Ben gerçeğin zincirleriyle olduğum yere çakılmışken nasıl uzatabilirim ellerimi sana. Ey sevgili! Açtığın yaranın çaresi olamıyor musun, bilmez misin zehrine derman olacak yine senin sevgindir Sarp yamaçta yetişen bir ağaç gibiyim, sımsıkı tutunduğum sadece kuru bir kaya,
Yağmur yüklü kara bulutlar, bereket mi getirecek sefalet mi; bihaberim Bilmiyorum, tatlı rüzgârda inliyor ruhumun dili, anlatamadıklarımı fısıldıyor bana Ben lâl olmuşken duygularımla baş başa, rüzgâr; sen değil misin içimdeki girdaptan azat edecek beni!
Ahkaf Yanıkayak
Ruhun derinliklerine açılmış bir delik zamanla acımasız, vahşi girdaplardan birine evrilir, öyle ki önce tüm ruh onun etrafında döner, sonra tüm benliği kendi içine çeker. Bu anlamlandırılması güç fırtına sönüp gittiğinde ne ruhun, ne de açtığı gediğin bir önemi kalır; derdine düşülecek sadece bir dolu enkazı miras bırakır geriye.
Benim için uçmak bir aşktı, enkazı temizleyeceğim gücü bulduğum bir aşk. Ama bu derin tutkum kanatlara değil rüzgârın kendisineydi. Rüzgâr da bana hayranlık duysun diye uçmaya çalıştım ben, insan olmanın kurallarını çiğnedim ve toprakla insan arasındaki kadim mührü kırmaya karar verdim; büyük bir cüretle ayağımı yerden kestim.
Nasıl uçacağımı düşündüm önce, geceler, aylar hatta yıllar boyunca. Öyle bir uçmalıydım ki sadece rüzgâr değil, yerdekiler de yakıştırmalıydı beni ona. Öyle bir uçuş olmalıydı ki ufka değin; kaybolmalıydım yerle göğün birleştiği noktada… hiçbirimizin en ufak bir şüphesi bile kalmamalıydı benim rüzgâra olan hayranlığıma, mühür öylesine kırılıp paramparça olmalıydı ki kimse hatırlamamalıydı ne şeklini ne rengini ne de dokusunu.
Sonunda nasıl yapacağıma karar verdim, uçacaktım, hem de bir insanın uçabileceği en güzel şekilde, en azından öyle olacağına inanmıştım… Bir kulenin tepesinden başlayan bir serbest düşüştü benimki, ya rüzgârı alacaktım kanatlarımın altına ya da kırdığım mührüm gazabıyla tanışacaktım; ya zirveyi görecek ya da dibe çakılacaktım.
Uçtum, hem de doğan güneş, rüzgârla beni selamlarken uçtum. En naif ve hafif duyguların göğsünde, titrek bir mum alevi gibi heyecanlı ve sönmekten korkan çekingen birinin samimiyetiyle uçtum. Bir an gerçekten ayağımın yerden kesildiğine inandım, bu uçuş ebedi olacaktı, yerle göğün birleştiği noktaya sonsuz bir süzülüş, yeryüzünden kopuk bir hayatın getirdiği hafiflikle sürüp giden bir ömür… Ama ben uçmayı bilerek gelmemiştim dünyaya. Çakılışım bana, rüzgârın haddimi bildirmesinden hâlliceydi… Yo, hayır suçu rüzgârda aramamak gerek, suçlu belki de uçamayacak kadar günahı sırtına yük etmiş olan bendim.
Ayaklarım yere bastığında fark ettim aslında yürümenin insanı ne denli yorduğunu, işte o zaman fark ettim omzumdaki kanatların ağırlığını. Taze yaralarım bir ömür boyunca hatırlattı bana bir uçuşun hazin sonunu. İşte o an anladım Ahkaf Yanıkayak’ın duygularını, içindekileri satırlara düşerken yaşadığı tarifi zor duyguları.
- Kozmik Tozun Fısıltısı - 1 Şubat 2024
- Loş Tapınak - 15 Nisan 2019
- Rüzgâr Adam Taşımaz - 15 Nisan 2018
- Tobarin - 15 Mart 2018
- İki Omzu Arasına Üç Adam Sığar - 15 Ağustos 2017
Merhaba @Sefa
Bu tema için herkes çok uğraşmış gibi görünüyor. Bu öyküyü de sevdim. Derin bir anlam yüklü, etkileyici.
Bu paragrafa hayran kaldım. Tüm öykünün özeti gibiydi. Rüzgâr konusu hoş bir hava katmış öyküye. Keyif içinde okudum.
Merhabalar.
Küçücük bir metne neler sığdırmışsınız öyle. Çok güzeldi
Ellerinize, kaleminize kuvvet.