Öykü

Yanan

Yukarı doğru düşüy… Bir saniye, yukarıya doğru… Düşüyorum? Neden? Ne yapacağımdan dolayı düşüyorum ki? Bilemiyorum… Bir sürü soru yok aklımda, ne olduğumu bilmiyorum ki bu sorular kurcalasın artık iflas etmiş zihnimi.

Düştüm ve şimdi çatıya vardı ayaklarım. Oldukça dingin hissediyorum kendimi. Çözüyorum aklımdan geçenleri. Geri dönüyorum ve başlıyorum yürümeye. Kapılardan geçip merdivenlerden inmeye koyuluyorum. Çokça merdiven iniyorum. Dışarı çıkarken başımı öne eğiyorum. İnsanlara bakamıyorum, neden bakamıyorum? Ne olacak ki? Birazdan ne olacak ki! İnsanlar bana hep kızıyorlar, “Önüne baksana mal!” dedikten sonra hepsi teker teker omuz atıyorlar.

Geçmişimde ne oldu? Hatırlayamıyorum! Ne zaman tekrar ayağa kalktım, ne zaman yürümeye koyuldum ve ne zaman düşeceğim? Anlayamıyorum. Ne oldum demiyorum. Ne olacağım da demiyorum. Ne olamadım? Ne olmalıydım, anımsayamıyorum. Sadece…. Sadece yürümeye devam ediyorum. Bir dilenci görüyorum, berbat bir hâlde bir dilenci görüyorum. Teşekkür ediyor ve ben de o sırada ondan paltomu alıp giyiyorum. Bir sancı, bir alev var içimde ve her bir salise artıyor. Şiddetle yükseliyor içimdeki metal yangını. Bir ara… Hayır tekrar ve tekrar dilenciye gözüm değiyor, insanoğlunun onu ağır ağır gasp edişini izliyorum.

Yürümeye usulca devam ediyorum. İçten içe titriyor kan damarlarım. Çekiliyorlar ayaklarıma doğru. Çekiliyorum karanlığa. Yakalıyor beni karanlık, doğrulamıyorum! Düşmeyi bitiyorum sanırım. Sanırım… Sanırım yükselmeye başlıyorum. Öyle karmaşık… Öyle karmaşık ve… Öyle karmaşık ve öyle derin ki! Çözümleyemiyorum.

YÜKSELMEK İÇİN ÖNCE DİBE Mİ VURMALI DİYORSUN! NE DİYORSUN!

çokfazlayürüdümvekafeninkapısındaniçerigirdimmasadaellikâğıtvardıaldımvecebimekoydumçayiseöylesoğutukinefretediyordumutanıyordumtiksiniyordummidembulanıyordubütünvücudumubirtitremesarmıştıçayımisegitgideısınıyorduacıbirgençlikbüyüyorduiçimdeyükseliyordumgeçmişimiyaşadımgeleceğimiyaşamadımanıyitirdimveyükseliyordumyükseliyordumyükseliyordumyükseliyordumyükseliyordum

Bir kadın yaklaşıyor masaya ağırca. Sessiz ve göstergede pişman… Dönüyor ve oturuyor sandalyeye. Çok kızıyorum. Öyle kızıyorum ki başım tavanı aşıp gidecek birazdan. Öyle kızıyorum ki göz yaşlarım buharlaşıyor, akmıyorlar. Acı en hat safhasında. Yutkunamıyorum ve ağzımda su birikiyor. Utanç öyle büyüyor ki… Nasıl sergiledim tüm bu davranışları diyerek utanıyorum. Nasıl bu suyun sesine kendimi kaptırdım diye sorguluyorum. Nasıl bu hâle soktum kendimi diye, utanıyorum. Nedenini soruyorum kendime, böylesine küçük düşürmek için kendimi neden elimi havaya kaldırdım? Sadece soruyorum…

“Neden?”

Yumruğumu büyük bir gürültü ile masadan kaldırıyorum havaya. Avucumu açıyorum.

“Ben… Ben rezillik ettim!” diyor.

Havada askıda kalan elimi masaya vuruyorum ama hiçbir ses gelmiyor.

“Sen beni sattın!” diyorum.

Öfkeyle mi, utançla mı, gururla mı? Ne ile bakıyor bana?

“Evet, yaptım.” diyor.

Adeta ilk kez kendi ayakları üzerinde durmaya başlamış bir bebek gibi sonunda soruyorum.

“Neden?”

Bunun üzerine kalkıp gidiyor masadan ve düşünüyorum: O hâlde neden varım? Gelecek mi acaba? Düzeltecek mi? Anlatacak mı? Dinleyecek mi? Nabzımı tutuyorum; üç, iki, bir… Vücudumun her bir zerresinden akmakta olan ter gözeneklerime giriyor. Göz ucuyla garsonu görüyorum bu sırada. Bana yaklaşıyor ve dönüp konuşuyor.

“Tabi beyefendi, hemen getiriyorum.”

“Sadece çay”

“Hoş geldiniz, ne istersiniz?”

Bir müddet sonra ben de kalkıyorum. Kararlı olduğumu biliyorum. Her şey ya burada başlayacak ya da burada bitecek. Aynı nehirde iki kez yıkanamam, biliyorum. Aynı nehirde iki kez yıkanmamalıyım, kesinlikle biliyorum! Aynı nehirde ikinci kez yıkanmış olmamalıyım, bilemiyorum. Yalnız, ne biliyorum ki… Akan bu su, zan altında bırakmamalı beni! Kararlıyım.

Erdem Tekin