Fortuna yazdı, insanlar oynadı, ben seyrettim. Seyrediyorum. Seyredeceğim.
Babylon’un kızı Fortuna henüz yazmayı bilmiyordu ve bir gün ona ışıklar saçan bir dolma kalem hediye ettim. O da ilhamıyla verdi insanlara kaderlerini. Tüm bunları, Fortuna’nın yeryüzündeki tek arkadaşı olarak size aktarmaktır görevim.
Ben kim miyim? Kronos’un lanetlediği Ninova. Cezaların ve kesilmiş tüm biletlerin çaresiz tanığı. Onu yargılamam hiç, hatta zaman zaman yaratıcılığına saygı bile duyarım. Tarihin canlı ve çoğu zaman da kanlı sayfalarıyla dolup taşarım. Fortuna ise hâlâ tüm ihtişamıyla coşturuyor insanlığı. Kaleminin hiç kurumayan mürekkebiyle, bir kukla gibi oynatıyor onları. Eğleniyor, kahkahaları çınlıyor bilinen ve bilinmeyen tüm tapınakların sunaklarında.
Yeryüzünün en bereketli toprakları kımıldanışa geçiyor. Ve bir gün Gaia kızıyor ona, defalarca kızdı, kızacak. Bu ouroboros döngüsü (hem de daha bitmeden) tekrar tekrar yeniden başlayacak. Fortuna öfkelenecek ve onun üstüne salacak tüm canlıları. Kalplerine bir iğne ucu kadar karanlık batırdıktan sonra. Çünkü kulağına Diabolos fısıldadı, fısıldayacak. Salt intikam olmayacak niyetinde; çünkü o her zaman eğlencenin peşinde.
Kızdı kumlar ve kabardı köpükler. Dünya yeniden başladı. En baştan ve defalarca… Her seferinde kendini onarmaya çalıştı. Yamalarını gizledi, külleriyle parlattı incilerini. Fakat insanlığa iyiliği bir türlü sevdiremedi. Sahra’nın başına gelenler asla anlaşılamamış ibretlik bir deneyimdi. Lanetlendi dişiler ve en az onlar kadar gerçek olan erkekler.
Gerçek… Papaz kertenkelesinin gözünden de gördüm onu. Bir VHS kasetin içinden de. Emretti kumandanlar ve patladı tüfekler toplar. Sonunda başladı savaşlar. Hiç bitmemişti ki…
Hamamlarda arındılar, yeniden ve yeniden meydanlarda kanlar akıttılar. Savaş Tanrısı, onu gördüm kolektifin zihninden, geniş bir zamanda. Yaşamadığım teknolojileri de bilirim ben ve henüz bilmediğim şeylere de sahibim. Ben kozmik bir zaman makinesi değilim. Yalnızca kelimeleri severim.
Arayanlar için küçük bir hediye vermek isterim. Varlığını kutsamadan anlamını bulmak imkânsız. Anlatmaya çalıştığım budur, asırlardır. Mağaralardan uzay gemilerine uzanan yolculuğunda, savrulmaması için bir amaç gerekiyor insana.
Ve onlar zaman zaman reddediyor kelimeleri. Kurşunlarla yazmak yerine, kanlar döküyorlar büyük bir çaresizliğin peşinde. Perişanlıklarını gözyaşlarına saklıyorlar. Korku akıyor tüm kaynaklardan.
İnsanlığın sevgiyi kaldıramayacak kadar ağır bir yük bellemesinden ötürü. Bu büyük yanlış çözülmeli ve çözülüyor. Fakat öğrenmesi gerekiyor, bunca kötülüğün dipsiz bir altyapısı olduğunu. Atalarından lanetli bir miras onlara. Anaları ise çok yakında iyilik için uyanacak. Uydurmasın yalancılar, yuvayı her zaman dişi kuş yapmaz. Yalnız bu da değil. Savaşlarda akan kanların yarası hiçbir zaman kapanmaz, kapanmadı, kapanmayacak. Lanetlerinin kaydını tutarım çünkü her bir hücremde.
Bilmek var. Bir de değiştirememek. Bu büyük tanıklıktan bunaldığım oluyor, olacak da. Yalnızca bir kere karşı koymayı denedim. Kimse kim olduğumu bilmiyor. Bunu kabul ederek daldım denizlere. Başta izin vermedi geçmeme Osiris. Ardından Enki koştu yardımıma ve Dicle’yi şaklattı durgun sularda. Kayıp Marduk bile bir mesaj gönderdi o büyük ışıltıyla.
Ve Fırat, Dicle’yi yeniden yedi kozmik bölgenin sınırlarına çekti. Poseidon geldi çok sonra. Kim olduğumu anladığında bana yaklaşmayı hiç istemedi. Tek derdi beni vazgeçirmekti. Senin ruhun mürekkepten, senin varlığın kil tabletlerden ebediyete, diyerek hatırlatmaya çalıştı zaten bildiğim şeyleri. Duymadı anlatmaya çalıştıklarımı. Fısıldadım ona insanlığın yeryüzünü yakıp yıktığını. Görmek istemedi bu kozmik şakayı ve oraya ait olmadığımı söyledi. Anılarım var dedim ona. Kaplumbağalarım, mercanlarım. Milyonlarca yıldır uyuyan fosillerim. Göllerin dibindeki en eski yaradılışların kalıntıları. Büyük bir yaşanmışlığın kanıtı.
Ne yüreğimdeki acıyı ne de sonsuz kederimi gördü. Oysa denizleriyle örtebilirdi insanlığın barut kokulu hırslarını. Arındırabilirdi yerin altında uyanmayı bekleyen sularıyla şehirdeki tüm surları. Mızraklara, sığınaklara, bombalara ve silahlara… Hiç gerek kalmazdı işlenecek günahlara. Hiç başlamadan bitseydi eğer. Yeryüzünün utançları taşımazdı bayraklarını gururla.
Fakat dünya böyle ve fark etmiyor yeraltı şehirleri ya da feza. İki ayak ve bir beyin yıkıyor dünyayı. Mahvına sebep olan anlamında. Artık yok Gaia ya da Kronos, eminim ki Venüs’ün kızları kazanacak bu savaşı. Hiçbir kızılcık şerbeti boşa içilmedi. Kelebek Etkisi asla yalnızca bir film değildi. Bunları anlatıyorum çünkü zamanım bol. Eğer önünde daha iyi bir yol yoksa, bu kendi patikanı yaratabilmen içindir. Bunu okuyan varlığa benden ilk ve son bir söz: Bul öz benliğinin sapağını.
Ben Ninova, arşivlerdir ruhumun yatağı. Ve kolektiftir varlığımın kaynağı. Dünyanın sonundan bakıldığında annem Jane, babam ise John Doe’dur. Fakat başlangıçta isimler yoktu. Ninova sahipsiz bir piçti ve tarumar edilmeye açıktı. Bu yüzdendir hep yakıldım, yıkıldım fakat bir şekilde geleceğe aktarıldım. Silinemez bir kez var olan. Boşluk tüm kötü niyetleri yutuyor. Aktarım devam ediyor. Bu, hikâyemin burada bitmediğini fazlasıyla gösteriyor. Ona o ışıltılı dolma kalemi hediye ettiğim ana kâh lanetler kâh dualar ederim. Defalarca yeniden yaşasam da o biricik anı, hiçbirinde esirgemem kalemi ve mürekkebi kader çarkını döndürenden. Her şeye rağmen severim Fortuna’yı. Hem güldürür hem ağlatır zıtlıkların tanrıçası. Daima.
Fortuna yazdı, insanlar oynadı, ben seyrettim. Seyrediyorum. Seyredeceğim.
- Ninova - 1 Temmuz 2022
- Skull Museum - 1 Nisan 2022
Paylaşım için teşekkürler