Duyulan Dünya:
Teoman, penceresinden dünyaya fısıldarken birilerinin kendi düşüncesini duymasını bekliyordu. Omzunda sıcak bir dokunuş hissetti. Arkasına döndüğünde âşık olduğu kadın, genç adama gülümsüyordu. Çiçek desenli elbise giyerek zarifliği kendine daha da yakıştırmış kadının ellerini tuttu sımsıkı; hiç bırakmak istemiyordu. Duvarları eflatun rengine boyanmış bir odanın içerisinde birbirlerine bakmaya başladılar. Teoman, izah edemeyecek kadar huzuru varlığında hissediyordu, Füsun yanı başındayken. Hiçbir kadında görmediği saf niyetli bakışlarına anlam katan kehribar gözleri vardı. Elini kibarca pürüzsüz ve ay tenli kadının yanaklarında gezdirdi; hayattan bu kadar keyif aldığını hatırlamıyordu. “Yaşadığımın farkında değilmişim.” dedi kendi kendine.
– Seni sanki okuduğum kitaplardan veya hayal dünyamdan tanıyor gibiyim sadece.
Genç kadın gülümsedi.
– Sözgelişi, pek konuşmuyorsun.
Koyu kumral saçlarını okşamaya başladıkça cevap istiyordu kadından. Nihayet kızıl goncaya benzeyen dudaklarını hafifçe araladığını fark ettiği an pür dikkat onu dinlemeye koyuldu. İlk harfin ses frekansını henüz duyamamışken kulağında bir çınlama belirdi ve başına inanılmaz bir ağrı saplandı. Göz kapaklarını sımsıkı kapatıp yere diz çöktüğünde, evdeki İran halısının dokusunu hissedeceğini sandı ki yanılmıştı. Diz kapakları kaldırım zeminine hızlıca temas ettiğinde şiddetli ağrı tüm bedenine yayıldı. Acıdan bayılacak gibi olduğunda Füsun onu kolundan tutup kalkmasına yardım etti.
– İşte geldik!
Soru soramayacak kadar ağrıyı sinir uçlarında yaşıyor olması genç adamı istemese de sarsıyordu. Sevdiği kadın için güçlü görünmeliydi; hevesle geldiği mekânı veya etkinliği bozmak olmazdı. Karşılarında duran binanın yapısı, kültürel açıdan bir kanıt niteliği taşıyor gibiydi; doğal çevreye uyum sağlayarak güzelleştirilmiş ve toplumun zevklerini yansıtıyordu. Kapının üstünde yazan “Sanat Sergi Alanı” tabelası ile de mimari, bütünüyle göze estetik görünüyordu. Sanatla ilgilenmekten daha keyif verici bir şey olabilir miydi? Genç kadınla birlikte tablolarla dolu yerde yürüyecek, ressamlar hakkında konuşacak ve sanatçının tablolarındaki fırça darbelerinin hangi akımı yansıttığını düşünerek uzun müddet eseri seyredecekti.
– Neden buraya geldik diye sormayacak mısın?
– Hiçbir önemi yok; ben sana tabiyim.
– Ne de olsa beni sen resmettin.
Sergi binasına girmeden önce, kasabadaki tüm çocukların eğlendiklerini ve sevinçle yanlarından geçip gittiklerini fark ettiler bir an için. İkisi de, çocukların sahip olduğu sevincin yansımasıyla gülümsemeye başladılar. Bu sefer Füsun, Teoman’ın ellerinden tuttu; sıcacık temasın tutkusuyla resimlere bakıp vakit geçirecekleri için coşku ruhunu sarmıştı. Çocuklar ise aynı duyguyla uçan balonların peşinden koşuyorlardı. Yığılmış hâlde, balon satıcısının üzerine öyle kalabalık yüklendiler ki ufacık boylarıyla; adam daha fazla ayakta duramayıp tökezledi ve rengarenk balonların ipleri elinden sıyrılıp gökyüzüne süzüldü. Her biri havada adeta kuşlar gibi özgürdü artık. Teoman’ın bilinci de bu kaçınılmaz özgürlüğe katıldı.
Görülen Dünya:
Teoman, yattığı hastane yatağından pencereye bakarken birilerinin onu duymasını umut ediyordu. Omzunda hissettiği sıcak ve şefkatli dokunuş, kazadan beri varlığını sürdürüyordu. Şefkat dolu varlık, yatağın ucuna bağlanıp tavana doğru dikey duran geçmiş olsun balonunu düzelttikten sonra tekrar oğlunun yanına geldi. Serum iğnesi takılı elini sımsıkı tuttu; hiç bırakmayacak gibi. Böylelikle oğlunun elinin hareket ettiğini duyumsayan annesi heyecanla yüzünü yoklarken çoktan gözlerini açmış; hayretle etrafa bakındığını gördü. İlk duygulanım hâli, şükran duygusuyla gözlerinin yaşarması oldu; dört senedir hastanede komada yatan oğlu canlılığına kavuşmuştu.
-Hoş geldin. Sağlığına kavuştuğun için minnettarım. Seni uzun müddet bekledim oğlum. Gözlerini açacağını biliyordum ben hep. Umutluydum.
İyileşmesinin ardından yedi gün geçtikten sonra ancak kendine gelebilmişti Teoman. İşte şimdi, yeniden bir hayat kuracaktı kendine. Annesiyle şifa odaklı günler geçirmesinin yanı sıra hastanede bakım sürecinde Füsun’un gelmesini bekledi. Hava kararırken annesi odanın ışıklarını yakmış, oğluna özenle tavuk suyuna çorba içiriyordu. Tamamını bitirmesinden emin olmalıydı ki soluk yüzü, al yanaklara dönsün. Çorbanın yarısını içirdikten sonra beyaz kaseyi sehpanın üstüne koymaya çalıştı; kitabın engellediğini anlayınca da sol elinde bir süreliğine tutup yuvarlak sehpada yer açtı. Kasenin alt hacmi kadar kaplayacağı yeterli alanı belirleyip, yarım kalan çorbayı, olması gereken yere koyduktan sonra oğluna döndü;
– Romandaki Füsun karakterini epeyce sevdin umarım.
Yatakta yorgun hâlde yatarken doğrulmaya çalıştı Teoman, sevdiği kadının yerini biliyor muydu annesi? O kadar heyecanlanmıştı ki, az önce bilindik ses tonundan çıkan cümleyi kulakları tam idrak edememişti bile. Genç adam anlaması için fırsat vermemişti zihnine.
– O nerede?
– Kim nerede?
– Füsun. En son resim sergisini gezecektik. Tam içeriye girecekken çocuklar sevinç çığlıklarıyla yanımızda koşturuyordu ve biz de onlara olduğumuz yerden katılmadan edemedik.
Her ne kadar iyileştiğini düşünse de tam anlamıyla şifalanması için uzun günler geçmesi gerekiyordu belli ki. Havanın dışarıda oldukça soğuk olmasına rağmen odanın samimi sıcaklığında sesli okuduğu romandan ve kurgudaki sahnelerden etkilendiğini fark etmesi kadıncağızı tedirgin etmişti. Ateşi var mı diye elini, hasta vaziyette uzanan oğlunun alnına koydu. Yetinmeyip dudaklarını götürdü alnına; daha iyi anlamak için.
– Sen şimdi dinlen oğlum; gelirken aldığım, yatağın ucuna bağlı balon bize sıhhat getirecek ve her şey yolunda ilerleyecek.
Doktoru bulmak için koridora yönelirken oğluna tekrar baktı. İçi cız ediyordu yavrusunu gördükçe. Zihninin toparlanmasını istiyordu; balonlar gibi özgürce uçup kaybolmasını değil.
Gerçek Dünya:
Teoman, birkaç insanın varlığını algılamaya çalışarak gözlerini açarken yalnızlığının yok olduğunu hissediyordu. Onların ses tonlarını, anlam veremediği sorularını ve dokunuşlarını duyumsadıkça en yakınında bilmesi, güven ve sevilme duygularını harekete geçiriyordu.
– Doktor bey, hastamız uyandı!
Doktor apar topar koridorda ilerleyerek odaya giriş yaptı.
– Durumu nasıl?
Yakınındaki insanlar çaba gösteren ve azim dolu konuşmalarıyla etrafında dönüp duruyorlarken aklına annesi ve Füsun geldi. Onların henüz haberleri yok diye düşündü.
– Kimsesi yok mu bu çocuğun?
– Maalesef; iletişime geçmemize rağmen kimseyi bulamadık. Kaza yaptığı arabanın içinde de tek başınaydı. Şu an olduğu gibi.
– Füsun ve annem. Nerede onlar? Beni görmeleri gerekiyor.
Doktor ve hemşireler birden hastaya baktılar. Genç adam yorgun haliyle zar zor konuşmaya çalışıyordu. Daha doğru bir tabirle sayıklıyordu. Sesini duyurmaya ihtiyacı vardı.
– Adımı nereden biliyor, dedi şaşkınlıkla bir hemşire.
– Dört senedir komada ve önceliğimiz sağlığı olmalı, dedi doktor ve hastasına yardım etmek için tüm gayretini gösterdi.
Günler geçtikçe mücadelesi meyvesini veriyordu. Hastası zamanla iyileşiyor, yüzünün rengi şifa buluyordu. Zihni ise hâlâ allak bullaktı. Doktor, hastası Teoman hakkında epeyce bilgi edinmişti; on sekiz yaşına kadar yetimhanede büyüdüğünü, sonrasında hayata kendi ayakları üstünde devam ettiğini ve bir gece araba kullanırken kontrolü kaybedip kaza yaptığını… Nasıl olduğunu öğrenmek için yanına gitti. Füsun hemşire, hastanın vücut değerlerini takip ederken doktor, Teoman ile yanlış hatırladığı yaşamı hakkında ayrıntılı konuşmak istiyordu.
– Bugün nasılsın?
– Daha iyiyim dedi, gözleri kapıdan girmesini beklediği iki değerli kadını arayarak.
– Seninle konuşmalıyım evlat.
Sesi kararlı ve olgun olmasının yanında içtenliğiyle gelen babacan bir tavrı da vardı.
– Tabii ki. Fakat öncelikle annemin ve Füsun’un nerede olduklarını sormalıyım size. Henüz söylemediniz mi onlara? Ben artık sağlığıma kavuştum ve gayet de iyiyim. Birkaç gün sonra taburcu olup ailem ile vakit geçirmek istiyorum.
– Sahte anılar. Çocukluğunda bazı şeyleri yaşadığına dair zihnin seni öyle baskılıyor ki, şu an aslında yaşanmamış anılara inanmak zorunda kalıyorsun. Yetimhanede sana okunan kitaplar, izlediğin çizgi filmler veya radyoda dinlediğin tiyatrolar algını kökünden etkilediği gibi birçok anıyı yanlış hatırlamana sebep oluyor. Anılarımız değişebilir; yüzeysel olsa da detaylı olsa da. Annenin okuduğunu varsayıp romandaki âşık olduğun karakter, yetimhanede kaldığın yıllar boyunca sığındığın liman olmuş. İlk başlarda ona isim vermemişsin lakin burada kaldığın dört sene boyunca bizlerin konuştuğu konulardan tut da yaptığımız eylemlere kadar birçok gerçekliğe tanık olmuş bilincin. Sahte anılarına yenilerini eklemişsin. Karakterin ismi nihayetinde Füsun olmuş.
– Hayır, anılarım gerçek benim.
– Bazı insanlar bir başkasında tanık olduğu kişisel deneyimleri sanki kendisi yaşamış gibi hatırlayabilir. Bazı insanlar ise… Demek istediğim senin gibi; algıladıklarını mekânsal ve zamansal döngü içerisinde kendi anıları gibi gayet net hatırlarlar. Yanılgıya düşerler.
– Anlamıyorsunuz, yanı başımda oturmuş bana çorba içirdi annem. Sehpanın üstünde yarım kalmış ve soğumuş vaziyette olması lazım. Arkanıza dönün ve bakın lütfen.
Baktığında bomboş bir ahşap sehpa duruyordu.
– Kendini haklı çıkarmaya çalışma; herkes algıladığı kadar haklıdır. Gerçek, anılarımız değil de yanılsamalar olduğu sürece kimse haklı sayılmaz.
Bir müddet düşündü Teoman. Karşısındaki adamın hiç acelesi yoktu, bilakis iyileşmesini canıgönülden istiyor ve çabasını gece ve gündüz sürdürüyordu. Hüzünlü gözlerle doktoruna bakarken elleri bir şey söylemek istercesine tepki gösteriyordu. Duyguları çıkış yolu bulmak zorundaydı.
– Ben… Çocukluğumda bir film izlemiştim, dedi izlediğinin etkisinden henüz kurtulamamış hâlde.
Anlatmasını desteklediğini belirtmek için genç adamın omzuna sol eliyle iki kez hafifçe vurdu.
– Ve bir adamın elinde rengarenk uçan balonlar vardı. Şanslı çocuklar balonları almak için etrafından ayrılmıyor hatta daha da yakınlaşıyorlardı. Adam nafile uğraşlar vererek çocuklara, hepsine yetecek kadar olduğunu açıklamaya çalışıyordu fakat onlar anlamamayı tercih ederek şımarıklık yapıyorlardı.
Şımarık kelimesini davranış olarak tatmadığı o kadar belliydi ki, dilinden çıkar çıkmaz duygusallığa büründü birden. Gözyaşını akıtmamak için yutkundu. Ardından konuşmaya devam etti;
– İşte orada anladım ki o balonların birbirinden ayrılmaması gerekirdi. Hep birlikte kalıp havada sonsuza dek süzülmeliydiler. Kalabalık olmalarından ödün vermeyerek. Birisi tek başına kaldığı vakit diğerleri de onun peşine düşüp kurtarmalıydılar yalnızlıktan. Nitekim öyle olmadı. Şımarık çocuklar kabahatlerinin farkında değildiler; balonlar, adamın kuvvetli sandığım fakat yanıldığım güçsüz elinden sıyrıldıkları an, atmosferin en uzak köşelerine süzüldüler toplu hâlde. Üstelik bir tanesi vardı ki; gri renkteki balon. Maviliğin yüceliğinde kaybolup gitti.
Derin bir iç çekti. Anlatırken rahatlasa da sanki içini oyup çıkartıyorlarmış hissiyle bir türlü baş edemiyordu. Bazı şeyler direkt anlatılmaması gerekirdi; zaten bu yüzden gözyaşı veya iç çekmeler vardı.
– Sen biraz daha dinlen evlat, bir müddet yalnız bırakayım seni.
– Temelli gitmeyeceksiniz değil mi?
– Asla; ben hep buralarda olacağım. Sen yeter ki iyileş. Uyuman için yatağını ayarlayayım.
– Sevinirim. Size minnettarım.
Odanın kapısı kapandıktan sonra koridordaki sesler de nispeten kesilmişti. Burada bulunmayı seviyor gibiydi; huzurlu bir mekândı. Sessiz, sakin ve en önemlisi samimi. Yine de kim kendi kendine bu kadar rahatsız olurdu ki yalnızlıktan? Özlem duyduğu tek şey kalabalık bir ortamda, gürültüler eşliğinde varlığını sürdürmekti. “Sakinliğe alışmam uzun sürebilir.” diye düşündü. Sessizlik ne demekti peki Teoman’a göre? Düşüncelerini paylaşmak istediği kişiler olmalıydı yanında. Füsun gibi, annesi gibi. Tam bu sırada ahşap sehpanın üstünde bir kitap olduğunu fark etti. Doktorun kitabı olabilir miydi? Odada mı unutmuştu yoksa? E peki bakmamış mıydı biraz önce; boş olduğunu görmemiş miydi ahşap zeminin? Gözlerini kapattı. Artık bunları düşünmek istemiyordu. Sadece uyumak ve her geçen gün iyileşmek, iyi hissetmek istiyordu; yaşamında yeni anılar biriktirmek. Kulakları kapının açıldığını duydu; irkildi bir an. Ayak sesleri giderek yaklaşıyordu ona. Ses kesildi ve yatağın yakınına gelen kişinin kanepeye oturduğunu algıladı. Dayanamayıp gözlerini yavaşça açtı ve karşısında doktora benzeyen bir adamın olduğunu gördü. Oturur vaziyette, elinde kitabıyla rastgele sayfayı çevirerek sesli okumaya başladı;
– Teoman ve Füsun anladılar ki tüm tabloları seyretmek bahaneydi; içlerinde mevcut olan sevgi, saygıyı oluşturduğu sürece bir sanat eserinin estetik değerinden farkı yoktu.
Yaşlı adam, okuduğu cümlenin ardından duraksadı ve oğluna yöneldi.
– Annen çorba almak için aşağıya indi. Birazdan gelir. Biz de baba oğul biraz takılalım dedim. Ve kitabı tekrar burada bulmam beni sevindirdi açıkçası. Hastanede çalışan birileri temizlik yaparken kitaplığa geri koyar diye düşünmüştüm. Dün de bu kitabı okumuştum sana, hatırlıyorsun. Doktorlar yorulacağını söylemişlerdi; sonuçta dört senelik uykundan henüz iki gün önce uyandın. Lakin sana iyi geleceğini düşündüm. Umarım romandaki Teoman karakterini sevmişsindir.
Solgun yüzlü genç adam, karmaşık düşüncelerini zor toparlayıp kararsızlığına çözüm arıyor gibiydi. Net bir yanıt beklese de asla bulamayacağını kendi de biliyordu. Dünyadaki tüm insanların benzer çaresizliğini yaşıyordu yine de sorgulamanın bilincinde olacak kadar cesareti elbet vardı.
– Peki ben hangi gerçekliğe inanmalıyım baba?!
- Sis - 1 Ağustos 2022
- Âşıklar Destanı - 1 Temmuz 2022
- Baharat Kervanı Masalı - 1 Mayıs 2022
- Avın Seçimi - 1 Nisan 2022
- Anıların Dünyası - 1 Mart 2022
Güzel bir öykü olmuş, keyifle okudum, elinize sağlık. Sadece benimde zayf olduğum noktalama işaretlerine biraz daha özen göstermelisiniz diye düşünüyorum. Bu arada kendinizi bir kaç kelimeyle de olsa tanıtırsanız sizi daha yakından tanımış olmaz mıyız… Tekrar elinize sağlık
Gerçeklik katmanlarının birbiriyle çarpıştığı lezzetli bir öykü. Elinize sağlık.