“O halde yeni bir şey denemek lazım.”dedim ve kravatımı çıkarıp, gömleğimin yaka düğmesini açtım.
Kanyon ofis binasının 10. katındaki uluslarası avukatlık bürosunda işe başladığım ilk gün, önüme konulan Non-Disclosure Agreement denilen Gizlilik Anlaşmasını imzaladığımda; muhatap olacağım ilk dosyanın Trafik Düzenleme İş Birliği Konseyi ile ilgili olduğunu öğrenmemin, bünyemde yarattığı ölçüsüz hayal kırıklığını tarif etmeme gerek yok sanırım.
Benim gibi Avrupalarda okuyup gelmiş parlak kariyerli bir Avukat için bu underestimate edilmek (küçümsenmek) değil de ne olabilirdi.
Büronun Big Partner’ı (büyük ortağının), omzuma vurup “Dünyamıza hoşgeldin.” dediğinde kapıdan çıkıp gitseydim, saatler 11.00pm (23.00) gösterirken evimde bir duble whisky içiyor olurdum.
Yaratıklarla dolu bir odada, Düzen denilen 9 katlı Evrenin temsilcileri ile pazarlık yapıyor olmazdım.
“Lütfen herkes beni dinlesin.”. White board’a (beyaz tahta) geçip açıklamaya başladım.
“Bu gördüğünüz 9 çizgi, Düzenin katlarını gösteriyor. Hepinizin malumu olduğu üzere:
Ortadaki çizgi İnsan Yurdu denilen Yer’i simgeliyor, üstündeki 4 kat Gök Katları’nı gösteriyor, altındaki 4 kat ise Yeraltı Katları’nı temsil ediyor. Yapacağımız şey, Ekinokslar dışındaki günlerde, katlar arasında uygulanacak geçiş haklarını tanımlayan… ”
“Avukat Bey, Solstis’leri de unutmayalım.” dedi, Yeraltı’nın 3. Katından gelen kurt başlı, kurt vücutlu, iri yarı İtbarak. Yüzündeki tüyleri biryantinle geriye doğru taradığından, atası olduğu kurtadamlardan ziyade, devasa bir su samuruna benziyordu. Tabi bu düşüncemi kendime sakladım. Titiz bir askeri eğitim sayesinde kocaman kaslar kazanan bu savaşçıyla, ters düşmeye niyetim yoktu.
İyi dikim takım elbisesini de yeteri kadar övmüştüm. We were cool (aramız iyiydi)…
“Neyi unutmayalım, anlamadım?” diye sordum.
“Solstisler… yani Gün Dönümleri. Kış Gündönümü ve Yaz Gündönümü… İnsan okullarında bunların öğretilmediğini bilmiyordum?” diye cevap verdi, Papatya Adam.
Hakaretlerini nazik cümlelerin içine sokuşturmaktaki ustalığı, finansçıların London Approch (Londra Yaklaşımı) dedikleri psikolojik baskı tekniklerini bile mumla aratıyordu. Göğün 1.Katı’nın Temsilcisiydi, karanlık diyarlara açılabilecek kapılar için ticari anlaşmalar peşinde olduğundan, şuan kesinlikle İtbarağa yaranmaya çalışıyordu. Boynundan çıkan kocaman yaprakları ve kel kafasının sarı rengiyle tam bir papatyaya benziyordu. Aslında, teknik olarak, Asteraceae ailesine dahil olan Doğa Ruhları’nın reisiydi. Papatya Adam’ın ailesinin resmi adı Anthemis Altissima‘ydı. Meaning (yani); resmi olarak “Kel Papatya Aile Resisi” ünvanını taşıyordu.
Yapraklarını soysam, içinden Game of Thrones’un (Taht Oyunları) Lord Varys’i çıkardı.
Bunun yerine kafamı sallayarak devam ettim. Sonuçta, Yeraltı’nın 4. Katı’nın temsilcisi Kara Duman’ın, Göğün 3. Katı’nın temsilcisi Bayan Buz Kristali yüzünden cinnet geçirip kırdığı 36 kişilik masayı, tüylü kökleriyle tutan ondan başkası değildi. Rengarenk bol kıyafetinin altında başka ne gibi marifetler sakladığını düşünmek istemiyordum bile.
Uzun kökleriyle boğazımı sıkarken Papatya Adam’ın dalga geçer gibi “Siz insanların böyle kolay öldüğünü bilmiyordum.”diyeceğinden emindim.
Kara Duman ise bambaşka bir şeydi. İnsanın kanını dondurarak:
“Evimin, düzenin dibinde olması, hepten karanlık bir yer olduğu ve bizim karanlık yaratıklar olduğumuz anlamına gelmez.” diye tıslarken, Bayan Buz Kristali’nin yüzünde tek bir buz kristali bile oynanamıştı.
Hanımefendi on numara pain in the ass’di (tam bir baş belası!).
Düşüncelerimin dağılmasına izin vermeden devam ettim:
“Ekinokslar ve Solstisler dışındaki günlerde, katlar arasındaki geçiş haklarını Right of Passage Agreement (Geçiş Hakkı Sözleşmesi) tahtında, hem muafiyetleri hem de exclusivityleri (öncelik haklarını) belirterek düzenleyeceğim. Böylece, her bir katın, hangi kata açılacağını, kaç geçit kullanılacağını, bu geçitlerin nerelerde olduğunu…”
Ani bir ışık çakması ile sözüm yarıda kaldı. What the f.ck (ne halt oluyor)!
“Düzendeki tüm Geçitlerin nerede olduğu ancak Kapıların, Geçitlerin ve Eşiklerin Koruyucusu Ülgen Han’ın bilgisi dahlinde olup listedeki kapıların, hepsinin, karanlık yaratıklarla paylaşılması kesinlikle düşünülemez.” diye haykırdı Göğün 4.Katı’nın temsilcisi.
Kök Han’ın kuzeni olduğunu öğrendiğim ve her kızdığında odada şimşekler çaktıran bu çocuğun, manasız bir gücü vardı.
Yeni yetme bir Küçük Prens’ti sonuçta.
“O halde, önce, anlaşmaya konu olan kapıların listesinde mutabık kalırız?” diye fikrimi beyan ettim.
“Kapılar açılırlar… Kapılar kapanırlar… Kapılar güzeldir… Kapılar… Kapılar…Kapılar…” dedi, Yeraltı’nın 3.Katı’nın temsilcisi olan ve dediklerine göre toprağın altında akan bütün suların iyesi –sahibi – yani anlayı işte sorumlu kişisi olan, Bayan Işık Topu.
Onu böyle çağırıyordum, çünkü, çevresinde dönen iki ışık topu projector’da (yansıtıcıda) yaptığım sunumu mahvetmişti. Hard copyler (basılı kopyalar) üzerinden devam etmek zorunda kalmıştım.
Kadın tam bir lunatic’ti (tam bir kaçık dostum!), gözlerini manasız yerlere dikip saatlerce öyle kaldığında, tüylerim diken diken oluyordu.
“Doğru, kapılar…”dedim. “Şuan kapıları konuşuyoruz.”.
Bayan Işık Topu memnun bir şekilde gülümseyip sakinleşti.
“Dediğim gibi, paylaşılması uygun görülen kapıların listesi üzerinde mutabakata varacağız. Ancak bundan sonra geçiş haklarını düzenleyebileceğim. Burada altını çizmek isterim ki; anlaşma, tüm kapılar için değil define edilmiş (tanımlanmış) kapılar için olacaktır. Bu bağlamda ileride, diğer kapıların kullanımdan kalkmasının ve düzenler arasındaki trafiğin, sadece tüm taraflarca tanınmış kapılardan yapılmasının da yolunu açmış olacağız.”
Yeraltı’nın 1.Katından gelen ve kesinlikle çok güzel olan Vitra Hanım uzun, soluk, mavi saçlarını sallayarak konuştu. Öyle güzeldi ki; onun güçlü bir Maden Ruhu olduğuna inanamıyordum.
“Resmi trafik koridoru açmak, benim ahalimin olduğu kadar, tüm Aydınlık halklarının da en büyük arzularından biridir. Eğer, burada başarılı olabilirsek, Mavi Konak ve temsil ettiğim tüm Maden Ruhları adına, bu anlaşmaya uyacağımızı taahhüt edebilirim. Elbette bu anlaşmanın önce Göğün 4.Katı tarafından onaylanması gerektiğini belirtmeme, lüzum yoktur sanırım.”
Küçük Prens’in egosunun aniden nasıl tavan yaptığını görmek, mideme acı bir ağrının saplanmasına neden oldu.
Idiot (tam bir kuş beyinli!)… Senin onayını değil Ülgen Han’ın onayını istiyor.
Bayan Buz Kristali, Vitra’ya tiksinerek baktı. Bu ikisinin birbirinden nefret ettiğini duyduğumda kulaklarıma inanamamıştım. Meğer, Vitra’nın halkını topraktaki fazla suyu dengeleyerek absorbe etmekle görevliymiş (emme diyeceğim yanlış olacak, bir taş düşünün suyu içine alıp hapsediyor.).
Gücünü, Bayan Buz Kristali üzerinde kullanması izlemek istemezdim. Keza, Hanımefendinin hazmının zor zanaat olacağı kesindi.
“Göğün 2.Katı’nı temsilen konuşacak olursam, liste konusunda bir şekilde anlaşılabilir, diye düşünüyorum.”dedi Bayan Buz Kristalinin yanında oturan Yaşlı Kadın, “Bizi endişelendiren esas konu geçiş haklarının tanımıdır. Tahtaya çizdiğiniz gibi düzenin ortasında Yer, üstünde Gök, altında ise Yeraltı katları bulunuyor. Ancak bunlar hiyerarşik bir sıralama değil, Evrenin içinde bir tür coğrafi bölünme… Her bir kat ise; kendi içinde aydınlık ve karanlık diyarları barındırıyor. Söylemeye çalıştığım şey, üzerine geçiş üstünlüğü tanımlanacak herhangi bir kapının, Karanlık Diyar’ın kontrolündeki herhangi bir toprak parçası üzerinde olmasına, kesinlikle karşıyız! Böyle bir uygulamayı hiç bir surette kabul edemeyiz.”
İtiraz sesleri yükselirken, Yaşlı Kadın, gözlerinde fanatik bir ışıltıyla yerinde kalktı, cebinden çıkardığı kuvartz kristalinden yayılan Kutsal Işığı, bir meşale gibi kaldırarak haykırmaya başladı:
“Karanlık, Aydınlık’tan çalıp haksız bir şekilde işgal ettiği toprakları iade etmediği, katlettiği her ruh için, kaçırdığı 1.000 ruhu teslim etmediği ve onlara lütfedeceğimiz topraklara çekilmediği sürece; hiç bir anlaşmadan kazançla çıkmalarına izin vermeyeceğiz.”
Kuvartz kristali çıkınca, Kara Duman aniden odanın kuzey ucuna sığınıp tehlikeli bir şekilde savunmaya geçti, İtbarak gürleyerek masayı Yaşlı Kadın’ın üstüne fırlattı. Hırlamalar arasında ettiği küfürleri, eski bir denizci olan rahmetli Dedem’den bile duymamıştım.
Herşey bir anda kontrolden çıkmıştı. Gözümün önünde doğan kargaşanın, Düzeni içine alan bir savaşa dönüşmesini engellemeliydim.
What they told me (Öyle dediler işte, kurcalama!): Katlar arasındaki her toplantının, konseyin ya da meclisin doğal başkanı Yer’den seçilirken; temsilciler, insanların başkanlığını tanımak zorundaydı. Bu toplantının da başkanı bensem, müdahale etmeliydim.
Worth to try! (Denemekten zarar gelmez, değil mi!)
Sesim yettiği kadar bağırdım:
“Hanımlar, Beyler… Büyük çabalarınızla buraya kadar getirdiniz görüşmeleri yine siz jeopardise (içine ediyorsunuz!) ediyorsunuz. Lütfen sakinleşelim.”
Peace talk’ımın (barışa çağrımın) hiç bir faydası olmadığı gibi, şüpheyle birbirine bakan tarafların çıldırmış gibi odanın içinde birbirine saldırmalarını da engelleyemedi.
Vitra’nın acıyla çığlık atan sesi duyduğumda endişeyle o taraf döndüm. Bayan Buz Kristali, az önce sivri bir buz parçasını ona fırlatmıştı ve şimdi bağırıyordu:
“İçimdeki bütün suyu çekecektin değil mi! O yüzden toplantı boyunca bana bakıp duruyordun.”
Vitra, zarif kaftanın içinden iki uzun kama çıkardı: “Toplantı boyunca sana baktığım doğru ama bu senin ölçüsüz su oranın yüzünden değildi. Senin gibi yüreği karanlık bir ahali nasıl olur da Gök Katında yaşar ve benim ahalim niye güneşsiz mağaralarda hapis kalır. Üstelik, yürekleri aydınlık olduğu halde!”
Tüylü kökleri devrilmiş masanın altında kalan, Papatya Adam’a aldırmadan, kavgaya tutuştular.
“Bayanlar, sakinleşin! Taze köklerimi koparıyorsunuz.”dediğini duymadılar bile.
İtbarağın iyi dikilmiş elbisesi çoktan parçalanmıştı. Belinden sarkan kavisli bıçağı ve üzerine yelek diye giydiği örme demirden zırhı, ortaya çıkmıştı. Üstelik şuan toplantı odasının o çok değerli duvarlarına pençelerini geçirip Yaşlı Kadın’a ulaşmaya çalışmakla meşguldü.
Yaşlı Kadın ise aklını kaçırmış gibi hala “Karanlığın iğrenç yaratıklarına ölüm!” ya da “İtbaraklar bebekleri beşiklerinde parçalarken ağlayan analarımız!” diye bağırıp duruyordu.
Tüm bu kargaşanın ortasında sandalyesinde oturan bir tek Bayan Işık Topu kalmıştı. O da gözlerini bana dikmiş “Kapılar… Kapılar… Kapılar…” diyordu.
I am gonna lose my mind (Aklımı kaçıracağım!), diye düşündüm.
İtbarak karşı duvardan, çaprazdaki kalın cam pencereye atlarken, boynumu keskin bıçağının kavisinden kurtarmak için, kendimi yere attım. Emekleyerek, üzerinde filtre kahve makinası bulunan dolabın arkasına doğru ilerledim.
Saklanmayı düşündüğüm yer çoktan Küçük Prens tarafından kapılmıştı. Kara Duman’ın dehşetli tıslamalarına aldırmadan süründüm ve yüzü, buz mavisine dönen arkadaşın yanına attım kendimi.
“Bir şeyler yapman gerekmiyor mu?” diye sordum, savaş alanına dönen toplantı salonunu gösterip.
Kollarını bacaklarına kavuşturmuş, İtbarağı korku dolu gözlerle izliyordu.
“Benim bir şey yapmamı mı bekliyorsun? Oturumun başkanı sen değil misin! Avukatlık Büronuza servet ödemiyor muyuz? O halde, bir şey yapması gereken de sensin! Üstelik, gereken önlemleri almadığın ve zamanında müdahale etmediğin için Düzen’in dengesinin bozulmasına ramak kaldı. Kuzenime bundan bahsetmeyi ihmal etmeyeceğim.”
Duyduklarım, bardağı taşıran son damla oldu. Öfkemi kontrol edemeyip Küçük Prens’in yakasına yapıştım.
“What you’re f.cking talk about (Neyden bahsediyorsun!) Seni gidi işe yaramaz Gök Çocuğu. Buraya beni tehdit etmeye mi yoksa Düzeni dengede tutmaya mı geldin. Come on! (Hadi ordan!) Bırak şimdi verdiğimiz hizmeti, Gök Katı’nın asıl amacı Düzen’i dengede tutmak değil mi? Söylesene? Hadi dediğini yapıp Kök Han’a beraber çıkalım. Çıkalım da nasıl Ülgen Han yerine kapı listesine onay vermeyi aklından geçirdiğini, üstelik bunu tamamen bir kızı etkilemek için yapacağını, görevini kötüye kullanma konusunda zaafın olduğunu, anlatayım ona. Üstelik en ufak kargaşada saklanarak Gök Ahalisini nasıl küçük düşürdüğünü ve beni tehdit etme cesareti gösterdiğini de paylaşmayı unutmayacağımdan, emin olabilirsin. Senin gibi yeni yetmeleri ben Londra’da öğle yemeği vakti, taht oyunlarına gerek kalmadan, ayak üstü muhabbetlerde yiyordum! Buraya kadar nasıl geldim sanıyorsun! Bacak kadar boyunla bir daha bana kafa tutmaya kalkışırsan yeteneksizliğini rapor eder, toplantının başarısızlığını sana yıkar ve üstüne bir de sana hakaret davası açarım. Anladın mı?”
Küçük Prens’in yüzündeki renk iyice yok oldu. Sanki beni yeni görüyormuş gibi bakarken şaşkınlıktan konuşamadı bile.
“Düzenler arası toplantıların doğal başkanlarının neden hep insan ahalisinde olduğunu şimdi anlıyorum! Siz hepimizden korkunçsunuz…” diyebildi sadece.
Saklandığı yerden çıktı. Savaş alanına dönen odaya şöyle bir baktı. Az önce yediği fırçanın etkisiyle kös kös Yaşlı Kadın’ın yanına gidip elindeki kuvartz kristalini kaptığı gibi iç cebine koydu. Yaşlı Kadın’ın çığrından çıkmış haykırışlarını bir bakışla susturdu. Sağ duvardan üstlerine atlayan İtbarağ’ı boynundan yakalayıp yere yapıştırdı. Masayı öbür tarafa fırlatıp Papatya Adam’ın köklerini kurtarırken, Bayan Işık Topu’nun sandalyesini yanıma çekti. Bayan Buz Kristali ve Vitra’nın arasına girerek. Vitra’yı bir buz kristalinden, Bayan Buz Kristali’ni ise Vitra’nın beceriyle nişan alıp fırlattığı uzun kamasından kurtardı. En sonunda kuzey köşeye sinmiş Kara Duman’ın yanına gelip Aydınlık Ahalisi adına, kuvartz kristalinin toplantıya getirildiğinden haberdar olmadığını ancak bunun sorumluluğunu tamamen üstüne alacağını söyleyerek, özür diledi.
Yüzünde düşen bin parça ile yanıma gelip buz kristalini, uzun kamayı ve kuvartz kristalini bana teslim edip, “Yapabileceğim başka bir şey var mı?” diye sordu.
Belli etmemeye çalışıyordum ama bu çocuk gerçekten odadaki herkesten daha güçlüydü. Bense onun boğazına yapışmıştım.
İnsanoğlu’nun toplantılara doğal başkan olması; aynı zamanda ölçüsüz cahilliğimizden de kaynaklanıyor olabilir mi, diye düşünmeden edemedim.
Bunun yerine:
“Şimdilik yok, eline sağlık!” demekle yetindim.
Toplantı ahalisi bana bakıyordu.
“Bugünlük bu kadar yeterli diye düşünüyorum. Lütfen bir dahaki toplantıya en uzlaşmacı kıyafetlerinizi giyip gelin. Toplantı notlarını bugün size e-mail’le göndereceğim. Önemli yerleri boldlayacağım (dikkat çekilmesi gereken yerleri kalın harflerle belirtme tekniği. Sırf bunun için kurumsal eğitimler verildiğine inanmak güç, değil mi?)”
Hiç biri itiraz etmedi. Selam verip teker teker toplantı odasını terk ettiler.
Bayan Işık Topu hala “Kapılar… Kapılar… Kapılar…”diyordu.
Toplantı odasında yalnız kalınca olduğum yere çöktüm. Savaş alanına baktım. Kesin olan bir şey vardı:
Yarın ilk iş olarak zam isteyecektim!
* * *
Kafanız mı karıştı. Biraz yardım buyrun:
Masanın Sağı – Gök Katları:
Göğün 4. Katı: Küçük Prens. Kök Han’ın kuzeni. Ona verilen ilk ve en önemli iş olduğu için kapıların yerlerini korumaya çalışırken uzlaşmacılık konusunda sınıfta kalıyor. Sahip olduğu inanılmaz güce rağmen hala bir süt çocuğu.
Göğün 3. Katı:Bayan Buz Kristali. Pain in the ass (püsküllü baş belası). Yeraltının 4. Katındaki adamı çıldırtması tarihe geçmeli.
Göğün 2. Katı: Aydınlık fanatiği bir orta yaşlı kadın. Tek isteği negotiationları jeopardise etmek (görüşmelere çomak sokmak).
Göğün 1. Katı: Papatya Adam. Bitki iyesi. Doğa Ruhu. Lord Varys. Şundaki ticari zekanın yarısı bende olsa!
Yer: Avukat
Masanın Solu – Yeraltı Katları
Yeraltının 1. Katı:Vitra. Yeraltı madenleri iyesi. Güzel bir kız. “Gök Katında yaşıyor olmanın neresi havalı, yahu!” diye düşündüren zat-ı şahaneleri.
Yeraltının 2. Katı: Kapılar… Kapılar… Kapılar… diyen Luna Lovegood’dan bile kaçık olan başının çevresinde sürekli iki ışık topu dolaşan, arada bakışları boş boş bakan bir yeraltı suları iyesi. Tam bir kaçık. Yine de bunu yüzüne söylemeyelim. Evim giriş katında. Su basmasını istemem.
Yeraltının 3. Katı:İtbarak. Yüzündeki tüyleri geriye doğru tarayan ve bu yüzden su samuruna benzeyen bir yaratık. Çok iyi dikilmiş takım elbise giyiyor. Amacı geçiş üstünlükleri anlaşması ile aydınlığın kapılarını deşifre etmek. Çakallll!
Yeraltının 4. Katı: Karanlık bir dumanla dolaşan buz mavisi gözlü konuşmak yerine tıslayan bir yaratık. Kendi katının karanlığa hizmet ettiğini söyleyen Bayan Buz Kristali yüzünden öfkesine yenilip masayı kırdı. Belli ki muhteşem korkunçluğunun yanı sıra oldukça da alıngan.
- 3575 - 1 Mayıs 2020
- Dede Korkut Günlükleri: Baba ve Oğul - 1 Temmuz 2019
- Gök Sahanlığı Savaşı - 15 Mayıs 2019
- Körler, Davullar, Feda - 15 Ocak 2019
- Benim Adım Ne? - 15 Eylül 2018
Tek kelime ile muhteşem. Açıkcası, bohçanda benzer renkte oyuncaklar olduğunu düşünmüştüm. Bu öykü ile yanılgımın farkına vardım. Gerçi suç bende değil sende. “a” dedin, bir daha “a” deyince en fazla “b” dersin diye ummuştum.
Hikaye olarak bakarsam, birkaç gün bekleyip tekrar okumalıyım ki, yazdıkların şekil alsın.
Yazım tarzı olarak bakarsan, i am speechless. (ağzım açık kaldı)
İlk okumada gözüme çarpan bir nokta, şu sıralar üzerinde çalıştığım bir sorun. Bunu düzeltme olarak değil de, bana nasıl yansıdığını belirtmek için yazıyorum.
“Kapılar açılırlar… Kapılar kapanırlar… Kapılar güzeldir… Kapılar… Kapılar…Kapılar…”
Sürekli aynı noktalama işaretlerini kullanmanın etkiyi azalttığını bildiğinden eminim. Nitekim Stephen King, bu konuda, yukarıdakine benzer bir örnek (daha uzun bir dialogda, ölmek üzere olan yaşlı bir adamın konuşması) için “bayağı” ifadesini kullanıyor.
Ben senin tekniğine güvenerek bir anlam çıkardım, ve bir otistik konuşma (Yağmur Adam’ı örnek verebilirim) hayal ettim. Sadece 2 yerde gördüğüm için rahatsız olmadım. Hatta, öykünün havasını genişlettiği için hoşuma gitti.
Selamlar Deniz,
Seni şaşırtabildiysem ne mutlu bana. Öncelikle bana bu cesareti verdiğin için teşekkür ederim. Sana yeni bir şeyler denemek lazım, diye yazmıştım hatırlarsan. İşte o cümleyi boş beyaz bir kağıda yazdım. Sonra da yukarıdakiler çıktı. İlham için de minnettarım.
Noktalar konusu; Yağmur Adam, Luna Lovegood ve Harry’nin kehanet öğretmeni karışımı bir kadın çizmek istedim. Toprağın altındaki Suların İyesi olmak aynı zamanda onu bu dünya ve öte dünya arasındaki sınırın koruyucusu gibi bir pozisyona getiriyor. Gaipten sesler duyan bir kaçık hikayede olmazsa olmaz diye düşünüştüm. Bu hissiyatı da noktaları kullanmaktan başka nasıl verebilirdim, aklıma değişik bir yol gelmemişti. Yoksa, Stephen’a saygımız tam 🙂 Bunun çok çok ötesinde; Sen ise beni çok doğru anlamışsın. Bir yazar için anlaşılmanın değeri paha biçilmezdir. Bunu unutma 🙂 Çok teşekkürler.
Senin öykülerini bekliyor olacağım
Sevgiler
Dipsiz