Çapları neredeyse yarım metreyi bulan, dört destek direğinin üzerinde inşa edilmiş eski bir evde uyandı. Tek odalı olan evin kendisi gibi içerideki mobilyaların tamamı da ahşaptı. Bir zamanlar yeşil yapraklar ile donatılmış ve türlü hayvanlara ev sahipliği yapan ağaçlar şimdi denizin ortasında bir başına dikiliyordu. Evin dış duvarları nemden şişmiş, yağmurlarla aşınmış, dalgalarla yıpranmıştı. İçi ise daha beterdi, tahta kurdunun hedefi olmuş, çürümüş ve parçalanmaya yüz tutmuştu.
Yattığı tahta yatakta uyanmasına sebep olan tahta kurdunu fark etmeden doğruldu. Bastığı tahta kırılınca görebildi altındaki sonsuz maviliği. Kısa süreli şaşkınlığın ardından eğilip deliğin içine göz gezdirdi. Denizin derinliklerine doğru inen destek direklerinin nerede sonlandığını göremiyordu. Kütüklerin çatlaklarına takılıp denizin ritmi ile salınan yosunları seyretti. Direğe tutunmuş mercanlara her çarpışlarında bir parçaları kopup denize dalıyordu.
Doğrulup, çatlak camların ve açık bırakılmış kapının ardına baktı. Uçsuz bucaksız denizden başka bir şey göremedi yine.
“Kim, niye böyle bir ev inşa etmiş acaba? Kim yaşar ki burada? Peki, ben neden buradayım?”
Ağrıyan başını tuttu, zihni allak bullaktı. Uyandığı tahta yatağın yanındaki dolabı inceledi. İçinde askılıklar vardı ama hiç kıyafet yoktu. Sondaki askılığa bantla tutturulmuş ufak kâğıdı fark etti. Büyük harflerle tek kelime yazılmıştı. “ÜŞÜYOR MUSUN?”
Aniden üzerine baktı. İşlemeleri sökülmüş beyaz bir gecelikten ibaretti üzerindeki. Bedeninin görebileceği kadar inceydi. Sol göğsünün üstündeki birkaç damla kana dokundu. Kurumuş kanlar ufalanıyor, ardında koyu kahverengi izler bırakıyordu.
“Benim mi bu kan” Hatırlamıyordu. Anılarını, geçmişini, kim olduğunu, hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Bildiği tek bir şey vardı, o da artık üşüdüğüydü. Dolabın yanındaki fare kapanını gördü. Başarılı olunmuş, fare yakalanmıştı. Fareden geriye kalanlar ise ufacık kemiklerdi. Denizin ortasında farenin ne işi olduğuna anlam veremese de üzerinde durmadı.
Dönüp yatağa baktı. Yer yer siyahlaşmış alanlar, tahtanın içine işleyen kanın izleriydi. Üzerindeki kanın oradan bulaştığını düşündü. Eğer evde bir ayna olsaydı burnundaki kurumuş kanı görebilirdi. Evin içinde ki yoğun kokuya midesi dayanamadı ve geçmişin ilk anılarını gözler önüne serdi. Son yemeğinden geriye pek bir şey kalmamıştı ama parlayan susamları fark ettiği an hatırladı.
Genç bir kız, üzerinde yırtık pırtık kıyafetler. “Çok açım” demişti, benden yemek istemişti. Onu arabama aldım, en yakın hamburgerciye gittik. Niye arabama aldım, niye görmemezlikten gelmedim.
“Sonra ne yaptık peki.”
Uyuşuk bedenini ayakta tutmaya zorlanıyordu, yatağa geçip oturdu çünkü 3 ayaklı sandalyenin onu taşımayacağı barizdi. Düşünmeye başladı, düşündükçe daha fazlasını hatırlar oldu.
Tanıyordum kızı, bu yüzden aldım arabama. Acıdım ona, yırtık pırtık kıyafetlerin arasından fırlayan kemiklerini görebiliyorum. Kimin nesiydi bu kız, nereden tanışıyorduk onunla, neden hatırlamıyorum.
Her nefes alışında, boğazında kusmuğun ekşi tadı düşüncelerini dağıtıyordu. Kalkıp içecek bulmak için dolapları kurcalamaya başladı. Açtığı dolaplar hep boş çıkıyordu. Ağzındaki tat sinirlerini geriyordu. Son açtığı kapağın arkasında 300 ml su şişesini alıp tek dikişte bitirdi. Boş pet şişeyi tüm gücüyle camdan dışarı fırlattı. Dalgaların arasında salınıyor ama batmıyordu.
Benden 27 yaş büyük, saçları kırlaşmış, neredeyse obez bir adamla havuzda yüzüyordum. Tıpkı denizdeki şişe gibi o da batamıyordu havuza. Ah hatırlıyorum romantik bir gecenin başlangıcıydı. Balayımızın ilk günüydü. Neden evlenmiştim ki o yaşlı şişkoyla.
“O şerefsiz kapattı beni buraya”
Hayır, o olamaz, o öldü. Onu öldürdüm.
“Hayır, ben öldürmedim, kimseye zarar veremem ki ben.”
Panikle evin içerisinde turlamaya başladı. Attığı her sert adıma karşılık ahşap ev gıcırdayarak tepki veriyor, adeta parçalanıp denize düşmemek için yalvarıyordu.
“Peki, sonra ne oldu, düşün kızım düşün hadi”
Mahkemedeyim, ömür boyu hapsim isteniyor. Mirası için öldürdüğümü düşünüyorlar. Bunu ispat edemezler, kullandığım zehri vücudunda bulamazlar. Evet, karar açıklandı, masumum, ölüm nedeni kalp krizi. Benden boşanmasına izin mi verecektim.
“Beni yakalayamadılar, hapse tıkamadılar. O pislik, leş kokulu hapishanelerde ölmeyeceğim”
Denizin ortasındaki kulübeden yükselen kahkahalar birkaç balığın kulağına anlamsız titreşimler olarak ulaştı. Sahip olduğunu düşündüğü zenginliğin verdiği umutla etrafı karıştırmaya devam etti. Yatağın altında yansıyan ışığa yöneldi. Onlarca konserve vardı. Hepsi yarım kiloluk fasulye konservesi. Fasulye’ye alerjisi vardı, yiyemezdi bunları.
Eline geleni olanca gücüyle etrafa fırlatmaya başladı. Birkaçı incelmiş tahtaları delip denizle buluştuğu sırada konservelerin altındaki notu gördü. “BABAMIN MİRASINDAN SANA KALANLAR, AFİYET OLSUN.”
O kız, karnını doyurduğum kız, evlendiğim adamın kızıydı. Kocamı kandırıp hastaneye kapattırdığım kız. Oradan çıkamazdı, kocamın izni olmadan çıkamazdı, çıkmamalıydı.
“Beni buraya o sürtük kapattı”
Şimdi gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Arkasını dönüp kapandaki fareden geriye kalanlara uzun bir süre baktı. Onu bulduklarında parıldayacak kemiklerini düşündü.
“Kapandaki fare benim” dedi sessizce. Elindeki konserveye sarılıp yatağa uzandı. Üvey kızı ona bu sonu laik görmüştü. Ömür boyu müebbetti cezası. Sonsuz suyun üstünde, susuzluktan ölmeden önceki 3 günlük ömür.
- Kızılyara - 1 Eylül 2022
- Tanrı Dağı - 1 Ağustos 2021
- Kapandaki Fare - 1 Mayıs 2021
- Algan - 1 Nisan 2021
Elinize sağlık güzel bir öykü olmuş, pişmanlıklar da vicdan azabı da yansıtılmış öyküye. Devam edin yazmaya…
İlk adımlarımı attığım bu yolda desteğinizi almak harika bir duygu. Yorumunuz için teşekkürlerimi sunarım.
Merhaba,
Tasvirleri, tuzağı, evi, geçmiş hatırlamasını, sembolizmi beğendim. Açık yazılmayıp sezdirilen detaylar da hoşuma gitti. Şişe, fasulye örneğin çok iyiydi.
Ama daha çok kesit gibiydi. Gerçi sembolik bir öyküde olay örgüsü o kadar da önemli değil.
Ellerinize sağlık.