BÖLÜM 1
İSTENMEYEN
Nefretin Dansı
Her biri, unutulmuş Tanrılar’ın öfkeli tehditlerini haykıran gök gürültüleri ve çaresiz karanlığı bir bıçak gibi yaran yıldırımlar eşliğinde içeri girdi Lehsard. Dışarının ıslak kaosunun elçisi Lehsard ise, içerideki dingin atmosferin bezgin memuru gişedeki gözlüklü kız olsa gerekti. Islanmış elbiselerinden kaçarcasına buharlaşarak uzaklaşan su havaya yayılırken gişeye yaklaştı. Memur kız gözlüklerinin ardından küçümseyici bakışlarını Lehsard’a dikti. “Önce sıra fişi alın lütfen.” diyerek ilerideki bir yeri işaret etti. Kendisinden başka sırada bekleyen kimse olmamasına rağmen Lehsard fiş aldıktan sonra tekrar gişeye döndü. Memur bu defa “Buyrun.” dedi. Lehsard tok ve insanı derinden etkileyen, o bin yıllık çıkmaz sokaklara varan uzun yolların yılgınlığı ve bu kocaman anlamsızlığa hayret etmekten tükenmiş bir bıkkınlık ve kendisine elbiselerden monotonluğu giymeyi tercih etmiş bir öfke barındıran sesiyle cevapladı:
– Yeryüzü vatandaşlığı için başvuruda bulunmak istiyorum.
– İkametgâh adresinizi söyler misiniz?
– Cehennem.
– İnsanlık kimliğinizi alabilir miyim?
– İnsanlık kimliğim yok.
– Neden?
– Çünkü ben bir hiç’im, bir hiç nasıl birilerine bir şeyler sunabilir ki? Bunun için sahiplik gerekir, sahip olunan şeyin de var olması gerekir. Oysa hiçlik yokluk demektir. Yok olan nasıl olur da var olanı sunabilir? Bunu ancak Tanrı yapar. Eğer ben Tanrı isem ne diye senin kapında köle olmuşum? Yok eğer Tanrı değilsem nasıl olur da yoktan var etmemi beklersin?” dedi Lehsard, cehennemin asi prensi, kendisini yer üstü topraklara giriş kimliği için sorgulayan memura.
Memur başını kaldırıp dikkatlice Lehsard’ı inceledikten sonra “Beyefendi, saçmalamaya devam edecekseniz güvenliği çağırıyorum.” dedi. Lehsard yorgun ve kibirli gözlerini memura dikerek “Çünkü ben insan değilim.” dedi. Memur kadın az önceki aldırmaz, ukala tavırlarını bir kenara bırakması gerektiğini anlayıp ve biraz da hafiften beliren tedirginliğini gizlemeye çalışarak “O zaman canlı varlık kimliğinizi alabilir miyim?” dedi.
– Kadın, karşında ileri seviye bir Karanlık Lord var. Benim gibilerin ait olduğu bir yer yoktur. Her hangi bir kimliğimiz ya da bağlı olduğumuz bir kütüğümüz de yoktur, bunu bilmiyor musun?
– A-anlıyorum efendim. B-ben sadece sizin lord olduğunuzu bir an için fark edemedim. Fakat siz de biliyor olmalısınız ki Karanlık Lordlar yer yüzü vatandaşlığı için başvuruda bulunamaz.
– Kanunlarda değişiklik yapılacağı söyleniyordu bir kaç yıl önce. Yapılmadı mı hâlâ?
– Bu konuyla ilgili bir bilgim yok efendim, ama bir gelişme olduğu takdirde hemen sizi de haberdar edeceğimden emin olabilirsiniz.
Lehsard memura doğru ürkütücü bir gülümsemeyle yaklaştı:
– Nasıl olacakmış o?
– Ne nasıl olacak?
– İletişim diyorum. Hani beni bilgilendirecekmişsin ya.
Lehsard’ın uzun siyah paltosundan hafifçe dumanlar yükselmeye başlamıştı. Belli ki bu defa üzerinde buharlaşan suyun etkisiyle değil de öfkesinden dolayı oluyordu bu. Gözlerini kıza dikerek devam etti:
– Yerimin cehennem olduğunu söyledim. Cehennemin dibine dahi gelir misin benim için? Ortama Lehsard’ın varlığından dolayı yayılan yoğun enerji memuru terletiyordu. Bilincini yitirir gibi olmaya başladığını fark edince gizlice masanın altındaki alarm düğmesine bastı. Ya da o gizlice olduğunu sanıyordu. Korkudan dili damağına yapışmıştı. Lehsard daha fazla bir şey söylemedi. Geldiği yöne doğru bir kaç adım attıktan sonra hafifçe dönüp memura baktı ve göz kırptı. O gün yeryüzüne ettiği kısa seyahati sonlandırmaya karar verdi ve yaşamakta olduğu yere, yani cehenneme gönülsüzce tekrar gitti. Sabırsızlıkla yüzlerce yıldır Karanlık Lordlar’ın yeryüzünde yaşama hakkını elde etmesi için gerekli kanunun çıkmasını bekliyordu. Bu defa gerçekleşmesi kesin gözüyle bakılan kanun yine ertelenmiş ve onu çaresizce geldiği yerlere mahkum etmişti.
Binanın dışına çıkıp etrafına bakınırken biraz ileride bir dilencinin kendisini süzmekte olduğunu fark etti. Yanına giderek önüne bir lord sikkesi fırlattı. Dilenci gözlerini sikkeye dikerek “Ey tanrısız, yapma.” dedi. Lehsard, “Tanrıların kendilerinden daha büyük bir tanrısız var mı ki?” diye sordu. Dilenci tekrar “Yapma,” dedi. “Yeryüzüne her adım attığında öfkenin bedelini bu zavallılara ödetiyorsun, bir gün yaptıkların cezasız kalmayacak, kim bilir belki de öleceksin.”
“Ölümü arzulayan bir adamı ölümle mi tehdit ediyorsun?” dedi Lehsard öfkeli bir gülümsemeyle. Bunun üzerine dilenci “Bu hayatta seni güldüren, sevindiren hiç mi bir şey yok?” diye sordu. “Geldiğin yerlerde sevdan yok mudur?”
“Benim geldiğim yerlerde sevda otu bitmiyor maalesef. Toprak, toprak olmaktan çıkmış; hissedilen tek şey cehennem alevinin nefreti. Sırtını yaslayabileceğin tek dayanak aldırmaz ifritler ve acımasız iblisler.” dedi Lehsard. Yoluna devam ederken dilenciye seslendi: “Beni takip etme boşuna, düşüp kalktığım yerlerde yanarsın, orada sana açık bir kapı bulamazsın.”
Dilenci elbette vazifesi gereği Lehsard’ı peçelere bürünmüş bir halde kâh kapıların ardına kâh duvarların berisine gizlene gizlene aradaki mesafeyi koruyarak takibe düştü. Hırkasına sakladığı para kutusunu eliyle yoklayıp duruyordu. Para kutusunun içinde sniper’ına ait parçalar kurulmaya hazır bir şekilde bekliyordu. ‘Şuracıkta gebertsem de bu iş de burada bitse, yine bir katliam mı beklemek zorundayız sanki.’ diye düşündü.
“Aklından bile geçirme.” dedi Lehsard az ileride bir yerden seslenerek. “Onlar bunu yapmasını bilmiyor mu sanıyorsun? O kadar kolay olsaydı bunca zaman ne diye beklesinler? Öyle değil mi Mezirdal?”
Mezirdal adını, takip edildiğini ve hakkında yapılan planları her nasılsa bilen Lehsard’a şaşkınlıkla baktı ve “En azından bu kez yanlış bir şeyler yapmayı düşünmüyorsun umarım, değil mi?” diye sordu.
Lehsard kollarını tuhaf tuhaf hallere sokarak bir o yana bir bu yana sallarken “Yanlışın en büyüğünü seninkiler yapıyor Mezirdal, sadece bunu şu an tam olarak çözemiyorum. Onlar tüm bilgece sözlerine rağmen bir şeyleri gizliyorlar.” dedi. Mezirdal Lehsard’ın tuhaf dansını kısık ve alaycı gözlerle izlerken “Dans etmeyi seven biri olduğunu bilmiyordum.” dedi.
“Sevmem zaten, tarzım değil. Ama sorumluluklar Mezirdal, herkesi istemediği şeyler yapmaya zorlar bazen.” Tuhaf dansına devam ederek “Vazifelerimizi yerine getirmek için bizi motive edecek şeylere, duygulara ihtiyacımız olur çoğunlukla. Beni harekete geçiren duygu ise nefrettir. İşte o zaman dans ederim. Seninki nedir peki ? İşini yapmak için nasıl bir tetikleyici gerekiyor?” diye sordu. Mezirdal “Mesela avımın ufak bir hatası, yapmaması gereken bir şeyler yapması olabilir.” dedi. “Hıh” diye bir sesle yetindi Lehsard karşılık olarak. Durumdan işgillenen Mezirdal bu son sözleri sniper’ını kurmuş ve Lehsard’a nişan almış bir şekilde söylemişti. Gittikçe yakınlaşan bir ses etrafı kaplarken Mezirdal korkuyla irkilerek arkasına döndü. Her taraftan çıkan dumanlar, püsküren alevler ve patlamalar eşliğinde biraz ileride bir felaket gerçekleşmekte olduğunu fark etti. O an tuzağa düşmüş birinin hissettiği duygularla tekrar Lehsard’a döndü. Fakat Lehsard çoktan ortadan kaybolmuştu. Sonradan söylenenlere göre şehrin büyük bir kısmı yerle bir olmuştu. Gişe görevlisi memur kız çığlık atmaya bile vakit bulamamıştı. Belki kendisi gitmemişti ama cehennem ona gelmişti.
Ejder’in Cehennemi
Cehennemin giriş kapısında bir ifrit Lehsard’a gözlerini dikmiş, yanındaki muhafızlardan aldığı cesaretin de etkisiyle “Bizi beğenmiyorsun ama o aptal insanların yaşadığı boyutta ya da başka diyarlarda sana yer yokken kapılarını hep açık bırakan bir biz varız. Yüzüne hasret olduğumuzdan değil elbette. Bir Karanlık Lord olsun ya da olmasın onlarla aramızdaki düşmanlık bitmeyecek. Kaybedilenlerin acısı yaklaşmakta olan savaşla beraber telafi edilecek. Bundan şüphen olmasın. Gücün işimize yarar. Ama seninle ya da sensiz sonuç belli. Bari kazanacak olan tarafı seç de hem sana kapılarını açmış daharalara olan vefanın gereğini yerine getir hem de ömründe ilk kez sahipsizlikten kurtul.” dedi.
“Sana ayıracak vaktim yok iblis, boynuzlarını çek de yoluma gideyim.” dedi Lehsard.
Dahara, sivri dişleriyle “Ahh Lehsard, dikkat et de boynuzlarım bir tarafına kaçmasın.” diye söylenirken bir yandan da sağ boynuzunu eliyle kavrayarak Lehsard’a gösterdi. Lehsard daharayı kenara iterek ileri atıldı. O esnada iki muhafız da hareketlenir gibi olmuştu ki dahara eliyle onlara durmalarını işaret etti. “Bu defa işler farklı Lehsard, buraya istediğin gibi girip çıkabileceğin zamanlar geride kaldı. Duhrund Konseyi burada. Seninle ne yapacaklarına dair bir toplantı kararı alındı. O kadar merak ediyorum ki karar senin adına olumsuz olursa ne yapacağını. Başını sokabildiğin bu son yer de seni kapıya koyduğunda nereye gideceksin?” diye seslendi arkasından.
Lehsard “Karanlık Konsey burada mıymış?” diye sordu. Belli ki konseyin varlığı ilgisini çekmişti. ‘Burada olduklarına göre yine tuhaf şeyler oluyor’ diye geçirdi aklından.
Konsey ya da herhangi başka bir şey onu bir yere kadar heyecanlandırabilirdi. Hızla içeri girip her yeri doldurmuş ifrit kalabalığına göz gezdirdi. Uzun-kısa, eğri büğrü ya da düzgün hatlara sahip olanlar, iri yarı ya da çelimsiz olanlar, bir insandan daha güçsüz olanından inanılmaz güçlere sahip olanına dek yüzlercesi kendilerince bir şeyle uğraşıyorlardı. Oldukça uzun ve iri yarı, başında taç olan boynuzlu bir iblis ileride oturmuş diğerlerinin ona olan sadakatlerini göstermek için yaptığı şovu izliyordu. Şov ise birbirlerini öldüresiye döven, ısıran, üçerli beşerli gruplar halinde saldırıp etrafı kan gölüne çeviren her zamanki dahara savaşlarından bir tanesiydi. Ömürleri kan ve vahşet içinde geçerdi daharaların. Bundan şikayetçi de sayılmazlardı. Kalın sesleriyle böğüre böğüre birbirlerini elleriyle ve mızraklarıyla delik deşik ederken içlerinden miniminnacık bir tanesi incecik sesiyle “Lehsard burada, Lehsard geldi!!” diye bağırarak arenanın ortasında dört dönmeye başladı. Lehsard’ın adı işitilir işitilmez hepsi bir anda taş kesildi. Her şeyi bir kenara bırakıp gözlerini ona doğru çevirdiler. Belli ki kanlı oyunları dahi onun adını işitmekten daha az acı vericiydi onlar için. Tahtta oturan ifrit elindeki asayı sertçe yere vurarak sessizlik arzusunu ifadelendirdi. Sonra tahtından aşağı doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. İki metrenin üstünde dev bir canavardı bu ifrit. Kalın, kederli ve ürperten sesiyle “Sessiz olun iblisin veletleri, Lehsard geldi. Kimsenin sevmediği ama herkesin ona mahkum olduğu… Mührün sırrını taşıyan. Kendisinin bile kendisini tanımadığı büyük güç. Gecelerin sessizliğinde yapayalnız duran. Gündüzün alevinde nefretiyle dans eden. Yüce Lehsard. Alemlerden aleme sıçrayan. Bizim gibi acizlere mecbur edilmiş hiçbir kanuna uymayan. Ve kendisinden hesap da sorulmayan.” dedi. Sözleri bittiğinde Lehsard’ın yanına varmıştı diğer daharaların şaşkın bakışları arasında. Kısa bir sessizlikten sonra olanca şiddetiyle alaycı bir kahkaha patlattı. Bunun üzerine diğer daharalar da rahatlayarak krallarının kahkahasına eşlik ettiler.
“Böyle diyorlarmış senin için bazı unutulmuş efsanelerde. Ve şimdi bizim gibi yerlerin altına atılmış iğrenç suratlı yaratıklardan medet umar bir haldesin. Söylesene, sen nasıl bir şarlatansın?” diye devam etti kral dahara.
“Senin gibi nice kim olduğumu merak edenlere, köpekleriyle beraber acımasız ölümler hediye edenim.” dedi Lehsard. Zevkten dört köşe olmuşçasına kendisinden çok daha uzun ve iri bu yaratığa yaklaşarak “Yoksa sen de mi hediyeler istiyorsun?” diye sordu.
Ufak dahara tekrar telaşla kendi etrafında dört dönerek “Lehsard kızdı, Lehsard çok kızdı.” diye feryat etti. Kral daharanın kendisine doğru öfkeyle başını çevirdiğini görünce korkudan sığınacak bir yer aradı. Ne ilginçtir ki onca kendi türü dururken o, çok korktuğu Lehsard’ın arkasına sığınmayı tercih etti. Boyu Lehsard’ın diziyle ayak topuğu arasında bir yere denk geliyordu. Kral dahara fırsat bulmuşçasına bir tavırla Lehsard’a dönüp “Ver onu bana.” dedi. Lehsard sadece hafif bir tebessümle yüzüne bakmayı tercih etti. Anlamlandıramadığı bir koruma iç güdüsüyle dolmuştu. Bunun sebebi minik daharanın çaresizliği değil; her yerden kovulan Lehsard’ı sığınılacak bir yer olarak tercih etmesiydi. Kral dahara öfkeyle ayağını yere vurarak “Ver dedim sana!!!” diye böğürdü.
Sesi cehennemin derinlerinden yükselen bir öfkeydi adeta. Ayağını yere vurmasıyla her yer titremişti sanki. Lehsard yine sessiz kalmayı tercih edince öfkeyle asasını havaya kaldırdı. Asanın ucu havada dev bir baltaya dönüştü. Hızla Lehsard’ın kafasına indirdi. Şiddetli bir çatırdama sesiyle demir balta ucu yamulmuş bir şekilde olduğu yerden koparak tepelerindeki karanlığa doğru metrelerce yükseldi. Daharalar şaşkın ve ürkek gözleriyle karanlığa uçan baltayı ararcasına gözlerini yukarı dikmişlerdi. Lehsard ani bir el hareketiyle kral daharanın boynunu sağ eliyle kavradı. Hızla kendisine doğru çekti ve kafasını gövdesinden ayırdı. Gövdeden yukarı kırmızı-yeşil kanlar karışık bir halde fışkırmaya başladı. Yeşil ve kırmızı adeta birbiriyle yarışırcasına yukarılara tırmanmaya çalışıyordu. Kral daharanın gövdesinden ayrık başından dışarı çıkan uzun, sivri ve zehirli dili onu saçlarından kavrayan Lehsard’ın eline dolanıyor, yaladığı yerleri zehriyle eritmeye çalışıyordu. Pis kokulu nefesi hâlâ hissediliyordu. Aynı anda da dev gövdesi dizlerinin üstüne çökmüş kalmıştı. Gövdeye tekme atmasıyla beraber tüm diğer daharalar Lehsard’ın başına üşüştüler. Döne döne elindeki kafayla önüne gelene vurarak beyinlerini patlatıyor, diğer eliyle de yaratıkların yakaladığı yerlerinden tutup çekerek onları paramparça ediyordu.
Geriye Lehsard ve minik daharadan başka hiçbir şey kalmamıştı. Bir de kan ve etten oluşan bir tepecik… Lehsard, minik dahara hâlâ onun dizine titreyen elleriyle yapışmışken ceset yığınına dönerek şöyle söyledi:
“Yaşamayı sevdim aslında
Nefes almaktı sıradan olan
Kadınları da sevdim
Eylemin kendisiydi yakışıksız olan
Karanlığı da sevdim
Bir de böyle çaresiz bırakmasaydı
Sizleri de sevebilirdim
Bu kadar çirkin ve aptal olmasaydınız…”
Tehlikenin geçtiğinden emin olduktan sonra minik dahara saklandığı yerden çıkarak “Hepsi öldü, şimdi ne olacak?” diye sordu.
“Ne olacaklar ne de ölecekler biter minik yaratık.” dedi Lehsard. “Bu odanın dışında başka yaratıklar var. Ve odadan sonra da başka odalar var. Her biri yine başka başka canavarlarla dolu. Kaderlerini bekleyen. Tüm odalar bittikten sonrasını mı merak ediyorsun? O zaman da başka katlar seni bekliyor olacak. Cehennemin katmanları vardır ufaklık. Her bir odada soytarı bir kral ve yine her bir katta da başka başka krallar vardır. Hepsi de kendilerinden öncekiler gibi biraz eğlenirler meşreplerince, sonra da böyle bir b.k çukurunda geberip giderler işte.”
Minik dahara Lehsard’a meraklı ve kurnaz gözlerle baktı.
Lehsard durumu anlayarak “Hmmm, belli ki sonrasını merak ediyorsun. Sen de benim gibisin. Hep sonrasını merak edenlerden. Her şeyin sonunda ne olduğunu bulmak için yapmayacağı şey olmayanlardan. Ama inan ki yolun sonunda bulduğun şey seni tatmin etmeyebilir. Yaramaz bir çocuğun hayallerindeki unutulmaya mahkum bir zavallı olarak bulabilirsin kendini mesela. O zaman varlığın yalnızca bir sonraki rüyaya dek bir anlam ifade eder. Sonrasına dair senden bir iz yoktur. Merakının seni götüreceği son noktanın bir başka anlamsız yol olduğunu keşfettiğinde de aynı heyecanı yaşayabilecek misin?” dedi.
Bu defa minik dahara ona ürkek ve yaşlı gözlerle baktı. Lehsard bu zavallı yaratığa acıyarak “Gel hadi öyleyse, diğer odalara da bir göz atalım. Ne de olsa savaş ve ölümden başka bir şeyden anlamayan bir yaratıksın sen değil mi? Senin gibi küçük bir çocuk başka şeylerle ilgileniyor olmalıydı oysaki.” dedi. Lehsard yürümeye başlayınca minik dahara heyecanla yine etrafında dönmeye başladı. Artık saltanatından geriye ceset yığınından başka bir şey kalmayan kral daharanın tahtının yanında duran tacını büyük bir sevinçle alarak başına geçirdi. Fakat taç ona o kadar büyük geldi ki içinde kayboluverdi.
Lehsard yaratığın boyundan büyük ihtirasına hayret etti. Yine de onu kırmak istemediğinden minicik elleriyle tacı sürükleyerek getirmesini sabırla bekledi. Sonra da daharayı omzuna alarak odanın çıkış kapısına yöneldi.
* * *
Duhrund Konseyi üyelerinin tamamı olmasa da oldukça etkin iki üyesi kendi aralarında konuşmaktaydılar. Nüfuzlu misafirlere alışkın olmayan dahara ahalisi sağdan soldan buldukları kırık dökük bir masa, iki bardak ve sürahi ile sorunu ellerinden geldiğince çözmeye çalışmışlardı. Küflü, karanlık odanın her yerinden yükselen alevler, siyah ve kırmızının lanetlenmiş yerlere bile etkileyici bir hava katabileceğini ispatlıyordu.
Mr Long Devil sağ gözünden süzülen yaşlar ve uzun, dağınık saçıyla görenlerde adlandırılamayan bir acıma hissi uyandırıyordu. Çevresindekiler ona kısaca Molod (MLD) derlerdi. Gözünü, parmaklarının ucuyla oynadığı bardağa dikmişti. Oldukça düşünceli görünüyordu. “Pagnes, bu it için senin gelmene hiç gerek yoktu. Bir gün orada bir gün burada düşüp kalkan bir zavallıdan bahsediyoruz. İğrenç daharaların bile tiksintiyle baktığı bir yetim.” dedi gözlerini bardaktan kaldırmadan.
Pagnes dirseklerini dayadığı masaya iyice sokularak büyük bir coşkuyla Molod’a baktı. “Aksine, tam da olmam gereken yerdeyim. Bu yetim sıradan bir yetim değil. Mühürleri okuyan bir adam o. Bunlardan her zaman çıkmıyor.”
Molod hissettiği kıskançlık duygusunu gizlemeye çalıştı. “Mühür falan bildiği yok Pagnes. Saçma sapan dansıyla dikkatleri üzerine çekmeye çalışan bir sirk maymunu yalnızca.”
Pagnes bu defa ciddileşti. Gözlerini Molod’a dikerek “Lehsard,” dedi “Sessiz ve yapayalnız bir süpernova gibidir, patlayacağı o büyük günü bekleyen. Yani eleştiriyle beyinsizliği birbirine karıştırmak lord Molod’a hiç yakışmıyor. Buraya seninle gelme kararı vermiş olmam yanlış mıydı yoksa?”
Molod sağ gözünden akmaya devam eden yaşlar eşliğinde isterik bakışlarla “Hayır yüce Pagnes, bana yakışmayan bir tavır sergiledim. Mazur gör lütfen. Hep şeyden, şu yaratıklardan dolayı. Beni bu büyük güçle ödüllendiriyorlar ama bazen de işte böyle duygularıma gem vuramayarak hiç de asil olmayan durumlara düşmeme sebep oluyorlar.”
“Ahh o da senin problemin, başkalarına dayanmadan güç sahibi olmanın bir yolunu bul öyleyse.” dedi Pagnes. Molod’un aklından, Duhrund Konseyi’nin liderliğini yapan bir adamın kendi kendine yetebilme ile ilgili öğütler vermesinin çok da yerinde olmadığına dair bir düşünce geçti. Pagnes ona dik dik bakarak “Haddini aşmamanı tavsiye ederim.” dedi. Belli ki Molod’un zihnini okuyabiliyordu.
Molod, Pagnes’in kibar görüntüsünün ardına gizlenen vahşi ve ürkütücü gücü iyi bildiğinden dolayı konuyu daha fazla uzatmadan iç cebinden aheste aheste çıkardığı kâğıt kalemle bir şeyler yazmaya başladı. Pagnes merakla “Ne o, doğu krallarına mektup mu yazıyorsun?” diye sordu. Molod başını kaldırmadan ciddi bir yüz ifadesiyle “Onların da sırası gelecek. Fakat şu an ilgilenmem gereken daha acil bir iş var.” dedi. “Neymiş o?” diye sordu Pagnes şımarık ve züppe bir gencin yüz ifadesiyle. Kadim zamanların inanılmaz zorluklarına şahit olmuş, bazılarını bizzat yönetmiş Pagnes tüm o ihtiyar ve yarı kertenkele yarı insanımsı cildiyle tezat bir ruha sahip olabiliyordu. Yaşlı varlık saçlarını arkadan toplayarak da uyumsuz bir imaj çiziyordu aslında. Fakat ona alıştıkça ürkütücü karizması zamanla gün yüzüne çıkıyordu. “Dostlarıma,” dedi Molod. Pagnes heyecanla gülümseyerek “Sen dostlarına mektup yazdığında neler olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.” dedi. Molod kambur bedenini daha da tuhaf gösteren şeytani bir gülümsemeyle “Bir dostumu düelloya davet ettim.”dedi. Kalemi elinden bırakarak “Sonra da senin istediğin gibi Perse’nin yokluğunda şımaran doğu krallarına mektuplar yazacağım.” diye devam etti. Sürahideki kandan bardaklara doldurarak birini Pagnes’a uzattı. Kendi elindekini havaya kaldırarak “Dostlarıma!!!” diye tekrarladı. Pagnes ona eşlik etmeden “Perse demişken,” dedi dalgın ve kızgın bir çehreyle.
“Planımızla ilgili kafandaki soru işaretleri umarım Lehsard ile yapacağımız görüşmeye yansımaz Molod.” Molod sağ elini belli belirsiz bir şekilde sallayarak geriye yaslanırken “Yoo, yoo. Hayır. Öyle bir niyetim yok. Sen her şeyi düşünmüşsün ne de olsa. Hepimizin ağzına da gereken balı çalmışsın ki pürüz çıkarmayalım. Yabancının gizemini çözmek için bir soysuza danışacağız. Çünkü her şeyi o biliyor. Yüce Pagnes’in bilmediklerini bile. Sonra o serserinin gönlü olsun da isteğimizi yerine getirsin diye karşılığında masamıza ihanet ettiği için cezalandırdığımız Perse’yi sonsuz uykusundan uyandırıyoruz. Bir şeylerden şüphelenmemesi için de Doğu Locaları baş üstadı bilge Perse’nin yokluğunda şımaran krallara karşı çaresiz kaldığımızı öne sürüyoruz. Yolculuk esnasında geçerken uğrayarak benim hayta oğlumu da hapisten çıkarıyor ki halk gözünde babasının nüfuzu ile gerçekleşmiş bir kurtuluş olarak algılanmasın. Ve son olarak da görevde başarılı oldukları takdirde ikisine de masada yer veriliyor. Benim gerizekalı oğlum ve diğer serseri bu masada bizimle beraber oturacak ha? Ben de oğlumun yükselişinden dolayı memnun olmalı ve susmalıyım. Doğru anlamış mıyım?” diyerek, görenlerin üstüne karabasan gibi çöken kirli dağınık saçlarının ardına gizlenmiş gözleriyle Pagnes’a baktı.
Sağ gözünden şiddeti artarak dökülen yaşlar eşliğinde dişlerini sıkarak ve ağzından tükürükler saçarak “Biliyorsun ki tüm o doğu krallarını istersem hemen şimdi gidip yok edebilirim. Ben ve dokuz ölümsüz şövalyem yeter bunun için.” dedi. Pagnes oldukça sakin bir ses tonuyla “Sevgili Molod, işleri bizim yerimize yapan birileri çıktığı sürece geri planda durmamız eski adetlerimizdendir. Bunun ne de olsa birçok faydası var. Ortaya çıkacak olan gerginliğin faturası bize kesilmeyecek. Hangi taraf kaybederse kaybetsin bizim için kar olacak. Bizler de burada oturup durumu kutlayacağız.” dedi. “Ayrıca gözümün içine baka baka asıl amacımızdan bihaber davranıyorsun. Kuthores. Bizi Kuthores’in sırrına götürecek. Evet Lehsard tüm buraya kadar olanları anlayabilir belki. Fakat onun peşinde olduğumuzu asla bilemez. Lehsard bile sonsuz uyuyan pis dev çıyanın peşinde olduğumuza inanmaz çünkü. Kuthores peşine düşülecek bir şey değil ne de olsa, aksine peşine düştüğünde kaçman gereken bir şey.” Pagnes kadehinden bir yudum daha aldıktan sonra ağır ağır dudaklarını yalarken “Ve Molod,” dedi, “Ben sana ya da bir başkasına herhangi bir şey yaptırmak için ağızlarına bal çalmak zorunda değilim. Yalnızca gerekmedikçe başka yöntemlere başvurmayı anlamsız buluyorum. Bunu sen de bilirsin.” Molod yine kadehi tıngırdatarak “Ahtapot,” dedi. “Ne?” diye sordu Pagnes anlamaya çalışarak. “Kuthores’i diyorum. Çıyandan çok ahtapota benziyor bence.” diye devam etti Molod oynadığı kadehe bakmaya devam ederek.
“Haklısın da hem. Şu Pandora dedikleri yabancı ‘dracshell, dracshell’ diye sayıkladıkça merak uyandırmıyor da değil. Sic’ohr’lus Konseyi gibi mührün sırrını bilip de paylaşmayan yoz bir yapılanmanın peşinde koşturmasa Lehsard’ı biraz olsun anlamaya çalışırdım belki.” Pagnes “Sic’ohr’lus Konseyi de dahil olmak üzere kimse mührün sırrını bilmiyor. Yalnızca Lehsard bu bilgiye sahip olabilir, ondan da emin değilim. Sic’ohr’lus Konseyi’nin yaptığı şey sonsuz meşakkatli aramalar sonucunda da olsa bulunabilecek boyut kapılarının yerlerini kendilerine gizlemek.” dedi.
Molod ondan pek beklenmesi mümkün olmayan, ilgili bir ses tonuyla “Nasıl olmuş da tüm boyut kapılarını bulabilmiş bu beyaz suratlar?” diye sordu. “Ohohoho dostum, sakin ol. Tüm kapıları da nereden çıkardın? Bunun böyle olamayacağını gerçekten de bilmiyor musun yoksa şaka mı yapıyorsun? Bir elin parmaklarını geçtiğini sanmıyorum bildikleri kapı sayısının. Onu da boyutlar arası seyahatler karmaşaya yol açtığı için yasaklıyorlar. Bunda ne kadar samimiler bilemiyoruz elbette. O konseye güç yetiremiyorsak ki onlar doğu krallarına benzemez, o zaman biz de politikayla bu işi çözeriz. Yani Lehsardla.” diyerek gülümsedi. Molod kadehle oynamaya devam ederek bir şeyler mırıldanıyordu. “ ’dracshell’, ‘dracshell’, ‘Drac’s Hell’, ‘Dragon’s Hell’ diye sayıklayan bir ucubenin ardından yüce Pagnes bir aydınlanma yaşadı ve kelimeyi tersten okumaya karar verdi.” dedi. Sözün kalanını başını kadehten kaldırıp Pagnes’a bakarak tamamladı: “ ’llehscard’ ya da ‘Lehsard’ olduğundan şüphelendiğimiz sayıklama. ‘Ejder’in Cehennemi-Cehennemin Ejder’i’.”
* * *
Molod’un üzerine diktiği gözlerinden ürken minik dahara Lehsard’a dönerek “Kim bunlar?” diye sordu. “Hani sana bahsettiğim krallar vardı ya, işte onlardan ikisi.” dedi Lehsard daharaya göz kırparak. Dahara bunun üzerine muzip bir gülümsemeyle Lehsard’ın kucağına yerleşti. Molod daharaya tiksintiyle bakmaya devam ederek “Onca zamandır konuşuyoruz, bu beyinsiz yaratık şimdi mi merak ediyor kim olduğumuzu?” diye sordu. Zihinlerin okuyucusu Pagnes da sordu her zamanki sakin tavrıyla “Tüm cehennemde bu yaratığı diğerlerinden ayıran neydi de masamızda oturuyor?”. Lehsard’ın cevaplamasını beklemeden devam etti. “Belki o değil ama sen bizim masamızda oturmaya devam edebilirsin. Tabi bahsetmiş olduğumuz görevi yerine getirirsen. Başarısızlığın yalnızca masadan mahrum kalmana neden olmayacak. Ayrıca bundan böyle cehennemin on üç katının yalnızca son altı katında yaşamana izin verilecek. Altıncı katın üstüne çıkman yasaklanacak.”
Molod başını dalıp gitttiği yerlerden ağır ağır kaldırarak Lehsard’a çevirdi. “Oğlumu getir. Ve beraberce masada oturalım.” derken gözlerinden akan istemsiz yaşlara tezat bir gülücük kondurdu yüzüne. “Çok mu seviyorsun oğlunu?” diye sordu Lehsard. “Sevmeli miyim?” dedi Molod şişedeki kanı kafasına dikerken. Molod’un dudaklarından akan kana korkuyla bakan minik dahara Lehsard’ı kolundan sarsarak “Ne yapıyor o öyle? Baksana Lehsard, kendini mi yiyor yoksa? Kan var her tarafında!!” diye bağırmaya başladı. Lehsard daharayı cevapsız bırakıp konuşmasına devam etti. “Sevip sevmemek senin bileceğin iş Molod. Fakat oğlunun senden çok daha güçlü oluşu zoruna gidiyor olabilir. Özellikle de dillere destan güç merakın ve kıskançlığın göz önünde bulundurulduğunda.” Molod ağzından boynuna dek akan kanları silerken “Oğlumla aramda böyle bir sorun olması mümkün değil elbette. Fakat masaya oturmak için çok genç olduğuna inanıyorum.” dedi. “Lehsard ile senin akraba olduğunuza dair söylentiler doğru mu sahiden Molod?” diye sordu Pagnes aniden. Molod boşluğa bakan gözleriyle “Yaşayan iki akrabam var, biri oğlum Detrey diğeri de akrabam olup olmadığından pek de emin olmadığım Turreis.” dedi ve sözün kalanını Lehsard’a yaşlı gözlerinde bir anlığına belirip kaybolan bir parıltı eşliğinde bakarak tamamladı.
“Demek oğlumun benden daha güçlü olduğunu düşünüyorsun?” “Elbette. Hem de tüm o sana yardım eden, göz kulak olan hortlaklarına, cinlerine rağmen. Yine de oğlunla seni üst üste koysalar benim bir tırnağım etmezsiniz. Üflemem toz olup ortadan kaybolmanıza kafidir. Ayrıca mızmız bir sünepe gibi ağlak gözlerle dolaşmana sebep olan şu sana musallat olmuş hortlaklarından kurtulmak istersen tavsiye edebileceğim bu konuda uzman birisi var.” dedi ve sonra Pagnes’a dönerek “Bu arada Turreis benim öz kardeşim olur. Her ne kadar kendisiyle senelerdir görüşmüyor olsak da gizlice himayem altındadır.” diye devam etti. Masadaki herkesi gülen gözlerle süzerek “Borh-O’nur (Beheldor) ile beraber ejderha katliamına devam ediyorlarmış duyduğuma göre.” dedi Molod.
İncecik sesiyle “Üflemem toz olup ortadan kaybolmanıza kafidir.” diyerek araya girdi minik dahara. Molod bakışlarını daharaya odaklayarak “Ucube !” dedi. Dahara Lehsard’ın kucağından masaya atlayarak onun yanına gitti ve gözlerinden süzülüp masaya dökülen göz yaşlarının bir kısmını diliyle tattı. “Bu yaşta ağlaman hiç normal değil. Göz yaşlarına şeytanlar gizlenmiş, seninle oynuyorlar, seni yavaş yavaş tüketiyorlar. Hortlaklarından kurtulmak istersen Lehsard’ın bu konuda tavsiye edebileceği uzman birisi var.” dedi. Sessizce olanları izlemekle yetinen Pagnes belli ki dış seslerden ziyade iç seslerin sakladığı sırların peşine düşmüştü.
* * *
“Az öncesine dek cehennemin dibindeydin. Sonra Duhrund Konseyi’nin en belalılarıyla aynı masaya oturdun. Şimdi de ömründe ilk kez cehennemin üstündeki bu topraklara ayak basıyorsun. Görüyorsun ya efsane Lehsard ile takılmak böyle bir şey işte.” dedi Lehsard şaşkın şaşkın ömründe ilk kez gördüğü şeylere bakan minik daharaya. “Sahi senin adın ne?”
“Ucube.” dedi minik dahara. Lehsard daharanın yüzüne bakarak ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştı. “Hatırı sayılır bir süre geçti tanışalı. Hâlâ adını bilmiyorum. Yoksa bir adın yok mu senin?” diye ısrar etti Lehsard. Çömelerek yerdeki otları eşeleyen, kopardığı çiçekleri koklayıp, ısırarak ne olduğunu anlamaya çalışan minik dahara “Bilmem ki, bana dahara derlerdi, iblisin dölü falan derlerdi işte.” dedi. “Dahara sizin soyunuzun genel adı. Ben senin adını soruyorum.” diye itiraz etti Lehsard. Ağzındaki gülü tükürerek Lehsard’a dik dik baktı minik dahara. “Ucube benim adım. Hoşuna gitti mi, nasıl?” “Hmmm, ben Molod sana öfkelenerek öyle söyledi sanmıştım. Gerçek adının bu olduğunu bilmiyordum.” dedi Lehsard başını başka yöne çevirerek. “Dahara ne demek?” diye sordu Ucube başı hâlâ başka yöne dönük olan Lehsard’a meraklı gözlerle bakarak. ‘Bana öyle bir cevap ver ki minik kalbim kırılmasın.’ der gibiydi. “Dahara yer altında yaşayan soydan gelenlere denir.” dedi Lehsard. “Şeytan mıyım ben yani?” diye sordu Ucube. “Hayır, yalnızca ruhunda karanlık ateşten bir parça bulunmakta.” dedi Lehsard. “Demek öyle,” dedi Ucube. “Karanlık demişken, sana neden Karanlık Lord diyorlar peki? Yoksa sen de mi bir iblis dölüsün?” Lehsard şaşkın bir kahkaha patlatarak “Hayır. Karanlık Lord, kimliği olmadığından dolayı herhangi bir kurala bağlı olmaksızın yaşayabilen varlıklara denir. Hiçbir yerde yaşamasına izin verilmez. Bundan dolayı hiçbir yerin de kanunlarına bağlı değillerdir. Bu gibi kimseler ya bir Karanlık Lord’a dönüşerek ruhlarını satmış sayılır ve büyük bir güce sahip olurlar. Ya da bir kaybeden olur ve sonsuza dek adları bilinmeksizin göçebe bir hayat sürerler.” dedi. “Kaybeden olmadığın kesin. Fakat sen bir Karanlık Lord da olamazsın. Çünkü canı istediğinde hiçbir fizik kuralına bağlı olmadan yaşayabilen, gezegenin her katmanında dolaşabilen başka hiçbir canlıya rast gelmedim. Ayrıca ruhunu satmış birine de benzemiyorsun.” diyerek yolculukları boyunca onlara havada süzülerek, kaskatı ve yatay bir şekilde baygın halde eşlik eden Pandora’yı işaret etti başıyla. “Anlaşıldı senin derdin,” dedi Lehsard. “Demek hafızasını kaybetmiş, hareket etmekten bile aciz hasta bir kadını kıskanıyorsun. Ne yani, sürüklese miydik yanımızda? Elbette güç kullanmalıydım.” Ucube öfkeli bir şekilde sıçrayarak Lehsard’ın diz kapağına tükürdü. Zaten istese de daha yukarı isabet ettiremezdi. “Onu mu diyorum ben?! Madem böyle güçlerin var bizi neden uçurmuyorsun? Yürümek istemiyorum. Yoksa onunla ne yaparsan yap umurumda bile değil.” dedi Ucube. “Ömründe ilk kez yeryüzüne çıkıyorsun, yürümek istersin sanmıştım.” dedi Lehsard. Sonra Pandora’yı işaret ederek “Güzel kadın ama değil mi?” diye sordu. Bu defa Ucube yüzünü başka yöne çevirerek “Herkes güzel, herkes yakışıklı zaten. Bir tek ben tuhafım. Baksana şu halime, bir şempanzeden bile daha çirkinim.” dedi. Lehsard Ucube’yi kolundan tutarak durdurdu. Yaşlı gözlerini saklamaya çalışan daharayı kendi omzunun üstüne koyarken “Ne cehennemde doğman ne de çirkin olman senin hatan değil.” dedi.
Ucube gülerek “Dikkatini dağıtmayı başardım sanırım.” dedi. “Anlamadım.” dedi Lehsard şaşkınlıkla. “Pandora’yı diyorum. Yerde yatıyor da. Herhalde dikkatini bana verince onu unuttun.” dedi Ucube gülmeye devam ederek. Arkasına bakıp Pandora’nın bedeninin yerde uzandığını gören Lehsard sağ elini önce ileri sonra da yukarı doğru ağır ağır hareket ettirdi. Aynı anda Pandora’nın bedeni de havaya yükselmeye başladı. “Sic’ohr’lus Konseyi bunlardan birkaç tanesine sahip. Pandora sayesinde sonunda Duhrund Konseyi de bir tane bulmuş olabilir. Ve bu önemli bir şey Ucube. Bu konuda bana yardımcı olmalısın.” dedi. Şaşkın gözlerle Pandora’nın kendiliğinden yukarı doğru yükselişini izleyen Ucube gözünü ondan ayırmadan Lehsard’ı soru yağmuruna tuttu. “Bu yabancı dedikleriniz ne? Sic’ohr’lus ve Duhrund ne? Bu kadar güçlüysen neden birilerine hizmet ediyorsun?” “Sabırlı ol,” dedi Lehsard. “Eğer unutmazsam ve canımı sıkmazsan sorularını cevaplayabilirim. Hem yolumuz uzun, sohbet etmek için vaktimiz çok.”
Kısa bir sessizlikten sonra devam etti konuşmasına. “Ömründe hiç deniz gördün mü? Ya da gemiye bindin mi?” Bu sözleri duyan Ucube heyecanla Lehsard’ın saçlarını çekiştirerek “Deniz mi ? Gemi mi?! Hep hikayelerde duymuştum. Ama hiç görmedim. Yıllarca gerçekte nasıl olduklarının hayalini kurdum.” dedi. “Öyleyse hazır ol. Seni kuzeyin buzlarının altına gömülmüş canavarlarla tanıştırmaya götürüyorum.” dedi Lehsard. “oooo çok havalıııı. Öyleyse benim de sana bir sürprizim var.” dedi Ucube ve aynı anda bedeninden bir radyo gibi etrafa müzik sesi yayıldı.
Lehsard bir an irkilerek Ucube’ye baktı ve “Ne çeşit bir yaratıksın sen?” dedi. “Ayrıca müzik oldukça hoşmuş.” Müziğin sesi kesildi ve Ucube “Beni konuşturma ama, aynı anda hem konuşup hem de başka sesleri veremem. Ayrıca bu müzik, krallarının ölümüne ağıt yakan kuzeyli korkusuz savaşçıların hikayesinden bahsediyor. İçinde bulunduğumuz durumla da benzer yani.” dedi. “Kuzeye gidiyormuşuz ya. O bakımdan.” Böylece omzunda Ucube ile beraber yürüyen Lehsard ile onlara havada süzülerek eşlik eden Pandora, yolun sonlarına doğru kendilerine selam duran Horhot Ormanı’nın yanından geçerek denize yaklaştılar. Ucube kıyıda kendilerini bekleyen Mezirdal’ı gözleriyle merakla süzerken Lehsard da Horhot Ormanı’na adını veren kahramanın mazide kalıp unutulmuş acıklı hikayesini hatırlayıvermişti.
- Küllerinden Doğan - 1 Kasım 2021
- Et Hırsızları - 1 Ekim 2021
- İblis Kaşif - 1 Eylül 2021
- Solucanımsı - 1 Ağustos 2021
- Bin İkinci Gece - 1 Temmuz 2021
Merhaba @Haluk_Cevik,
Öyküyü sabah okudum, ardindan yorum yazacaktım ki araya başka bir iş girdi. Öyle olunca kafamda tasarladığım bazı şeyler de uçup gitti.
Ama genel olarak bir yorum yapacak olursam:
Öncelikle takdiri hak eden kapsamlı fantastik bir dünya kurduğunuzu belirtmek isterim. Uzunluğuna rağmen (bana göre tabi) pek sıkıldığımi söyleyemeyeceğim. Ancak takıldığım birkaç nokta oldu. Özellikle öykünün ilk kısımlarında yapılan bazi benzetmeler anlaşılması güç ve fazla olmuş. Hele de lehsardin sesinin anlatıldığı kısım.
Bir diğer şey de, başta lehsard olmak üzere bazı karakterlerin özellikleri ile onlara yapılan muameleler arasında yer yer tutarsızlıklar var gibi. Mesela lehsard üstün nitelikli birisi ancak bazı yerlerde bu nitelikleri bilinse bile onu kale almıyorlar.
Neyse fazla dağıtmadan son noktayı koyalım. Emek verilmiş güzel bir öyküydü. Ben begendim. Kaleminize sağlık gorusmek üzere…
Selam Haluk,
Karanlık bir fantazya okudum ve anlattıkları kadar tonu ve atmosferi de karanlıktı. Bu açıdan oturaklı ve ağır bir eser okumuş oldum.
Küçük Dahara’nın comic relief’i ve özel yetenekleri de öyküye renk kattı.
İlk paragrafın sonundaki iki buçuk satırlık tamlama/betimleme dışında da rahat okunuyordu.
Yalnız bu, bir şeylerin parçası sanırım ki içine girmek zor oldu. Bir evreni vardı. O açıdan öykü olarak değerlendirmek de zor oldu biraz. Ama özellikle Leshard Pandora aşkını merak ettim.
Ebuzer’in değindiği -gücüne rağmen kaale alınmama- ve memur ile aralarında geçen kural tartışmasında ifadesini bulan ayrıntıyı da ayrıca beğendim. Sadece hoş bir twistt değil Leshard’ın karakteri ve umutlarına dair güzel bir başlangıçtı. Küçük dahara ile yaptığı finalde de son derece aydınlık bir kahramana döndü zaten. İyi de oldu. Ben sevdim Leshard’ı.
Yabancı bir evrendi bazen koptuğum da oldu. Ama düzgün, çeşitli ve farklı unsurlar içeren nitelikli bir öyküydü de.
Kalemine sağlık…
Merhabalar değerli kalem @ebuka,
Telefondan yanıtladığım için mesajimda görülebilecek teknik hata ihtimallerine karşı masum olduğumu şimdiden belirtmeliyim
Bu öykü hali hazırda, henüz tamamlanmamış bir şekilde duruyordu. Temaya uygun olunca ilk kısmını seçkiye sevinçle gönderip sonrasında anlatımımın yoğun bulunmasına ilaveten bir de uzunluğu eklemenin okuyucu bunaltması ihtimaline binaen de utanarak kimse okumasın temennisinde bulundum aslında.
Not: Yukarıdaki cümlenin bunaltıcılığının farkındayım.
Öyküyü beğenmeniz elbette beni çok memnun etti, yoğunluğunuz arasında bu uzun öyküye vakit ayırmanız çok ince. Sizin gibi beğeneni çok olduğu takdirde uygun temalarla birlikte devamını da seçkide paylaşabilirim belki.
Eleştirilerinize katılıyorum. Bir de şu var; Lehsard yine de gücü tam olarak bilinen biri değil, şarlatan olduğu kanaati daha ağır basıyor.
Seçkiye 2 gündür göz ucuyla bakıyor olsam da öyküleri okuyup yorumlamak için düzgün bir zaman aralığı henüz elde edemedim. O olduğunda ilk sizin öykünüzle başlayacağım.
Bu arada fark ediyorum ki katılımcılar seçkiden seçkiye değişiyor; insan ister istemez önceliği tanıdık kalemlere tanımak durumunda kalıyor elbette.
Sonraki seçkilerde görüşmek dileğiyle, hayat gönlünüzce olsun.
Merhabalar @MuratBarisSari,
Görüşmeyeli çok zaman oldu.
Bu bol kelimeli öyküyü okuduğunuz için teşekkür ederim, gerçekten de kolay iş değil vakit ayırmak bu zamanda.
Evet, haklısınız. Uzunca bir hikayenin başlangıcıydı öykü. O evrene ait ruh haline tekrar bürünebilirsem de yarım bırakmayıp bitiririm belki bir gün. Şimdilik 1-2 temalık daha kelime sayısı mevcut.
Devamı geldikçe bazı soru işaretleri ortadan kalkabilir. Yalnız Lehsard için ben de başlarda aydınlık bir karakter çizmişken sonraları fark ettim ki o evrende pek de iyi birilerini bulmak mümkün olmayacak gibi.
Virüs temasında görüşmek dileğiyle, kendinize iyi bakın.
Nereden başlasam bilemiyorum. Öykünüz çok güzeldi. Ama diyaloglar fazla olmasından sıkıldım. Biraz fazla diyalog vardı. Öykü temasına nazaran diyalog artınca öykü teması kaybolmuştu. Karakter şarlatan olmadığı bence ilk satırlarda anlaşılıyor. Çünkü memur kadının korkan tavrı (memurun arkasındada bir devlet var gibi görünüyor.) ve sonrasında kendisini takip eden gizli ajanla diyaloğuda gereksiz gibi geldi. Gizli ajan göz göre göre peşinden gitti. Eğer şarlatan olduğuna şüphesi olsa onunla bu şekilde çekingen konuşmazdı. Bir kralı (Kral belli ki fiziksel güçle hüküm sürüyor.) ve tüm efradını imha edince şarlatanlığı illaki duyulur. Öykü havası olmayan ama bir romana yakışır havasıyla değişik atmosferiyle ilginç bir hikayeydi.