Öykü

İskelet Prenses’in Laneti

700 metre. Paraşütünü açtı İskelet Prenses, geniş branda silkinip havaya yayıldı. Dengesini kurunca eğilip aşağı baktı İskelet Prenses. Yeni bir dünya bekliyordu kendisini, yeni bir hayat.

550 metre. Kalabalık, kendisini fark etmiş olacak ki bir boşluk açmıştı. Bir daire gibi ortaya çıktı yeryüzü, ve de yeşil çimenler.

450 metre. Uykusuzluktan şikayet edenleri düşündü İskelet Prenses, yemekten şikayet edenleri, ve de sağlığı bozulanları. Ah, tek bir hayatlık da olsa yer değiştirselerdi kendisiyle ya, suratlarında beliren o şapşal ifadeyi görmek için otuz ikinci dişini dahi verirdi.

350 metre. Merdiven olmadan yola mı çıkılırdı, hele bir de ağaca tırmanmasını bilmiyorsan? Ondan sonra böyle bakardın meyveye, tadını bilmeden, kokusunu duyamadan, dokunamadan.

200 metre. Kalabalık ellerini kaldırmış, İskelet Prenses’e uzanmaya çalışıyor, ilk dokunan olmak istiyordu. Öyleyse onlara unutamayacakları bir an yaşatmalıydı. Kırmızı kemeri çekti İskelet Prenses; geniş branda kaçıp kurtuldu İskelet Prenses’in askılığından. Düşüyordu Prenses, kollarını iki yana açtı, ceketi dalgalandı sırtında.

Ve yere çarptı İskelet Prenses. Dalgalandı toprak, dalgalandı dört bir yana, ve gezegenin öteki noktasında buluşmak üzere yayıldı kuvvet. Ağaçlar sallandı, dallar titredi, meyveler döküldü. Koca koca adamlar kıç üstü düştü, çocuklar yuvarlanıp dağıldı etrafa.

Dalga ilerledikçe şekil veriyordu dünyaya, dağları düzeltiyor, yarıkları örtüyor, toprak altında kalmış hazineleri ortaya çıkartıyor, kayaları itiyor, ayıyı uykusundan uyandırıyor, av peşindeki aslanı sersemletiyor, kayalıkta tutunan keçileri uçuruma silkiyor, rüzgar korkuyor, arkasına bakmadan kaçıyor, ve Güneş gülümsüyordu. Evet evet, gülümsüyordu Güneş, bu lanet kızı evrenin öteki ucuna attığı için kendisini kutluyordu.

Ama hayır, çarpmak değildi İskelet Prenses’in bu düşüşü, itmekti dünyayı, evet kesinlikle öyleydi. Birkaç milim de olsa itmişti dünyayı, yörüngesini değiştirmişti. Doğruldu İskelet Prenses, doğruldu ve etrafında bir tur döndü: “Hangi yıldayız?” dedi.

Kırmızı pelerinli bir adam kalabalıktan sıyrılıp öne çıktı: Elindeki sopayı havaya kaldırdı, ve indirdi İskelet Prenses’in kafasına. Yere yığıldı kızcağız. “Agu agu!” dedi kırmızı pelerinli adam. Sanki günlerdir sırf bu sözü bekliyormuş gibi İskelet Prenses’in üzerine kapandı kalabalık, başlarının üstünde taşıyıp kaynamakta olan kazanın içine attılar Prenses’i.

Dolunay vardı o akşam. Tüm yeryüzü kabilesi, sofranın başında toplanmıştı. Tanrıya verdiği nimetler için şükran duası yaptılar, ve afiyetle içtiler çorbalarını.

Deniz Eksilen

Öykü, roman, novella, deneme ve şiir yazıyorum. Psikolojik hikayeleri seviyorum. Arada gerçekçi kurgular kullansam da, bilimkurgu ve fantastik favorim. Yorgos Lantimos izliyor, Marcel Proust okuyor, Heraklitos'u düşünüyor, Carl Sagan'ı anıyor, Progressive House dinliyor, scooter kullanırken elimi uzatıp otlarla tokalaşıyorum. Rüzgarı, dalgayı, ve abartmadığı sürece yağmuru seviyorum. Anime ga daisuki desu.

İskelet Prenses’in Laneti” için 6 Yorum Var

  1. Bu öyküden sonra diğer yazdıklarınızı da okumak istedim.
    Satır aralarında saklanmış mahçup mizah çok hoş.
    Dünyanın yeniden şekillendiği tasvirler hemen gözde canlanıyor.
    Elinize sağlık.

    1. Yorumun için teşekkür ederim.
      Belirttiğin noktalar, doğru yolda ilerlediğime inanmamı sağlıyor.
      Eleştirilerini de duymaktan memnun olurum.

  2. Anlatım tarzınızı çok sevdim. Akıcı ve dikkat çekici bir dil kullanmışsınız. Özellikle prensesin yere çarptığı kısımdaki cümleleriniz başarılıydı. Ellerinize sağlık. 🙂

    1. Teşekkür ederim.
      Elimden geldiğince bu konularda kendimi geliştirmeye çalışıyorum.
      Olumlu eleştiri almak insana güç veriyor.
      Tekrar teşekkür ederim.

  3. Merhaba 🙂 Yağmursuz ama şimşekli bir gecede okudum bu öykünü.
    Gölgelerin hemen sınırından geçilen bir diyar vardır ya, zihninin gerisinde görürsün her şeyi ve önündekiler ışıklara karışır bir anda… Öyle bir atmosfere çekti beni.
    Xasiork zamanlarındaki düşsel öykülere benzettim. Bu şekilde düşlenebilen, özel eserlerle doluydu o dönem.

    Üzerine söylenebilecek çok şey var fakat klasik cümleler yerine bir öyküyle eşlik etmek gerekir bence. Bunu yapabileceğimi sanmıyorum 🙂

    Yazımda dikkatimi çeken birkaç nokta oldu:
    “Düşüyordu Prenses, kollarını iki yana açtı, ceketi dalgalandı sırtında.”
    Bir bu cümlede bir de sonlardaki bir cümlede “prenses” ile bırakmışsın hitabını. Özel bir sebebi var mıydı? Bence öyküye ilginç bir uyak katıyordu.

    “başlarının üstünde taşıyıp kaynamakta olan kazanın içine attılar Prenses’i.”
    Bu cümlede anlatım bozukluğu gibisinden bir şeyin olup olmadığından emin değilim pek. Yok gibi görünüyor ama içimden bir şeyler de dürtüyor beni.

    Öykünün tam olarak neyi anlattığını anlağım ile kavradığımı iddia etmeyeceğim ve zaten amacının da bu olmadığını düşüneceğim. Güzel bir öykü, teşekkür ederim 🙂

  4. Merhaba. Okumana ve beğenmene sevindim. Farklı atmorferlerde farklı duygular yaratabilen öyküler yazmak tabii ki amaçlarımdan birisi, fakat burada farkınna varmadan olmuş sanırım.

    “Düşüyordu Prenses, kollarını iki yana açtı, ceketi dalgalandı sırtında.”
    Burada biraz cesaret edip, kalemi rahat bırakmak istemiştim. Müziktekine dair bir ritim izlemeye çalıştım. Olumlu olarak alıyorum bu eleştiriyi.

    “başlarının üstünde taşıyıp kaynamakta olan kazanın içine attılar Prenses’i.”
    Haklısın, burada birşeyler ters gibi. “Baş üstünde taşıyıp” diye düzeltilse, sorun ortadan kalkacak gibi gözüküyor.

Selçuk Gökhan Kalkanoğlu için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *