O sabah yalnızlığımın sekizinci sabahına uyandım. Elimi yüzüme siper ederek güneşin geldiği yerden çekilip oturduğumu, iki ay öncesinde o güneşin yüzüme gelmesiyle uyanmaktan nasıl nefret ettiğimi düşündüğümü hatırlıyorum. Ama çok sorun etmemiştim, çünkü o sıralar tek sahip olduğum o güneşti nasıl olsa.
Kalkıp gerindim, odadan mutfağa inip bir şeyler kapıp atıştırdım. Ardından dışarı fırladım, şehrin üzerine çökmüş olan koku ve hüznüm sağ olsun, yemek yemeye de pek halim yoktu.
Kokuyu umursamamaya çalışıp duvarlardaki kan lekelerini de görmezden gelerek şehrin sokaklarında gezinmeye başladım. Ara sokaklarda birini bulurum belki, diye düşünüyordum. Neden bulmak istiyordum ki? Salaklık işte. Son iki aydır bulduğum herkesin can çekişip acı içinde kıvranarak kollarımda ölümünü izlemiştim.
Kısa sürede bütün şehri çökerten salgının ilk gününden beri ölmesini izlemek zorunda kaldığım bir sürü insan olmuştu. Şehrin sokaklarında gezinmeye başlamış, hatta girebildiğim evlere girmiş, kendi kanlı kusmuklarında boğulmuş insanların naaşlarına basmamaya özen göstererek can çekişenlerin yardımına koşmuştum kendimce. Daha sonra her birinin cesedini yolların kenarlarına çekmeye karar vermiştim.
Her seferinde çabalarımın sonu aynı olmuştu. Her hastalanan acı içinde ölmüştü. Kimisi, “Acıma son ver, öldür beni,” diye yalvarmıştı can çekişirken. Birkaç kez bunun en iyi fikir olduğunu düşünmüştüm ama yapamamıştım, katil değildim o zamanlar. İlk günlerde yardım aramıştım, bağırıp çağırıp çevreye seslenmiştim ama yardım edecek kimse bulamamıştım. Aslında bir gün şehrin kapısına kadar ulaşmıştım yardım ararken, kapıyı mühürlü bulunca tırmanmaya cesaret edememiştim. Komşu şehrin duvar örmeye başladığını görünce de kapılara tekrar yanaşmamaya karar vermiştim çünkü beni vurmalarından korkmuştum. Bizi mahveden hastalıktan korkup bizi kapatan insanlar benim onlara hastalığı bulaştırmamdan korkup da gözlerini bile kırpmadan öldürürlerdi beni. Bunun muhakemesini yapabilecek kadar akıllıydım o zamanlar, küçük bir kıza nazaran en azından.
Birini son defa bulmamsa o günden on gün önce olmuştu. Bu çok uzun zaman önceymiş gibi geliyordu. O kadını hâlâ düşündüğümde kendime soruyorum, o zamanlar hekimlik eğitimim olsa kadının sonunun farklı olup olmayacağını. Gelen ağlama sesini takip ederek bulduğum, çocuğunun cesedine sarılıp feryat eden kadının ateşini düşürmeye, onu beslemeye çalışmıştım. İki gün boyunca onu düzgünce yıkayıp rahat edeceği şekilde uyutmak için elimden geleni yapmıştım. Aslında şimdi düşünüyorum da muhtemelen o sıralar tek aklımdan geçenler; anneme daha dikkatli müdahale edebilmiş olsam ölüp ölmeyeceğini anlamak, bunun ışığında bu konuda kendimi daha iyi cezalandırmak gibi kendime yüklendiğim düşüncelerdi.
Kadını, anlattığım günden sekiz gece önce yatırdığım yerde o gecenin ertesi sabahı ölü bulmuştum. Onu da iki hafta evvel kazısına başlamış olduğum, yolların köşesinde durarak midemi alt üst eden cesetleri attığım çukura bırakırken ağladığımı hatırlıyorum. Anlattığım günde bunu hatırlamayacak kadar uyuşmuş haldeydim herhalde. Ama şimdi hatırlıyorum, kadının cesedine son kez sarılıp ağladığımı, boynundaki kolyeyi alıp onun ölü bedenine söz verdiğimi, bu kolyeye sahip çıkacağımı söylediğimi. Bugün hâlâ boynumda olan kolyenin kadın için öyle değerli olup olmadığını bile bilmezken neden öyle bir söz verdiğimi izah edemem.
Birini bulsam, biriyle daha konuşsam daha iyi hisseder miydim? O gün kafamdan bunlar geçiyordu. Kendime olumsuz cevap veriyordum çünkü birine daha iyileşeceğine dair sözler verip, onunla ilgilenip ardından gözlerindeki ışığın sönüşünü izlemeye dayanamayacağımı biliyordum. Gel gör ki yine şehirde gezinip birilerini bulmaya çalışmaktan geri tutamıyordum kendimi.
Ara sokağın birinde yorgun vaziyette yere çöküp bağdaş kurduğumu hatırlıyorum, duvarın kan lekesi olmayan bir yerine yaslanıp düşünmeye başlamıştım. Kafamda nasıl hayatta kalacağımla ilgili sorular dönüp duruyordu. Neler yapabileceğimi, nasıl yeterli besin bulabileceğimi ve durumumu idare edebileceğimi düşünüyordum. O günlerde kafamda sürekli dönen böyle şeylerdi.
Bunları düşünürken annemin sesini duyar gibi olduğumda yine o kahrolası akşama döndüğümü fark etmiştim. Dalgın değildim aslında, ya da mayışmamıştım, fakat yine de annemin sesi yorgunluğumu üzerime daha da çökerterek beni çağırıyordu. Bugün bile hâlâ o akşama döndüğüm rüyalar görmekten alamıyorum kendimi, hele o zamanlar, üstelik acısı da tazeyken hiç karşı koyamıyordum. Bu aslında hep annemi tekrar görmek, sesini duymak içindi sanırım. Hâlâ o geceye döndüğümde rüyadan çıkmak istemememin sebebi de bu ya zaten.
* * *
Annem seslendi. “Gel, kızım şu masayı kurmama yardım et.” Hemen yanına koştum. “Masayı sil en iyisi sen. Ben yemeği getireyim.” Çıkıp mutfağa gitti.
Elinde büyük tencereyle döndüğünde sordum. “Anne, babam bu akşam da mı gelmeyecek?”
Annem bir an bu soruya canı sıkılmış gibi göründü. Canı sıkıldığı zamanlar hep yaptığı gibi bileğinin arkasıyla alnını kaşıdı. Ardından tabakları ve kaşıkları ciddiyetle masaya koymaya başladı. Duymazdan gelmeye çalışıyordu beni. Sonra yüzüme baktı. “Bilmiyorum, kızım. Gidip mutfaktan çorbanın olduğu tencereyi getirir misin?”
Aceleyle mutfağın yolunu tuttum. Elimde tencereyle gelirken içeride annemin düştüğünü duydum. Koşarak girip tencereyi masaya bıraktım. Ardından yerdeki anneme koştum. “Anne, neyin var?”
Annem yerde diz üstü çökmüş ellerini yere dayamış, yere bakıyordu. Öğürdü. Sonra bir şey gelmeyince durdu. “Kızım, iyi hissetmiyorum. Başım…”
Tir tir titreyen annemi aceleyle yatağa taşıdım, örttüm. Birkaç kez daha öğürdü. Koşup bir bez parçası ve bir leğen getirdim. Elimi başına koydum, sıcacıktı. Ellerini, ayaklarını kontrol ettim, onlarsa buz kesmişti. Ayaklarının üstüne bir örtü daha serdim hemen. Bunları yaparken ağlamadan duramıyordum. Hıçkırıklarımdan bir şey yapamaz hale gelince mutfakta yüzüme biraz su çarpıp annemin yanına döndüm.
Annem terliyordu, titriyordu ama en kötüsü sürekli öğürmesiydi. Midesini rahatsız eden bir şeyler var gibiydi, yoksa zehirlenmiş miydi? Anlamıyordum.
Sonra birden annem kustu. Kusmuğu kıpkırmızıydı, ilk gördüğümde kan sandığım kusmuğun pis kokusu burnuma gelince kan olmadığına kanaat getirdim. Zaten rengi de kan olamayacak kadar koyu bir kırmızıydı.
O akşam annemi kaybetmekten ne kadar korktuğumu anlatamam ama zaman geçtikçe ve onun daha iyi olmasının bir yolunu bulamadıkça yapabileceğim çok bir şey yok gibi hissederek çaresizliğe gömülmeye başladığımı da söylemek zorundayım. Sürekli onunla ilgileniyor, alnındaki teri siliyor, su içiriyordum ama kusmaları ve terlemeleri geçmiyordu.
Pencereye çıktım, yardım için seslenmem gerektiğini, belki birinin anneme yardım edebileceğini düşünmüştüm. Dışarıya kulak kesildiğinde ilk fark ettiğim yaşlı bir adamın öksürüğü oldu. Ardından öğürme seslerini ve feryatları duyunca korkudan titreyerek yere çöktüm, çağıracak, yardım isteyecek kimsem olmadığını fark etmiştim.
Anneme dönüp yanına kıvrıldım. Ölü gibi bembeyaz ellerini ellerime aldım ısıtmak için, ovuşturmaya başladım, solmuş güzel yüzünü öpüyordum.
* * *
Kulağıma insan sesleri gelince irkilerek uyandım o gün o rüyadan. İlk yaptığım ayağa fırlayıp duvara sinmek oldu. Sonra yaklaşan seslere kulak kesildim.
Sahibinin yaşlıca bir adam olduğunu tahmin ettiğim sese kulak verdim. Huysuz bir sesi vardı. “Hani çocuk en son bu mahalleye girerken görülmüştü? Hiçbir yerde yok, yanından geçtiğimiz evlerin de hepsinin altını üstüne getirdik. Nerede?”
Diğer ses ise bir kadının sesiydi. Daha alçak sesle konuşan kadının ne dediğini anlamak için daha da kulak kesilmem gerekmişti. “Sessiz ol. Burada bir yerde olabilir, ürküp kaçmasını istemeyiz. Gel, şu eve bir göz atalım.”
“Peki, tamam. Yalnız bu, evlere bakma olayının pek işlevini göremiyorum. Boşu boşuna…”
Onları duyamayacağım kadar uzaklaşmışlardı. Yerimde kalıp durumu tartmaya karar verdiğimi hatırlıyorum. Beş dakika kadar düşündüm bu insanlara güvenip güvenemeyeceğimi, tek tek neyi düşünüp de tartıp biçtiğimi anlatacak kadar hatırladığımı söyleyemem o an aklımdan geçenleri. Tek söyleyebileceğim, onların yanına kendim gitmeye karar vermiş olduğum.
Koşup duyduğum seslerin peşine yöneldim. Girdikleri evin hangisi olduğunu bulmam uzun sürmedi. Tek birinin bahçe kapısı açıktı. Evin bahçesine girip nasıl bir giriş yapacağımı düşünmek için duraksadım bir an, ardından seslendim. Şaşkın iki yüz dışarı fırlamıştı hemen. Aylar sonra kanlı canlı insanlar gördüğüm için sevinçle ağlayarak koşup sarıldığımı hatırlıyorum onlara.
O gün o ikisi beni temizlenmiş, pis kusmuk kokusundan arındırılmış bir mahalleye getirdiler. Mahallede yüzü aşkın sayıda insan vardı. Yüz elli dört, beni de hesaba katınca bu kadar kişi olmuşlardı. On iki bin kişilik şehirden kalan sayı buydu, küçücük bir yerleşkede birbiriyle yaşamaya çalışan yüz elli dört kişi. İçlerinde hastalığa yakalanıp da yenmiş olanlar da vardı bunların, sonradan öğrenmiştim.
O günlerde yaşananların ağırlığı ve travmasıyla mücadele etmeye çalıştığımız için hep birbirimize tutunarak yaşadık, hâlâ da öyle yaşıyoruz, çünkü böyle hayatta kaldık. Aksi takdirde on sene içinde hastalıktan önceki nüfusun kırkta birini geçmeyi başaramazdık zaten.
Hastalığın nereden geldiği, nasıl öyle bir şey olduğu, ne olduğu gibi sorulara ise maalesef henüz cevap bulamadık. Beni o gün getirdikleri yerleşkeden yazıyorum bunları. O yerleşkeyi de biraz genişlettik on senede, iki sokağı daha doldurduk. Son on senede topluluğun aştığı sorunları, genişlememizi, çıkardığımız dersleri de yazmak istiyorum bu deftere daha sonra.
Şimdi yazmaya başlamadan önce de burada bizi kaderimize terk eden, bizi kapatıp, duvarlar örüp yalnız bırakan, ölmemize göz yuman komşularımıza salgını nasıl gizlice şehirlerine birkaçımız girerek bulaştırdığımızı, ardından birkaç ay sonra tekrar girip kalanlarını yakıp kül ettiğimizi anlatmak niyetindeydim ancak vazgeçtim, o da başka zamanın hikâyesi olsun.
- İntikam - 1 Aralık 2022
- Taş - 1 Ağustos 2021
- Tayfun’la Tanıştığım Gün - 1 Mayıs 2021
- Sekizinci Sabah - 1 Nisan 2020
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim
Merhabalar. Seçkiye hoş geldiniz. Zamanı bize anlatmaya çalışırken biraz yorulmuşsunuz. O kısımlarda ben de biraz yoruldum. Sekiz gün olmuştu, on gün olmuştu filan biraz anlayamadım. Ama bu küçük bir eleştiri. Genel anlamı ile çok başarılı bir hikaye. Elinize sağlık.
Öncelikle yorumunuz ve öykümü başarılı bulduğunuz için teşekkür ederim. Günleri yazarken demek istediğim şöyleydi: Kızın canlı bulduğu son kadınla birkaç gün ilgilenmesi ve ardından kadını ölü bulması. Ölü bulduğu sabah yalnızlığının ilk sabahıydı onun için. Anlattığı gün de sekizinci sabahına uyanıyor. O durumu daha açık şekilde ifade edememediğim için üzgünüm. Utanarak söylüyorum ki ben de öyküyü sitede okurken fark ettim bunun gibi kafa karıştıran parçaları ve birkaç anlatım bozukluğunu. Bir dahaki sefer daha anlaşılır yazmaya özen göstereceğim