Öykü

Acemi Er

Japonya’dan yeni dönmüş Binbaşı, erlerin “omuzlarında galaksi var,” dediği türden bir General’in odasındaydı. General, masasında mağrur bakışlarla onu süzerken, Binbaşı ellerini kavuşturmuş, boynunu eğmiş, her an azar işitecekmişçesine kısık ve utangaç bir sesle konuşuyordu: “Elbette son kararı siz vereceksiniz ama bu askerlerin, tanık olduğum yetenekleri dudak uçuklatıcıydı.”

“Edebiyatı bırak da anlat bakalım. Neymiş bunların özelliği?”

Sesi şimdiden, ne derse desin memnun kalmayacağını belli eder tondaydı. Binbaşı yine de cesaretinin kırılmasına izin vermedi. “Komutanım, öncelikle bu askerler en son teknolojiyle donatılmış durumdalar. Dünya üzerinde daha iyisi yok. Bildiğiniz gibi Japonlar teknik işlerin piri. Zamanının ötesinde bir teknolojiyle üretildiklerini söylediler. Ben de açıkçası bizzat şahit oldum. Bizim en güçlü tüfeklerimiz, bu askerlerin kullandığı silahların yanında solda sıfır kalır. Mesela, önlerinde engel olsa bile hedefe odaklanabiliyorlar. Gece gündüz, kar kış fark etmiyor. Kullandıkları en sıradan kurşunlar bile güdümlü. Bilgisayar aracılığıyla kontrol ediliyor ve hedefi yüzde yüz vuruyorlar. Hata payı sıfıra yakın. Bayıltıcı ya da öldürücü olarak ayarlanabiliyorlar. Menzilleri de korkunç. Silahlara ve mermilere göre değişse de Amerikanların ürettiği en son modellerden bile kat kat iyi.”

General’in gözlerinde az da olsa ilgilenirmiş gibi bir bakış yakaladı. Bu da Binbaşı’yı iyice cesaretlendirdi. Oturuşu daha dik ve kendine güvenliydi şimdi. Tam devam edecekti ki General konuştu: “Silahları anladık. Peki askerler?”

“Onlara geliyordum şimdi, komutanım. Askerler, bu üst düzey silahları en iyi verimle kullanabilmek için özellikle yaratılmışlar. Soğuktan, sıcaktan, doğa şartlarından kolay kolay etkilenmiyorlar. Tahmin edebileceğiniz gibi firar etme, emre itaat etmeme gibi bir durumları yok. Ölümden, yaralanmaktan korkmuyorlar. Dayanıklılıkları bizim etten kemikten erlerimize göre çok üst düzeyde.”

“Birbirleriyle uyumları?”

“Zaten en önemli özelliklerinden biri o, komutanım. Kaç tane olurlarsa olsunlar, tek vücutmuş gibi hareket edebiliyorlar. Aralarındaki iletişim kesinlikle kopmuyor. Uydudan şifreli bir şekilde haberleşiyorlar. Etraflarında olan biteni yirmi dört saat kaydeden kameraları var. Görüntüler anında askerî ağımıza yükleniyor. Zayiat durumunda bile yok olmuyor. Ya da mesela aralarından herhangi biri, diğer askerlerden birinin görüntüsüne istediği zaman ulaşabiliyor. Dediğim gibi, en yoğun çatışmalarda dahi pes etmek bilmiyorlar. Aralarından birini kaybetseler de, hemen yerini doldurabiliyorlar. Komut almadan da durumu analiz edip en uygun hareketi belirleyebilecek kadar zekiler. Gerekirse komutanlarına öneri sunabiliyorlar.”

“Hımm, bu biraz sıkıntılı değil mi? Emre itaat bakımından?”

“Asla komutanım. Gerekirse çenelerini tamamen kapatabiliyorlar. Başlarına vereceğimiz komutan, bunu kendi isteğine göre ayarlayabilir.”

“Tabii, komutanların bu askerlerin dilinden anlaması gerek.”

“Onay verdiğiniz an, bununla ilgili eğitim çalışmalarına başlanacak. Jandarma Eğitim Komutanlığı’nda üç haftalık bir kurs açılacak. Japonlar bu eğitimlerin masraflarını üstlenmiş durumda. En iyi eğitimcileri göndereceklerini taahhüt ettiler.”

General başını memnun bir biçimde salladı. Binbaşı, komutanının bakışlarındaki tereddüdün hâlâ tam olarak silinmemesine şaşmıyordu. Onu tanıyordu. Hiç yoktan önüne bir milyon dolar konulsa paraya dokunmadan önce kafasındaki tüm soru işaretlerini silmek için ortalığı ayağa kaldırır, kılı kırk yarardı.

Oluşan sessizlik, Binbaşı’yı huzursuz etti. Duvardaki saate göz attı. Örnek bir askeri oraya getirecek aracın şu sıralar varması gerekiyordu ama dışarıdan herhangi bir araç sesi duyulmamaktaydı. General sessizliği severdi ve odası, tam arzu ettiği şekilde sessiz bir yerdeydi. Kuş cıvıltılarından başka bir şey duyulmuyordu. Dolayısıyla, gelecek araç hemen kendini belli ederdi.

“Japonlar kendileri de kullanıyorlar mıymış peki bu askerleri?”

“Bu sene içinde kullanmaya başlayacaklarını söylediler komutanım. Daha önce afetlerde denenmişler. Çok iyi iş çıkarmışlar. Gerçi bildiğiniz gibi Japonların savaş halinde olduğu kimse yok.”

“Biz savaş halinde miyiz yani? Onu mu ima ediyorsun?”

Binbaşı’nın bir anda gözleri panikle büyüdü. General’in terörle ilgili duruşunu biliyordu. Terörü büyütülmemesi gereken bir vaka olarak görüyordu. Binbaşı onun neden böyle düşündüğünü bilmiyordu ama öyleydi. Terör, askerler için basit bir antrenmandı General’in gözünde. Büyük savaşlara hazırlık çok daha mühimdi. Binbaşı, pek çok arkadaşını terör yüzünden kaybettiği için böyle düşünmemekle beraber, komutanına hiçbir zaman itiraz etmemişti. Etmeye gücü yetmezdi zaten.

“Asla komutanım, öyle bir şey demek istemedim,” diye ezilip büzülürken dışarıda duyulan motor sesi, onu tarif edilemeyecek şekilde rahatlattı.

* * *

Kapı tereddütle tıklatıldı. General önce görmezden geldi. İkinci tıklatmadan sonra “Gir!” diye kükredi. Omuzlarındaki ikişer yıldızla genç bir üsteğmen içeri girdi. Topuklarını birbirine vurarak baş selamı verdi. Şapkasını göğsünün üzerinde tutuyordu. “Üsteğmen Asım Eralp! Binbaşımızın emrettiği askeri getirdim komutanım!”

“Gel üsteğmenim gel.”

Üsteğmen saygılı bir adımla yana kaydı. Beklenen asker kapı eşiğinde belirdi. İçeri doğru büyük ama sessiz bir adım attı. “M5001-Prototip1. Tokyo. Emredin komutanım!” dedi yapay bir Türkçeyle.

General kaşlarını çatıp askeri baştan aşağı süzdü. Süzmesi çok da uzun sürmedi. Zira asker bir buçuk metre bile değildi. Süzmesi bittikten sonra yüzüne odaklandı. Ama odaklanacak pek bir şey yoktu. Çünkü bir yüz ifadesi olmayan, beyaz renkli mekanik bir surattı. Gözleri uzunca bir çizgiden ibaretti. Hiç değilse diğer uzuvları insanı andırıyordu. Kalın ve zırhlı kolları güçlü görünüyordu ama silah tutmuyordu.

Binbaşı, General’in bu inceleyen bakışlarını hayra alamet olarak görmedi. Uzun uzun düşünmesini engellemek amacıyla konuşmaya başladı: “Silahları dâhili, komutanım. Kollarının içinde yani. Mermileri sırtındaki bir bölmede taşıyor. Oradan otomatik olarak kollara yükleniyor. Zırhı narin görünüyor ama çok güçlü. Sıradan kurşunları kesinlikle geçirmiyor. Mayınlara çok dayanıklı değil ama hareket kabiliyetinin daha fazla olması için bundan fedakârlık yapılmış. Boyu kısa diye düşünüyorsanız, böyle olması ona çatışma esnasında birçok avantaj…” General elini kaldırıp ona susmasını işaret edince, lafı ağzında kaldı.

“Robot!” diye bağırdı General. “Dışarı çık ve doğru dürüst gir. Baş selamını ver, topuklarından ses çıksın. Hadi!”

Robot geriye döndü. Dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Birkaç saniye geçmemişti ki kapıyı eşit aralıklarla üç kez tıklattı. “Gir!” emrini alır almaz içeri girdi. Baş selamı verip kendini tekrar tanıttı. Topuklarını vurdu ama yine ses çıkmadı.

“Topuklarından ses çıkacak dedim!” diye bağırdı. Robot topuklarını yine vurdu. Ama ses iki kartonun çarpışmasından öte değildi.

“Bu ne yahu!” diye Binbaşı’ya döndü General.

“Komutanım, bu robot savaş alanında mümkün olduğunca sessiz hareket etmesi için ses çıkarmayan malzemelerle kaplanmış. O yüzden…”

“Ses çıkarmayan asker mi olur! Bu nasıl bir asker tipi? Sesi incecik. Yürüyüşü kız gibi. Suratında meymenet yok. Esas duruşu ofsayt. Baksana, kolları iki yana doğru açık duruyor.”

“Komutanım, robotun anatomisi en zorlu koşullara…”

General’in pek dinlemeye niyeti yoktu. Sözünü kesti. “Ayrıca kamuflajı nerede bunun? Çamaşır suyunda yıkanmış gibi parlıyor.”

“Şey. Bukalemun özelliği var komutanım. Bulunduğu koşullara uygun olarak rengini değiştirebiliyor. Duvarlarınız beyaz olduğundan burada beyaza büründü.”

“Olmaz öyle şey. O da asker kıyafeti giyecek. Nereden anlayacağım asker olduğunu? Kimseye iltimas geçemeyiz.”

“Herhangi bir elbise giyip çıkarabileceğini sanmıyorum komutanım. Böyle bir şeyin gerekli…”

“Peki uygun adım yürüyebiliyor mu? Asker! Yerinde say! Uygun adım! Marş.”

Robot hiçbir şey yapmadı. “Emir algılanamadı komutanım. Lütfen tekrar edin!” diye bir cevap geldi mekanik olarak.

“Bunlar hizaya bakmayı falan da bilmiyordur. İçtimada sağ baştan say desek mal gibi kalır bu.”

“Komu…”

“Sus, Binbaşı. Sözümü kesme.”

“Dışarıdaki izmaritleri toplayabilir mi?”

“Eğer uygun bir şekilde programlanır…”

“Sonbaharda yaprak toplayabilir mi? Kışın kar kürüyebilir mi? Hiç sanmıyorum. Çay getirebilir mi? Temizlik yapabilir mi? Ağaç dikebilir mi? Çapa yapabilir mi? Ağır yük taşıyabilir mi? Bir askerin yapabileceği çoğu şeyi beceremez ki bu. Maalesef Binbaşı, bu cüce robotların Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verebileceği hizmetler çok sınırlı. Japonlara söyleyin, proje iptal edildi.”

Binbaşı’nın rengi solmuştu. “Emredersiniz komutanım,” diyebildi zayıf bir sesle.

SON

Gökcan Şahin

Hem hayalperest, hem sayısalcı bir kafayla dünyaya geldim; hem mühendis hem yazar oldum. Başta bilimkurgu ve fantastik kurgu türlerinde olmak üzere pek çok öyküm, çeşitli edebiyat ortamlarında yayınlandı, ödüller aldı. Bir yandan mesleğimi yaparken bir yandan da yazmaya, hayal kurmaya ve yaratmaya devam ediyorum.

Acemi Er” için 8 Yorum Var

  1. Öncelikle bizi anlatan bir hikaye olmuş.

    Zorunlu askerlik görevini ifa eden askerlerin silahlı kuvvetlerde asil görevleri dışında “amele” olarak kullanılması ve görülmesi gerçeğini acımasızca ama bir o kadar da gerçekçi olarak betimlemişsiniz.

    Ben hikayeyi çok beğendim, elinize sağlık.

  2. Tam Türkiye’ye özgü bir bilim kurgu öyküsü olmuş; bilim kurgu ve Türkiye aynı tümcenin içinde olunca, ister istemez mizah ve göndermeler de olmazsa oluyor. Göndermeler yerli yerinde, on ikiden vurmuşsun yani. 🙂

    Askerlik sana yaramış Gökcan, askerlik anılarını öyküler aracılığıyla okumak isterim. Öykünün türü korku, bilim kurgu, fantezi, distopya olabilir. Yeter ki sen yaz.

    1. Askerlik tam bir öykü membası aslında. Askerdeyken aklıma öykü gelmiyordu ama dönünce kafamdaki çarklar işlemeye başladı. Muhtemelen bu tip öykülerim devam edecek. Mesela askeriyede geçen bir hayalet öyküsü yazmak istiyorum ilk olarak. Sağ olasın yorumun için. 😉

  3. Çok sevimli ve komik bir öykü olmuş Gökcan, tebrikler. General’in robota, çık adam gibi gir, dediği sahnede sesli güldüm. Türkiye’ye savaşçı robot getirseler sahiden böyle mi olur acaba ya? 🙂

    Söylenecek fazla bir şey yok. Sen yaz biz okuyalım Gökcan. 🙂

    1. Türkiye’ye gelecek savaşçı robotların mantık mekanizmalarının bizim askeriyeye uyarlanmış olması gerekir bence. Yoksa kabul edilseler bile mantıksal çelişkilerden dolayı kafayı yiyebilirler. 🙂

      Çok teşekkür ediyorum Gurur, yorumun için. 🙂

  4. Güzel ve gülümseten bir hikayeydi 🙂 Nokta atışı ayarındaki eleştirilerin tam yerini bulmuş kanımca. Okurken başlarda aklıma sürekli “Yaşlı Adamın Savaşı” gelse de cüce robotumuzun kapıdan içeri girişiyle işler değişti. Çok keyifliydi, kalemine sağlık…

Lord Engord için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *