Öykü

Dolunay Gecesi

Dolunaydan sonraki gün

Komiser maktulün yanına geldi ve mendiliyle ağzını kapatarak maktûle doğru eğildi. Karşılaştığı manzara onun gibi tecrübeli bir komiseri dahi allak bullak edecek türdendi. Maktûl genç bir kadındı. Başının ve omuzlarının üzerinde ters bir şekilde durmaktaydı. Ancak tüm kemikleri adeta un ufak olmuş ve bacakları gövdesine düşmüştü. İnsanın bakmakta zorlanacağı bir yığın halinde katılaşmıştı ve çok fazla kan vardı. “Sanki çok yüksekten düşmüş gibi…” dedi komiser etrafındaki geniş buğday tarlalarına göz gezdirerek. Olay yerinde başka bir bulgu olup olmadığını sordu. Bu esnada kan ter içinde bir polis memuru yanına geldi ve “Komserim bir tane daha bulduk!” dedi…

Dolunay gecesi

Ceylin otele giriş yaptı ve lobideki görevliye tanınmayı bekler bir ifade ile baktı. Başarısızlıkla sonuçlanacağı belli olan bu bakışma otelin sahibi Yücel Sarraf’ın ortama girmesiyle kısa sürdü. “Ceylin Hanım hoş geldiniz.” dedi Yücel. Ceylin onu içinde bulunduğu bu sinir bozucu durumdan kurtaracak olan bu sese doğru döndü ve sahte kıkırdamaların havada uçuştuğu kısa bir sohbet gerçekleşti. Ceylin, Yücel beyin daveti üzerine otele gelmişti. Sosyal medyada oteli tanıtacak ,karşılığında ise güzel bir tatil ve hatırı sayılır bir meblağ alacaktı. O, belboyun hemen arkasından odasına doğru giderken Yücel bey otele o an giriş yapan diğer davetlisi, şehrin tanınmış iş adamı Yavuz Alkan’la ilgilenmeye başlamıştı.

Dolunaydan sonraki gün

Komiser az önce karşılaştığı korkunç görüntüden sadece birkaç yüz metre uzaklaşmıştı. Ancak bu esnada yeni bir dehşete de yakınlaştığını bilmiyordu. Bu kez ceset etrafındaki kan havuzunun ortasında, yerde sırt üstü yatıyordu ancak kolları ve bacakları sanki içlerinde kemik yokmuşcasına bükülmüştü. Komiser bu kez cesedi tanımıştı. Bu ünlü iş adamı Yavuz Alkan’dan başkası değildi. “İlk bulduğumuz ceset de ünlüymüş komserim.” dedi. Arkasından yaklaşan bir ses. “İnstagram ünlüsüymüş komserim.”

Dolunay gecesi

Yücel Sarraf ikide bir lobinin duvarındaki büyük saate bakıyordu. Konuklarından biri gecikmişti. Bu durum onu tedirgin ediyordu ancak bu tedirginliğin yüzünden okunmasını istemezdi. Bir aksilik olup olmadığını öğrenmek için telefonuna sarılmıştı ki havaalanına gönderdiği üçüncü aracın otelin ön bahçesindeki heykelli yola girdiğini gördü. Yüzünde rahatlamış bir ifade ile kapıya doğru yöneldi. Arabanın arka koltuğunda oturan ve şaşkın şaşkın etrafa bakan son konuğu Serhan’ı görmek Yücel’i iyice rahatlattı.

Dolunaydan sonraki gün

Komiser olay yerini emniyete almalarını söyledi ve biraz uzaklaşıp sigara yaktı. Bu olay başını bir hayli ağrıtacaktı. Bunları düşünürken bir polisin koşar adımlarla yanına geldiğini fark etti. Kötü bir haber daha alacağını anlamıştı ve daha yarısına bile gelmediği sigarasını yere atıp ayağıyla ezdi. Polis birkaç adım kala yavaşladı ve konuşmaya başladı: “Komserim bir tane daha varmış, bu sefer bir ahırın çatısında bulmuşlar.”

Dolunay gecesi

Konuklar akşam yemeği için otelin terasına çıkmışlardı. Adlarına ayrılmış masaya oturduklarında biraz şaşırdılar. Daha kalabalık bir davetli grubu olacağı söylenmişti ancak sadece üç kişiydiler. Birbirleriyle kısaca tanıştılar. Yavuz, otelde birkaç tanıdık ismi görmüştü ancak onlar davet almadıklarını söylemişlerdi. Masa dört kişilikti ve bir kişi eksikti. “Boş koltuk sanırım Yücel Bey için.” dedi Ceylin. “Evet o gelecek.” diye cevap verdi Yavuz, kaşlarını kaldırarak. “Güzel bir otel yapmış. İnsan kendisini antik bir çağa ışınlanmış gibi hissediyor. Şimdi de antik çağ kralları gibi havalı bir giriş yapacak. Sever böyle işleri.” Serhan çekirdekli ekmekten kopardığı küçük bir parçayı ortada duran zeytinyağına batırıp ağzına attı ve lokmasının bitmesini beklemeden Yavuz’a “Siz eski arkadaş mısınız?” diye sordu. Yavuz önce bu kaba saba ve ucuz kıyafetli adamı biraz süzdü “Çok da eski sayılmaz, hatta arkadaş bile sayılmayız ama sağ olsun böyle şeylerde unutmaz beni.” diye cevap verdi ve ekledi “Siz nereden tanışıyorsunuz?” Serhan güldü “Ben çekilişten çıktım.” dedi. Yavuz bu ukala cevabı beğenmedi ama bu lafı şaka zanneden Ceylin kahkahayı basınca uzatmadı ve onlara katıldı. Bu esnada Yücel mekâna giriş yaptı ve diğer müşterileri tek tek selamlayarak konuklarının masasına doğru yaklaştı. 

Dolunaydan sonraki gün

Ahırın eskimiş çatısı şiddetli darbeye dayanamamıştı. Maktûl baş aşağı şekilde çatıda açılan deliğe sıkışmıştı. Ahırın tavanında bir avize gibi duruyor, aşağıya sallanan kollarından yere kan damlıyordu. Ahırın sahibi olan ihtiyar adeta bir heykel gibi kaskatı kesilmişti. Komisere baktı ve kısık bir sesle “Ben yapmadım.” dedi. Komiser, ihtiyarı sakinleştirmek için omzuna iki kere pıt pıt vurdu ve cesedin altında duran polisin yanına gitti. “Bunu tanıyamadım; bu da ünlü mü?” diye sordu. “Yok komserim arkadaşlar da baktı ama tanıyan çıkmadı.” diye cevap verdi polis.

Dolunay gecesi

Yücel oturmadan önce kısa bir hoşgeldiniz konuşması yaptı ve sözü bitince kendisi için ayırdığı boş koltuğa yerleşti. Ondan bir hareket bekleyen garsona kaş göz yaptı ve garson ok gibi fırlayarak elinde hazır beklettiği şişeyi Yücel’e uzattı. “Bu şarap 2015 rekoltesi. Siz konuklarım için özel. Aslında bugün daha kalabalık olacaktık ama diğer konuklar yarın aramıza katılacaklar.” dedi ve gülerek ekledi “Sakın telaşlanmayın mahzenimiz yarın için de yeterli.” Yemekler geldi ve bir yandan da sohbet devam etti. Daha çok Yücel, Ceylin ve Yavuz konuşuyordu. Serhan gülümsüyor, başını sallıyor ve bir şey sorulduğunda kısa cevaplar veriyordu. Yemekler bitti, şişeler devrildi. Ceylin bol bol fotoğraf ve video çekti. Yücel tüm ilgiyi üzerinde istediğini belirten bir hareketle ellerini havaya kaldırdı. “Şimdi size bu gecenin en büyük sürprizini açıklıyorum.” dedi. “Hiç balona bindiniz mi?”

Dolunaydan sonraki gün

İlk iki ceset şöhretli denebilecek insanlara aitti ancak üçüncü ceset hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Polislerden biri komiserin yanına geldi “Amirim bundan da kimlik çıkmadı. Cüzdan var, kimlik yok. Üçü de böyle! Nasıl iş anlamadım komserim…” dedi. Komiser sadece başını salladı. Olay yerine bakmaya gelen vatandaşlar şeritin arkasından olan biteni izliyor bir yandan da yalan yanlış bilgilerle gevezelik ediyorlardı. Haber hemen yayılmış ancak kulaktan kulağa yolculuk yaparken değişmişti. Komiser kendi aralarında konuşan bir grup erkeğe kulak kabarttı “Bugün bir de kız ölmüş, hem de Yavuz Alkan’ın yanında.” “Herifin ölen kızdan daha büyük kızı varmış.” “Ölen kız da fenomenmiş.” “Para işte para.” “Kefenin de cebi yok işte!” gibi laflar söylüyorlardı. İçlerinden bir tanesi “Eğer doğruysa o kızı biliyom ben…” dedi. Bu sözler komiserin dikkatini çekti ve sözün sahibine dönüp “Çıkar, telefonunu.” dedi. “Nasıl komserim?” dedi adam şaşkın bir şekilde. “Çıkart lan telefonunu.” dedi komiser. Adam şaşkın bakışlarla telefonunu komisere uzattı. Komiser “Bana uzatma telefonu sen gir, instagram vardır sende.” dedi. Adam var anlamında başını salladı ve “Ne gireyim komserim?” dedi. “Bana ayak yapma lan kıza bakmadın mı?” dedi komiser. Adam kem küm ederek Ceylinin sayfasını açtı. Komiser o anda atılarak telefonu adamın elinden kaptı “Takip bile ediyormuşsun. Bir de bana ayak yapıyorsun.” dedi. Adam komisere bir şeyler söyledi ancak komiser dinlemedi o esnada Ceylin’in dün yaptığı paylaşımlara bakıyordu. Telefonu adama geri uzattı ve hızla arabasına bindi. Yanına koşarak gelen polisi görünce camını açtı “Siz üç bölgeye de kimseyi yaklaştırmayın.” dedi ve gaza bastı.

Dolunay gecesi

Yücel’in kullandığı arabayla çok kısa bir yolculuk yaptılar ve bölgenin en hakim tepesine geldiler. Araba durduğu gibi Yücel arabadan indi ve kapıyı açıp Ceylin’in inmesi için yardımcı oldu. Şoförün olmaması ve Yücel’in bu hareketleri Yavuz’a biraz çiğ gelmişti ve pek de anlam verememişti. Ancak pohpohlanmak hayatında en çok hoşuna giden şeydi. Yücel bu konuda iyiydi ve Yavuz’un şikayeti yoktu. Arabadan inip balona doğru yürümeye başladılar. “Bu saatte kalkışa izin var mı ya?” Diye sordu Yavuz. Yücel güldü “Her şey Sarraf Otel’in özel konukları için halledildi.” dedi ve Ceyline döndü “Gece yarısı balonundan hikâye atan ilk fenomen olacaksın.” Ceylin gülümsedi. Balonun etrafında beş adet meşale yanıyordu. Yücel detayları seven biriydi ve otelinde yarattığı o mistik atmosferi burada da sürdürüyordu. Balonun rengi simsiyahtı ve üzerinde çivi yazılarını andıran varaklı işlemeler vardı. Meşaleler eşit aralıklarla balonun çevresini saracak şekilde yerleştirilmişti. Yücel’in titizlikle uğraştığı çok belliydi. Konukları da tüm bu olan bitenden memnun görünüyordu. Yücel balonun basamaklarının iki yanında duran görevlilere tutunarak adımını attı ve konuklarına döndü “Haydi artık yükselelim.” dedi “Size yukarıda da bir takım sürprizlerim olacak.”

Dolunaydan sonraki gün

Komiser Arabayı Sarraf otelinin kapısına çekti ve arabadan indi. Valenin itirazlarına cevabı rozetini göstererek verdi. Hızlı adımlarla resepsiyona geldi ve kimliği resepsiyoniste de gösterdi. “Dün üç misafirinizin girişini yaptıktan sonra kimlikleri geri vermemişsiniz. Yavuz Alkan, Ceylin Karabulut ve” deyip durdu. Resepsiyonist bilgisayardan baktı ve “Evet komserim kayıtlar yapılmış kimlikler de verilmediyse burada olmalı…” diyerek bankonun ardından bir çekmece açtı ve kimlikleri komisere uzattı. Komiser kimliklere baktı ve aradığı isme gelince mırıldanarak okudu “Serhan Sivri” Üçüncü cesedin adı buydu fakat bu isim ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Resepsiyoniste döndü ve yetkili biri ile görüşmesi gerektiğini söyledi.

Dolunay gecesi

Balon yavaş yavaş yükselmeye başladı. Oldukça rahat bir tur olacaktı. Çünkü yirmi bir kişilik olan sepette sadece altı kişiydiler. Oraya geldiklerinde hazır bekleyen iki personel konuklara refakat ediyor ve balonun pilotluğunu yapıyordu. Sepetin ortasında ise bir cisim vardı ve üzeri kadife bir örtü ile kaplanmıştı. Ceylin telefon çekmediği için biraz mutsuz olmuştu ancak video ve fotoğraf çekmeye devam ediyordu. Yavuz şehir ışıklarını seyrediyordu. Serhan ise yere çömelmiş ve daha önce olduğunu bilmediği yükseklik korkusu ile başa çıkmaya çalışıyordu. Yücel ortaya doğru bir adım attı ve konuşmaya başladı “Konuklarım, arkadaşlarım sizin için bir sürpriz daha hazırladılar.” dedi. Yanındakiler köşelere yerleştirilmiş olan tütsüleri yakmaya başladılar. Hemen ardından bir tanesi kavala benzeyen iki adet çalgı çıkarttı ve çalmaya başladı. Bu eski zamanlardan kalma ezgi başlarda konuklara ilginç gelmişti ancak insanı rahatsız eden bir tınıya sahipti ve konukların üzerindeki bu his gittikçe artıyordu. Yücel ellerini iki yana açtı “Birazdan tam arkamda dolunayı göreceksiniz.” dedi. Bunu söylerken bulut ayın önünden çekiliyor ve dolunay adeta Yücel’in sırtından yükseliyordu. “Kendinizi bu eşsiz manzaraya, tütsülerin rahatlatan kokusuna ve aulosun müziğine bırakın konuklarım.” dedi. Bu küçük gösteri konukların biraz ürpermesine sebep oldu ancak ilgilerini de çekti. Yücel hızlı bir hamle ile ortada duran şeyin örtüsünü çekip açtı. Üzerinde bir sembol olan diske benzer kalın, yuvarlak bir taş vardı. Bir tarafına üç çember oyulmuştu, bu çemberler oluklarla bir başka çembere bağlanıyordu ve son çemberin iki tarafında ise yine oluklarla bağlanmış üç köşeli yıldızlar vardı. 

Dolunaydan sonraki gün

Komiser lobide beklerken otel müdürü olduğunu belirten bir kadın geldi ve Komiser ona olan biteni anlattı. Kadından konukların son olarak Yücel Sarraf ile görüldüğünü öğrendi; ancak otel müdürü bugün Yücel Bey’e ulaşamadıklarını telefonlarının da kapalı olduğunu söylemişti. Tüm çalışanların restoranda beklemesini, hepsinin tek tek sorguya çekileceğini söyledi. Hiçbir itiraz gelmedi. Gelse de hiçbir şeyi değiştirmezdi ama herkes çok yardımcı ve uyumlu davranıyordu. Ya önceden provası yapılmış bir şeyler dönüyordu ya da gerçekten saklayacakları ve bildikleri bir şey yoktu. Komiser sorguya başlamadan önce Yücel’in bulunması için talimatlar verdi. Sahadaki ekibe de “Aramayı genişletin, bir ceset daha olabilir.” dedi.

Dolunay gecesi

Yücel örtüyü bir pelerin gibi diğer adamın boynuna bağladı ve adam anlaşılmayan bir dilde ve çalan müziğin ritmine uygun sözcükler tekrar etmeye başladı. Konuklar ritüele benzeyen bu performansı başta ilgiyle takip ettiler ancak gösteri biraz fazla uzadı. Sürekli kendini tekrar eden ve biraz da kulak tırmalayan bu performans konukları biraz rahatsız etmeye başlamıştı. Yücel elini yukarı kaldırdı ve aulos sustu. Müzik susunca diğer adam da sustu. Konukların içlerinden nihayet bitti dediğini tahmin etmek zor değildi. Yücel adamlarına baktı ve balonun burner kısmından sallanan bir zinciri çekerek alevin göz kamaştırıcı biçimde parlamasını sağladı. Bir anlık göz kamaşmasından yararlanan adamlardan biri belinden bakır rengi küçük bir hançer çıkarttı ve Yavuz’un göğsüne sapladı. Aynı anda diğer adam da hançerini Serhan’ın göğsüne saplamıştı. Yücel de Ceylin’in üzerine çullandı ve elindeki küçük hançeri göğsüne batırmaya çalışıtı. Ceylin bir süre karşı koymaya çalıştı, çığlıklar attı ve direndi. Hançerdeki zehir Yavuz’u etkilemeye başlayınca onun yanındaki adam sepetin diğer tarafına atıldı ve Ceylin’in kollarını tuttu. Yücel tüm ağırlığını vererek kendisini ittirdi ve hançeri yavaşça Ceylinin göğsüne soktu… 

Dolunaydan sonraki gün

Tüm çalışanlar aynı şeyi söylüyordu. Dört kişi akşam yemek yemişler ve Yücel’in şahsi aracıyla otelden ayrılmışlardı. Mobese görüntülerinden ilçenin dışına çıktıkları tespit edilmişti ve Komiser vakit kaybetmeden yola düştü ve aracın son görüldüğü yere doğru sürmeye başladı. Her ne kadar otopsi sonuçları olmasa da bulunan cesetlerin yüksek bir yerden düştüğünü anlamak deneyimli bir komiser için zor bir şey değildi. Ancak hiçbir cesedin etrafında yüksek bir yer yoktu. Helikopter olabilir mi diye düşünüp gerekli mercilerden bilgi istemişti. Yolda olduğu sırada hiçbir helikopter yahut uçağın kalkış yapmadığını öğrendi. Aklına geçen yılki festivalde kalenin olduğu tepeden kaldırılan uçan balonlar geldi. Araç o yola sapmış olabilirdi ve aklına gidip bakmaktan daha iyi bir fikir gelmiyordu. Kısa bir süre sonra yokuşu tırmanmaya başladı ve kaleye ulaştı. Tepedeki düzlüğe doğru ilerlerken lastik izlerini fark etti. Doğru yoldaydı. Tekerlek izleri onu siyah bir arabaya getirdi. Arabanın sağ tarafında toprağa saplanmış halde duran sopalar dikkatini çekti. Arabasından inip yanlarına gittiğinde onların meşale olduğunu anladı. Her bir meşale yere çizilmiş beş köşeli yıldızın bir köşesine dikilmişti ve yıldızın içinde hiç bilmediği bir alfabede yazılar vardı. Yıldız kireç olduğunu tahmin ettiği bir madde ile yapılmıştı. Bu maddenin döke saça getirildiğini fark etti ve izleri takip etmeye başladı. İzler onu kalenin içine götürdü. Kale neredeyse tamamen yıkılmıştı. Alanı belliydi ancak bakımsızdı ve dört duvarı olan bir tek odası dahi yoktu. İzlerin bittiği yere kadar yürüdü bulunduğu yerin zeminindeki büyük taşlardan bazılarının yerinden oynadığını fark etti. Bu taşlar belirli bir şekilde kesilmemiş büyük yer döşemeleriydi. Çok zorlansa da inat etti ve ilk döşemeyi kaldırdı fakat sadece toprakla karşılaştı. Bastığında hareket eden bir diğer döşemeyi denedi. Bu seferki parça daha büyüktü. Yerinden oynatmak çok zordu ancak komiserin inadı da hafife alınacak bir inat değildi. Taşı biraz kaldırıp yana doğru atmayı başardığında kaleyle yaşıt olmadığı çok belli olan metal bir kapakla karşılaştı.

Dolunay gecesi

Adamları işi tereyağından kıl çeker gibi halletmişti ancak Yücel işi neredeyse batıracaktı. Ceylin’in vücudu pes edene kadar üzerinden çekilmedi ve öylece bekledi. Geriye çekilip hançeri çıkarttığında tüm vücudu titriyordu. Adamlardan birinin elinde avuç büyüklüğünde bir kase vardı ve Yavuz’un göğsüne bastırarak kanını kaseye doldurmaya çalışıyordu. İşini bitirince kaseyi Yücel’e uzattı. Yücel kanı ortadaki oymalı taşa dökerken diğer adam tekrar aulosu çalmaya başlamıştı. Yavuz konuşamıyor ve hareket edemiyordu. Olan biteni dehşet içinde izleyerek ölmeyi bekliyordu. Yücel kasedeki kanı taşa tamamen döktü. Kan oluklarda ilerledi ve taşın üzerindeki şeklin bir kısmı belirginleşmeye başladı. İşi bitince kaseyi diğer adama verdi ve başını Yavuz’a doğru çevirdi. “Sen vampirsin Yavuz Alkan” dedi Yücel. “Bunu bilmeni istiyorum. Hepinizin başına gelenin sebebini bilmesini istiyorum.” Gözlerini patlattı ve konuşmaya devam etti “Ailenin duygularını sömürdün ve onlarla beslendin. Sadece ailen değil dostların da bundan nasibini aldı. Altında çalışan insanları sömürdün ve semirdin. Sana fayda getirecek her şeyin posasını çıkarttın. İnsanların kanını emdin. Doymuyorsun. Ölümsüz olmaya çalışıyorsun. Sahip olma arzunun önüne geçemiyorsun. Çok araştırdım ve seni buldum Yavuz. Sen gerçekten yaşayan bir vampirsin.” Birden durup gülmeye başladı ve bir anda tekrar ciddileşti “Uzunca bir süre kitaplardaki gibi bir vampir aradım. Uzun dişli, geceleri beslenen, hatta gündüzleri tabutta saklanan. Komik dimi? Şimdi düşündüğümde bana da komik geliyor ama bir süre mantıklı gelmişti. Ancak sonra mesajın ne olduğunu anladım. Gerçek vampirler sen ve senin gibiler. Senin kanın efendimizin evine giden kapıyı açacak.” Bunları dedikten sonra biraz bekledi ve ayağa kalktı. Yavuzu kollarının altından tutup zorlukla kaldırdı, sepetin kenarına dayadı ve ayaklarından tutup aşağıya attı…

Dolunaydan sonraki gün

Kapağın üzerinde bir anahtar deliği vardı. Komiser bunun üstesinden gelebilirim diye düşündü ancak elini attığında zaten kilitli olmadığını fark etti. Kapağı kaldırdı ve bir merdivenle karşılaştı. Aslında merkeze haber vermesi gerekirdi. Ancak beklemek ona göre değildi. Yine de bu davada ona ters gelen bir şey vardı. Her şey çok hızlı çözülüyordu ve tüm bunların sebebi her kimse arkasında bıraktığı izlerle hiç ilgilenmemişti. Bu oldukça rahatsız ediciydi. Bunları düşünerek merdivenlerden indi ve bir oda ile karşılaştı. Yüzeydeki kalıntıların arasına özenle açılmış olan deliklerden içeriye sızan ışık bu yerin altına açılmış odayı aydınlatıyordu. Polisiye filmlerde görmeye alıştığımız, davasını bırakmayan takıntılı dedektiflerin odalarına benzeyen bu mekân komiseri şaşırttı. Duvarda birçok gazete kupürü, resimler, ivedilikle alındığı belli olan birçok not vardı. Tam ortada üzerinde dört tane halka ve yıldızlar olan bir şekil vardı. Halkaların her birine bulduğu cesetlerin fotoğrafları iliştirilmişti. Üzerinde duran büyük halkada ise Y harfi vardı. Duvarın hemen dibinde bir masa vardı ve üzeri çok kalabalıktı. Komiser masaya göz gezdirdi ve diğer şeylere göre daha yeni görünen birkaç dosya dikkatini çekti. dosyaları incelemeye başladı. Eline aldığı ilk dosyanın üzerinde “Kurt Adam” yazıyordu. Dosyayı açtığında Serhan Sivrinin fotoğrafıyla karşılaştı. Nihayet bu üçüncü kurban hakkında bir şeyler öğrenebilecekti. Bu adam diğerleri gibi tanınmış biri değildi. Neden buradaydı ve bu garip davadaki yeri neydi? Dosyada Serhan Sivri’nin yirmi iki yıl önce bir kadını öldürdüğü ancak olay sırasında olan biteni hatırlamadığını ispatlayıp cezaevi yerine akıl hastanesine yatırıldığını söyleyen belgeler vardı. Serhan’ın ifadeleri ve gazeteye yansıyan haberler de dosyada yer alıyordu ve neredeyse adının geçtiği her yere kurt adam notu düşülmüştü. Yazının kargacık burgacık halinden bir öfke hali olduğu çok belliydi. Diğer dosyada ise “Cadı” yazıyordu. Dosyanın içinde Ceylin Karabulut’a ait birçok fotoğraf vardı ve bu fotoğraflardan bazıları duvarda da asılıydı. Kenarlarına medyum, falcı ve büyücülere giderken çekildiği notu alınmış fotoğraflar da vardı. İnsanlara yapılan ödemelerin dekontları ödemeyi alan kişilerin üzerine medyum, büyücü, falcı gibi notlar alınarak dosyaya konulmuştu ve bazı alışveriş fişleri de dosyalanmıştı. Ürünlerden bazıları sarı kalemle çizilmiş kenarına büyü malzemesi şeklinde not alınmıştı. Bunlar dardağan darısı, karaca otu, akik taşı ve safran gibi şeylerdi. Üçüncü dosyada ise “Vampir” yazıyordu. Komiser bu da Yavuz Alkan olmalı diye düşündü ve dosyayı aldı. Dosyayı kaldırınca altında eski bir kitap gördü. Kitap öyle ilgi çekici duruyordu ki dosyayı bırakıp kitabı incelemeye başladı. Garip, ürkünç ve çok eski olduğu belli olan bu kitap daha önce hiç karşılaşmadığı yeşil bir malzeme ile kaplanmıştı. Kitabın kapak kısmında ise çivi yazısına benzeyen kabartmalar bulunuyordu. Bu şekiller eski kale tepesinin zeminine çizilen şekillerin aynısıydı. Kitap tamamen bu anlamadığı dille yazılmıştı. Ancak elinde tutup sayfaları çevirmek bile içine anlatamayacağı bir huzursuzluk veriyordu. Kitabı incelerken bir anda başı döndü ve dengesini kaybetti ve kitap elinden düştü. Bu esnada kitabın içinden birkaç kâğıt yere saçıldı. Bunlar kitabı çözümlemek için bir pusula olabilirdi. Komiser kâğıtları incelemeye başladı. Bu kâğıtlarda şekiller ve Türkçe alınmış notlar vardı. Yazıların dosyalardaki notlar ile aynı elden çıktığı belliydi. Vampir, kurt adam ve cadılar ile ilgili yazılar vardı. Kötülük ve karanlığın üç varlığından bahsediliyordu ve bu sembollerin kurban edilmesinin gerektiği birçok kez not edilmişti. Göğe yaklaşmaktan ve kapının açılmasından bahseden notlar da vardı. Komiser şaşkınlık içinde bunları okurken yerde duran eski kitap bir anda parlayarak alev aldı. Komiser müdahale etmek istese de bu güçlü alevler sanki odanın içine benzin dökülmüş gibi yayıldı. Komiser canını kurtarmak için kendisini geriye doğru attı ve hızlıca merdivenlerden tırmandı. Yükselen simsiyah dumanları seyretti. Gördüğü şeyler deliceydi. Oturduğu yerde kalakaldı ve gözünün önünde yükselen dumanı seyrederken elini telsizine götürdü.

Dolunay gecesi

Yücel önce konuştu ve ardından Serhan’ın kanını taşa döktü. Daha sonra Serhan’ı aşağıya attı. Sıra Ceylin’deydi ve Ceylin’de Yavuz ve Serhan ile aynı sonu paylaştı. Taşın üzerindeki şekil tamamen kanla dolmuştu. Aulos çalmaya devam ediyordu ve diğer adamda diz çökmüş garip sözcükleri hızlı hızlı tekrar ediyordu. Yücel kollarını iki yana açıp dizlerinin üzerine çöktü. Dolunayın üzerinde bir yıldız belirdi ve parlamaya başladı. Bu parlak nokta bir yarığa dönüştü ve balon gözleri kör eden bir ışığın içinde kaybolana kadar devam etti…

Dolunaydan bir ay sonra

İş adamı Yücel Sarraf’ın arkasında gizemli şekiller bırakarak kaybolmasının ve feci şekilde bulunmuş üç cesedin üzerinden bir ay geçmişti ancak olay popülaritesini kaybetmemişti. Komplo teorisyenleri, gizemciler, gazeteciler ve internet yayıncıları bölgeye akın ediyor, teoriler havalarda uçuşuyordu. Satanist bir tarikatlardan terör örgütlerine, uzaylılardan, zaman yolcularına aklınıza gelebilecek her şey konuşuluyordu ancak hiçbir ipucu yoktu. Komiser olaydan beri doğru düzgün uyuyamaz olmuştu. Uyuduğunda ise kâbus görüyordu. Televizyonda Yücel Sarraf’tan bahsedildiğini görünce hızlı bir şekilde televizyonu kapattı. Her kâbusunda mutlaka gördüğü ve sürekli onu yanına çağıran bu adamı bir de uyanıkken görmenin gereği yoktu…

Levent Üstünbaş