Öykü

Son Kırk Sekiz Saat

Buz mavisi gözlerini kaçırmadan, İsveç çeliğinden yaptırdığı özel işlemeli bıçağı ile kızın narin boynunu kesti. Kuyruk sokumundan yükselerek, tüm bedenini kaplayan haz ile hafifçe titredi. Kan fışkırmasın diye cebinden çıkardığı mendil ile gırtlağına iyice bastırmıştı. Maun renkli yer karolarının üzerinde kanın ilerlemesini izledi. Sonra kafasını hızlıca çevirerek; Şebnem’in, daha önceki deneyimlerine binaen ölüm vaktinin geldiği anladı ve tam o an gözbebeklerindeki değişimini ilgiyle izledi. Nihayet son nefesini verirken, ani bir hareketle ayağa kalkıp savunmasız bedeni pür dikkat incelemeye başladı. Odanın etrafına bakıyor, kendi ekseninde ağır adımlarla dönüyordu. Sağ ayağını yavaşça zemine bastı ve durdu. Odada kesik kesik yükselen ses, kulak zarında yankılanmaya başlamış ve yüzündeki ifade şaşkınlıktan sevince dönüşmüştü. Sesi bir süre sonra daha net duymaya başladı.

Aynı şeyleri söylüyordu Şebnem: “Neredeyim? Kim o? Kimsiniz?”

Ağzı kulaklarında olan Tahir cevap vermekte gecikmedi: “Beni görüyor musun?”

“Evet, görüyorum ama kimsiniz?” diye fısıldadı, Şebnem.

Oysa Tahir, Şebnem’i göremiyordu. Sol eliyle kafasını kaşıdı, hâlâ bedeninde diye geçirdi içinden ve heyecanlı yüz ifadesiyle beraber şöyle dedi: “Sakince doğrul Şebnem!”

Şebnem söyleneni yaptı ve yavaşça doğruldu. Ayağa kalkıp yerde sırt üstü uzanmış bedenine bakıp dondu kaldı: “Ne oldu bana? Siz kimsiniz?”

* * *

Bu on yedinci hayalet miydi, yoksa on dokuzuncu mu? Bir an anımsamak da zorlandı; ama şu bir gerçek ki, her biri onun için ayrı bir haz ve heyecan kaynağıydı. İlk tanışma anı, iletişim kurmak için kafada kurulan cümleler, ardından naif ve etkileyici ses tonuyla zavallı kurbanın aklının çelinmesi, karşı tarafta güven sağlayan sıradan ve insana özgü tavırlar ve bir çok defa buluşma sonrasında yatakta biten uzun saatler, onun için vazgeçilmez bir ritüeldi. Kaç kişinin ruhunu bedeninden ayırdığını o an hatırlamasa da; istisnasız hepsi aynı şekilde ilk dakikalar hiçbir şey hatırlamıyordu. Bu belki de, bedenin ruhtan ayrılırken göstermiş olduğu bir yan etkiydi. Sinir ağlarıyla, ruhun aniden ayrılması bilincin geçici olarak kapanmasına neden oluyor diye düşünmüştü. Sonra her nasıl oluyorsa, kısa bir zaman zarfında hayalet tekrar hatırlamaya başlıyordu.

Bu konuda keskin bir süre olmadığını 36 yaşındaki Cahide Kutluhan’ın hayaletiyle fark etmişti. Onunla, Üsküdar Çavuşdere caddesindeki sinema salonunda romantik bir film matinesinin on beş dakikalık film arasında tanışmıştı. Maktul onunla tesadüfen karşılaştığını sanmıştı elbette; ancak Tahir onu on beş gün takip etmişti. Özel bir bankada müşteri temsilcisi olarak çalıştığını, yaklaşık dokuz cadde ötede bir apartmanın beşinci katında yalnız oturduğunu biliyordu.

Cahide, koyu bir Türk kahvesi için oturdukları kafede, el ele tutuştukları tiyatro gösterisinde onu kendine ait hissetmeye başlamıştı. O kadar mutluydu ki. Bir önceki sevgilisiyle iki yıllık sancılı bir süreç geçirmiş olsa da, Tahir ile gerçek aşkı bulduğunu düşünüyordu. Bu umut onun yaşama daha sıkı sarılmasına da neden olmuştu. Oysa çok geçmeden o sıkı sıkı sarıldığı hayat ellerinden kayıp gidecekti.

Tahir ise ne zaman onunla buluşmaya gittiyse yüzüne gülümserken, hayata geçireceği ölüm planını düşünüyordu. Nihayet tanışmalarının üzerinden bir ay geçmemişti ki: “sana bir sürprizim var!” diyerek o etkileyici ses tonuyla kadını aramış ve akşam sekiz gibi hazırlanmasını söylemişti. Ağva’da bir villa kiralamış ve bütün planlarını kafasında tasarlamıştı.

Sevinçten gözleri parlayan Cahide: Otomobile bindiği gibi önce sevgilisini öpmüş, daha sonra deliler gibi merak ettiği sürprizi sormuştu: “Nereye gidiyoruz aşkım!

Tahir ise, soğukkanlı bir şekilde: “Söylersem sürprizi kaçar!” diyerek geçiştirmişti. Aslında o an koltuk altında gizlediği bıçağı kadının boğazına sokmak istemişti, ancak kendine hakim olmuştu. Cahide’nin sorduğu sorunun altında ise evlilik umudu vardı. Her ne kadar daha yeni tanışmış olsa da, Tahir’in böyle bir teklifle gelmesi durumunda, hiç düşünmeden “Evet!” diyerek çığlık atıp kabul edeceğini içinden geçirmişti.

Cahide, genzinin yandığı hissederek uyandığında sabaha karşı 02:13’dü. Yatakta sırt üstü yatıyor ve kıpırdayamıyordu. En son hatırladığı, su içmek için kalkıp mutfağa doğru ilerlediği ve aniden boynunda hissettiği acıydı. Tahir ise hemen yanında ona bakıp gülümsüyordu. Cahide ona soru sormak istiyordu; ancak düşündüğü kelimeler, dudaklarında sadece bir kıpırtıya dönüşüyordu.

Bir süre sonra, Cahide’nin gözlerindeki korkuyla karışık merak, yerini süzülen gözyaşlarına bırakmıştı. Sol kolundaki saatin kronometre sayacını sıfırlamış ve kullanıma hazır hale getirmişti. Gittikçe yakınlaşıp alnına bir öpücük kondurdu ve boğazını yardı. Yatağın üstündeki şeffaf muşamba kanla dolmaya başlamış ve Cahide’nin gözlerine odaklanarak ölüm anı için beklemişti. Bir süre sonra sayacın tuşuna basarak yavaşça doğruldu ve yatağın önüne doğru ilerledi.

Cahide’nin kulağında yankılanan sesini duymaya başlaması takriben bir dakika sürmüştü. Beşinci dakikada Tahir’in ismiyle hitap etmesi onda şok etkisi yaratmıştı. Oysa ondan önceki kurbanın onu hatırlama süresi on yedi dakika kırk iki saniye sürmüştü. İçini yoğun bir karamsarlık kaplamış ve binlerce insan öldürse bile bunun nedenini anlayamayacağına ikna olmuştu. O bunları düşünürken, Cahide karşısında dikilip hakaretler ve küfürler savurup duruyordu. Bir hayalete sakinleş demek ne kadar garip olsa da, Tahir böyle bir telkinde bulundu.

“Sakinleş Cahide!” dedi Tahir. Sesine otoriter bir kalınlık vurgusu eklemişti. “Burada saatlerce bana küfür etsen bile, değişen bir şey olmayacak ve ayrıca fazla vaktimizde yok!

“Nasıl sakinleşebilirim şerefsiz herif! Sana inanmıştım, seninle güzel bir hayat kurmayı planlamıştım. Sen ise yalancı, adi bir katil çıktın!” diye bağırdı Cahide.

Tahir ise sırıtarak şöyle seslendi: “Yaşadığımız ilişkiyi çok boyutlu bir ayrılık olarak düşün!

Cahide ise çığlık ile karışık birçok küfür savurmuştu ona!

“Tam olarak kırk yedi saat, 32 dakika zamanımız kaldı. Sonrasında yok olup gideceğini hatırlatırım.”

“Nereye gideceğim!” diye sordu meraklı bir ifadeyle.

“İşte bende tam olarak onu merak ediyorum, şu ana kadar çok az bilgi edindim.

Kadının şeffaf yüzü o an daha da koyulaşmış gibiydi: “Ne gibi bilgiler?”

“Öncelikle, etrafında karanlık bir hâle oluşacak! Hareketlerin gitgide ağırlaşacak ve seni içine çekmeye başlayacak! Bu arada sesin de, gittikçe uzaklaşacak. Sonrası bende yok, ama önceki hayaletlerin anlattıkları var. Hepsi etraflarının bulanıklaşıp, piksel piksel silik bir hâl aldığını söyledi. Muhtemelen sana da böyle olacak. Ha bir de, hızlı bir şekilde boşluğa doğru yol alma durumu var. Sonra hâle kapanıyor!”

“Katlettiğin onca insanı, sırf bunları öğrenmek için mi öldürdün yani!” diyerek aşağılama ifadesi ile gözlerine baktı, Cahide.

“Bunu başka türlü nasıl öğrenebilirim sence?” diye çıkıştı, Tahir ve devam etti: “Bu bana verilmiş bir armağan ve elbet bir gün size ne olduğunu öğreneceğim!

“Öyle görünüyor ki, elinden bir şey gelmiyor Tahir!” dedi Cahide. Artık buna bir son vermelisin. Belki de intihar edip ne olduğunu kendin görmelisin.

Kafasını öne eğip, biraz düşündü Tahir ve tekrar ona bakıp şöyle dedi: “Evet bunu düşündüm ama buna cesaret edemedim bir türlü, elbette bir gün öleceğim ama bunu asla kendim yapmam.”

“O zaman benden de bir halt öğrenemeyeceksin!” dedi, onu ilk defa gülümserken görmüştü, bundan zevk alır gibiydi.

Cahide dediğini yapmıştı. Geriye kalan onca zamanda neredeyse hiç konuşmadı onunla, Tahir’e bazen sinirlenip küfür ettiği saniyeler hariç.

Sonra yine Tahir için o bilindik sahneler oluştu. Yavaşça beliren karanlık bir hâle ve içinde kaybolurken ona aşağılar bir ifadeyle gülümseyen Cahide’nin yüz hatları.

* * *

Her hayaletin mizacı farklıydı. On iki dakika otuz beş saniye sonra, Şebnem hatırlamaya başlamıştı ve oldukça garip bir şekilde sakin karşılamıştı katilini. Kayıtsız bir tavır takınmıştı duruma. Yardım etme fikrine de karşı çıkmamıştı Şebnem. Bir süre konuştuktan sonra Şebnem daha önce kimsenin sormadığı bir soru sordu ona:

“Sence bu yeteneği nasıl edindin?”

Tahir şaşkın bir ifadeyle: “On üç yaşımda, Annemin hayaletinin sesini duydum. Kendisi kalp krizi nedeniyle ölmüştü. Bu yeteneği doğuştan aldığımı düşünüyorum ama kesin bir bilgi yok!”

“Sence benim şu an bulunduğum yer, literatürdeki ‘Berzah’ olarak geçen yer mi?” dedi, Şebnem.

Şebnem’in soruları onu şaşırtıyor ama aynı zamanda ona saygı duymasını da sağlıyordu: “ Bu mümkün elbette, ama kesin bir bilgi yok. Belki de yok olarak çekildiğiniz yer diğer taraftır!”

* * *

Pencerenin kenarında iki kişi fısıltı ile konuştu: “Kimse yok evde, şu pencereyi elmasla kes hadi!”

Diğer kişi söyleneni yaptı ve camı kesip elini içeri sokarak pencere kolunu çevirdi. Peş peşe içeri girip siyah deri kanepenin yanında emekler konumda durdular.

“Sen salondaki eşyalara bak, bende yatak odasına doğru bakacağım.” dedi iri yarı olan.

Bir kaç gıcırtı duyan Tahir, dikkatini oraya yöneltti ve sessizce alt kata doğru ilerledi. Kınına soktuğu bıçağı eline almıştı.

İri yarı olan adam, doğruldu ve mutfağın oradaki duvara yaslanıp sessizce bekledi.

Tahir merdivende aşağı inip, mutfağa doğru yöneldi ve tam o anda iri yarı adam onun koluna vurdu ve bıçağını gövdesine doğru savurdu. Birbirleri ile boğuşarak salona kadar geldiler, her iki tarafta bütün güçlerini ortaya koyuyor ve bıçak hamlelerini savuşturuyordu. Ancak Tahir, adamın sol kolunu tutup, kaburgasına doğru bir hamle yaptı ve adamın ciğerine bıçağı saplayıp çevirdi. İçten gelen bir böğürme sesi duyuldu. Adam bir kaç hamle yapsa da nefesi kesilmiş bir şekilde yere doğru düştü. Adamın diğer arkadaşı ise ayakta dikilen Tahir’in boynuna kendi bıçağını saplayıp, daha fazla zarar versin diye aşağı doğru çekti. Tahir bu acı verici bıçak darbesine rağmen dönerek kanlı bıçağını sıska adamın çenesinin altına soktu. İki adamda orada öylece yığılıp kaldı. Nihayet hepsi son nefeslerini verince, ev kısa bir süre perili bir köşk cümbüşüne dönüştü. Kırk sekiz saat boyunca, bir birleri ile vakit geçirip, kendilerini bekleyen sonu tartışıp durdular.

* * *

Tahir uyandı ve kendini bir başka alemde buldu. Burası cennet mi yoksa cehennem mi olduğunu kestiremedi.

Önüne gelen bir varlık, ona şöyle seslendi: “Şu meşhur Tahir sensin demek ki!”

“Neler oluyor! Kimsin sen?” diye seslendi, Tahir.

Sekiz milyarda bir olan bir anomalisin sen!

“Anomali mi, nasıl yani?”

“Türünüz bir deney olarak yaratıldı. Sen ise diğerleri gibi bir sıradan insansın, sekiz milyarda bir denekte rastlanan bir durum. Herhangi bir yeteneğin yoktu, sıradan bir anomaliydin.” dedi varlık.

Önünde oluşan baloncuğu ilgiyle izledi Tahir ve karşısındaki varlığın sesi bilincinde yankılandı: “Bu sizin evreniniz!”

Benan Pastaci

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *