Gecenin zifirisine karıştı Kâhin’in simsiyah pelerini. Uçuşturdu eteklerini, yerdeki toz göğe yükseldi. Nasırlı ellerini ovuşturdu, peşi sıra sürmeli gözlerini demlendirdi. Bir kedinin zarif miyavlaması, bir köpeğin uluması ile mühürlendi. Demir köseleli ayakkabılarını vurdu toprağa, yeniden bir toz hallendi. Göz göze, ses sese değmedi.
Tüm ahali çöktü yere. Çömlekler elden ele uzandı. Dudağı susuzluktan kavrulan, bir içim sebeplendi.
“Anlat!” dedi en bilge olanı. “Ne demeye geldiysen, hadi anlat…”
Çömleği alıp, kalan tüm suyu içti. Güneşten kavrulmuş elinin tersi ile sildi ağzını. Tahta iskemleye kurulup, sıvazladı aka çalan sakalını.
“Duydum ki kuraklık almış başını gitmiş,” dedi nice sonra. Tüm ahali yeniden baş eğdi. Kurumuş dudaklarını diliyle gezinip devam etti. “Bir yol çaresi ararmışsınız. Burada kalıp, yağmuru mu bekleyesiniz, yoksa göç mü edesiniz diye düşüne dururmuşsunuz.”
Bilge olanın sesi duyuldu yeniden. “Ve sen bize yol göstereceğini söylermişsin. Buyur de bakalım, neler diyeceksin?”
“Bir öykü anlatacağım size. Ve sonunda siz karar vereceksiniz, ne yapmanız gerektiğine…”
Gülümsedi bilge olan, “De bakalım hele…”
Kâhin ellerini kendi omuzlarına götürdü. Sanki görünmezce, sıvazladı sırtını. Gözlerini kapatıp, siyah sürmelerini, kırışık göz kapaklarının ardına sakladı. Ahalinin nefesi tek sesken, söze girdi.
“Bir zamanlar… Denize sevdalı bir balık varmış, evi aslında nehir olan… Bir yol çaresi ararmış; tuza karışmak, denizin enginliğine salınmak, uçsuz bucaksız hayallere kavuşmak için. Ama ne mümkün! Nehir nerede, deniz nerede… Her yeni güne, bir kayanın dibinde, aynı umutla başlarmış.
‘Ben, dermiş, ‘Ben okyanuslara savrulacağım. Yosunlarla sevişeceğim. Yengeçlerin, ahtapotların, daha nicelerinin gözlerine değeceğim.’
Diğer balıklar güler dururmuş onun bu haline. Sözünün üzerine söz bile demezlermiş.
Nice zaman geçmiş. Gökler önce yağmuru, sonra bembeyaz karı üzerine salıvermiş. Solungaçları titrerken günün birinde, nehrin buz tutmuş tepesine değmiş gözü. O da ne? Bir garip kuş, gagalamakta buzu… Kırdı kıracak! Gagasını aralayıp, ilk bulduğunu avlayacak! Aklına bir fikir gelmiş. Yüzerek varamayacağı denize, uçarak varma fikri! Ama nasıl olacak! Kuşa av olmak, bir başlangıç değil bir son! ‘Ama,’ demiş… ‘Ben ona başka bir av sunarsam, o beni denize ulaştırır!’ Onun hayallerine gülenlerden gri balık, kuyruğunu sallayarak, pullarını parlatarak yüzmüş yanına doğru. İçi bir sızım taşmış, kalbi alev alev yanmış. Ama hayallerine attığı çentikler, yeniden kulaklıklarına değince, geri duramamış. ‘Deniz için,’ demiş, ‘Onun için yapmaya mecburum bunu!’ Gri balık olacaklardan habersiz, dudaklarını aralayıp, birazcık tatlı suyu indirmiş mideye. Az sonra başka bir midede yem olacağından bihaberce.
Denize aşık balık, kafasını havaya kaldırmış, buz çatır çatır çatlamış, birkaç saydam tane üzerine yağmış. Başıyla gri balığa vurmuş sertçe, kuyruğunu dudaklarının arasına alıp, bir sağa bir sola savurmuş.
Kuş, gagasını soğuk suya daldırmış. Gözleri bir lokma bir şey ararken, ona gri balığı getiren diğer balığa bakmış. Avı gagalayıp yakalamış, tek hamlede midesine indirmiş. Ama… Doymamış…
Yeniden gagasını açacağı sırada, aynı balık dile gelmiş. ‘Bak!’ demiş, ‘Bu küçücük delikten kaç tane balık yakalayabilirsin ki? Buraya uğramazlar bile! İstersen, ben senin için onları buraya getiririm; ama sende benim için bir şey yapacaksın.’
Kuş kanatlarını çırpmış, pençelerini buzdan ayırıp, yeniden basmış. İri kirpiklerini aralayıp kapatmış, ‘Ne istiyorsun benden?’ demiş, ‘Bir kuş, bir balığa ne verebilir?’
Balık, onun simsiyah gözlerine bakakalmış. Söyleyeceği her şey solungaçlarının ardına saklanmış. Tarifsiz bir duygu, içindeki boşluğa savrulmuş. Sanki pulları bir bir dökülmüş. Hissettiklerine anlam ararken, kuş yeniden gagasını aralamış. Onu avlamak için uzanmış; ama yapmamış. Nedensizce yapamamış…
‘Söyle,’ demiş, ‘Ne istiyorsun söyle!’ Balık, kuyruğunu savurup, kısa bir tur atmış, başını hafifçe havaya kaldırmış. ‘Beni denize götür… Gaganda taşı…’
Kuş, çirkin bir ses çıkararak uçmuş ve yeniden, buzun kırık ucuna geri dönmüş. ‘Ölürsün! Su olmadan yaşayamazsın! En yakın deniz dakikalarca uzakta! Hem neden yapayım bunu? O lezzetli etini yutmamayı nasıl başarayım?’
Gri balığın hayali onu yoklarken, kafasını sallamış balık. ‘Karnın tok olacak!’ demiş, ‘Ben sana başka balıklar getireceğim! Birazcık su ile gaganda tutsan beni, ölmeden varırım oraya!’
Kuş düşünmüş… Karnını iyice doyurursa, yuvada onu bekleyen yavrularına daha rahat av bulurmuş. Hem ağzında biraz su, biraz balıkla uçmak keyifli olmaz mıymış? Sallamış başını, kanatlarını gerim gerim açmış. ‘Hadi!’ demiş, ‘Nasıl getireceksen getir onları, sonra gagamı senin için aralayacağım!’
Balık dudaklarını aça kapata yüzmüş derine doğru, ‘Gelin!’ demiş diğer balıklara, ‘Size denize nasıl ulaşacağımı anlatacağım!’
Kahkahalar birbirine karışmış. Kuyruklar hızla sallanmış. Kimse oralı olmamış ama, bizim balık kararlıymış. ‘Beni oraya götürecek olanı görmek istemez misiniz?’
Hepsi kabartmış iç kulakları, başka bir şey var bu deli balıkta demişler. Solungaçları doldura boşalta, söylediği yere yüzüvermişler.
Bizim balık en gerilerinde, buzun kırık ucundan sızan güneş, en tepelerinde.
Kuş, kendisine doğru yüzen bir sürü balık görünce aralamış gagasını, avla doldurmuş ağzını. Ama… Midesi doldu taşacak! Ah, demiş içinden, bu balığa söz vermeseydim, ağzımda yavrularıma yemek taşıyabilirdim. Ama ben bir Fulmar’ım. Sözümü tutmaya mecburum! Son lokmayı midesine istifleyip, ‘Gel!’ demiş hayallerine uçacak balığa, ‘Gel ve kanat çırp benimle!’
Önce bir tutam suyu, sonra balığı almış gagasına…
Ağaçların tepelerinden, rüzgârın ininden uçmuşlar. Vadileri aşıp, denizin koynuna varmışlar. Sonunda aralanmış gaga, salıverilmiş küçük balık.
Balık, bir tutam tatlı suyun içinden çıkıp, tuzlu suyun akıntısına karışmış. Bir iki suya dalmış, sonra gözlerini Fulmar’ın gözlerine dikmiş. ‘Gitme!’ demiş çaresizce, ‘Ben sana burada da yemek bulurum.’
Kuş kanatlarını çırpmış, pençelerini suya daldırıp çıkmış. ‘Sen burada öyle küçük kalacaksın ki, bu dediğini yapamayacaksın. Ben gitmek zorundayım, beni bekleyen yavrularım var.’ Kanatlarını kaldırıp, az ilerideki ağacın eğik dalını göstermiş. ‘Ama tam orada, seni izliyor olacağım. Eğer yeniden beni görmek istersen, oraya bakman yeter…’
Kuş, başını havaya kaldırmış, pençelerini gövdesinin altına toplamış, kanatlarını açıp açıp kapamış ve az önce gösterdiği dalın kuytusuna, yavrularının beklediği yuvaya konmuş.
Balık bir iki bakmış ona, sonra salınmış, denizin en dibine dalmış. Vatozları görmüş, mürekkep balıklarını izlemiş, yengeçlerin kıskaçlarından zor kaçırmış gövdesini. Dudaklarını aralayıp sudan sebeplenmiş. Tuz, tüm bedenini kavuruvermiş. ‘Ah!’ demiş, ‘Bu da ne? Nasıl yaşayacağım ben tatlı su dilime değmedikçe?’
Sonra bir şarkı çalınmış kulağına… Bir kızın sesi değmiş ruhuna. ‘Bir insan!’ demiş heyecanla, ‘Orada bir insan var!’
Salınmış hızla, pulları yanmış tuz ona çarptıkça. Önemsememiş. Daha derine, kayaların arasındaki eşiğe inmiş. Bir kuyruk görmüş önce. Morlu yeşilli, pasparlak bir kuyruk. ‘O bir insan değil,’ diye düşünmüş gözlerini kocaman açarken. Tatlı suya alışık gözleri, tuzdan acımış. Kırpıp açmış, daha çok yanmış. ‘İnsanların kuyrukları olur mu hiç?’ Düşünmüş düşünmüş, kendi haline gülmüş. ‘Ah küçük balık,’ demiş, ‘Sen nehir kenarındaki insanları görmeye alıştın, demek ki denize gelen insanlar kuyruklular!’
Biraz daha yaklaşmış yanına, pullarını, pullarına çarptıra çarptıra varmış saçlarının arasına. Koyu kumral saçları, sırtına uzanırmış. Teni güneş görmemiş beyazlıktaymış. Çırılçıplak bedeni, saçlarının altında parıldarmış.
Balığı görünce susmuş. Şarkının mırıltısı son bulmuş. Yeşil gözlerini büyültüp, ona biraz daha yaklaşmış.
Balık, savrula savrula onun yüzünün yanına varmış, dudaklarını aralayıp, bir şeyler fısıldamış. Kız onu duymamış. Elleriyle saçlarını aralayıp, kulağını uzatmış. Balık, onun kulağına yanaşmış. ‘Merhaba insan!’ demiş. ‘Benim içinde bir şarkı söyler misin?’
Kız gülümsemiş, inci dişleri, dudaklarının arasında parıldamış. ‘Ben insan değilim küçük balık,’ demiş.
Balık gözlerini kısmış, hızla kızın etrafında yüzmüş. Yeniden kulağının ucuna dönmüş. ‘Öyleyse nesin? Balık mı?’
‘Balık da değilim. Ben hem denizin hem karanın kızıyım. Doğanın rahminden, henüz ceninken doğanım.’
Balık titremiş. Tuzlu su, pullarını aralayıp derisinden içeri girmiş. ‘Peki,’ demiş, ‘Benim arkadaşım olur musun? Bana en tanıdık gelen sensin. Geri kalan herkesin öyle yabancısıyım ki… Nehrin tatlı dalgalarında savrulurken, çocukların denizi anlatışlarını dinlerdim. Deniz, bana yuva olur diye düşlerdim. Yengeçlerle yüzmeyi, yosunlarla beslenmeyi hayal ederdim. Ama…’
‘Ama yosunlar yengeçlerin,’ demiş kız, ‘Seninle paylaşacaklarını sanmam. İlk defa görüyorum böyle bir balık. Nehir mi senin yuvan?’
‘Öyleydi. Tüm tanıdıklarım oradaydı. Üzerimizde tanıdık sandallar dolanır, kuşlar banyo yapardı. Bazen bizi avlar, bazen bizimle oynarlardı. Suyun tadı genzimizi yakmazdı.’
Kız gülümsemiş. ‘Pişman mısın?’
Solungaçlarını açıp kapatmış. ‘Değilim! Eğer hayallerime değmeseydim pişman olurdum!’
Kız avucunu aralamış. Balığı parmaklarının arasına alıp, minik başını okşamış. ‘Az önce sorduğun soruyu cevaplayayım,’ demiş, ‘Senin arkadaşın olurum.’
Balık ve kız, günler boyu ayrılmamışlar. Denizin dibine dalıp, kayalara tırmanmışlar. Mağaralara sızıp, kılık değiştiren ahtapotları kumlamışlar. Birlikte yemek yiyip, birlikte şarkı söylemişler. Yengeçlere dost, iri balıklara arkadaş olmuşlar.
Günler günleri kovalamış. Fulmar’ın ağacı gövdesini eğe eğe denize yaklaşmış. Balık, deniz kızının avuçlarında, bir yudum su aralığında, kayanın üzerinde, ağaca dalıp dalıp bakmış.
Fulmar onu görmüş, o Fulmar’ı görmüş. Yavrular durmadan, susmadan ötmüş. Balık iç çekmiş. Deniz kızının avuçlarının yerinde, Fulmar’ın gagasını hayal etmiş. Ve içindeki özlem her an daha çok büyümüş.
‘Hiç sevmemen gereken birini sevdiğin oldu mu?’ demiş deniz kızına.
‘Oldu,’ demiş kız başını ağaca doğru kaldırırken, ‘Bir Fulmar değildi ama…’
Balık, hızla kuyruk sallamış. ‘Nereden anladın?’
‘Baksana,’ demiş kız, ‘Yavruları büyüdü; ama uçmayı öğretmiyor onlara. Bu daldan uçmak, senden uzaklaşmak istemiyor. Sen ise, bir lokma suyun içinde, ona bakmak için çırpınıyorsun. Bundan daha açık ne olabilir ki?’
Balık sırtüstü dönmüş, gözlerini sımsıkı yummuş. ‘O olmasaydı buraya varamazdım. Hayallerime asla kavuşamazdım. Ama şimdi, istediğime ulaşmışken, hayallerim ona dönüştü. Deniz yerine istediğim bir ağacın dalı oldu. Öleceğimi bile bile… Onun samanlarında, gövdesinin aralığında kalmak istedim…’ Acıyla iç çekmiş. Yüzünü dönerken, hızla savrulup denize düşmüş.
Deniz kızı, avucunu uzatıp yakalamış onu, şefkatle öpmüş kuyruğunu. ‘Sakin ol küçük balık!’ demiş, ‘Sana hayallerini verebilirim.’
Balık kirpiklerini aralamış, dudaklarını açıp kapatmış, ‘Nasıl verebilirsin?’ demiş.
Deniz kızı, pullarından birini koparıp, onun dudaklarının arasına bırakmış. ‘Şimdi erkek bir Fulmar olmayı, onun yanına uçmayı dile.’
Balık duraksamış. ‘Bu gerçek mi?’ diye mırıldanmış.
Deniz kızının bir damla gözyaşı, denize karışmış. ‘Gerçek,’ demiş, ‘Gerçek ama, bu dilek bir daha bizim bir araya gelmememizi sağlayacak. Bir kuş olduğunda ne sen beni görebileceksin ne de ben seni…Ta ki… İkimizden biri ölene kadar.’
Balık kıvrılmış, parmaklarına sürüne sürüne dolanmış. ‘Ama sen olmasaydın, bu uçsuz bucaksız denizde yaşayamazdım ben. Şimdi senden nasıl vazgeçeyim?’
‘Seninde söylediğin gibi,’ demiş, ‘Hayallerine değmezsen pişman olursun. Yut o pulu ve kanat çırp sevdiğine!’
Balık, bir Fulmar’a bir de kıza bakmış. Sanki kalbi tam ortadan yarılmış. Denize varmak için kurban ettiği dostları düşmüş aklına. Yüreği kabarmış. Tuzlu su alev gibi içine akmış. Dudaklarını aralayıp, kızın parmaklarına küçük bir öpücük bırakmış. ‘Hoşça kal,’ demiş, ‘Hoşça kal tek dostum!’ Pulu bir hamlede yutmuş. Başını kaldırıp Fulmar’a bakmış. ‘Onun gibi bir kuşa dönüştür beni,’ demiş, ‘Erkek bir Fulmar’a dönüştür!’
Kızın avuçları yok olurken, denizin yüzeyine çarpmış. Kuyruk sallasa sallayamıyor, kıvrılsa kıvrılamıyormuş. Afallamış. Çırpındıkça daha çok dibe batmış. Ensesinde bir gaga hissetmiş nice sonra. Derisinin çekiştirilişini fark etmiş. Suyun dışına çıkarken, Fulmar’ın simsiyah gözlerini görmüş. Onu suyun üzerine bırakıp, o tatlı sesiyle fısıldamış. ‘Yüzmeye çabalama. Kanat çırp.’
Bir sağa, bir sola, gövdesinden uzanan kanatlarına bakmış. Pullarının yerini alan tüylere gülümsemiş. Başını göğe yükseltip, pençelerini gövdesine gizlemiş. Kanatlarını aralamış ve yükselmiş. Ağacın eğri dalına varana dek uçmuş.
Dalın ucuna vardıklarında, dişi Fulmar, gagasını onun gagasına sürtmüş. Başını, boynunun altına gömmüş. Sessizce konuşmuşlar. Sakince sevişmişler. Sanki tüm dünya, sanki tüm evren o dala doluşmuş.
‘Artık uçabiliriz,’ demiş dişi Fulmar, ‘Yavrularla beraber, başka bir yerlere gidebiliriz.’
‘Nereye istersen,’ demiş erkek Fulmar, ‘Kanatlarının canı hangi rüzgârı çekerse!’
Başını eğip denize bakmış. Deniz kızının nerede olduğunu düşünürken, içine bir sızı saplanmış. ‘Belki de,’ demiş, ‘Ben aslında denizi değil, seni istiyordum. Ama seni tanıyana dek bunu bilmiyordum. Ama eğer denize varıp, deniz kızına rastlamasaydım, asla bir kuşa dönüşemez, asla seninle uçamazdım. Belki hayal dediğimiz şey, gerçeğimizin kapısını açan anahtardır.’
Dişi Fulmar gülümsemiş. ‘Deniz kızı oradaydı,’ demiş, ‘Aynı kayanın üzerinde buraya bakıyordu az önce.’
‘Ama beni görmüyordu,’ demiş erkek Fulmar, ‘Belki hissediyordu.’ Gagasını açıp kapatmış. Kanatlarını sallayıp, üzerinde kalan sudan arınmış. ‘Beni yavrularla tanıştırmayacak mısın?’
‘Elbette… Elbette tanıştıracağım. Ama önce onlara yemek getireceğim. Bu onları sakinleştirir. Sen burada beni bekle. Sakın ben gelmeden yanlarına gitme.’
‘Neden?’ diyecek olmuş, dişisi ona bakmadan kanatlarını aralamış, denizin kıyısına varmış.
Bizim tatlı su Fulmar’ı durabilir mi hiç! Birkaç kanat çırpıp, ağacın etrafında dolanmış. Sonunda başka bir dalda, birbirine sokulmuş üç yavru görmüş. Gagaları aralık, ona bakıyorlarmış. Ağacın ucuna konup, pençelerinin ucunda yürümeye koyulmuş. Bir yandan deniz kızından öğrendiği şarkıyı mırıldanıyor, bir yandan kanat çırpıyormuş.
Yavru fulmarlardan biri, gagasını daha çok açıp, sarı bir sıvıyı onun kanatlarına tükürmüş. Sonra diğerleri de ona katılmış. Kanatları hareket edemeyene dek, tükürerek etrafında dönmüşler.
Erkek Fulmar paniklemiş, şarkının sözleri dinmiş. Tüm tüyleri birbirine girmiş. ‘Ne yaptınız?’ demiş, ‘Bana ne yaptınız?’
Dişi Fulmar ağzında birkaç ekmek kırıntısı ile dönmüş. Sevdiğini öyle görünce aralamış gagasını, hırsla paylamış yavrularını. Sonra dönmüş bizimkine. ‘Tehlikede oldukları zaman yaparlar bunu!’ demiş, ‘Bu onların kendilerini koruma biçimi. Bekle! Sakın buradan ayrılma, ben onları yuvaya bırakıp geliyorum. Seni gagamla temizleyeceğim!’
Bizim Fulmar, başını eğip denize bakmış, bir suya dalsa, tüm bu pislikten arınırmış. Kanatlarını yarım yamalak aralayıp, denize dalmış.
Dönmüş kendi etrafında, sonra gagalamış tüylerini. Ama her çırpınışında, tüyleri daha çok yapışmış birbirine. O sarı tükürükler, zamka dönüşmüş. Suyun altına batıp çıkarken, solungaçlarını aralamaya çabalamış. Saatler önce vazgeçtiği balık bedeninden medet ummuş. Anlamsızmış. Son bir çabayla gagasını çıkarmış havaya, Fulmar’ın gagası değmiş ağzına. Dişisinin kurtarışına sığınmış yeniden. Ama bu kez olmamış… Çırpınamayan kanatları ile, derine, en derine batmış. Ve deniz kızının avuçlarına, hayallerinden düşmüş. Ölü bir kuş olarak, dostuna geri dönmüş…”
Kâhin başını iki yana salladı. İri ellerini, pelerininin içine daldırıp hızla salladı. Etraflarındaki ağaçlar titredi. Kuşlar ağaçlardan havalanıp, kanat çırptılar. Aynı ritimde, üstlerinde dönmeye başladılar. Sonra hepsi sakinledi. Sesleri yavaşça silindi. Onlar uzaklaşırken, dişi bir Fulmar, Kâhin’in omzuna yerleşti.
“Şimdi… Siz bu hikâyede kimsiniz ahali? Dostlarını, hayallerine satan bir tatlı su balığı mı, dostuna düşlerini armağan ederken kendini görünmez kılan deniz kızı mı yoksa kendini korumak için başka kuşların üzerine, ölümcül bir sıvı bırakan Fulmar mı? Siz hangisisiniz?”
Bilge olan düşündü. Ahaliye göz gezdirdi. Avuçlarını sıktı, omuzlarını dikti. “Hepsi!” dedi, “Bir de iyi tarafından bakalım sevgili Kâhin! Hayallerine uçan balığız, dostunun sırtını sıvazlayan deniz kızıyız, sevdiğini hayallerine götüren kuşuz. Ama asla, o nehirde bir kuşa av olmayı bekleyen, kaderine razı gelen diğer balıklar değiliz!”
Hızla yerden kalktı bilge olan. Toprak yeniden havaya vardı. Fulmar’ın beyaz tüyleri, toza bulandı. “Bu oba bizi öldürecek. Ekin büyümüyor, bizi beslemiyor, bize kazandırmıyor! Ya uçmanın bir yolunu bulup denize varacağız ya da alıştığımız tatlı suyumuzda, ölmeyi bekleyeceğiz. Ve inan bana Kâhin, biz sonunu göremediğimiz şeyleri daha çok severiz!”
Fulmar gagasını araladı. Çirkin sesi, bilge olanın sözlerinin üzerine tırmandı. Kanatlarını havalandırıp, eğri bir ağacın dalına kondu.
Kâhin eteğini uçuşturarak ayağa kalktı. Gözkapaklarını nihayet kaldırdı. Sürmeli gözleri, yemyeşil ışıldadı. “Yolunuz açık olsun öyleyse!” dedi, “Hayallerinize uçun! Ama, sakın düşeyim demeyin. O vakit, ben sizi tutan el olmayacağım!” Adımları toprakta belirip kayboldu. Gecenin zifirisi, onu içine sakladı.
Bilge olan, onun ardından bakarken, saçlarına birkaç tane yağmur damlası kondu. Avuçlarını aralayıp birazını yakaladı. Dilini değdirip, ıslaklığın tadına vardı.
Ahaliden birinin sesi duyuldu. “Gitmeyelim, göç etmeyelim diye, bir işaret midir bu?”
Başka bir ses böldü onu. “Kâhin’in işi midir yoksa?”
“Hiçbiri değildir,” dedi bilge olan. Derin derin iç çekti. Yol biterdi, yolculuk bitmezdi. Koşmaya hazırken, geri durmak olmazdı. “Bu vedadır…” dedi, “Denize giderken, nehirden uğurlanmaktır. Hadi varın döşeklere! Şafak sökerken, kanatlarımızı takacağız…”
- Histeri - 1 Temmuz 2020
- Kozmos’un Gölgeleri - 1 Mayıs 2020
- Viyolog - 1 Nisan 2020
- Kökler ve Dallar - 1 Şubat 2020
- Aynadaki Yolcular – Son - 1 Aralık 2019
Balığın kuşa aşkı, deniz kızının cesaret verişi, denizin o bitmek tükenmek bilmeyen cazibesine rağmen yine de aşka boyun eğişi. Ders verir nitelikte bir öykü okudum. Okurken de düşündüm; acaba ben hangisiyim? Tatlı suda kalıp cesaret edemeyen mi, kuş olmaya çalışan balık mı, balığa aşık kuş mu yoksa deniz kızı mı? Bir zamanlar kuşa aşık balık olup ölmüşlüğüm var. Yeniden doğduktan sonra da deniz kızı olmuşluğum. Sanırım deniz kızının bilgeliğine bir damla bile ulaşabildiysem bana kar. Ama işte kuşa aşık deli bir balık olmadan da o safhaya geçilemiyor. Eminim bu öyküyü okuyan herkes benim sorguladığım gibi kendini sorgulayacaktır Gaye. Edebiyatın bir gücü de bu işte. Cesaret vermek, kendini aramak, sorgulamak ve sorgulatmak. Gerçekten her kelime çok anlamlıydı. Ha bir de tatlı suda kalıp kaderine razı olup orada ölen balıklar var ki… Kimseyi kınamıyorum çünkü kınayınca başıma geleceğini biliyorum O balıkların da fıtratında tatlı suda yaşayıp ölmek var demek ki. Öyküden o kadar etkilendim ki yorumu biraz uzun tuttum Hep yaz Gaye. Biz de hep okuyalım, bulalım kendimizi. Daim olsun tutkun. Aşkla kal. Merve
@merveriii Öyle ihtiyacım olan bir yorumla geldin ki, hemen cevaplamak istedim. Tatlı suda kaderini bekleyen balık olmuşluğum da var, bir gagaya sığınıp aşık olmuşluğum da. En korkak tarafım ve en cesur yanım olmaları bugün hala hatrımda. Çok çok eskilerimden çıkarıp, başka renklere boyadım. Aldın, yakaladın ve yorumunun mızrağını kalbime fırlattın. Eğri taraflarımızı bir şekilde öldürmesek, yeniden, bambaşka şekillerde dirilemeyiz. Teşekkür ederim, iyi ki yorumladın. Sevgilerimle💕
Somon balıkları akıntının tersine yüzer ya… aklıma o geldi. Onlar bir şekilde yolunu bulup yumurtadan çıkınca tatlı suya, yetişkinlikte tuzlu suya adapte olabiliyor. Ama antropomorf bir detay katınca insanın açgözlülüğü ortaya çıkıyor. Herkes bir hikâyeden kendi payına düşeni alıyor.
Benim payıma düşen mutluluğu ararken harcanan, mutluluğu elde etmek isterken mutsuz olan bir insandı. Belki de bu öyküyü bu kadar çok beğenmemin nedeni bu durumu kendimle bağdaştırmamdı.
Yine çok derin anlamlar taşıyan, edebi anlamda da çok zengin bir metin olmuş. Bir cümleyi bile tekrarlamadan okudum, çok akıcıydı. Kaleminize sağlık. Görüşmek dileğiyle.
Okurken kirpik uçlarımdaki tuzlu su hissi ile içim bir hoş oldu. Balık bana bir insanın ömrü gibi geldi ailemizin yanındaki çocukluk yıllarımız sonra ergenlikle yaptığımız hatalar ve hayallerimize kavuşunca olduk sanıp yanılgılara düşmek en son herşeyden gerçekten ders alıp olgunlaşınca yaşın kemale erip işin işten geçmesi vs… vs… Tüm hisleri aynı anda tattıran okurken düşündüren sürükleyici etkileyici bir hikaye …
Sevgili @ulu.kasvet Somon, tatlı suda yaşam kazanıp, vakti gelince tuzlu suya göç eden çok az balıktan biri. Ben özellikle bunlardan biri olmamasını, bunun bir göçten ziyade bir imkansızlık olmasını yeğlediğim için, balığın türünü, rengini ve diğer özelliklerini okuyucunun zihin haritasına bıraktım. Balığın kafasının içine biraz insan olguları serpip, onun iyiliğini biraz kötülükle bezedim. Bunu yakalamış olman ayrıca güzel.
Kendine dair bir şeyler bulman beni sevindirdi; ancak bunların mutlu olgular olmasını yeğlerdim. Keşke mutsuzluğun zincirlerinden arınabilsek.
Güzel sözlerin için bolca teşekkürler. En sevdiğim kalemlerden birinin bunları yazması ayrı hoş. Görüşürüz:blush:
@Zeynep_Cakir_Taskin Zeynepciğim, ben yazarken böyle bir pencereden bakmadım; ama sen anlatınca gerçekten örtüştürdüm. İnsanın kendi bedeni içindeki evrimini, böyle güzel anlattığın ve bunu benim hikayemden aldığın ilhamla yaptığın için teşekkürler.
Böyle yorumlar sırtımı sıvazlıyor, kalemimin ucunu sivriltiyor. Sağ ol:blush: