Tak tak tak….Tak tak tak…
Neden çalıyorsun kapımı? Geceleri hışırdayan ağaç dallarının ve uğultulu rüzgâr seslerinin arasından, ormandaki kulübeme yürüyen çıplak ayakların… Neden giriyor rüyalarıma her gece?
Yastığım ıslak, yatağım da öyle. Ter ve gözyaşı.
Geçen yazın Ağustos ayıydı sanırım. İstanbul’un kalabalık sokaklarında yalnız başıma yürüyordum. Öğlenin bir vakti, belki ikindiye doğruydu zaman. Bir sokağın köşebaşında seni gördüm. Sen de beni gördün. Ben senin beni gördüğünü gördüm ve sen benim seni gördüğümü gördün. Öyle keskin bir an ki, tarifi yok. Kalbim yerinden çıktı, yüreğim ağzıma geldi ve bacaklarım titredi. Gözlerinden derine düştüm. Hem ışık, hem karanlık. Karanlıkla sarmalanmış ışık. Kaçtım. Kaçtım. Kaçtım. Her nefeste adımlarımı daha da hızlandırarak, o köşeye bir daha hiç dönmemek üzere kaçtım.
Sokaklar boş. Hiç kimse yok caddelerde. Ayakların arası, gözlerin arası, kafaların ve ağızların arası boş. Ben boşum.
O köşebaşından geçiyorum bazen. Kara gözlerin, kuzgun siyahı saçların orada. Gözlerine sürmeyi çekmiş, erkek çocuğu. Kızgın çöllerde, saçlarını savurarak dolaşan aşk. Kızılderililere benziyorsun. Onlar, bütünlüğe inanırlar. Herkesin birliğine. Kainatın, evrenin, insanların ve şeylerin tekliğini bağırır gözleri. Tıpkı senin gözlerin gibi.
Nefesinin boğucu kokusu her yere yayılan, boş bir ağız yuttu onları. Büyük, boş ve anlamsız bir ağız. Üstümüze fırlatıp pis rüzgârını, köşebaşlarından korkuttu bizi. Sokak aralarında, evlerimizin içinde, beynimizin kıvrımlarında dolaşan nefesi, içimizi çürüttü.
Tak… tak… tak… Ormandaki kulübeme yürüyen çıplak ayakların. Çıplak ve gerçek. Su katılmamış. Öz.
Betonarme apartmanımın soğuk duvarlarına tutuna tutuna oturduğum evin kapısına çıkıyorum. Bu sefer benim tarafımdan geliyor ses.
Tak… Tak… Tak…
Boşluktan vücut bulmuş arkadaşım açıyor kapıyı.
– Bavullarımı topluyorum ben. Gidiyorum.
– Nereye?
– Ormandaki kulübeye. Çıplak ayaklı ruhu aramaya. Aramayı, boşluğun üzerinde binlerce kilometre yol yapmaya yeğ tutuyorum artık. Korkmuyorum köşebaşlarından.
Boşluktan yapılmış arkadaşım, içi boşluktan oluşan delik gözlerinden bakıyor gözümün içine.
– Nasıl yaşayacaksın?
Gözüne bakıyorum. Gözlerindeki boşluk gitgide büyüyor. Cevap vermiyorum ona. Beni de yeniden yutmadan bu boşluk, sessizce geçiyorum yanından.
Bavulum elimde, karşıya bakıyorum. Ne güzel bir orman. Sesi geliyor uzaktan. Yaprakların şarkısını duyuyorum. Özün nefesini içime çekiyorum. Bir çocuk koşuyor bana doğru. Saçları iki yanından örülü, Kızılderili bir ufaklık. Ağız dolusu gülümsüyor bana. Ellerini uzatıyor. Bavulumu bırakıp, iki elini tutuyorum. Hiçbir şeye ihtiyacım yok.
Apartmanın kapısında duruyorum. Boşluk adam geçiyor yanımdan. Bir zombi gibi ağır ağır, ayaklarını sürüyerek korkularının açlığını doyurmaya gidiyor. Beni görüyor.
– Gitmedin mi sen daha? Şu ormandaki kulübene?
Gülümsüyorum ona. Bir anlığına parıldıyor onun da gözleri. Umut hep var. Bu sefer cevap veriyorum ağız dolusu.
– Gittim… Ben çoktan gittim… Hoşça Kal..
- Altın Işıklar - 1 Şubat 2024
- Cam Kenarı - 1 Kasım 2022
- Asıl ve Suret - 1 Mart 2022
- Kaçak - 1 Ocak 2021
- Hoş Çakal - 1 Aralık 2020
Güzel bir öykü okudum.Kaleminize sağlık.
Çok teşekkür ederim. Biraz geç de olsa…
Çok hoş bir öyküydü. Tasvirler ve benzetmeler, bu kısa ve özlü satırlara çok yakışmış. Emeğinize sağlık.
Benim de çok sevdiğim bir öykü. Teşekkürler …