Öykü

Şalgamika Nasıl Dağıldı?

(Bir buçuk saat sonra)

            “Bizim zamanımızda da satanizler vardı…”

İki barın arasında sıkışıp kalmış daracık bir tekel bayiinin üst kat penceresinden sarkan atletli bir amca, kapının önünde bekleyen komisere sesleniyordu. Komiser kafasını kaldırıp baktı: “Doğrudur. Ben o dönem göreve başlamamıştım ama hatırlıyorum.”

“Buralardan bir sürü çocuk toplamışlardı. Kedi kanı mı içmişler, kız mı doğramışlar ne… Yine öyle bir şey diyorlar televizyonlarda.”

Komiser sokağın iki ucunda gerilmiş “Olay Yeri” yazılı kordonların gerisinde bekleşen gazetecilere baktı. Olayı haber alır almaz geldiklerinde kameraları mekanın hemen önünde bulmuşlardı. Bir-iki tanesi olayın yaşandığı bara girmek isterken komiserin ve ekibinin müdahalesiyle sokaktan uzaklaştırılmışlardı.

Komiser tek kaşını kaldırdı: “Ne diyorlar?”

“Siz gelmeden içeriye girmiş bunlar. Kan olmuş her yer, ceset falan gördük. Bir tane delikanlı vardı sayıklıyordu. Şu gizli örgüt mü ne varmış bir tane onun adını sayıklıyordu. Sonra sizi gördüm, çıkardınız gazetecileri.”

Komiser sinirle dudaklarını ısırdı. “Olay yeri ekibi gelmeden baş komiser kesin bana patlayacak!” diye düşündü. Amca yine kendisine seslenince düşüncelerinden sıyrıldı: “Ben en son gençliğimde falan duymuştum o örgütün adını. Değişik bir şeydi… Metagaz mı öyle bir şey…”

“Delikanlı yaşıyor. İki sokak ötedeki hastaneden ekip geldi neyse ki. Sedyeyle götürdüler, ifadesi falan alındı. Baş komiseri bekliyoruz biz de.”

“O örgüt ne Metagaz?”

“Metagaz değil amca… U… Ubor Metenga. Ben hiç duymadım. Nasıl haberlere çıktı amca?”

“Ya bir tane adam çıkmıştı. Yetmişlerde falan. Kıbrıs Harbi zamanında. Tehdit mektupları mı ne alıyorum dedi bunlardan. Sonra aynı dönem gazetelere falan çıktı polis bir örgüt yakalamış. İşte gece vakti şehir dışında bir evde ayin yapan yabancı uyruklu on kişi falan. Komşuları evden sesler geliyor diye polisi arıyorlar, adamların böyle sataniz gibi ayin yaptığı ortaya çıkıyor. Kendilerinde işte Ubor Matangaz mı ne diyorlarmış.”

“Niye tutuklanmışlar birine zarar mı vermişler?”

“Hatırlayamadım. Aklımda bir tek ayin mevzusu kalmış bir de çıkardıkları sesler. Konuşulmayan bir dilde konuşuyorlarmış. Ha bir de mezhep miymiş neymiş öyle acayip bir şey. Ta yetmişlerin mevzusu… O tarihlerde benim bir Alman ahbabım vardı hiç unutmam…”

Komiser adamın geyik girişimine karşı önlem almak için telsizine odaklanıyormuş gibi yaptı. Arkasını dönerek bir süre cızırtılarla oyalandı. Geriye dönüp baktığında amcanın pencerede olmadığını görerek rahatladı.

Sokağın diğer ucunda gazetecilerin iki yana ayrıldığını fark edince birkaç adım attı. Suratına yansıyan farlardan ötürü baş komiserin geldiğini zannetti. Ancak araç yaklaştıkça 1940’lardan kalma gibi görünen siyah bir araba olduğunu gördü, gelen başkasıydı. Araba mekanın hemen dibinde durduğunda şoför mahallinde oturan tıraşlı, ellili yaşlarda gösteren tıknaz bir adamla göz göze geldi. Adamın yüzüne düşen gölgeyle oluşturduğu karanlık ifadeyi hayli rahatsız edici buldu.

O esnada arabanın arka kapısının açılarak abanoz bastonuna dayanmakta olan, fötr şapkasıyla, yeleğinde sallanan altın kösteğiyle, kemik gözlüklerinin arasından bakan ürkütücü kısık gözleriyle dikkat çeken, sırtı hafif kamburca yaşlı bir adamın indiğini gördü.  Adam arabanın kapısını sertçe kapatarak komiserden önce sokağa bakındı:

“Hey gidi Beyoğlu. Buralara en son geldiğimde haraç davasına kapışan kabadayılar gezinirdi… İzninizle kendimi tanıtayım. Nüvit Amirgil, emekli emniyet müdürü.”

Komiser bir anda toparlanıp selam verdi: “İsminizi teşkilatın dergilerinden birine okumuştum amirim. İstanbul emniyetinin en hızlı zamanlarındaki anılarınız hala biliniyor.”

Emekli emniyet müdürü babacan bir şekilde gülümsedi: “1992’de yaş haddinden emekliye ayırdılar. Ama bu meslekte bazen emeklilik pek söz konusu olamıyor. Bunun gibi olaylar olduğunda haberi geliyor.”

Komiser şaşkındı. Emniyetin efsane isimlerinden birinin böyle adi bir vaka için gecenin bu saatinde karşısında dikilmesi hayli tuhafına gitmişti. Aslında yetkisi, soruşturmaya karışma selahiyeti (görev icabı kendisine danışılması emredilmediyse) pek yoktu ancak ömrünü bu işlere vakfetmiş birisi için kurallar esnetilebilirdi.

Nüvit’in gülümsemesi bu sefer tepeden bakar bir hale büründü: “Şaşırma evlat şaşırma! Rahmetli babam, amcalarım, dedem, ya zaptiye ya polis ya reji kolcusu! Hala gözümüz kulağımız burada. O yüzden kalkıp geldim ben de.”

“Ölenler arasında bir yakınınız falan mı var?”

“Hayır, hayır. Bir ricada bulunmak için geldim. Bu olayla ilgili. Bu… Bu… Tam olarak ne oluyor bu mekan?”

“Hem barmış, hem de kayıt stüdyosu. Olayın olduğu sırada pek kalabalık değilmiş, kayıt için gelen bir grup genç bulunuyormuş işletmeciyle birlikte. Ricanız nedir amirim?”

“Bir tanık varmış. Bir şeyler konuşmuş size tedaviye girmeden önce.”

“Evet. Pek mantıklı şeyler söylemiyordu ama birkaç cümle çıktı ağzından. Bu gençler tuhaf oluyor zaten. Ta yetmişlerde bahsi geçen bir gizli örgütün adını sayıklayıp duruyordu.”

Emekli emniyet müdürü hayli ilgili görünüyordu: “Neymiş o örgütün adı?”

“Ubor Metanga.”

“Metenga… Ubor Metenga…” diye düzeltti komiseri Nüvit. Hayli ciddi bir ifadeye sahipti.

Komiser olduğu yerde sanki köşeye sıkıştığını hissetti: “Ri… Ricanız neydi amirim?”

“İfade tutanağı sizde değil mi?”

“Evet. Baş komiserim gelince ona teslim edeceğim. Onun gelmesini bekliyorum.”

“Güzel. Ricam tutanakta geçen bu isimle ilgili. Onu çıkarmanızı rica edecektim.”

“Bu nasıl olur? Tamam tutanak kayda geçmedi ama… Hem televizyoncular kaydetmiş tanığın konuşmasını. Bu mümkün değil.”

“Televizyonda gündemin değişmesi bir mankenin soyunmasına bakar. Neleri neleri unuttu ekranlar… Tutanak resmi kayda geçmeden Ubor Metenga isminin silinmesini istiyorum. Dediğiniz gibi. Tuhaf bir gencin sayıklamalarından başka bir şey öğrenemediniz.”

“Ama…”

“Bakın bu saatte buraya kalkıp geldim. Başkalarına da ricaya gidebilirim. Ama bu sizler için sıkıntılı olabilir.”

“Bu neden bu kadar önemli?”

“Tepedekiler böyle karışık bir zamanda, halkın daha fazla bu tip şeylere maruz kalmasını istemiyor. Daha sert tedbirler alınabilirdi. Ben meslektaşlarımı hep koruyup kollamışımdır. Siz benim ricama riayet ederseniz, ben de buna riayet ederim.”

“Pe… Peki.”

“Olay nasıl olmuş?”

“Adi cinayet. İlkin reddedilen sevgili cinayeti sanıyorduk. Zira ölenlerden biri kadındı. Sonra tanığın güç bela konuşması ve cesetlerin konumu sayesinde cinayeti ölenlerle yaşıt bir kızcağızın işlediğini anladık.”

“Neden böyle bir şeye kalkışmış?”

“Tanığın dediğine göre Ubor… Yani şu örgüt için kurban gerektiğini söylemiş. Kız emir geldiği için bu cinayetleri işlemiş. Tanık hayatta kalmak için kızı öldürmek zorunda kalmış ama kendi de hayli ölümcül bir yara almış.”

“Yanlış malumat. Kıza laf atıyorlar. Kız cinnet geçiriyor. Kız meselesi bir nevi. Bakın şu şekilde oluyor. Bunlar yeni tarz gürültülü müzikler yapan bir grup. Kız yüzünden grup arasında husumet var. Grubun solisti, grubun adını “Şalgamika” olarak belirliyor. Güya gürültülü müziklerinin daha mahalli, yerel bir yorumcusu olacaklar. Kız Adanalı olduğundan grubun diğer üyeleri tartışma çıkarıyor, “Memleketi için mi böyle bir isim koydun?” diye kavga ediyorlar.”

“Şalgamika mı?”

“Gençler çok tuhaflar bugünlerde. Senin de belirttiğin gibi. Neyse kız bu grup adı meselesi kaynaklı çıkan kavgadan ötürü gerginleşiyor ve ani bir cinnetle içeridekileri öldürüyor. Benim anlattığım gibi olacak herhalde.”

“Amirim adam hastaneden çıkıp: “Ben böyle ifade vermedim” dese ne olacak?”

“Sen demedin mi ölümcül yara almış diye. Adam sayıklamış bir şeyler. Gerçeği benim söylediğim gibi. Bu şekilde düzenlersin.”

Komiser ağzını açamadı. Nüvit adamın omzunu babacan bir şekilde sıvazlarken yüzündeki tehditkar sırıtışı muhafaza ediyordu. “Hayırlı görevler!” diyerek arabasına bindi.

Gangster filmlerinin kasvetli arabalarını andıran araç sokaktan çıkarken gazetecilerin çoktan sokaktan çekildiğini, iki tarafın da bomboş olduğunu gördü. “Onlara da belli ricalar ulaştı demek!” diye düşündü. İçini tarifi nâmümkün bir ürperti kapladı. Sokakta uzanan gölgelerden dahi korkmaya başladığını fark etti.

Bir anda karşıdaki tekel bayiinin penceresinde, perdelerin arasından kendini seyretmekte olan amcayla göz göze geldi. Amcanın yüzünde şüpheli, endişeli bir hal vardı. Ancak bir anda onun da yüzünde aynı Nüvit Bey’deki gibi ürkütücü bir sırıtmanın peyda olduğunu gördü.

“Olay nasıl olmuş?”

Koştura koştura kendisine doğru yaklaşan amirine döndü. Kafasını salladı sakince: “Kız meselesiymiş amirim. Ama bu sefer kız cinnete kurban gitmiş…”

SON

(Not: Bir sohbetimizde ortaya attığı Şalgamika ve “yerel müzik grubu” temalı esprisi için bir dönem aynı sahneyi paylaştığım Mertcan Aydın’a teşekkürlerimle… MBY)

Mehmet Berk Yaltırık

Tarihçiyim ve yazarım. Tarihi korku hikâyeleri yazıyorum. Çeşitli internet sitesi ve fanzinlerde, çeşitli inceleme yazıları ve hikâyelerim yayınlandı. “Anadolu Korku Öyküleri-2”, “Gio Ödülleri 2013 Seçilmiş Öyküler”, “Güçoburlar” ve “Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikâyeleri-1” çalışmalarında yer aldım. “Türk Kültüründe Hortlak-Cadı İnanışları“ adlı bir akademik makalem de mevcut.

Şalgamika Nasıl Dağıldı?” için 2 Yorum Var

  1. Merhaba,
    Güzel bir öyküydü. Seçkide okuduğum en iyi öykünüzdü diyebilirim. Penceredeki meraklı amca renk katmış öyküye.
    Kaleminize sağlık.

  2. Merhabalar,

    Öykünüzü okuduktan sonra keşke sonu akşam haberlerinde spikerin bu olaya ilişkin haberi değiştirilmiş haliyle okumasıyla bitse diye düşündüm. 🙂

    Kaleminize sağlık.

Ufuk Yasin Yurtbil için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *