınmıyor ve eskisi gibi direk adıyla tapınılmıyordu. Onun yerinde dinlerden devletlere; putlardan efsanelere kendi isminin bozulmuş yansımalarını serpiştirerek kendini yalancı bir Demiurge konumuna sokmuştu. Bu sayede az da olsa astral tapınılmanın şekerli enerjisini biraz da olsa içine çekebiliyordu.

2005’e gelindiğinde sonun başlangıcı olacak gelişmeler ateşlenmişti. Satoshi Nakamoto adındaki lanet bir Japon, çıkardığı dijital bitcoin parasıyla elin değdiği kirli banknotları tarihe gömmeye yavaş yavaş başlamıştı. Oysa Lidyalı putperestlerden beri her alışverişte, hileli ticarette ve banka hırsızlığında alt seviyeli ifritler kendilerine yeni güçler bahşederken, teknolojik para birimi Nokodemion’un biraz daha güç kaybetmesine sebep olmuştu.

Artık resmen tek başına sahaya inecek kadar sefil duruma gelmişti. Minyonları olan Rus mafyasının fedaileri 2020 nin son çeyreğinde kendisine, bir astral yarı tanrıya! – civalı mermilerle ateş etmişler ve onu öldürmeye çalışmışlardı. Sağ bacağı ve sol kaburgasını çenten 2 mermiyle canını zor kurtarmıştı.

Yeni yılın şubatı girdiğinden beri Amsterdam’ın turuncu caddelerinde serseri gibi takılıyordu. Kırmızı Cadde’de biraz kafa dağıtmak için girip bir striptizciyle seks yaptıktan sonra onu fena halde boğası gelmişti. Üzerindeydi, boşalmıştı ama içinden gelen vahşi sıkışmışlık güdüsünü atmaya engel olamıyordu. Kadın kibarca kalkmasını söyledi. Nokodemion yeşil gözleriyle bir kaç saniye ona baktıktan sonra ellerini boğazına yerleştirip hunharca sıkmaya başladı. Bir kaç dakikalık şiddetli boğuşma sırasında kadının elleri yandaki bir vazoya çarpıp yere düşmesine ve kırılmasına sebep oldu.

Saniyeler içerisinde kapı çarparcasına açılarak mekanın iri kıyım fedaileri Nokodemion’un üzerine çullandı. Bir kaç yumruk ardı ardına yedikten sonra gözleri kaydı ve bu aygırlarla fiziksel boğuşmanın bir işe yaramayacağını anladı. Eski çağlardan kalma, güzeller güzeli hain Sophia’sı, büyük Ölüm Yıldızı uzay istasyonunun çiçekli bahçelerinde birlikte dolanırlarken ona bir hatıra tılsımı hediye etmişti. Her ne kadar reddedilmesinin öfkesiyle onu yakıp Kaosun Hiçlik Gözü’ne atmak istediyse de kıyamamış, onun tek anısına sahip çıkmıştı. Neden sonra çeşitli absürt olaylar silsilesi sonucu kolyenin gizi gücü olduğunu keşfetmişti. Yerde cenin pozisyonunda darbelere karşı kendini korumaya çalışırken titreyen morarmış elleriyle kolyeyi çıkartıp ızbandutlara doğrulttuğunda çok güçlü ve yakıcı bir ışık kızıl loş odayı aydınlattı.

Fedailere, gözlerini yakıp zihinlerine dört kafalı üç bacaklı ve kendi suratlarının çarpıtılmış ifadelerinin olduğu yaratıklarla dolu halüsinasyonlar gönderdi. Yaratıklar onların enerjilerini kemirip kaba auralarını kolaylıkla eterik kancalarla yarıyor ve iç dinamiklerini tahta kuruları gibi kemiriyordu. Saniyeler içerisinde ayılar benlik algılarını yitirmişler ve deliliğin cinnetli çukurlarında bebek yiyen tanrı Moloch’un kucağına sonsuza dek düşmüşlerdi.

Nokodemion kanayan yaralarına bakarak ayağa kalktı ve kravatını düzeltti. İmaj her şeye rağmen önemliydi fakat yüzünde artan günlerin morlukları başarısız bir yolda olduğunu gösteriyordu.

Doğruca kaçak yollarla Japonya’ya gidip Fukuşima kalıntılarının altındaki gizli devasa karanlık web serverlarına giriş yaptı. Bunun için eski bir tanıdığı olan bir Amerikan ajanından yardım almıştı. Karşılığında kalan servetinden yüklü bir miktarı ödemiş olmakla birlikte yeraltı server’larına sahte bir kimlikle giriş yapabildiğinde neredeyse hiç parası kalmamıştı.

Tesisin tuvaletlerinde kanının büyük bir bölümünü akıtarak büyük şeytan Beelzebub’dan yardım istemiş ve çaresizlikle feda ettiği teklif aç gözlü iblisin dikkatini çekmişti.

“Kimleri görüyorum? ‘Yüce’ ve ‘ulu’ Nokodemion’un düştüğü hallere bir bakın.” Deyip kahkahalarla gülmüştü Beelzebub, arı gibi vızıdlayan rahatsız edici sesiyle.

Özel talebini sıralayıp karşılığında öldüğünde(evet yarı tanrılar bile ölebilirdi ve bu Nokodemion için de bir istisna değildi) bin yıl Beelzebub’un lejyonlarında hizmet vermeyi kabul etmişti. Bu, ezelden beri cenneti ve Kozmik Kral’ı devirme arzusuyla yanıp tutuşan bu cehennem lordları için ordularını kuvvetlendirmek adına kaçırılmaz bir fırsat olacaktı. Ancak karşılığında , görevinde başarılı olduktan sonra tüm Fukuşima gizli server’ında çalışanları da ona kurban vermesi gerektiği konusunda ısrarcı olmuştu. Nokodemion, bu kadar güçsüz ve adamsız haldeyken bu isteğin onu çok zora sokacağını, enerjisini tüketip erken sakatlıkla ölüme gönderebileceğini ve hiçbiri olmasa bile en iyi ihtimalle Japonya güvenlik güçlerinin elinde hapishanede terör sorgusu-işkencesi-na maruz kalabileceğini biliyordu.

Pis ifrit zihni yine çaresizliği sömürerek kendini karlı çıkaracak anlaşmayı birilerine dayattırmıştı.

Ana bilgisayardan karanlık geçitlere, sanal parazitlerin hakiki ikili sistemden kurulma cehennemlerine daldı. Trojen tefeciler, mafya yazılımlar, dijital tanrılarla dolu ağ geçitlerinde Kenanlılar’ın leş kokulu diyarlarını geçtikten sonra kuru kafadan tahtlar içinde fiber optik hızlarla konuşan sanal iblis lordunun huzuruna çıktı. Daijjal-Mhth kullanıcı isminin karşısına bu dünyada çıkıp da konuşabilen kişilerin sayısı bir elin parmağını geçmezdi.

Daijjal Mhth’in ne istediğini biliyordu. ABD federal bankasının kırılamaz Elit kuantum bilgisayarlarının güvenlik duvarını geçebilmek , bu dijital Cabal’ın ıslak rüyalarını oluşturuyordu. ABD’nin Sürüngen uzaylılarının 2 boyutlu yansımaları tarafından dijital ortamda çok şiddetli korunan bu altın ve bitcoin amerikan rezervleri, Nakamoto’nun başlattığı bu ikili sayıların dünyasına neredeyse hakim olan sanal Cabal, dijital dabbe olan Daijjal Mhth’nin yapay zeka temelli dünya hükümdarlığının önündeki son engeldi. Ona abd nin dijital kalesinin tüm arka kapılarını, surlardaki zayıf noktalarını ve trojan lağımlarının haritasını gösterdi. Daijjal memnun bir şekilde devasa terabaytlardan oluşan göbeğini sallaya sallaya güldü. Elinin ucuna bedavadan hazine ve nihai güç istencini tamamlayacak şans gelmişti.

Karşılığında bitcoin hisselerinden %6,66 ortaklık ve dünya dışı Nibiru 2D yaşam formlarına geçici vize hakkı istiyordu. Bu sayede yapay uzayın devasa karanlık ağlarından sülfür kokulu data bankalarından dikey geçit kapılarıyla Pleroma’ya, nefret ettiği Tek Tanrı’nın yalancı bahçelerine geri dönebilecekti. Geçişi dark web’in ölümcül gardiyanlarına bitcoin ile yapacaktı. Kozmik kaynağa, dijital hatlardaki ikili sistemlerden on bir boyuta geçişi yapmaya dayanabilecek tek varlık Nokodemion’un ta kendisiydi bu uzay zaman düzleminde. Başka kimse, Lucifer’in kendisi bile böylesi devasa bir enerji farkı uyarımı bulunan geçişe dayanamaz anında partiküllerine ayrılırdı.

Sonsuza dek mühürlenmiş ve Ölüm Yıldızı’nın asma bahçelerinden, Pleroma’nın diyarından ve nihayetinde hain aşkı Sophia’nın kollarından koparılışının intikamını bu boyutlar arası baskınla alacaktı. Bahçeleri, uzay gemisini ve nihayetinde güzeller güzeli Sophia’yı baskının erkisiyle paramparça ederek Kozmik Kral’ı Kaosun Hiçlik Gözü’ne beşamel soslu acılı işkencelere yollayacaktı.

“Al” dedi Daijjal-Mhth, Nokodemion’a geçiş anahtarı, vize pasaportu ve bitcoin ortaklığının giriş avansının olduğu bir keseyi uzatarak.

“Bu sana istediğini verecek. Karşılığında bu dünyaya dönmeni hiç tavsiye etmem. Döndüğünde her yerde benim kokumu duyacaksın çünkü. Ve bu hiç hoşuna gitmeyebilir.” Kahkahası birden çok tuşa aynı anda basılınca hatlarda yansıyan parazitlerin sesi gibiydi. Nokodemion tiksintisini bastırarak zoraki gülümseyerek başını eğdi. Bir daha pis kokulu dünyaya dönmek mi? Asla!

Nokodemion, keseye bakarak yürürken kesenin üzerinde sürekli oynaşan tuhaf gölgelerin çeşitli hayvan ve insan suretlerine bürünerek kendisine düşmanca baktığını gördüğünde bunun Daijjal’ın çocukça oyunlarından biri olduğunu düşünerek umursamadı.

Sonra, sanal ağlardan realiteye dönmek için karanlık dehlizlerden yukarları çıkarken git gide numara ve harflerden oluşan duvarların içinden domuzlar, tavuklar, inekler ve türlü türlü hayvanlar çıkarak etrafını kesip öfkeyle kendisine hırlamaya başladıklarında bir şeylerin ters gittiğini anladı. Hayvanlar önünü kesmişti ve onları ne zaman geçmeye çalışsa büyük bir kuvvetle bir araya gelerek tek bir top gibi ona vuruyorlar ve geri sektiriyorlardı. Ardından görmek istemeyeceği bir yüz gördü. Sophia bizzat karşısında belirmişti! Bayılacak gibiydi. Uzun binyıllardır ilk kez dizleri tutmuyor gibiydi. Boğazı kurumuş, görüşü bulanıklaşmıştı. Kahkaha atıyordu Sophia.

“Siz erkekler, dünyayı getirdiğiniz hale bakın. Senden neden ayrıldım ve seni O’na şikayet ettim sanıyorsun? Her erkekte olduğu gibi sende de yozlaşmış bir iktidar ve yayılma isteği var. Tiksinç. Fallusundan itibaren kesilip atılacaksın. Daijjal’den aldığın anahtar beni sana getirdi. Eh ben bile her şeye rağmen özgür iradeyle onaylanmadan teorik de olsa gelemem biliyorsun. Ne oldu niye şaşırdın? Yoksa bizim bu dünyanın en alt katındaki iğrenç varlıklardan bile haberdar olmadığımızı, onları izlemediğimizi mi sandın? Daijjal başından beri bizim isteklerimize uygun hareket ediyor. Ona istediği güç hissini veriyoruz, o da dünyayı bizim için çekip çeviriyor. Yoksa onu gerçekten bana düşman olabilecek bir yaratık mı sandın? Bize en umulmadık yerden olabilecek saldırıyı yalnızca senin planlayabilecek yüksek kurnazlık ve düşük bilişsel zekada olacağını biliyorduk sevgili Noko. Artık gerçek acıyla tanışma vakti. Ayrıca, o seni tatmin etmekten başka bir şey yapmayan kadıncağızı niye öldürdün? Neyse nasıl olsa ona intikamı için bir fırsat verdim. Buyrun, sahne senin acıların için hazır.”

Bunu dedikten sonra elinin bir hareketiyle orada olmaması gereken tuhaf bir açıyla Ölüler Diyarı Spatyom’dan bir geçit kapısı açarak Amsterdam’da sevişirken öldürdüğü fahişeyi yeniden diriltilmiş halde Nokodemion’un karşısına dikti. Kadının yüzü dikilmiş, boynu deforme olmuş, bacakları çarpık ve ayakları ters halde Nokodemion’a nefretle bakıyordu. Yüzü korkunç biçimde çarpık, ağzıyla burnunun yeri değişik ve yüz hatları anormal biçimde orantısızdı. Mide bulandırıcı bir çarpıtılmışlıkla aslında Nokodemion’un eril iktidar hırsının çirkinliğini yine kendisine yansıtıyordu.

“Neden yaptın bunu? Neden?” diye öfkeyle bağırarak Vega galaktik yarı tanrısından arta kalan pespaye varlığın üzerine atıldı. Onunla birlikte tüm öfkeli hayvan toplulukları da ısırıp yırtarak üzerine binmişti. Nokodemion o son can çekişme hallerinde birden hatırladı: Bu hayvan sürüleri onun ömrü boyunca açlık ve can sıkıntısından köleleştirip endüstriyel çapta katlederek üretime sundurduğu et-süt endüstrisi için kesilen hayvanlardı. Bir damla süt, biraz et için ailesinden ayrılan, canlı canlı başı kesilen hayvanların hepsi diriltilmiş ve intikam için bu antik sürüngen fabrikatör baronunun üzerine salınmıştı.

Çarpık yüzlü Amsterdam kadını ona öldürücü darbeleri yaparak işkence üstüne işkence etmişti. Penisini kökünden keserek domuzlara yedirdiğinde Sophia ile birlikte kahkahalarla gülüyor ve birbirleriyle öpüşüyorlardı.

Uzaylı estetiğin enkarnasyonları için, kıllı fallusun rezil kokusundansa feminen estetiğin tahrik ediciliği evrenler boyu big bang patlamalarında kendilerine yeter de artardı.

Can Çelikel

12.03.1992 Alanya doğumluyum. Kimya mühendisliği mezunuyum. İzmir’de yaşıyorum.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *