Öykü

Kervansar-AY

Eskiden Dünya gezeninde yaşadıklarına inanılan insan ırkına dair bulunan fosillerin sayısı gittikçe artıyor. İnanılana göre bu evren, taş devrini dünya gezeni üzerinde yaşadı. Ve uçan arabaları bulamadan, hayatları bir felaketle sona erdi. Tanrıça Wicca’nın laneti!

Güneşleri patladı. Yayılan radyasyonla ve aşırı ısıyla yerle bir oldular. Söylenene göre adına kutsal kitap dedikleri ve alfabesi tam olarak çözülememiş olan kitaplarında, böyle olacağı zaten yazıyordu. Bir patlama ve çöküş, bum! Güneş sistemi ve içindekilerinin yok oluşu… Geriye bu yıldızdan kalan koca bir karadelikten başkası değil. Evren git gide daha da fazla içine çekiyor her şeyi. Onlar için yok olan sadece dünyaydı ama bu, evren için zaten her gün yaşanan sıradan bir eylemden başka bir şey değildi. Kutsal Wicca, onlar için özel bir son hazırlamadı.

Tüm bunlar şimdilerde sadece bir efsane. Böyle bir canlı türü var mıydı, bunu gözlerimizle görmedik. Sadece bu karadeliğin, gittikçe daha fazla içine çektiği dünyadan geriye kalan parçalar üstünde bulduklarımızla konuşabiliriz. Onları konuşmalıyız evet, çünkü onlar canlılığın ilk türlerinden. Bir zamanlar hayvanlardan bile daha akıllı olduklarını yazmışlar. Evet evet, o kutsal kitapta… Tüm insan türünün taparcasına okuduğu ve adına ayinler düzenledikleri o kutsal kitap ve yaratıcısı, Tanrıça Wicca! O sinsi, şehvet Tanrıçası…

İnsanların yaradılış gereği bir şeylere inanma ve bağlanma potansiyelleri vardı ve onlar var olan tüm Tanrılar arasından en kötü ve en vicdansız olana inanmayı tercih ettiler. Bir Tanrıçaya. Ona Wicca dediler. Ve ona inandıkları için dünyalarının Tanrıçası da o oldu. Belki daha mütevazı bir Tanrı’ya inansalardı, sonları çok daha farklı olacaktı, kim bilir…

Kutsal Wicca bu canlıları hiç sevmedi. Nasıl oldu bilinmez ama dünya üzerindeki tüm kitaplar yerle bir olmuşken onun kitabına hiçbir şey olmadı. Süsünden ve püsünden hiçbir şey kaybetmedi. Üzerindeki inciler eriyemedi… Özenle kaplanmış pembe kadife kılıfı hiç yırtılmadı, yırtılamadı… Bu kitap ve yaratıcısı tüm evrene meydan okudu. Ve uzay boşluğu şimdi, bu kitabın sayfalarıyla doldu.

Artık kara maddenin ne olduğunu biliyoruz. Tanrıça Wicca’nın, tükürüğünü mürekkep olarak kullanıp kutsadığı bu sayfalar, aslında evrene şekil veren ve onu yönlendiren en güçlü şeymiş. İnsanlar beyninin yüzde birini kullanmasına rağmen bu bilmeceyi çözebilmişler ve en güçlü Tanrıyı bulup, her ne kadar acımasız olsa da ona tapmışlar. Belki Tanrıça Wicca onları kendi suyuyla ödüllendirip, cehenneminde onlara bir bahçe vererek ödüllendirmiştir. Bunu bilemeyiz. Nasıl oldu da evrenin sadece yüzde beşinin atomlardan oluştuğunu bilip de geriye kalan kara maddenin ne olduğunu anlayamamışlar, buna da şaşırmıyorum. Beyninin yüzde birini kullanabilen bir ırk için, doğru Tanrıyı bulmak bile bir mucize. Ve Tanrıça Wicca, onun kibrini ayaklar altına alan bu ırkın sonunu getirdi. Sadece dünyaya değil, tüm tanrılara ve tüm evrene en yüce varlığın kendisi olduğunu kanıtladı. O her yerdeydi ama onu kimse bulamadı. Sanki evrene kara madde olarak yayılmış kitap sayfalarının arasında kaybolmuştu. Her yerde olanı görememek ne büyük aptallık, ne büyük körlük! Asıl görememek bu değil de nedir? Hiçbir teknoloji onu bulmaya yetmeyecek. Tasavvufun tüm basamaklarını tırmanıp ona erişenler bile, onun tek bir zerresini göremeyecek.

Kutsal Wicca nerede? Onu kimse bulamayacak. Bizler her ne kadar dünyaya keşifler düzenleyip ondan parçalar bulmaya çalışsak da, ona asla tamamıyla erişemeyeceğiz. Böyle yaşamanın ne anlamı var ki?

O gerçekten bir Tanrıça mıydı? Yani tüm evreni o mu yaratmıştı ve yine o mu yerle bir ediyordu? Buna inanmıyorum. Kutsal Wicca aramızda ve bizler de onun gibiyiz! Hatta onun evrene yayılmış karakterlerinden bir parçayız.

-Yine mi yazıyorsun Tomas?

Benedict beni daldığım bu hayal âleminden kısmen de olsa çekip almıştı.

-Evet, yazıyorum. Ama hala bir şeyler bulabilmiş değilim.

-Onu hiçbir zaman bulamayacaksın, biliyorsun değil mi? Kutsal Wicca bir Tanrıça. O senin benim gibi sıradan bir canlı değil.

-Buna inanmıyorum Benedict! O bir insan. Baksana, kutsal kitabını oku. İnsana ait her özelliği taşıyor.

Diyerek elimdeki, artık okumaktan yıpranmış olan kitap sayfalarını gösterdim ona.

-Bunların alfabesi tam olarak çözülemedi Tomas, bunu biliyorsun. Boşuna çabalıyorsun. Ayrıca onun bir insan olmasına ihtimal yok! İnsanlardan çok daha üstün bir zihin kapasitesine sahip olduğu belli. Onu insanlarla karşılaştırman bile çok mantıksız. Ama kim bilir, belki de bir gün ölüp gittiğinde, Kutsal Wicca tüm bu çabalarına karşılık sana kendi cehenneminde, oturman için ateşli bir kazık bahşedebilir.

Benimle dalga geçiyordu yine. Benedict hep böyledir zaten. O, anca diğer gezegenlerden gelen kızlara kur yapıp, gecesini gece etsin. Başka şeyden anlamaz. Zaten burada hep gece! Ay’ın üzerine kurulmuş bu KervansayAY, diğer bütün uydulardan daha güzel ve huzur dolu. İnsan türünün buraya ayak bastığı, gezegenin kokusundan belli. Derin bir nefes alın… Tabi eğer insansanız. Sanki Tanrıça Wicca burada, çok yakında, sanki dibimde gibi…

-Hey, Tomas. Yeni bir kafile geldi. Çık artık şu hayal âleminden.

Diyerek yine hayallerimi yarıda bıraktı Benedict.

-Bunlar hangi gezegenden geliyorlar Benedict? Çok garip, Venüslülere benziyorlar ama ağızları gözlerinin altında, hatta dur, burunları var! Çok tanıdık, bir yerlerden çıkaracağım ama nereden, nereden…

-Hoş geldiniz. Uzay kartlarınızı görebilir miyim?

Benedict onlarla ilgilenirken, ben de onların siyah pelerinlerinin altında saklanmış yüzlerini daha net görmeye çalışıyordum. Ama asla net değildi hiçbir şey. Kimdi bunlar?

-Hayır, göremezsin Benedict!

Benedict’e uzay kartını vermek istemeyen bu kadın, belli ki bu kafilenin reisiydi. Çünkü onun pelerini diğerlerinden çok daha farklıydı. Siyahtı ama kadifeydi, tozpembe çiçekler dikilmişti üstüne ve inci işlemeleri vardı.

-Ama efendim, uzay kartlarınızı görmek zorundayım yoksa kaydınızı başlatamam.

-Fazla merak iyi değildir, öyle değil mi Tomas.

Dedi kadın pelerininin altından gözlerini bana dikerek. Gözleri pembeydi. Daha önce pembe gözlü tek bir canlı bile görmemiştim. Ve adımı biliyordu. Benedict’i herkes bilirdi ama benim adımı kimse bilmezdi genelde. Nasıl olurdu bu? Cevap vermek için yeltendim:

-Doğru, fazla merak iyi değildir Benedict. Geçmelerine izin ver.

Ne demiştim ben böyle? Bunu reddetmem gerekiyordu ama bir anda ağzımdan çıkanlara engel olamamıştım. Ne yapmıştı bu kadın bana? Nasıl bir teknoloji var elinde de, beni böyle hipnoz etmişti kendisine?

-Tomas, emin misin?

-Evet, çok eminim.

Hayır, emin değilim. Ne oluyor bana yahu! Kendine gel Tomas, kendine gel!

-Teşekkürler Tomas.

Adımı biliyor, adımı biliyor. Kim bu kadın, kim kim?

Onların öylece önümden geçip merdivenlerden odalarına çıkışlarını izledim. Hala gözümü o pembe gözlü kadından alamamıştım. Herkes çıktıktan sonra en son o pembe gözlü kadın çıktı. Ama merdivenlere adım atmadan önce bana son bir bakış attı pelerininin altından. O pembe ve ateşli gözlerle bana baktı. Sinsice ve şehvetle…

-Tomas, onları tanıyor musun?

-Sanırım, yani bilmiyorum Benedict.

-Burunları vardı Tomas, burunları! Fark ettin değil mi? Böyle bir şey mümkün değil! Bizim galaksimizde atmosferi olan bir gezegen yok. Belli ki çok uzak bir galaksiden geliyorlar ve buraya neden geldiklerini dahi soramadık senin yüzünden! Hey, Tomas sana diyorum. Beni duymuyor musun sen?

Hiçbir şey düşünemiyordum. Sanki büyülenmiştim. Bir şeyler olmuştu. Kendimi artık ben kontrol etmiyordum, edemiyordum.

-Benedict, onlar sanki… şey gibiler… şey… çok tanıdık bir şey

-Ney Tomas ney?

-Sanki onlar… onlar insanlar Benedict! Evet insanlar!

-Sen iyice delirdin Tomas. İnsan türüyle kafayı bozmuşsun sen!

-Benim insanlarla işim yok Benedict! Ben Kutsal Wicca’nın peşindeyim. O sinsi şehvet Tanrıçasının!

Dişlerimi sıkıyordum hırsımdan. Onu bulmak istiyordum ama şimdilik bunu erteleyebilirdim. Önce bu yeni gelen kafilenin nereden gelip nereye gittiklerini öğrenmem gerekiyordu.

-Hey Tomas, koş, bunu görmelisin!

Tiger, bizim yemekhanenin görevlisidir. Bütün gün yemek yapar, servis eder sonra karısıyla yatak odasına geçer uyurdu. Hayatında, onu bu kadar heyecanlandıracak hiçbir şey yoktu. Neden bu kadar heyecanlıydı?

-Ne, ne oldu?

-Gel Tomas, kendi gözlerinle gör.

Hızla yemekhaneye koştum ve kapıyı açar açmaz o sesi duydum. O ses… sanki gecenin çığlıkları gibi… Sanki karanlığın sessizliği. Kapıda öylece kalmıştım. Hareket edemiyordum. Gözlerimi kapadım ve sonsuza kadar bu kapıda kalıp o sesi dinlemek istedim. Beni bu sese gömsünler istedim:

-Kim bu Tiger?

-Bilmiyorum Tomas. Ama senin dünyada bulduğun o toz pembe incilerle kaplanmış piyanoyu, meğerse sadece insanlar çalabiliyor değilmiş.

-Çok güzel. Bu çok güzel.

Ve ses kesilmişti. Sesin kesilmesiyle ben de yarım kalmıştım sanki. Yavaşça adım attım kapı eşiğinden ve uzaktan onu izledim. Oydu, o pembe gözlü kadındı! Daha biraz önce yukarı çıkmamış mıydı? Ne ara buraya gelmişti ve piyano çalmayı nereden biliyordu? Bir süre durdu öylece kadın ve sanki orada olduğumu biliyormuş gibi arkasını döndü ve pembe gözlerini yine bana dikti. Pelerinini indirince artık yüzü daha da net görülmeye başlamıştı. Bu, çok farklıydı. Sanki Tanrıça Wicca onu özenle yaratmış gibi… Hayır hayır, o yaratılmış olamaz. Böyle bir güzellik ancak bir yaratıcıya ait olabilir. Evrendeki bütün yıldızlar yüzünde toplanmış gibi parlıyordu.

-Gel Tomas, gel.

Diyerek beni yanı başındaki masaya davet etti. Bu sanki bir emirdi ve ben uymak zorundaydım.

-Otur Tomas, tam karşıma.

Kendimi kontrol edemiyorum. Ne oluyor bana böyle? Neden uzun uzun suratıma bakıyor. Bu nasıl bir şehvet böyle! Zihinsel fonksiyonlarım artık işlev dışı kalmış durumda sanki. Ben tüm bu keşmekeşliğin arasındayken o sakince, hemen yanında duran yardımcısından bir paket aldı ve bir dal sigara çıkardı, onu üfleyerek yaktı. Sigara mı yandı, yoksa ben mi? Bu kadının kendi ateşi vardı. İçinde sinsi bir ejderha taşıyordu sanki.

-Fazla merak iyi değildir Tomas, öyle değil mi?

Bana, benimle ilk karşılaştığı andaki gibi konuşuyordu. Sesinde beni hipnoz eden bir tını vardı sanki:

-Ne demek bu?

-Fazla merak diyorum, pek de iyi değildir. Kutsal Wicca böyle şeylerden hoşlanmayabilir.

İşte şimdi, eğer bir kalbim olsaydı yerinden çıkacakmışçasına atabilirdi:

-Onu biliyor musun?

-Onu bilmeyen mi var Tomas!

-Hayır, yani onun hakkında bir şeyler mi biliyorsun?

-Onun hakkında bir şeyler mi öğrenmek istiyorsun Tomas?

-E… Evet. Evet, hem de çok.

Yine çok sakin tavırlarıyla, pelerininin cebinden iki şişe çıkardı. O an ellerini daha net görmüştüm, bembeyazdılar. Gecenin karanlığına meydan okuyan bir beyaz. Tıpkı yüzündeki yıldızlar gibi.

-Seç Tomas.

-Neyi?

-Birinde zehir var. Sana istediğin her şeyi verdikten sonra seni öldürecek bir zehir. Diğerindeyse seni, Kutsal Wicca’nın lanetinden kurtaracak bir panzehir var.

Donup kalmıştım. Ne demekti bu şimdi.

-Yani zehri içersem, Tanrıça Wicca hakkında istediğim her şeyi öğrenebileceğim ama sonunda öleceğim. Ama panzehri içersem onun lanetinden kurtu… Bir dakika! Onun laneti mi var üzerimde? Peki, ben bunu neden fark etmedim? Hayır, onun hakkında her şeyi öğrendikten sonra niye ölüyorum peki?

-Seç Tomas!

Dilim tutulmuştu. Konuşamadım daha fazla ve hızlıca düşünmeye başladım. Panzehri alırsam kurtulacaktım ama O’nu bulamadan, O’nu hiç bilmeden yaşamaya, yaşamak denir miydi? Zaten kaybedecek hiçbir şeyim yoktu, öyle değil mi? Ne bir ailem, ne de bi… Hiçbir şeyim yoktu işte. En çok O’nu bilmek, O’nu tanımak istiyordum işte:

-Zehir. Onu istiyorum.

Dedim yutkunarak. Elleriyle şişeyi almamı emretti, o bembeyaz elleriyle… Titreyerek aldım şişeyi, gözlerimi kapadım ve tek seferde yuttum bütün zehri. İşte o an yanındaki yardımcısının gözlerini gördüm, onun da gözleri tozpembeydi… O ateşli gözler…

-Nasıl, nasıl olur…

Yardımcısı kulağıma eğildi ve fısıldadı:

-Ben her yerdeyim Tomas, her yerde… Siz ve sizin gibiler benim tükürdüğüm mürekkepten başka bir şey değilsiniz. Öldükten sonra da yaşayacağınız tek yer, benim kutsal kitabımın sayfalarından başka bir yer olmayacak…

O, Kutsal Wicca’ydı. Gerçekten O’ydu. İkisi de O’ydu!

Eriyordum, sanki bir mürekkep gibi yayılıyordum her yere. Bu ölümdü… Ve ben de, artık onun sayfalarında iz bırakan aciz bir canlıdan başka bir şey değildim…

-Yeni adresimiz neresi Wicca?

-Samanyolu Galaksisinde başka bir KervansarAY, Wicca.

-O zaman diğer Wicca’ları çağır da gidelim.

-Ahahah, hemen…

Zeynep Tunç