Öykü

Sis

Anlatmakta zorlanıyordu gözlemlediklerini genç Kâşif, bir sisin içerisinde yüzlerce insana sesini duyurabilmek daha da zorlaşıyordu günlerdir. Kuralları çıkarlardan oluşan, henüz benimsedikleri Yapay dinler, doğanın özünü ve kendiliğinden oluşturduğu uyumu anlamayacak kadar bilgisizlik yaymıştı köylülere. Yaşamanın zaten bir sisin kapladığını biliyor olmasına rağmen evrendeki her şeyin muğlak kalmasını istemiyordu. Kendi varlığının enerjisine güvenen Kâşif, yaşadığı toplumdaki sisi kaldırmak niyetiyle, tüm yaşamları değiştirebilecek bilince inanıyordu. Kaosun basitliğini arıyordu; düzensizliğin, yaşama dair anlamlı ipucu barındırdığını biliyordu.

– Geceyi beklemeliyiz ki gündüzü anlayalım, dedi karşısında durdukları hâlde göremediği insanlara.

– Neden?

Elindeki papirüs rulosunu günlerdir defalarca açtığı gibi yeniden açtı. Pagan ataları tarafından zamanında yazılmış, yıldızlarla ilgili tüm mitosları okumuştu. Toprağa bereket tohumlarını saçması için tarla sürerken boğa takımyıldızını beklediklerini, Hesiodes’in belirttiği deneyimsel notlarından anlayabiliyordu;

“Ekinini biç, görünce gökte,

Pleiad yıldızlarını, Atlas’ın kızlarını.

Görünmez oldukları zaman da,

Ek toprağını.

O yıldızlar kaybolur kırk gün, kırk gece…”

Ancak yazılanlardan daha fazlasını bulmayı umuyordu genç Kâşif. Yıldızlardan edindiği bilgiyle evren yasasını gözlemlerken, dünyanın evrimsel tarihçesini de sınıflandırmak istiyordu. Topluluk tarafından bilinen bu Yapay dinler asırlardır devam etmesiyle beraber insanlığı sistematik açıdan ileriye götüremiyor, kısır döngü halinde her nesil boyunca gökyüzündeki boğaya tapmakla kalmayıp yeryüzündeki boğaya da tapıyorlardı. Yapay dinlerin karanlık yanı, toplumların deneyimlerinin evrim geçirmeden stabil kalmalarıydı. Topluluk da evrim geçiremiyor, bireylerin inançlarını köreltip yaşamlarına kıtlık getiriyordu.

– Doğa dinlerindeki bilgelerin yazdığı, Paganlara ait papirüste okuduklarıma göre yıldızlar rehberimiz olmaktan fazlasıymış. Paganların yerel inancı doğayı gözlemleyen dinlerden oluşuyormuş. Bu yoğun sisin ardında salt yıldızların parlaklıkları görünebiliyor. Karanlıktan aydınlığa yolcuğumuz başlaması için doğaya dönmeliyiz. Hiçbir şey göremiyoruz, birbirimizi bile.

Göremediği başka bir ses de Kâşif’in belirttiğinin üzerine karşılık verme gereği duydu, çünkü Yapay dinleri savunan seslerin öncüsüydü o;

– Boşu boşuna uğraşıyorsun, karmaşıklık bizim kaderimizde var. İlahi güç bizden üstün. En doğru olan, gizin bilinmezliğiyle kalması.

– Bakın, evreni gözlemledikçe dünyamızı algılayıp doğayı araştırmayı ve her insanın doğa ile uyum içinde yaşamasını düşündüm. Edindiğimiz bilgilerle dünya enerjisine yanıt vermeliyiz.

Sisin etrafını hem umut hem de korku sarmıştı. Topluluk, gizin karmaşıklığıyla yaşarken Yapay dinlerin inançlarına nedensizce umut bağlıyor; kaderin kendilerinde yarattığı olumsuzluklara bile razı oluyorlardı. Nitekim irade ile öğrenme isteğinin zihinlerinde doğmaya başladığı an, her birinde hissedilen korku duygusu giderek artıyordu. İrade ve mantığın doğa gücünü hafifleteceğini, böylelikle inançlarının da yok olacağını düşünmeleri onlar açısından kaçınılmazdı. Hâlbuki doğa her koşulda topluluğa karşı üstünlüğünü koruyacaktı. Belki de mantıklı düşünmeyle, aslında ne doğanın ne de insanlığın üstün olduğunu; bunun anlamsız bir inanış olduğunun farkına varacaklardı. Üstünlük savaşını yok sayıp varlıkları kıyaslamaktan vazgeçeceklerdi. Fakat Yapay dinlerin öncüsü, çıkarına uygun köksüz inancını yüceltmek için çabalıyordu.

– Biz yıldızları keşfetmeyi değil, asıl yıldızlara tapmayı, yaşamlarımıza katkı sağlayan bir eylem olarak bilmeye ant içtik. Yıldızlar rehberimiz olurken aydınlığı bizlere geçmese de olur, yeter ki mahsullerimiz açlığımızı gidersin.

– Yıldızları gözetlerken neden fazlasını öğrenmek istemiyorsunuz? Keşfettiklerimiz ve inançlarımız doğru orantılıdır; ne kadar çok keşfedip tecrübe edersek o kadar inançla bağlanmış oluruz doğaya. Tek amacınız doymak ve çoğalmak mı?

Cevap vermek için tenezzül eden olmadı içlerinde. Belli ki artık uzak diyarlara gitmesini istiyorlardı, dilinden anlamadıkları yabancı Kâşif’in. Akılları bulanıyordu o konuştukça. Yollarından sapmak en büyük korkularıydı; tümü topluluktan dışlanma korkusu yaşıyordu. Toplum insan içindi; insan da benliği ne kadar farklı olursa olsun topluma uymak zorundaydı. Topluluğun her bireyi sessiz kalmakla umutlarına sarıldılar. Lakin içlerinden biri şüpheye düştü, evren yasasının mantığını öğrenme isteği damla damla bedenine yayılsa da korkusu, aleviyle yanmaya devam ediyordu meraklı çocuğun. Evvelki gece görmüştü rüyasında; sisin ardındaki ışığa doğru yürüdüğünü. Pekiyi, şimdi neden cesaret edemiyordu? Kimse yanıtlamayınca sorusunu, konuşmaya devam etti;

– Doğa dinleri sizlere mukaddes ağaca tapmanızı değil, toprağa köklerini sabitlediği için saygı göstermenizi ister. Ve köklerindeki bağlılığı keşfetmenizi… Ne derseniz deyin yıldızları gözlemleyeceğim ve evren yasasının düzenini sizlere ispatlayacağım. Ve zamanla yıldızlara saygı duyacağız.

Kâşif’in gözlemi gece boyunca sürdü. Yıldızlı gökyüzüne baktığı her an sayısız düzensizliği yeniden fark ediyor, böylelikle en parlak yıldızın peşine düşüyordu. Düzeni anlamak için gerçekliğin çeşitliliğini çözümleyip gökyüzünü koordinat sistemine göre sınıflandırması gerekiyordu. Parlaklık derecesine göre adlar vermesiyle her gece gökyüzünün görünüm açısından değiştiğini gözlemledi. Sınıflandırma sistemi basit ve akılcıydı. Gökyüzünün sakin olduğu geceler yılmadan tekrarladı gözlemini, farklı yöntemler deneyimleyerek. Saatler geçtikçe takımyıldızları gökküre kutbu noktasında yer değiştiriyordu. Saatler, günler, aylar, mevsimler, yıllar… Kısacası doğa, zamansal döngülere uyum sağlıyordu. Paganların öğretilerinde olduğu gibi; zaman algısı döngüseldi. Üstünkörü kutlamak dışında, her mevsimin birer anlamı olmalıydı.

Ve sonunda sisin karşısındaydı. Gün ağarmıştı. Gökyüzüne çizilen takımyıldızları dışında güneşin baskın çekiminde varlığını sürdüren sistemi birazdan kanıtlayacak olmasının verdiği özgüven ile insanların bakış açısını tamamen değiştireceğine inanıyordu. Ve bu çekimin izi niteliğindeki; kendine özgü görünümüyle samanyolunu. Fakat en büyük korkusu, topluluğun yine evreni, dünyayı ve doğayı kişisel yorumlayıp, samanyoluna dahi tapma eğilimi göstermeleriydi. Çünkü Pagan ataları doğaya tapmalarını asla öğütlemiyordu ve evrenin her gizi dogma olamayacak kadar deneyseldi.

– Önce kaos vardı, dedikten sonra derin bir nefes alıp gözlerini kapatırken bedeninde biriken havayı gökyüzüne kavuşturdu.

– Dikkatle dinliyoruz sizi efendim, dedi titrek sesiyle küçük çocuk.

Meraklı bakışları, sisin ardındaki genç Kâşif’in silüetini aradı. Cesaretini toplayarak kalabalığın arasından sıyrılmaya çalışıyordu. Gayet iyi biliyordu ki onun gibi diğerleri de afallamıştı. Çoğu insan da kalabalığa aldırmadan genç Kâşif’in söyleyeceklerini merakla bekliyordu.

– Paganların tanrıçası Gaia, yaşamlarımızı sürdürebileceğimiz yeryüzünü ve toprağı bizlere sunduktan sonra dünyanın ve evrenin her alanını keşfetmemizi öğütledi. İşte bu öğüdün sonucunda edindiğim keşif; Doğa ve Evren bütünlüğüdür. Doğanın bize katacağı yaşam döngüsüdür. Gece ve gündüzün bir sonu yoktur, sürekli yenilenir; sürekli hareket halindedir. Ölüm de bir son değildir, hiçbir varlığın sonu yoktur esasen… Dört element hakkında bilgiler edindim. Tek tek gözlemlediğim doğa olaylarını sınıflandırdım. Doğanın kuantum yönünü daha iyi anlayıp onun bize verdiklerinden yararlanmak için teknik yöntemler geliştirdim. Ve bunlar teoride kalmasın, nesiller boyunca pratiğe dökmeyi sürdürmeliyiz. Torunlarımızı sistemli bilgilerle eğitebilmeliyiz ki gelecekle ilgili tahminlerde bulunabilsinler. Geçmiş ve geleceği, sistematik bilgiler kümesinin mantıksal kesişiminde algılayabilsinler. Gaia’nın dünya ile paylaştığı kalbine saygı duyup sahip çıksınlar; doğaya uyumlu evlerde yaşasınlar.

Topluluk zamanla yeryüzünü ve gökyüzünü tanımaya başladı. Kendi edindikleri ve doğru saydıkları bilgiler ile aniden karşılaştıkları farklı bilgileri birleştirip yeni bir sentez oluşturuyorlardı. Gündüz ve gecenin zıtlığını bilseler de aynı yapıyla iç içe geçtiklerini anlamışlardı. Çünkü her şey zıt kuvvetlerin kavgasından doğuyordu. Doğum ve ölüm gibi.

Genç Kâşif yaş alarak olgunluğa erdikçe önemli olanın gizi çözmek değil, gizin mantığını kavrayıp ilk evvela sisi ortadan kaldırmak; zamanla birbirlerini görebilmek olduğunu idrak edebilmişti. Kadersel eylemlerini iyi eğitilmiş irade ile algılıyor olmaları makul hayatın ta kendisiydi. Her birey makul hayatlarından kesitler deneyimledikçe sis yüzyıllar sonra ortadan kalkacaktı. Şimdilik yalnızca yoğunluğu azalmıştı, en azından silüetler halinde birbirlerini görebiliyorlardı.

Ve ölüm rüzgârı. Kâşif son nefesini verirken torunlarıyla gurur duyuyordu. Biliyordu ki topluluğu daha ileriye götürecek kâşifler olacaktı. Silüetini arayan meraklı çocuk gibi. Bunun bilinciyle huzuru benimseyerek gözlerini yumdu. Kendini rüzgârın tatlı esintisine bıraktı.

Yeniden doğduğunda aynı sisin içerisinde, elinde papirüs rulosuyla bekliyordu. Karşısında topluluk vardı, sis ise hiç olmadığı kadar yoğundu. Yaşamının bu evresinde başka kararlar vermiş olacaktı farkında olmadan, irade nedir bilmeyecekti.

– Geceyi beklemeliyiz ki gündüzü anlayalım, dedi yeniden istemsizce.

– Neden?

Aynı soru yine sorulmuştu sisin içinden, göremediği adamın umursamaz sesiyle.

Papirüs rulosunu açmadan önce okuduklarını zihninde gözden geçirmek istedi. Anlatacağı ne olabilirdi ki? Nasıl olsa kabul etmeyeceklerdi, Yapay dinlerin öncüsü ve topluluk. Bilinecek tüm teoriler pratiğe dönüşmeden zamanla yok olacaktı.

– Hiç. Söyleyeceklerim yalnızca fikirlerimden ibaret.

Böylelikle kaderine teslim oldu genç Kâşif, çocuk ve topluluk. İnsanlar teolojik hal düzeyinde görünmez ve sırlarla dolu varlıklara tapmayı yüzyıllarca sürdürdü. Doğa ve Evren uyumunu bilmeden, Yapay dinlerden şüphe etmeden ve yaşamlarını sorgulamadan inandılar. Köksüz inançları ise biat etmelerine yol açarak hurafeler ve dogmalar yarattı. Mukaddes ağaçlara hiçbir zaman saygı gösterilmedi. Paganların öğütleri hiçbir zaman yaşamlarına dahil olmadı.

İnsanlığın bu iki kaderi de seçimlerine bağlıdır. Bilgi ve yöntem var olmadan inançlarımızın hiçbir anlamı yoktur. Tecrübelerimiz iradenin ışığında aydınlanmazsa sisin ve karmaşanın içinde kaybolmaya mahkumuz demektir. Doğa ile insanların ilişkisi ancak irade bilinciyle keşfedilirse karmaşada düzenli toplumlar yaratır ve yaşamlarımızın döngüsüyle hayatlarımıza devam ederiz…

Bade Saba

Aslen İzmirli ve Balıkesirli olup beş yaşında baleye başlamış, on sekiz yaşında belgelerini tamamlayıp balerin ve bale eğitmeni olmuş, çeşitli kurumlarda bale eğitimi vermektedir. Sosyoloji bölümünde okurken hobi olarak fotoğrafçılığa başlamış, mezuniyetinden sonra fotoğrafçılık ve kameramanlık bölümünü de bitirmiştir. Halen profesyonel olarak fotoğraf çekimleri yapmaktadır. Lisedeyken edebiyata olan ilgisini keşfeden yazarımız, denemelerle başladığı yazı hayatına, öykülerle devam etmektedir. Şimdilerde ise öyküleri çeşitli dergi ve fanzinlerde yayımlanmaktadır.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhabalar, ellerinize sağlık çok güzel bir öykü olmuş. Mitoloji bilginizi ve de sevginizi çok iyi ifade ederek hikayelemişsiniz. Tekrar tebrikler!! Benim de Otacı adlı öyküm “Pagan” temalı bölümde yayınlandı:))
    e-mail adresinizi gönderirseniz size bu konuda rastladığım çok özel eğitimleri gönderebilirim. Fotoğraflarınızı da görmeyi isterim, paylaştığınız herhangi bir yer varsa bana linkini gönderirseniz sevinirim.

    uganyelda@gmail.com benim adresim.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for yeldamehmetzeynep17

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *