– Dinle! Atların ayak sesleri geliyor uzaklardan. Duyuyor musun? Elyesa, Elyesa! Duyuyor musun?
Elyesa masum yüzündeki kocaman gözlerini kırpıştırarak, başını Saye’nin dayadığı duvara dayadı. Yıllardır bu karanlık dehlizin içinde, nereye gittiklerini bilmeden yürümekten yorgun düşmüş iki melektiler. Dehliz, lastiğe benzer bir nesneden yapılmış yumuşak bir yapıydı. Sıvımsı bir şeyle kaplanmış kaygan zemininde zar zor yürünen, dalgalı, tekinsiz bir yüzey. Yıllardır çektikleri ızdırabın bile solduramadığı gül yüzlerine bir gülümseme yayıldı.
– Duyuyorum, dedi Elyesa.
Başıyla onu onayladı Saye. “Son bir güç, hadi,” dercesine elini tuttu. Karanlık dehlizin kaygan, sallantılı yollarında yürümeye devam ettiler sessizce. Niceleri arkalarından geliyordu. Acıya ve gözyaşına aldırmadan. Duvarların içinden gelen sesler ve görüntüler ürkütüyordu onları. Karşılarına her an çıkabilecek yeni bir kötülük ihtimalinden yorgun, bedeni titriyordu Elyesa’nın. Saye ise daha yaşlı ve daha güçlüydü ona göre. Yıkılmaktan korkmuyor, bir meleği kimsenin yıkamayacağını iyi biliyordu. Bu dehlizde daha önce ne canavarlar çıkmıştı karşılarına, yolun kaderi böyleydi. Baştan yazılmıştı bu. Ama doğru seçimleri yapan iki melekti onlar. Saye bunu biliyordu. Elyesa ise henüz farkında değildi kendisinin. Küçüktü ve korkuyordu. Yürüdüler, yürüdüler. Kaygan zemin her an delinecek ve boşluğa sürükleyecekti onları. Bunu biliyorlardı. Yine de hazırdı Saye. Bu dehlizin içinde kalmak ve ona ait olmayı seçmekti asıl yok oluş. Burada hep kötülük vardı. Karanlık, acı ve hüzün.
Ne çok yol almışlardı, ne çok. Doğrusu dirayetliydi melekler. Güçlüydüler. Yine de fazla olmuştu bu yolculuk. Sallanan zeminde oraya buraya yalpalayan Elyesa’nın ayağı kayıp düşüverdi yere. O an dehliz parçalanarak açıldı ve düşmeye başladılar yine. Kim bilir kaçıncı kez.
Elyesa, yorgun kollarını Saye’nin boynuna dolayarak gözlerini kapattı. Saye, karanlıktan ışığa yeni çıkmış, kamaşan gözlerini toparlamak için bir süre kırpıştırıp durdu. Açmaya çalıştığında, düşme hızının ivmesinden ve alışkın olmadığı ışıktan yanarak, yaşlar süzüldü gözlerinden. Yüzü ıslandı. Sonunda düştükleri yere doğru bakmayı başardı. Havada süzülen uçan balonları gördü. Bir tanesine doğru atlayıp, düşmekten kurtulabilirlerdi elbet. Ama bir tuzaktı bu. İkisi de bunu iyi biliyordu. O karanlık dehlize boşa sokmamışlardı kendilerini. Kendi selametlerini kendi içlerinde bulmaları gerekiyordu.
Parlak uçan balonlara doğru kafasını kaldırdı Elyesa. Onların büyük bir solucan gibi üstlerinde sallanan karanlık dehlize doğru nasıl da görkemli bir şekilde gittiklerini gördü. Orada sonsuz dek kalacaklardı. Birden parıldayan o tanıdık ışığın içinden geçtiler. Değişim başlamıştı.
Duvarlarındaki badanaları dökülmüş, küf kokan, nemli ve pis bir sığınakta buldular kendilerini. Başka düşmüş meleklerin arasında. Kimse fark etmedi yeni geldiklerini. Her seferinde böyle oluyordu zaten. Herkes bu sonsuz yanılsamanın içinde var olduğunu zannediyor, anlık rüyalarına kanıyordu hep. Bu evrende gerçeği görmek çok zordu. Çünkü gerçek gibi görünen, yoktu aslında. Yok olan ise gerçek. Aynalar vardı, kendini tanımak için. Uyumlanmak için. Ama kimse bakmıyordu. Az sonra Saye bakacaktı o aynaya, kim olduğunu unutmadan. Çok yol kat etmişti o. Bu sefer özünü unutmayacaktı. Elyesa’nın durumu ise belirsizdi şimdilik. ‘Umarım o da unutmaz’ diye geçirdi içinden. Toparlanıp, etrafına bakındı. Bir çocuk, annesine sarılmış uyuyordu. Kadının ayakları soğuk taş zemine basıyordu. Gözleri yaşlıydı. Saye yavaşça kalkıp yanına gitti kadının. Karşısında durup
– Ayna var mı buralarda? dedi.
– Koridorun hemen sonunda. Şu kapıdan çık, yürü, görürsün.
Teşekkür edip, koridora doğru ilerledi. Elyesa hemen arkasındaydı. Saçları beline kadar uzun, karmakarışık, yüzü kirli ve üzgündü. Saye, kaba görünüşlü ellerine ve üzerindeki kalın monta baktı. Havanın ne kadar soğuk olduğunu hissetti o an. Koridorun sonundaki aynanın karşısına geçtiler ve yeni kimlikleri taramaya başladılar. Hallerinin perişanlığını fark ettikleri anda, ikisi de dehşetle birbirlerine baktılar. Elyesa bir şey demek üzereydi ki, dışarıda müthiş bir gürültü koptu. Karanlık dehlizin yaverleri iş başındaydı yine. Hızlıca pencereden bakmak için, binanın üst katına çıktılar. Elyesa gençti. Ve hızla çıkıverdi merdivenleri. Saye arkasından geliyordu ve nefes nefese kalmıştı. Gizlenmeye çalışarak, dışarıya baktılar. Eli silahlı askerleri ve tankları gördüler. Ortalık duman, toz karışımı bir bulutla kaplıydı.
– Baba, savaş var. Şimdi ne yapacağız? dedi Elyesa.
Parmağını dudaklarını üzerine götürerek, ‘sus’ işareti yaptı Saye. Sessizce,
– Bekleyeceğiz, dedi.
Bir süre pencerenin iki yanına çöküp, öylece kaldılar. Soğuktan ağızlarından dumanlar çıkıyordu. Demek baba kızdılar şimdi. Bir bomba sesi daha duyuldu dışarıda. Uçakların sesi, insanların seslerine karıştı. Kalabalık bir grup sivil, binaya girdi koşa koşa. Kadın, erkek, çoluk, çocuk koşa koşa aşağıdaki sığınağa doğru yanlarından geçiyordu. Soğuktan buz gibi olmuş elleriyle bir kadın yanına yaklaşıp Saye ve Elyesa’nın ellerini tuttu.
– Bu gece yemek için bir şeyler bulabilecek misiniz yine?
Saye ve Elyesa önce birbirlerine, sonra kadına baktılar. Seçim anı gelmişti işte. İkisi birden başını salladı.
– Deneyeceğiz, dedi Saye.
Kadın minnettarlıkla başını sallayıp, yanında süklüm püklüm duran çocuğunu çekiştirerek, merdivenleri inip kayboldu.
Kadın kim olduklarını hatırlatmıştı onlara. O, bu yanılsama içerisinde yıllardır tanıdıkları komşularıydı. İkisi birden hatırladı her şeyi. Geri dönüşüm başlamıştı. Şimdi, hafızaları bu dünyanın kimliğine bürünecek, özden gelen hikâyeler yavaş yavaş perdelerin arkasına saklanmaya başlayacaktı. Bu şehirde doğmuş bir babaydı artık Saye. Karısını birkaç gün önce kaybetmişti. İçinde bir ızdırap duydu. Bu savaş başlamadan önce, bu apartmanın üçüncü katında mutlu bir yuvaları vardı. Saniyeler içinde tüm anılar yerlerine oturdu ve ikisi birden beyaz atları da karanlık dehlizi de unuttular. Acı, hüzün ve korku sardı her yanlarını. Sevgi, cesaret ve ümit de. İkiliğin tam ortasındaydılar şimdi. Olması gerektiği gibi. Sanal evrende zaman çarkı dönmeye başladı. İnsanlık örtüsüne bürünmüş ve özü perdelenmiş iki ruh yollarına devam etmek üzere gizli gizli apartmanın arka kapısından dışarı çıktılar. Günü, yiyecek arayarak geçirdiler.
Güneş batmak üzereyken Saye ve Elyesa, elleri kolları dolu, sığınağa dönmeye çalışıyordu. Elyesa, bir sokağın köşesinden ortalığı gözlemledi. Sokak boştu. Birlikte sokağa attılar kendilerini ve tedirginlik içinde sokağı yarıladılar. O anda bir binanın içinden, silah sesleri duyuldu. İkisi birden yere yattılar. Saye, elindeki yiyecekleri aceleyle Elyesa’ya verdi.
– Kaç! dedi.
– Hemen kaç! Bunları onlara ulaştır.
İkiletmedi Elyesa. Hızlıca kaçarak, gözden kayboldu. Binanın içinden ayak sesleri geldi. Saye, ellerini kaldırarak ayağa kalktı. Cüsseli bir asker kendisine doğru yaklaşıp silahını doğrulttu. Göz ucuyla kaçan Elyesa’ya bakıp görmezden geldi. Elleri titriyordu. İçeriden kendilerine yaklaşan başka ayak seslerini duyunca, telaşlandı ve ateş etti. Kurşun Saye’nin omuzuna denk geldi. İstem dışı bir çığlık attı. Yeniden atların ayak seslerini işitti uzaklardan. Karanlık dehlizi, uçan balonları ve nereden, niçin geldiğini hatırlamaya başladı bedeni ölürken. Bu hep böyle oluyordu. Bu yaşamının tüm anıları geriye doğru akmaya başladı. Atların ayak sesleri gitgide yükseldi. Yüzüne bir gülümseme yayıldı. Varlığı yavaş yavaş silinmeye başlayan askerin yüzüne dikti gözlerini. O anda onun gözlerindeki acıyı gördü. Karanlık dehlizin uşaklarının oyuncağıydı yalnızca o. Onun için üzüldü.
– Üzülme, dedi.
– Beni vurduğun için, üzülme. Burada bir insan yok. Olmayan bir şeyin neyini vuracaksın?
Asker çaresizdi, çekti namlusunu. İki el daha ateş etti. Saye yere yığıldı. Askerin gözlerinden süzülen bir damla yaşı gördü. Orada da bir insan yoktu. Anladı Saye. Elini ona doğru uzattı. Yerde yatıyordu ve ‘gel’ işareti yaptı zavallı genç adama. Asker dayanamadı, belki bir son sözü vardır diye yaklaştı yanına.
– Parlak uçan balonlara sakın kanma, dedi Saye.
– O silahı da bırak. Özgürsün sen, doğru yolu bul. Korkma!
Ağzının kenarından kanlar süzüldü ve bedeni titremeye başladı. Asker başucunda kalıp ona baktı. Hiçbir şey anlamamıştı bu tuhaf adamın söylediklerinden. Ama nedense etkilenmişti. Küçükken oynamayı çok sevdiği uçan balonlar geldi aklına. Hepsi ya patlar, ya söner, ya da elinden kaçıp giderdi. Yine de güzeldi onlarla oynamak. Elleri titreyerek elini cebine attı. Cebinden bir sigara çıkardı. Yakamadan elini yüzüne götürdü. Hıçkırıklara boğuldu yüzü, kendinden geçerek yere çöktü. Metruk binaların arasında, iki adamın görüntüsüne yakışan gri bir hava vardı. Aynalar, karanlık ruhların yansımalarını gösteriyordu bugün.
Saye, yanına çöken adamın varlığından habersiz son bir soluktan sonra gözlerini yumdu. Açtığında, tarifsiz bir güzelliğin, sadeliğin ve huzurun içinde buldu kendini. O karanlık dehlizden, başarıyla geçmiş olduğunu anladı. Bembeyaz atların üzerinde dizginleri eline almış koşan insanları gördü. Bir daha dönmemek üzere tamamlamıştı yolculuğunu. Elyesa ve asker için dua etti. Ve bütün düşmüş melekler için. Dehliz kendi uşaklarını, kendisi yutuyordu. Saye, Elyesa’yı özleyecekti. Ama yakında buluşacaklarını biliyordu. Altından ırmaklar akan bir yolun üzerinden yürüdü. Büyük şelaleye vardı. Burada başlamıştı yolculuk ve burada son bulacaktı. Oturup, bir şarkı tutturdu. Şarkıyı, tüm meleklerin kalplerine üfledi.
- Altın Işıklar - 1 Şubat 2024
- Cam Kenarı - 1 Kasım 2022
- Asıl ve Suret - 1 Mart 2022
- Kaçak - 1 Ocak 2021
- Hoş Çakal - 1 Aralık 2020
Ruhun yolculuğu ve görevlerini anlatma üslubu güzel olmuş. Düşmüş meleklerin zorlu ortamlara enkarne olması iması da yerinde bir anlatım ve boşluğu dolduruyor. Ancak arkada dönen spritiüel mekanizma ve beyaz atlıların neyi temsil ettiği daha açıklayıcı olsa daha da iyi olurmuş. kaleme sağlık
Çok teşekkür ederim. Eleştiriniz çok değerli. Sevgilerimle.
Öyküdeki masalsı havayı çok beğendim, bambaşka yerlere sürükledi beni, beyaz atların koştuğu yerlere. Kaleminize sağlık.
Hedefe ulaşmış öyleyse. Teşekkürler.