Aydan daha aydın bir güne günaydın. Üç futbol sahasından daha büyük bir gemide insanlar için yaptıkları, o da anca iki oda bir salon bir ev kadar olan, yaşam alanındaki odacıklardan en küçüğüne uyumamız için ranza koymuşlar! Burası bir öğrenci yurdu değil, uzay gemisi! Ve burada ranzalar var! Neden ranza? Neden şuraya yan yana iki yatak koyacak kadar boşluk bırakmadılar? Bu gemiyi yapan mühendisler gerçekten de bir futbol sahası büyüklüğündeki alanı uzaylılarla doldurabileceğimizi mi düşündüler? Hay ben onların akıllarına…
Canımız uydumuz Ay’dan birkaç küçük taş topladık, ki bu taşlar Neil Armstrong’un topladıklarından çok da farklı değiller. Kıpkızıl gezegenimiz Mars’ta da birkaç küçük mikroorganizma bulduk. Mikro, yahu mikro! Belki binlercesini akıllı telefonlardan daha küçük bir deney tüpüne sığdırdık. Mühendisler uzay bilgilerini Amerikan sinema filmlerinden öğrenmişler sanırım.
Metrelerce uzunlukta kuyruklarıyla, insan boyutunda dişleri olan yirmi sekiz gözlü canavarlar bekliyorlardı herhalde.
Bütün bulduklarımız ufak bir çantaya sığabildiği için haliyle başta kaptan olmak üzere mürettebatın çoğu daracık ranzalarda yatmak yerine yataklarını bu “uzaylı saklama, araştırma, inceleme ve kimbilirdahaneleryapma laboratuvarına” taşıdılar.
Burası aslında havalı isme sahip bir hapishane… Ne gariptir ki bir Orta Çağ zindanı da olsa, bir uzay gemisinde elektromanyetik parmaklıklarla yapılmış da olsa bir hapishane her zaman rutubetli oluyor. Tabi burada uzay rutubetinden söz ediyoruz.
Dünyamızdaki rutubet sizin verem olmanıza neden olabilir, zatürre edebilir, en azından sinüzitinizi azdırabilir fakat uzay rutubeti dediğimiz olay insanı gut yapıyor. Evet gut!
Gut bilinmediği üzere şöyle bir hastalıktır; hayvani proteinlerle, alkolle ya da şekerli maddelerle aldığınız ürik asidi vücudunuzdan atamadığınız zaman, bu ürik asitler eklem yerlerinizde kristalleşerek size korkunç acılar çektiriyor, eklemlerinizi oynatamıyor, oynatırsanız ağrıyan yerin vücudunuzdan kesilip atılmasını isteyecek kadar fena acı çekiyorsunuz. Uzay rutubeti dediğim aslında havadaki ürik asit zerrecikleri. Dünya havasındaki azot neyse uzay rutubetindeki ürik asit de o demek.
Nasıl yada nereden geminin içine nüfus etti bilmiyoruz, gezegenlerdeyken kıyafetlerimize yapışıp gelmiş bile olabilir, ama etkisi gerçekten ağır oldu. İlk olarak yataklarını hapishaneye taşıyanları vurdu bu hastalık. Havalandırma fitreleri sayesinde bolca pompalandığını düşündüğümüz ürik asit tamamen zemini kaplamış ve askerlikte banyodaki mantara bile ayağını değmemiş olan bizim kaptanın ve mürettebatın tüm vücuduna yayılmış. Uzayda oldukları için hijyen kurallarını unutmuş olan astronotlarımız da ürik asitli elleriyle yemişler, içmişler ve doya doya bu asitle doldurmuşlar vücutlarını.
Normalde ayak baş parmağında ortaya çıkan gut ilk önce kaptanımızda ortaya çıktı. Bir sabah hepimiz kaptanın çığlığıyla uyandık. Koşarak yanına gittiğimizde kendisini yatakta oturur ve ağlar vaziyette bulduk. Kalça ekleminden dizine, ayak bileği ekleminden ayak parmaklarına kadar tüm alt vücudunda kristalleşmiş ürik asit yüzünden korkunç vaziyetteydi. Eklemlerini hareket ettiremediği için kan akışının düzeni bozulmuş ve alt vücudu oldukça şişmişti. Doktorumuz hızlı bir muayene sonucu bunun gut atağı olduğunu söyledi. İnanamamıştık çünkü tüm öğünlerimiz biz uzaya çıkmadan defalarca kontrol edilmişti ve en sağlıklı öğünler bulunana kadar defalarca değiştirilmişti.
Uzaya çıkan bir gemiye kim, neden gut ilacı koysun? Kimse koymamıştı tabi ki. Radyoaktif sızıntıya karşı bile ilacımız vardı ama gut için yoktu. Kaptana biraz ağrı kesici verip, kendi kendine iyileşmesini beklemekten başka şansımız yoktu. Diğer gün uyandığımızdaysa her şey daha da kötüydü.
Ben dahil tüm mürettebatın vücudundaki neredeyse her eklem hareket edemez olmuştu. Konuşmaya çalıştığımızda bile acı çekiyorduk çünkü çene eklemimiz bile kristalleşen ürik asitler tarafından esir alınmıştı. Bu noktadan sonra işler çığırından çıktı.
On beş kişilik mürettebatın yarısı inatla hareket etmeye çalıştıkları için eklemlerine geri dönülmez hasarlar verdiler. Eklemler hasar görünce aynı bölgelerdeki sinirler de yıprandı ve mürettebattan yedisi geri dönülmez olarak felç kaldı.
Doktor ve mürettebattan iki kişi daha “ne olursa olsun” diyerek yiyeceklerimizden, içeceklerimizden ve havadan aldıkları örnekleri inceleyerek bu hastalığa daha önce anlattığım şeylerin neden olduğunu çözdüler ve onlar da bu kahramanca mücadeleleri sonucu felç kaldılar.
Kendimi zorlamadan, yattığım yerden düşünerek hiyerarşik olarak kaptanlık sırasının bana geldiğini fark ettim. Felç değildim ama hem acı çekmemek hem de eklemlerime daha fazla zarar vermemek için kıpırdamıyorum. Yalnızca çene eklemimi biraz zorlayarak mürettebata yeni kaptanın ben olduğumu haykırdım. Onaylama inlemelerini saydığım zaman yalnızca üç kişi kaldığımızı anladım.
Buradan tüm dünya devletlerine sesleniyorum; yedi yıl önce Türkiye, Adana’dan kalkan xkz0 Uzay Araştırma Gemisi’nin mürettebatından on iki kişi ağır gut atağı geçirerek felç kaldılar. Sekizinci Kaptan olarak neredeyse Satürn’e varmak üzere olduğumuzu bildiriyorum ve Allah rızası için bizi kurtarmanızı istiyorum!
Sesli mesaj kaydını kapat.
- Periler Ülkesinin Garip Çocukları - 1 Şubat 2024
- Âlem Dağ’da Var Bir Mikrop - 1 Temmuz 2022
- Arındım da Geldim - 1 Ağustos 2020
- Hurdalara Ne Oluyor? - 1 Eylül 2019
- Son Ucu Ölümlü Dünya - 1 Temmuz 2019
Merhaba Umut
Keyifli bir öyküydü. Eline sağlık. Üslubun da ayrıca güzel.
Sonraki seçkilerde görüşmek üzere.
Merhabalar.
Eğlenceli, güzel, farklı bir öykü. Samimi bir anlatım. O ortamı karakterle biraz daha gezmek isterdim ama fazla detay öykünün finaline ters düşerdi. Doğru olanı yapmışsınız.
Ellerinize sağlık, gelecek seçkilerde de görüşebilme umuduyla.
Farklı ve güzel bir öyküydü. Korku filmi gibi, okurken bir garip hissettim. Anlatımınız oldukça akıcı, finali de iyiydi.