Babam kırk beş günlük uzun bir izne çıkmıştı ve bunu değerlendirmek istiyordu. Okulun son günü hemen yola çıkmış olmamız ise beni sinir etmişti. Tatilin henüz başında, birkaç gün arkadaşlarımla vakit geçirmek istemiştim ancak ailem bu isteğimi dikkate dahi almamıştı. Babamın aşırı hevesi her şeyin önüne geçiyordu. Tatil planı yapıldığı andan itibaren adeta bir çocuk gibi davranıyordu. Yolda duracağımız yerleri, nerede ne yiyeceğimizi, nerelerde denize gireceğimizi, nereleri gezeceğimizi o kadar çok anlatmıştı ki gittiğimizde şaşıracağım tek bir şey bile kaldığını zannetmiyordum…
Her şey beklediğim gibi oluyordu. Sürprizi olmayan, standart, sıkıcı bir tatil. Deniz, kum ve güneş ne kadar güzel olsa da bu emekli mekânında tatil yapmak benim için pek iç açıcı değildi. Ailem için durum farklıydı. Çılgınca eğlenmeye daha kalacağımız yere ulaşmadan başlamışlardı. Dinlenme tesisinde tost yiyip ayran içmek, köylülerden kekik almak ve beşlik karadut suyu onları havaya sokmaya yetiyordu. Sahil kaldığımız eve çok yakındı ancak biz her gün farklı bir yerde denize giriyorduk. Doğal güzelliği olan yerlerdi ancak bu bölgede sezon henüz açılmadığından çok tenhaydı. Yalnızlığın getirdiği bu sıkıcı durumu aşabilmek için bol bol fotoğraf çekip paylaşmaya başladım. En azından internetten de olsa birileriyle konuşuyordum. Fotoğraflarıma aldığım etkileşim de fena sayılmazdı. Birçok yeni takipçi ve beğeni gelmesi beni daha da heveslendirdi. Artık ben babama baskı yapıyordum. Bizi sürekli doğal güzelliği ve antik kalıntıları olan yerlere götürmesini istiyordum ki zaten babam dünden razıydı.
Akşam yemeğinden sonra balkonda oturmuş fotoğraflarıma gelen tek tük yorumlara bakıyordum. Bu sırada bir hesap tüm fotoğraflarımı seri şekilde beğenmeye başladı. Kordisep adlı bu hesabın profiline girdiğimde bir işletme sayfası olduğunu anladım. Akşamları çarşıda gezerken gördüğüm tekne turu firmalarından biri olmalı diye düşündüm. Derken bir mesaj geldi. Mesajda fotoğraflarımı çok beğendikleri ve kendi hesaplarında paylaşmak istedikleri yazıyordu. Karşılığında ise bize bir tekne turu ya da cip safari hediye edeceklerini yazmışlardı. Durumu aileme anlattım.
Babam “Neden olmasın. Çarşıya çıktığımızda bir bakarız, düzgün bir işletmeyse bizim için de güzel olur.” dedi.
Gider gitmez bizi zaten tanıdılar ve sıcak bir şekilde karşılandık. Genelde salaş görüntülere alıştığımız bir tatil kasabası için oldukça şık bir yerdi. Yeşilin tonlarında boyanmış duvarların köşelerini sarmaşıklar süslüyordu tam karşı duvarda ise kocaman bir ağaç resmi vardı ve tavanda su kabaklarından yapılmış aydınlatmalar sallanıyordu. Yeni bir firma olduklarından ve sosyal medyanın önemini bildiklerinden bahsettiler. Masadaki broşürlerden anladığım kadarıyla tek işleri tur düzenlemek değildi. Yenilenme ve meditasyon kampları da yapıyorlardı. Zaten bizimle ilgilenen kadın anne ve babama zihin-beden bağlantısı, duygu sağaltımı gibi birçok şeyden bahsetti. Anlattıklarını dinledik ve dağlardan toplanan bilmem kaç çeşit çiçekten yapılmış soğuk çaylarından içtik. Görevli kadın bize etkinliklerin içeriği hakkında bilgiler verdi. Safari turunu ise özellikle tavsiye etti. Gideceğimiz yerlerdeki canlı çeşitliliği ve doğal yaşamdan bahsetti.
Babam büyük bir patavatsızlığa imza atarak safaride görülecek yerleri bildiğini, gençliğinde orada dağ keçisi avladığını anlattı. Ortamın buz kestiğini fark etmemişti bile. “Hele bir tanesini tam anlının çatından vurdum. Tek mermide yattı yere.” dedikten hemen sonra annemin masa altından attığı tekmeyle ne yaptığını fark edip sustu. Konuyu değiştirmek için “Artık etkinlik günleri ve saatlerine bakalım mı?” diye sordu. Rehber biraz duraksadı ve bir süre babama baktı. İçinden hoş şeyler geçirmediğini tahmin etmek güç değildi. Daha sonra birden tekrar gülümsedi ve programların olduğu broşürü açıp uygun gün ve turu belirlememiz için bize yardımcı oldu. Annem safarinin yorucu olacağını söyledi ve yat turuna katılmayı istedi. Bana kalsa aslansız, filsiz çakma safariyi tercih ederdim çünkü daha güzel kareler yakalama imkânım olurdu fakat babamın müthiş performansından sonra pek de seçeneğimiz kalmamıştı. Yat turu beklediğimden güzeldi. Birçok koyda durduk ve değişik yemekler yedik. Saçma sapan şeylerden yapılmış detoks içeceklerinden içtik. Bol bol fotoğraf çektim. Ankara’nın Bağları ve Erik Dalı eşliğinde bir tur bekliyordum ancak öyle olmadı. Sessiz, sakin ve bol tütsülü bir geziydi. Üst güvertede yoğa ve meditasyon yapıldı.
Dönüş yolunda ise ağaçlar, çakralar ve insanın doğayla bağlantısı hakkında bir şeyler dinledik. Annem ve babam oldukça etkilenmişti. Annem neyse ama babamın bu derece etkilenmesi, hatta rehberi bunaltacak kadar çok soru sorması beni bir hayli şaşırtmıştı. Bu ilginin sonucu olarak bizi ertesi gün yapacakları bir seminere davet ettiler. Babam ve annem tabii ki bu teklife atladı. Bu davetler ve etkinlikler tatilimizin sonuna kadar da sürdü. Bu kadarla da kalmadı ve ev bir ton bitkisel ürünle doldu. Enerji vereninden tut hücre yenileme özelliği olana bir ton çay karışımı, macunu sanki ilaç içer gibi vakit geçirmeden tüketiyorlar ve ne kadar iyi geldiğini anlatıp duruyorlardı. Tabii ki ben de bundan kaçamıyordum ve annemin zoruyla yiyip içmek zorunda kalıyordum.
Tatilin bitimine birkaç gün kala yakındaki plajda gittik. Babam ve annem hararetli hararetli konuşuyorlardı. Ben ise denizden onları izliyordum. Bir an babamı kimono giymiş olarak hayal ettim ve kahkahayı patlattım. Öyle yüksek sesli güldüm ki etrafımda yüzen insanların hepsi dönüp bana baktı. Bunun üzerine ben de dibe dalarak biraz uzağa doğru yüzme yolunu seçtim. Yanlarına gittiğimde babam hâlâ özbenlik falan filan anlatıp duruyordu. Uçtu bu adam iyice diye düşünerek şezlonga uzandım ve telefonumu almak için elimi çantaya attım.
Babam “Telefonunu arıyorsan burada. Hadi yine iyisin istediğin oldu.” dedi. Ne oldu der gibi babama bakıp kafamı salladım. “Safariye gidiyoruz.” dedi. “Safari mi?” Dedim. “he safari” dedi. “Senin tabirinle çakma safari.” Babam da ben denizdeyken aradıklarını ve üç kişilik yer olduğunu eğer istersem hediye olarak bize teklif ettiklerini söyledi. Bol bol fotoğraf çekmemi de özellikle istemişlerdi. “Bu kadar iyi bir fotoğrafçı mıyım ben ya?” Diyerek güldüm. Açıkçası bu durum çok hoşuma gidiyordu. Alay eder bir tonda anneme döndüm “Anne yorulurum demiştin ama bu karışımlar yaradı herhalde sana.” dedim. Annem “Mis gibi dağ havası alırız. Hem siz çok yürürseniz ben arabada beklerim.” dedi ve ikisi birden sırıtarak gözlerini bana dikti. Uzun süren bu pişmiş kelle seansından kurtulmak için güneş gözlüğümü ve kulaklığımı taktım. Sürekli sırıtıyor ve mutluluk saçıyorlardı. Bu mâna veremediğim haddinden fazla mutluluk insanı sinir edecek cinstendi.
Ertesi gün evin önüne çıktık ve tabii ki çöp konteynerinden tut sokak kedisine sırıtarak bizi almaya gelecek olan aracı beklemeye başladık. Sarıya çalan açık kahverengi, üstü açık bir cip sokağın başında gözüktü ve siyah duman ata ata bize doğru yanaştı. Selamlaştık ve araca bindik. Yolda durup diğer katılımcıları da alarak devam ettik. İlerledikçe rakım arttı. Önce arıcılık yapan dağ köylülerinin yanından geçtik ardından da hiç kimsenin olmadığı yemyeşil ormanın içine daldık. Manzaranın güzel olduğu yerlerde duruyorduk. Ben tabii ki hemen fotoğraf çekiyordum. Artık telefon çekmiyordu ama yine de çektiklerime şöyle bir bakayım dedim. Ağaçlar gözüme garip gözükmeye başladı ve fotoğraflardan birini yakınlaştırıp incelemeye başladım. Ağacın gövdesi insan bedenini andırıyordu. Rehbere bunu sorduğumda iyi bir gözlemci olduğumu turun sonuna doğru gideceğimiz yerde bunu anlatacağını söyledi. Telefonun ekranını kapatınca siyah ekranın yansıyan yüzümü gördüğüm anda sıçradım. Alnıma elimi götürdüğümde ceviz büyüklüğünde bir kabartı olduğunu fark ettim ve hemen ön kameramı açıp tekrar yüzüme baktım.
Rehber hareket eden araçta insanlara çarparak yanıma geldi ve alnımdaki yumruyu inceledi. “Arı sokmuş.” dedi ve bel çantasından bir şey çıkarıp sürdü. Arabadaki herkes komik bir şey varmış gibi gülmeye başladı. Rehber kendinden çok emindi “Burada hep olur biz alışkınız.” dedi. Zaten hiçbir şey hissetmiyordum ve sanırım yaşadığım panikten dolayı halsiz hissetmeye başlamıştım. Biraz daha ilerledikten sonra şelaleye yaklaştık. Rehber aracı burada bırakıp yürüyeceğimizi söyledi. Annem “Yürüyüş çok mu uzun sürer.” dedi. Rehber ise sürmeyeceğini. Zaten yol üzerinde birkaç yerde duracağımızı söyledi. Çok geçmeden patikanın başında başka bir aracı gördük. Yanımıza yanaştılar ve kalabalık bir grup arabadan indi. Diğer aracın rehberi de ofiste bizimle ilgilenen kadındı. Rehberlerin arkasında yürümeye başladık.
Önce beyaz çiçekleri olan bir ağacın önünde durduk ve rehberler herkese bez parçaları dağıttı. Herkes bu çaputları ağaca bağladı. Rehber de bu ağacın hikayesini anlatıyordu. Dinleyecek halde değildim ve işlerinin bitmesini beklerken olduğum yere çöktüm. Hava çok sıcaktı ve terledikçe anlımdaki yumru biraz yanmaya başladı. Bir süre daha yürüdük. Artık şelaleye yaklaşmıştık. Acı bazen yönümü şaşırmama sebep oluyordu. Bir ara dengemi kaybedecek gibi oldum ve bir anlığına babamın üzerine doğru yığıldım. Babam gayet sakin ve yüzünde insanın sinirini bozacak cinsten gevşek bir gülümseme ile baktı ve “Bir şeyin yok aslında. Topla kendini. Kafandan at kötü olduğun düşüncesini.” dedi. Herkes konuşmaya buna benzer şeyler söylemeye başladı. Bir anda “Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsunuz be!” diye parladım. Bu bağırmamın üzerine Grup durdu ve gözlerini bana dikti. “Sorun yok. Bir an sıcağında etkisiyle sinirlendim. Sakinim.” falan diyerek kendimi açıklamaya çalıştım ancak anlımdaki yanma çok arttı ve dişlerimi sıkarak istemsizce yere doğru çömeldim. Doğrulduğumda herkes bana bakmaya devam ediyordu. Ben hareketlerimi kontrol edemiyordum. Rehber parmağıyla arkamda duran ağacı işaret etti ve “Sorduğun ağaç bu…” dedi. Kafamı çevirip ağaca baktım. Şelalenin yanında tek başına upuzun bir ağaç duruyordu. Bölgedeki diğer ağaçlardan farklıydı. Başımı yukarı kaldırınca güneş alnımdaki şeyi iyice yaktı ve ağrımın şiddeti çok arttı. Bir anda ayağa kalktım. Ben ayağa kalkınca herkes etrafımı sardı ve sırayla beni öpmeye başladı. Bu iğrenç seans bitsin istiyordum ancak hareketlerimi kontrol edemiyordum. En son annem ve babam yanıma geldi. Babam “Döndüğünde seni burada bekliyor olacağız oğlum.” dedi. Annem ise bir yandan ağlıyor diğer yandan “çok mutluyum” diyordu. Rehber kamışlardan yapılmış üflemeli bir aleti çalmaya başladı. Bu ses ile birlikte bir anda ağaca doğru hızla yürümeye başladım. Bu hareketimin ardından arkamdaki kalabalıktan bir uğultu yükseldi ve yavaş adımlarla peşimden gelmeye başladılar. Belime kadar suya batarak göleti geçtim. Bu uğultulu yürüyüşte alkışlar, ağlamalar ve sevinçli homurtular duyuyordum. Kayalara tutunarak ağaca doğru ilerledim. Arkamdakiler ise göletin içinde kaldılar. Sanki alnımdaki o şey bir cihazdı ve kumandası da rehberin çalgısıydı. Hızla ağaca tırmanmaya başladım. Tırnaklarımla, dişlerimle tırmanıyordum. Her şeyi hissediyordum ancak kendimi durduramıyordum.
Aşağıdan gelen sesler şiddetlenmişti. Duymaya devam ediyordum ancak ne olduğunu anlayacak durumda değildim. Bir an ağacın gövdesinde duraksadım. Ağacın kabuğu tırnaklarımı kaldırıyor ve kanlar parmaklarımdan aşağıya doğru sızıyordu canım çok yanıyordu ancak bir şey yapamıyordum sadece durmayı başarmıştım. Bir hamle daha yapıp kendimi aşağıdaki gölete bırakmak istedim ancak mümkün değildi. Babamın sesini duydum. “Böyle söylemediniz.” dedi. Ardından bir el silah sesi duydum. “Tam anlının çatından vurdum. Tek mermide yattı yere.” dedi rehber. Ne olduğuna bakmak için kafamı bile çeviremedim. Vücudumu ben kontrol etmiyordum. Hırıltılar çıkararak tırmanmaya devam ettim. Tırnaklarım koptu, ellerimin yetmediği yerde dişlerimle tutunuyordum. Dişlerim kırılıyordu ve kanlar içindeydim.
Ağacın zirvesine geldiğimde tüm gücümle ağacın dalını ısırdım. Damağıma saplanan ağaç kabukları burnuma hatta gözlerime baskı yapana kadar ısırdım. Öyle kuvvetli ısırdım ki ağaca kenetlendim. Alnımdaki yumru iyice büyüdü ve patlayarak etrafına parlak tozlar saçtı. Güneşte parlayan bu belli belirsiz toz parçaları adeta gayzer gibi alnımdan fışkırıyordu. Esen rüzgâr sime benzeyen bu zerreleri alıp uzaklara götürüyordu. Acı bitti. Rahatlamıştım. Yaşıyordum. Ağaç vücuduma kendi bedeninden bir örtü örtüyordu. Güneş gitgide parlaklaştı. Zerreler azalmaya başlamıştı ve duyduğum son şey rehberin müziğine eşlik eden insanların şen çığlıklarıydı.
- Sevdalı Çoban Destanı - 1 Temmuz 2022
- Gece Feneri - 1 Mayıs 2022
- Kordisep Tur - 1 Nisan 2022
- Dolunay Gecesi - 1 Mart 2022
- Nemide Hanım’ın İmzası - 1 Şubat 2022
İnsanlık için küçük ama bana göre büyük öneme sahip ufak nüansları dillendireceğim.
Türkçe’de, bir sözcükten başka bir sözcük türetilirken etmek gibi yardımcı fiiller kullanılıyorsa, bunun sonucunda oluşan birleşik fiilin esas sözden hafif düzeyde de olsa daha farklı bir anlam yüklenmesi veyahut ona eylem katması beklenir. Af-etmek(eylem niteliği), açık etmek(farklı bir anlam yüklenmesi). Küçük bir nüans olsa da bu cümledeki doğru fiil ‘sinirlendirmek’ olmalı. Etmek ile türetilen birleşik fiillerde, genelde ilk sözcükten bu şekilde yapım ekleriyle aynı anlama gelen bir fiil türetilemiyordur. O nedenle yardımcı fiilden yararlanılır.
Daha kısa ifade edebilecek isek zihnin yorulmaması ve adaptasyonun kolaylaşması için kısa olan ifade tercih edilmeli. ‘Tatil planı yapıldığından beri çocuk gibi davranıyordu.’ gibi.
Gündelik kullanımda böyle olabilir ancak burada doğru eylem ‘gittiğimizde’ değil ‘vardığımızda’ olmalı. Gitmek, bir yerden ayrılışı ve yolculuğu ifade ederken varmak; ulaşmayı, erişmeyi ifade eder. Şaşırma eylemini gerçekleştirmek için oraya ulaşmamız gerekir.
Yine burada da ‘standart’ kulağa doğru gelse de yanlış bir gündelik kullanıma sahip. Standart bu anlamı taşımaz. Doğru ifade sıradan olmalı.
Ancak, lakin, fakat gibi bağlaçlar; tezatlık bildiren ikilikleri anlatmak için sanki çok gerekliymiş gibi görünürler. Bu bir anlatım tuzağıdır. Hemen her anlatıcı bu tuzağa çekilir. Elbette bu bağlaçlar yerine göre kullanılabilir. Burada olduğu gibi peş peşe sıralanan cümlelerde bu bağlaçların tekrarlanması anlatımı duraklatır, okuyucunun zihninde tuhaf bir tat bırakır. Şöyle yapabiliriz: ‘Aslında sahil kaldığımız eve oldukça yakındı. Ne tuhaftır ki her gün ayrı bir yerde denize giriyorduk.’ gibi. Bu örnekler sadece birer versiyon. İlla böyle yazılmalı anlamı çıkmasın. Herkes kendine göre yazabilir.
Yalnızlıktan kaynaklanan bunaltıyı, iç sıkıntısını anlatmak için biraz daha farklı bir yol seçebiliriz. Fazla miktarda fotoğraf çekerken aslında karakterin bunu sıkıntıdan yaptığını biz anlarsak aktif bir okuyucu olmuş oluruz. Her şeyi ‘bu bundandır, bu da şundandır.’ gibi anlatmayı tercih etmeyin.
Bu bölümdeki tepki çok hızlı geldi bana. Henüz bir tanışıklık söz konusu değil. İlgili mekanın da sabah akşam konuştuğu ve odaklandığı tek eylem sizin gelmeniz olamaz ki siz oraya ulaşır ulaşmaz sizi tanısınlar.
Salaş ifadesi mekanları nitelemek için kullanılır. Görüntü kelimesi burada sırıtıyor. Salaş mekanlara… diye devam edebilir cümle.
Yeşilin tonlarıyla(tonları ile)…
Bu ve buna benzer birçok örnek bulmak mümkün. Benim size söylemek istediğim ise sosyal medyanın kısır dilinden kurtulup iyi kitapların dilini benimsemeniz. Yoksa gündelik dilde, aslında Türkçe ile tam uyuşmayan ama farkında bile olmadığınız ifadeleri sıklıkla kullanır durursunuz. Bu da anlatımınızı cılızlaştırır, ifadelerinizi güçsüzleştirir. Başarılı bir yazı girişimi ancak sosu eksik. Elinize sağlık.
Sosyal medyanın içinden gelen bir gencin hikayesini onun ağzından anlatmak istedim. Hatta öykünün içinde sosyal medyada kalıplaşmış birkaç şaka dâhi var. Uyarılarınız için çok teşekkür ederim. Faydalanacağım şeyler belirtmişsiniz.