Labyrinthos’un göğe uzanan duvarları arasında kuru kafalar yuvarlanıyor. Kemikler takırdıyor. Çürümüş et parçaları üzerinde sinekler uçuşuyor ve bir kenarda Minos’un boğası kurbanlarını bekliyor. Güneş defalarca dolaştı gökyüzünde. Yıldızlar döndü. Vakit yaklaştı. Yakında bir gemi daha gelecek adaya ve Minotor’un yeni kurbanlarını kusacak. Yedi genç erkek ve yedi bakireyi Labyrinthos’un karmaşasına bırakacak. Onlar yollarını kaybettikçe Minotor onları bulacak ve doyacak.
Bütün bunlar, insana vahşice gelebilir ilk bakışta. Ama sorarım size. İnsan neyi seçebilir şu hayatta? Tanrıların bizler için bildiklerini yaşamadan görebilen var mıdır, yüce Kassandra’yı saymazsak? Ki o da bedelini ödemiştir bunun. Yine de her şeyi bilme gücüne sahip olan o güzeller güzeli kaçabildi mi kaderinden? İşte Minotor da böyledir. Sevimsiz bir yaratıktı küçükken ama iyiydi yine de. İyi bir insandı öyle görünmese de. Sonra saklandığını fark etti. Gözlerden uzak tutuluyordu. Kimse yüzüne bakmıyordu. Es kaza bir obsidyende ya da parlak bir demir parçasında gördüğü yüzü diğerlerininkine benzemiyordu. Ona bakanlar işte bu yüzü görüyor, onda bir canavar buluyordu. Bir ad bile veremediler ona. Minos’un boğasıydı sadece. Minotor… Böyle dediler. O da inkâr edemedi bu yüzünü ve canavarlaştı. Kan aradı. Et aradı. Ölümler ölümlere bulandı. Bir adı olmayan bu yaratık bir ad bile bulamadı kendine. En sonunda buraya kapattılar onu. Çıkışını bilmediği bu labirente. Zaten çıkmak istemiyordu artık. Artık dışarıda bir hayat istemiyordu. Sadece ölmek istiyordu. Bunu yapamıyordu. Rüzgârın getirdiği deniz kokusunu ciğerlerine doldurup gökyüzünü izlerken neyin ne olduğu birbirine karışıyordu. Göğe mi bakıyordu, bulutları dalga mı sanıyordu çözemiyordu. Tıpkı kendisi gibi… Bedeni insan, başı boğa olan bu yaratık ne olarak yaşayacağını bilemiyordu. Herkesin ölüm gördüğü yüzünde o da artık bunu görüyordu.
Uykusunda alındı canı. Duvarlardan birine yaslanmış göğü izlerken uykunun kollarına bıraktı kendini. Rüyasında bir meydandaydı. Pazar yerinde çevresine bakıyor ve insanların yüzlerini inceliyordu. Herkes bir boğa gibi görünüyordu gözüne. Rahatlamış olmayı bekledi. Artık diğerleri gibiydi. Ama olmuyordu. Tuhaf gözler geziniyordu üstünde. Herkes korku ve nefretle bakıyordu. İşte o an, rüyalara has o bilişle yüzünün bir insan yüzüne benzediğini bildi. Artık boğa suretinde değil insan suretinde bir canavardı. Hayatı boyunca en çok arzuladığı şey gerçekleşmiş ama yine de kurtulamamıştı öteki olmaktan. Bu düşteyken, bu acılı fark edişin ortasındayken bir sızıyla uyandı uykusundan. Saçları kara bakışları sert bir oğlan orada yıllardır duran bir deliği kapatır gibi kılıcını saplamıştı kalbine. Bir böğürtü kopardı Minotor ve kılıca baktı. Theseus’un kılıcına bakarken kendini rahatlamış hissetti. Bitmişti her şey. Son gelmişti. Kılıçtan yansıyan yüzü tanıyamadı. Rüyasındakine benzemeyen bu yüz ona ait değildi. Hissettiği bu değildi. Ağzında köpüklenen kan kılıca dökülürken her şey bitti.
- Siyah Beyaz Lekeler - 1 Nisan 2022
- Uçan Şekerlerin Sırrı - 1 Mart 2022
- Minos’un Boğası - 1 Şubat 2022
Öncelikle şunu söylemek istiyorum haddim olmayarak. Ben, ürün ve üreten arasında sağlam bir ilişki olduğuna inanıyorum. Resim ile ressam, bina ile mimar öykü ile yazarı arasında böyle bir ilişki vardır. Bu nedenle sizi tanımak için bir kaç kelime bile olsa yazsaydınız daha iyi olurdu.
Sanırım bu öykü seçkisine gönderdiğiniz ilk öykü, elinize sağlık. Kısa ama güzel bir öykü olmuş. Güzel olmuş ama daha güzel olabilirmiş de. Ayın konusu ile birebir ilintili bir öykü.