Geçenlerde, yolda yürürken bir cümleye denk geldim, çok masum duruyordu hemen sahiplendim, bi’ virüs yayılacağını bilemezdim iliklerimde, kıyamazdım tabi. Bağrıma koydum eve getirirken. Üşümesin istedim. Okumaya kıyamadım, daha körpecikti. Koynumda cümlemle birlikte eve doğru yol alırken bacaklarım titriyordu. Bu kaçıncı cümleydi, kaçıncı dize ya da paragraf. Kıyamıyordum yine de. Topluyordum. Yazamıyordum ama…
Koynumda cümlem eve vardım. Dış kapıyı açarken ağaca baktım. Kimi cümlelerim olgunlaşmıştı. “Yarın biraz daha su vermeliyim bu ağaca” diye düşündüm. Eve geçtim.
Son cümleyi eski bi’ kitabın arasına koydum ilk. Daha sonra kendime bi’ kahve yaparken fark ettim, ya orada ezilirse? Korktum. Çıkardım dışarı ama göremeyeceğim bir yere koymam gerek. Koltuğun arkasına attım. Görmek içimden gelmiyordu onu ama yazasım vardı. Yazmamalıyım ama… Hmm… Kapının üstüne astığım çok hoş görünüyor. Okusam mı? Okursam yazarım ama… Okumamalıyım! Gözlerim kapının üstüne ilişiyordu sürekli olarak. Başımı çevirdim başka şeyler düşünmeliydim. Son cümle koltuğun arkasında. Hayır, hayır, daha başka bir şey! Gözlerimi kaçırdım. Pencereden dışarı bakıyordum. İşte orada herkesin görebileceği cümlelerim ama sıradanlar. Herkes bilir onları. Yazmalıyım. Onları yazmalıyım! Sakladığım cümleleri değil, ağaçtakileri yazmalıyım. Derin bir ‘of’ çekip gözlerimi kapadım. Başımı koltuğun arkasına attım. Koltuk. Hayır hayır, saat. Evet o eski tip saatteki başını indirip kaldıran tavuğun yemleri arasına serpiştirdiğim diğer gizlenmiş cümlem. Tik tak… Genelde o aklımdadır. Çok uzun süredir gizliyorum orada onu. Onu da daha okumadım. Okursam üzülürüm. Üzülürsem kusarım onları kâğıtlara. O eski, tozlu defterime kusarım kitaplığımın en altındaki. Sonra o defteri yerine koyarım ama… Belki… Belki bir üç-beş sene sonra bir şiir kitabım çıkar. Ağaçtaki cümlelerimle yazdığım. Onları ezbere biliyorum. Belki o kitaptan bir tane kendime alırım ve kendi şiirlerimi kendi kitabımda okurum. Keyif verici olur, evet evet. Sonra kitabı kitaplığıma koyarım. Belki gözüm eski deftere takılır. Önce okumaktan vazgeçerim belki. Ondan bir yedi-sekiz sene sonra tekrar gözüm ilişir belki o eski deftere. Açarım eski defterleri. Okurum bugün yazdıklarımı. Pişman olurum belki. Neden yazdım derim. Korkarım işte bundan. O yüzden, yazamam sakladığım kelimelerimi. Saat de olmaz. Saat bayağı geç oldu. Çok geç artık. Başka şeyler. Evet, ağaçtakiler…
Aklım gider sonra yine. Orada işte. Koltuk. Hayır! Duvardaki atlasım. Evet, atlasım. En büyük hazinem o, kendi bilmediğim. Nice nehirler boyu sıralanmış kelimeler var orada bir türlü okumaya kıyamadığım, tamam tamam, korktuğum… Nice kıtalar var harflerle isimlendirdiğim. Nice ülkeler, kelimelerle… Nice şehirler, cümlelerle… Nice kişiler var, paragraflar sakladığım orada. Atlas. Atlas olmaz! En iyisi koltuk… Yani… Ağaç! Hemen dışarı çıktım ve olmuş cümlelerimden bir tanesini kopardım dalından. Ağacın kökünden birkaç tane kelime çıkardım kafiye olsun diye. Belki biraz da redif… Yine de en güzeli serbestçe dalabilmek ağaca. Başladım yazmaya sarı, eski bir kâğıda. Evet. Evet, iyi gidiyorum. Böyle güzel. Rahatım, güzel şeyler yazıyorum. Aa! Şuraya biraz noktalama işareti… Hmm… Bi’ kaç tane kesme… Oldu oldu. Bi’ okudum tekrar. Okudum ve kustum! Kağıt kusmuğa bulandı. Hayır! Bu böyle olmaz. Bu… Bu ben değilim. Ben evdekilerim, ama evdekiler ise ben değil. İstiyorum onları, arzuluyorum. Okumak en büyük günahım olacak ama… Okuyacağım. Yazacağım. Ama… Korkuyorum. Şimdi üzülüyorum. Ya sonra… Daha çok üzüleceğim biliyorum. Ağlıyorum şimdi. Tam şu anda… Burada… Yazmayacağım. Direnmeliyim. Vazgeçtim. Olur böyle bazen, evet evet. Sakin olmalıyım.
Ağaca geri döndüm ve toplayabildiğim kadar topladım kelimeleri. Avuçlarımdan taşarcasına, eklemlerimi ağrıtırcasına topladım harfleri. Başladım yazmaya. Koyuyordum alt alta cümleleri. Kimi şiirde noktalama kullanıyordum, kimisinde büyük harfleri unutuyordum. Kimi divan edebiyatı… Koltuk. Divan edebiyatı dedim. Öyle sıkıcı biraz, evet, kimisi öyle! Bölüyordum kelimeleri. Orta yerlerinden, bağırsakları dökülürcesine bölüyordum kesme işaretleriyle. Bir duvar gibi karşılarına çıkarıyordum ünlemleri. Anlam veremiyordular soru işaretlerine. Hele ki üç noktalar… Ama yine de şükrediyorlardı, iki nokta yanında. Ağlıyordu kalem, üzülüyordu ağacımdan kopardığım meyvelere, bırak meyveleri, o dallara acıyordu.
Sayfalar vardı şimdi önümde ama gereksiz hepsi. Anı kurtarmak için kullanılan eroinlerdi bunlar. Saniyeleri atlatmak için esrardı. Çarşafa sarıp içtim o satırları. Dizeleri. Beyitleri. Yazdığım paragrafları dahi. Koltuğun arkasındaki cümle ise hâlâ aklımda… Okumadım daha ama… Okuyamıyorum ki. Yani yapamam ki ama… Ama… Tuvaletin deliğinde kendi acılarına bıraktığım en küfürbaz şiirlerimi getirdim aklıma. Halının altına serptiğim tozlarla beraber çürüyen en batmış, en bitmiş şiir girişlerimi ezdim daha da üzerinde tepinerek halının. Kapı deliğinde başını döndürdüklerimi bile getirdim aklıma ama unutmadım koltuğun arkasına attığımı. Biraz rezervuarın içindeki direndi unutturmak için. Ama inanır mısın, o bile yemedi. Evet yemedi.
Okumadım ama o cümlelerimi. Korktum çünkü alt alta dizmekten onları. Utandım süslemekten noktalarla ve virgüllerle. Bilmiyorum. Yazmadım, okuyamadım ki.
Peki ya koltuğun arkasındaki?
- Karın Deşen Travis - 1 Aralık 2022
- Böyle de Buyurdu Zerdüşt - 1 Ağustos 2022
- Yanan - 1 Kasım 2021
- Kahve Çekirdeklerini Getiren Gölge - 1 Kasım 2020
- Atıf - 1 Ekim 2020
İnanın, samimiyetle soruyorum. Bu öyküyü yazarken varmak istediğiniz nokta nedir? Tamam, teşhis (kişileştirme) bir edebi sanattır ve nesneler için bile kullanılabilir ancak cümlelerin de teşhis edilmesi biraz abartılı bir girişim. Fazla gerçeküstü bir metin olmuş.
Samimiyetiniz için teşekkür ederim. Fazla gerçeküstü demenizi kabul ediyorum ama kötü yönde bir eleştiri olarak almıyorum. Böyle söylemeniz gerçeküstü şekilde memnun etti beni. Bunun için teşekkür ederim. Öyküyü yazarken dileğimi açıklamak her ne kadar büyüsünü kaçıracak olsa da samimi duygularınıza cevap vermemek oldukça yanlış olacaktır.
Burada bahsetmek istediğim unutmak isteyen bir kadın/adam. Yapılanları, yaptıklarını, söylenenleri ve söylediklerini unutmaya çalışan ve büyük kırgınlıklar içerisinde, büyük umutsuzluklar içerisinde başkalarına karşı bir maske giyen kadının/adamın birini anlatma fikrinden daha ötesi değil…
Merhaba Erdem Bey,
Oluşturmaya çalıştığınız farklı bir teknik var, bunu takdir ediyorum. Fakat ben okurken cümleleri takip etmekte zorlandım. Zor bir iş yapmaya çalıştığınız, bu açıdan takdire şayan. Sadece belirttiğim gibi okuyucuyu zorlayan ve anlam karmaşası yaratan birbirine bağlı kısımlar olmuş. Zaten kısa bir metinde bu tür durumlar fazla olunca da insan genelini anlamlandıramayabiliyor. Ben yinede farklı bir teknik kullandığınız için tebrik ediyorum sizi. Umarım daha iyileriyle buralarda olursunuz.
Biraz daha üzerinde çalışılarak daha sade, anlaşılır hale getirilebilirdi gibi geliyor. Elinize sağlık.