Öykü

Bo-A3000

ilham alınan hikâye
DİRSE HAN OĞLU BOĞAÇ HAN

Çığlıklar ve elektrik vırıltısı havayı kaplamıştı. Tribünler tepelere kadar dolmuş, yer bulamayanlar merdivenlere, korkuluklara, hatta toprak sahanın ucundaki dev ekranın tepesine oturmuştu. Ekranda reklamlar değiştikçe ışıklar tüm arenayı kaplıyor, dört bir yanda tribünlerdeki insanların yüzleri renk değiştiriyordu.

“İşte buna ölmek için güzel bir gün derim,” diye yankılandı hoparlörler.

“Haklısın Skati. Hatta daha haklı olamazdın. Bugün arenada bol kan ve hidrolik sıvısı göreceğimize eminim!”

Seyircilerden bir çığlık dalgası daha yükseldi. İnsanlar ellerindeki şekerli patlamış mısırları fırlatmaya, avazları çıktığı kadar bağırmaya başladılar. Dev ekrandaki reklam Yüsek Yarınlar İçin diyor, insanları şehirden uzakta yeni bir gökdelene çağırıyordu. Yalan söylüyordu. Şehirden uzak bir yer yoktu. Her yer şehirdi.

Yorumcular mikrofonu tekrar ele geçirdi.

“Hoş geldiniz!” diye yankılandı ses arenada. “23 Mayıs Salı. Yağmursuz bir gece. Heyecanlı bir müsabaka. Bu karşılaşmayı beklediniz. Bu karşılaşmayı istediniz! Eğlenceye hazır mısınız?”

Hep bir ağızdan çığlıklar, elektrik vırıltısını, çalışan envai çeşit motorlu aygıt bile bastırmıştı.

“Ben Tata ve arkadaşım Skati Pi bu unutulmaz gecede sizlere eşlik edeceğiz. Müsabakanın başlamasına sadece dakikalar kaldı. Neler hissediyorsun Skati?”

“Tata, şu uzun hayatımda çok dövüş gördüm; ama bugün burada yaşanacaklar kadar beni heyecanlandıranı olmadı. Hem de burada, bu arenada yapılacak olması düşündükçe tüylerimi ürpertiyor.”

Dev ekrana şimdi yorumcuların yüzleri yansıyordu. Arenanın tepesinde küçük cam bir kulübede oturmuşlar birbirlerine bakıyorlardı. Tata ufak tefekti. Gözlerinde büyük, mor filmli gözlükler vardı. Kel kafasında büyük bir dövme vardı. Bir yuvarlak içinde T harfi ve altında büyük harflerle TATA yazıyordu. Bu adam makinelere bağımlıydı. Adını eski zamanların efsane otomobil markalarından birinden almıştı.

Skati Pi’ninse çok eskiden, ta 20. yüzyıldan kalma bir saç şekli vardı. Siyah kısa saçları geriye doğru yapışmıştı. Altın gözlükleri LED ışıkları arasında parlıyordu. Yirmi dokuz yaşındaydı. İşinin en eskilerindendi. Arenada ilk müsabakalar başladığından beri buradaydı. Hoparlörlerden siren sesi duyuldu. Yükselip alçalan bir siren sesi. Yüzyıllar önce nükleer saldırılar için kullanılıyordu. Şimdiyse müsabakanın başlamak üzere olduğunu, alınan tüm sosislilerin, tüm gazlı içeceklerin yerlerine geçmesi gerektiğini söylüyordu.

“Zaman geldi Tata,” diye yankılandı Skati Pi’nin sesi.

Siren sesi devam ediyordu. Arenanın dört bir yanında devasa direklerin üstünde beyaz ışıklar mümkünse daha parlak yanmaya başladı. Aşağıda kırmızı toprak zemini iyice açığa çıkarttılar. Tüm şehirdeki tek toprak alan burasıydı. Binlerce yıl öncesinin ruhunu yansıtmak üzere tasarlanmıştı.

Üç dakikanın sonunda yükselip alçalan siren sesi durdu. Arenanın iki ucunda ağır metal kapıların üstünde, kırmızı ikaz ışıkları yanmaya başladı.

“Gece yarısı geldi! Şimdi kapışma vakti! Hanlarhanı Bayındır Han sponsorluğunda üç yüz yetmiş ikinci Toreo için hazır mısınız?”

Seyirciler ıslık çalmaya, bağırmaya başladı.

“Et, metale karşı. Kan, hidroliğe karşı, kas, pistona karşı!” diye bağırdı Tata. Şov yapıyor, kendini paralıyordu.

“Sol köşede, bu arenaya ilk kez çıkacak bir şampiyonumuz var. Hepimiz onu bekliyorduk. Burada, karşısındaki ölüm makinesine karşı ne yapacağını merak etmiyor musunuz?”

Çığlıklar kara bulutlar gibi havayı doldurdu.

“Bu arena, bu gece ya mezarı olacak, ya şöleni. Hep birlikte karşılayalım. Dirse Han oğlu Boğaç Han!”

Tata cümlesini bitiremeden seyirciler ayaklandı. Yavaş açılan metal kapıların ardına bakıyorlar. Çıkacak şampiyonu bekliyorlardı. Göz yakan ışıkların arasında ilk önce bir çift Nike Air Dunk belirdi. Parlak kırmızı ayakkabıların sahibi, esmer bir çocuktu. On iki yaşından büyük olamazdı. Siyah dar pantolonları onu olduğundan da çelimsiz gösteriyordu. Üstünde motorcu montu denilen kabarık deri montlardan vardı. Siyah montun sol omzunda üç kırmızı şerit vardı. Kulaklarında beyaz kulaklıklar takılıydı, montunun iç cebine uzanıyorlardı.

Boğaç Han yürümeye başlarken çığlıklar azaldı. Hala sağır ediciydiler; ama belli ki seyircilerin bir kısmı umduğunu bulamamıştı.

“Beklediği ilgiyi bulamadı ha, ne dersin Skati?” Tata’nın sesi muzurdu.

“İnsanlar ne bekleyeceğini bilmiyor da ondan Tata,” diye kovuşturdu Skati Pi. “Bugün Boğaç Han’ın ününü duymamış olanlar varsa en çok onlar keyif alacak. Bu arenaya ilk kez çıkıyor olabilir; ama ünü ondan çok önce geldi. Madrid’de, Tahran’da, Seul’de yaptıklarını hatırlasana. Malatya’dan bahsetmiyorum bile.”

“Evet, ama bu maçın apayrı bir önemi var. Seyircilerimize anlatır mıydın Skati Pi? Çünkü sen o gün de buradaydın.” Tata’nın keyfi yüzünden okunuyordu. İyi bir hikaye anlatacak olmanın heyecanıyla Skati Pi’nin de yüzü aydınlandı.

“Evet Tata, dediğin gibi bu maç Boğaç Han için iki katı önemli; çünkü 15 yıl önce babası bu arenada kapışmak istemiş; ama kabul edilmemişti.”

Seyircilerden yuhalamalar yükseldi.

“Ben o zamanlar çok küçüktüm Skati; ama duyduğum kadarıyla babası da güçlü bir şampiyondu değil mi?”

“En iyilerinden.”

“Öyleyse neden kabul edilmedi?” diye sordu Tata. Cevabı biliyordu, hikayeyi on kez dinlemişti. Her şey şov içindi.

“Çocuğu yoktu. O zamanlar kısırlık yıllarıydı. Tanrı’nın çocuğu olmayanları lanetlediğine inanırdık. Bahadır Han arenaya sponsor olduğunda oğlu ya da kızı olmayanların kapışmasını yasaklamıştı.”

Yorumcular konuşurken Boğaç Han arenaınn ortasına kadar geldi. Bir eliyle seyircileri selamladı. Diğer elinde kol boyu kadar uzunlukta siyah bir sopa tutuyordu. Sopanın ucunda belirli aralıklarla kıvılcım çakıyordu.

“O zaman Tanrı’ya Dirse Han’a bu çocuğu verdiği için dua edelim, yoksa bugün burada bu güzel maçı izleyemezdik,” dedi Tata.

Seyirciler şimdi arenanın karşısındaki kapıya bakıyordu. Kapı aralanmaya başladı.

“Ve rakibi…” dedi Tata sırıtarak. “Bu çok eğlenceli olacak. Karşısında Bayındır Han’ın son gözdesi. Patentli br ölüm makinesi. Bo-A3000!”

Seyirciler bu kez çığlık atmadı. Arena, elektrik vırıltısı dışında sessizliğe gömüldü. Kapıdan büyük cüsseli mekanik bir boğa çıktı. Koyu gri metal plakalar üstüne parça parça oturtulmuştu. Yamalanmış gibi değil de, sanki her parçanın yeri belliymiş gibi görünüyordu. Metal plakalar boynuzlarında kıvrılmış, biçimlenmişti. Hidrolik kuyruğu bir o yana bir bu yana sallanıyor, bir aksesuardan çok bir şeyler tarıyan teknolojik bir aygıtı andırıyordu. Dev metal boğanın pistonlarının boşalıp dolması her adımında duyuluyordu. Göğsünün aşağısında, ana motorunun olduğu yerde metal plakalar kızarmıştı. Mekanik boğa arenanın ortasına, rakibine doğru giderken burnundaki deliklerden ateş çıktı. Seyirciler tekrar çıldırdı.

“İşte ben buna mekanik derim,” dedi Tata. “Kusursuz. Şu güzelliğe bakın… ve o ateş numarası da neydi öyle değil mi? Boğaç Han’ımızı zor bir dövüş bekliyor. Ne dersin Skati Pi? Bugün kim kazanacak?”

“Bilmiyorum Tata, söylemesi gerçekten zor. Bo-A3000 Bayındır Han’ın şimdiye kadarki en iyi boğası. Üstelik kaç maç kazandı? On beş? On altı?”

“Yirmi üç,” dedi Tata.

“Ve en iyileri çiğnedi geçti değil mi? Basat’ı harcadı. Salur Kazan karşısında böcek gibi ezildi. Onun başına gelenler eğlenceli bile değildi. Trajik demek daha doğru olur.” dedi Skati Pi, hatırladıklarından rahatsız olarak.

“… ama tabii karşısında Boğaç Han var.” Silkelendi. “Bu çocuğun on birinci müsabakası. Ve şu boğa için ölüm makinesi diyorsak, bizim oğlana da Hurdacı demek yerinde olur.”

“Haklısın Skati; ama oğlanımız da tahtalı köyün kapısına kadar gidip döndü, yanlış mı hatırlıyorum?”

Skati Pi önemli bir ayrıntıyı atlamış olmanın heyecanıyla hızlı konuştu.

“Doğru diyorsun. Ölümü öz babasının elinden olacaktı.Yıldızlar maçında baba-oğulu ayrı takımlara koymak büyük gaddarlık.”

“Sakatlığı yüzünden aylarca sahalardan uzak kalmıştı sanki.”

“Evet,” Skati Pi hatırladıklarıyla yüzünü buruşturdu. “Açıkçası hepimiz o gün orada öldüğünü düşündük. Annesi olmasaydı ölürdü de.”

Tata yanındaki ekrana bakıp tekrar mikrofona döndü.

“O halde buradan bir selam da annesine gönderelim. Muhteşem bir savaşçıyı hem doğurduğu için… hem de hayatını kurtardığı için…”

Tata bu kez yerinde doğruldu, önündeki pencereden aşağıya, sahaya baktı. Sahanın ortasında Boğaç Han ve Bo-A3000 birbirinden yüz adım uzakta karşı karşıya duruyordu. Bozuk bir çan sesi geldi. Sanki çok uzun süre önce kaydedilmiş bir çan sesi bilgisayarda tekrar tekrar oynanmış, artık canlı bir yanı kalmamış gibiydi.

“Üç!” diye bağırdı Tata.

Bir çan sesi daha duyuldu.

“İki!”

Bo-A3000’in bacaklarını hareket eden pistonlar gevşedi. Boğaç Han koşuya hazır bir atlet ya da dövüşe hazır bir boksör gibi ayaklarını biri önde, biri arkada hizaladı.

Son çan sesi sahada yankılandı. Tata derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

“Bir! Müsabaka başladı. Bo-A3000 saldırıya bir… füze mi? Doğruca Boğaç Han’a gönderiyor. Boğaç Han EMP sopasıyla bir topa vurur gibi vuruyor füzeye sayın seyirciler. Boğaç’ın silahına artık alıştık. Dokunduğu anda tüm elektronik sistemleri devre dışı bırakıyor. Bu yüzden füzeyi patlamadan gönderebildi. B tribünü dikkat! Evet, füze havada patlıyor.”

“Bu çocuğun korkusuzluğu bile bize ders olmalı,” diye araya girdi Skati Pi. “Müsabakaya ısı güdümlü füzeyle başlamak ben senden bir an önce kurtulmak istiyorum, demektir ve çoğu yıllanmış şampiyon o füzeden kaçardı; ama bizim Boğaç’ımız öyle değil.”

“Kesinlikle Skati. Kesinlikle. Şimdi aşağıda bir kovalamaca var. Bu çocuk hiç de göründüğü kadar çelimsiz değil. Oha! O da neydi? Bu boğa gerçekten burnundan alevler mi saçıyor? Arayı kapatıyor. Boğaç’ın artık bir şey yapması gerek. Ceketinden ne çıkardı öyle görebildin mi?”

“Küçük bir bombacığa benziyor.”

“Evet. Bombacık. Zekice. Bıraktı ve boğa doğruca üstünden geçti. Geçemedi. Yüksek yoğunluklu yapıştırıcı. Bu Boğaç Han’a zaman kazandıracaktır. Hiç değilse boğayla nasıl başa çıkacağını düşünecek kadar…”

“Sen daha iyi bilirsin; ama artık silahlar ve füzeler pek işe yaramıyor. Bu boğaların dibine kadar girip tabiri caizse kalbini sökmek zorundasın. Yoksa işin çok zor.”

“Öyle Skati. Eski zamanların boğa güreşlerinde olduğu gibi. Onunla yüz yüze gelmeni istiyorlar. Hop. Boğaç bizi hiç dinlememiş gibi. Ateş etmeye çalışıyor boğaya.”

“O, onun uğurlu silahı. Mekanik tosunun zayıf noktasını arıyor; ama ben sana diyeyim, bu şekilde bulamayacak.”

“Keşke zamanını daha verimli kullansaydı. Boğamız zamktan kurtuldu ve hiç de memnun görünmüyor. Ne oluyor orada? Sırtı açılıyor. Bunu daha önce görmüş müydün?”

“Hayır Tata. Bu yeni bir numara. Sırtından ne çıkıyor öyle?”

“Vay canına… Misket bombası. Arenada daha önce hiç kullanılmamıştı. O füze havada patlayacak ve bombalar aşağı indiğinde Boğaç Han’ın kaçacak yeri olmayacak.”

“Bu oyunun doğasına aykırı. Çocukcağızın yaşamak için bir şansı olmalı!”

“Haklısın Skati. Eh, buraya kadarmış. Ne olursa olsun insanlara hakkında konuşacak bir maç verdiler. Oha. Çok fazla parçaya bölündü. Yüzlerce bomba olmalı. Onun yerinde olmak istemezdim.”

“Görüyor musun Tata?”

“Her yer duman Skati. Hiçbir şey seçilmiyor… Bir saniye. Bo-A3000’i görüyorum galiba. Evet. Olduğu yerde duruyor. Boğaç Han nerede?”

“Ya da ondan geriye kalanlar…”

“Sayın seyirciler, şu an Boğaç Han’ın yerini tespit edemiyoruz; ama otoparkta izdiham yaşanmaması için ilk olarak D ve E tribünlerini dışarı alacağız. A-B-C tribünlerinden bir süre daha beklemelerini rica edeceğiz.”

“Boğaya ne oluyor Tata?”

“Bakayım. Yana devrildi. Kendini mi kapattı, hasar mı gördü? Ne var orada?”

“Hah ha! Bu Boğaç Han.”

“Donumu-indir-ve-beni-tokatla Skati; çünkü gerçekten de o. Misket bombasından kaçmak için boğanın altına girmiş!”

“O sihirli çubuğunu da boğanın böğrüne saplamış gibi duruyor.”

“İnanılmaz bir şey sayın seyirciler. Boğaç Han, gelmiş geçmiş en acımasız, en ölümcül, en güçlü boğanın hakkından geldi ve on birinci zaferini kazandı. Skati buna inanabiliyor musun?”

“Hayır Tata. Bu gerçekten muhteşemdi. Hiç böyle bir şey görmedim.”

“Geldiğiniz için hepinize teşekkürler. Son yılların en unutulmaz müsabakalarından birine tanık olduk. Ben Tata, ve sevgili dostum Skati Pi bu muhteşem geceyi elimizden geldiğince anlatmaya çalıştık. İyi geceler, otopark fişleriniz unutmayın!”

A. Orçun Can

Alanya’da doğdu. Uzun süre Ankara’da, bir süre de Londra’da yaşadı. Uluslararası İlişkiler ve Sinema-Televizyon alanlarında öğrenim gördü. Kitapları Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkıyor, öyküleri Kafasına Göre Dergi ve Kayıp Rıhtım’da yayımlanıyor. Şu an İstanbul ’da yaşıyor; metrolara, çift satır aralığına, kablosuz teknolojiye ve kırmızıya ilgi duyuyor.

Bo-A3000” için 6 Yorum Var

  1. İlkokulda ders kitaplarında okumuş olduğumuz Boğaç Han’ın çok iyi bir Steampunk uyarlaması olmuş. Özellikle diyaloglar epey başarılı. Göndermeler yerinde. Eline sağlık.

  2. Kendini okutturan, keyifli bir öyküydü. Özellikle diyalogları çok beğendim. Tata ismine de çok güldüm :).

  3. Çok beğendim Orçun, harika ve sıkmayan diyaloglarla kendimi o arenada hissettim resmen. Düşüncenin uyarlanması steampunk türünde yazılması çok hoş olmuş. Özellikle şu kısmı orjinaldi: “Et, metale karşı. Kan, hidroliğe karşı, kas, pistona karşı!” ;).

  4. Boğaçhan hikâyesi lisedeki edebiyat kitabında vardı; ama doğrusunu söylemek gerekirse tam olarak hatırlamıyorum.

    Ancak yine de sanırım benzer bir mücadele orijinal hikâyede de vardı.

    Güzel bir hikâye olmuş, diyaloglar ve anlatım gayet yerindeydi. İlk bakışta bir distopya havası verdi. İnsanların böyle bir mücadeleyi izlemesi, coşkuyla alkışlaması verdi bu havayı bana.

    Ancak keşke mücadelenin yapıldığı yer neresiydi acaba? Başka pek çok şehir sayıldı ve bu büyük maçın nerede yapıldığının söylenmemesi bana bir eksik gibi geldi.

    Ancak gerçekten çok güzel bir hikâye olmuş, ellerinize, emeğinize sağlık.

  5. Çok güzel bir öykü olacak gibi görünüyor. Okudukça buraya yazacağım.

    Şehirlerle ilgili göndermelerin çok hoştu ve spikerlerin klişesini, insanı bunaltmadan çok hoş vermişsin:)

    “Hep bir ağızdan çığlıklar, elektrik vırıltısını, çalışan envai çeşit motorlu aygıt bile bastırmıştı.” “motorlu aygıtı” ya da “motorlu aygıtları” olacaktı sanırım?

    Spikerlerin isimlerini mekaniğin hüküm sürdüğü bir dünya için çok doğru seçilmiş buldum. Kulağa hoş geliyorlar.

    Elbette, yazım tarzı, bir yazarın kişiliğidir. Yine de, bir okuyucu olarak, şurayı daha farklı görmek isterdim: “Gözlerinde büyük, mor filmli gözlükler vardı. Kel kafasında büyük bir dövme vardı. Bir yuvarlak içinde T harfi ve altında büyük harflerle TATA yazıyordu. ” mesela şöyle: “Gözlerinde büyük, mor filmli gözlükler; Kel kafasında büyük bir dövme vardı. Dövmede, bir yuvarlak içinde T harfi ve altında büyük harflerle TATA yazıyordu.”
    Bunu tercih ederdim çünkü o kadar da uzun olmayan bir cümlenin son eki ile yine benzer uzunluktaki bir başkasının son ekinin bu şekilde ardışık durmaları biraz… Tekleyen motor gibi hissettiriyor düşüme:) Ama, evet, karakter hakkındaki ayrıntı çok hoştu.

    “Yüzyıllar önce nükleer saldırılar için kullanılıyordu. Şimdiyse müsabakanın başlamak üzere olduğunu, alınan tüm sosislilerin, tüm gazlı içeceklerin yerlerine geçmesi gerektiğini söylüyordu.” Iıım, cümleyi pek anlayamadım. “Sosisli ve gazlı içeceklerin yerlerine geçmesi” derken, spikerlerin, seyircileri bir tür “para kazandıran tüketim makineleri” olarak göresine mi karşılık geliyor?

    “Göz yakan ışıkların arasında ilk önce bir çift Nike Air Dunk belirdi. Parlak kırmızı ayakkabıların sahibi, esmer bir çocuktu.” Bahsi geçen ürünün bir ayakkabı olduğunu bilmiyordum. İlk okuduğumda bir an duraksadım. Öykünün daha öncesinde anlatıcı, hikayenin geçmişi ve diyarın şimdiki durumu hakkında bilgi veriyordu. Burada da aynısını kullanmanı tercih ederdim açıkçası, daha hoş bir taşlama fırsatı olduğunu düşünüyorum. Ya da, anlatımın öncesinde de anlatıcı bu şekilde davranmayacaktı veya… İşte:) bir sürü seçenek var.

    Diğer arkadaşların da belirttiği güzel noktalar çok hoşlardı ama ben bir tanesine daha değinmek istiyorum.
    ““Evet Tata, dediğin gibi bu maç Boğaç Han için iki katı önemli; çünkü 15 yıl önce babası bu arenada kapışmak istemiş; ama kabul edilmemişti.”

    Seyircilerden yuhalamalar yükseldi.” Burayı okuduğumda, spikerlerin seyircilerden daha yukarıda durup onları bir makineymiş gibi kontrol ettiklerini hissettim. Oturdukları kabinin mekanı anlamında da, sosyal bilinç anlamında da. Çok hoştu.

    “Kusursuz. Şu güzelliğe bakın… ve o ateş numarası da neydi öyle değil mi?” Sanrım burada “öyle” den sonra bir virgül olmalıydı. “değil mi?” onay bekleme ifadesi hem vurgulanmalı hem de cümlenin kalanından ayrılmalı ki neye onay istendiği belli olsun.

    “Salur Kazan karşısında böcek gibi ezildi.” Ezilen boğaymış gibi olmuş. “Salur Kazan onun karşısında…” gibi bir şekilde devam etmeliydi.

    “Onun başına gelenler eğlenceli bile değildi. Trajik demek daha doğru olur.” dedi Skati Pi, hatırladıklarından rahatsız olarak.” bu cümleyi kurmamış olsaydın spikerlerin tamamen duygusuz olmasını beklerdim fakat Pi’nin ses tonundan değil, direkt duygulanımından bahsetmişsin. Maçın bitiminde, çocuğun öldüğünü sandığı zaman da “duygusuzca” konuştuğu halde bir şeyler hissediyor olmalıydı bence. Veya, başlangıçta böyle bir izlenim bıraktırmamalıydın. Elbette, bunlar tercih meseleleri:)

    Çok başarılı bir öküykü ve her şey yerli yerindeydi. Övülecek çok fazla noktası olduğu halde kendimce eksik veya yanlış bulduğum birkaç kısmını belirtme ihtiyacı hissettim.

    Öykünün isim seçimi de çok güzel olmuş.

  6. Yorumlar için herkese teşekkürler.

    Anlatım bozuklukları ve dilbigisi hataları gerçekten üzüyor; zira yeterince revizyon yapamamaktan gözden kaçan şeyler, ve anlatımı nasıl baltalayabildiklerini de ilk elden görmüş oluyoruz.

    ama zannediyorum daha büyük bir sorunu “genre” açısından yaşamışım. İki yorumda “steampunk” denilmiş, ben “cyberpunk” yapmak istiyordum ve o dünyayı yeterince verememiş olduğumu anladım (ki bir yorum da, arenanın bulunduğu şehri bilmek istediğimiz söylenmiş [Roma, bu arada]).

Ruhşen Doğan Nar için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *