Öykü

Arındım da Geldim

*The Purge hayran kurgu

Her şey The Purge, yani Arınma Gecesi’nin ülkemizde uygulanmasıyla başladı. Önce hepimiz itiraz ettik. İnsanı değerleri bir kenara bırakın bizim kültürümüzde, dinimizde yeri yok dedik. Fakat Amerika Birleşik Devletleri büyükelçisi konuyu o kadar ballandıra ballandıra anlatmıştı ki, kimse bizim itirazlarımızı dinlemedi. Biz dediğim, sanırım birkaç milyon kişiymiş çünkü konu hakkında yapılan referandum sonucunda geceyi onaylayanların oranı bir hayli yüksekti.

Temel olarak gece şu şekilde; dışarı çıkıyor ve önünüze gelene tecavüz edip öldürüyorsunuz. Yetkililer bu durumun insanın ilkel doğasına tamamen uyumlu olduğunu açıkladılar. Şükür sebebidir, dini herhangi bir referans bulamadılar ama konuşmaları o kadar ikna ediciydi ki, en dindar insanlar bile konuya sıcak baktılar.

Hiçbir dini veya milli bayrama denk gelmeyen bir gün belirlendi. Böylece dini ve milli değerlerimizi kutladığımız günler ile arasında herhangi bir bağ kurulamadı. Böylesi herkesi mutlu etmişti. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan propagandanın aksine bu gecenin özgürlük gibi saçma konularla ilgili olduğu açıklanmadı. Sadece hepimiz sinirliydik ve bu siniri tek bir gece doya doya ortaya saçmalıydık. Güçlü olan kazanmalı, güçsüz olan her zamankinden daha beter bir şekilde kaybetmeliydi.

O günlere dönüp baktığımda kimsenin az da olsa heyecanlanmış olmadığını söyleyemem. Hepimiz biraz heyecanlanmıştık. Gerçekten içimizde tatmin edilmeyi bekleyen ilkel dürtüler vardı. Patronumuza, ailemize, hükûmetimize, sokağa tükürenlere, yolda laf atanlara karşı inanılmaz bir öfke vardı içimizde. Hepimiz sokağa çıkacak, bizden daha zayıf olan herkesi öldürecek, içimizdeki tüm siniri boşaltacak ve huzurlu evlerimize dönecektik. En azından ben öyle düşünüyordum.

Çıldırmış birkaç yüz insan sokağa çıkar, birbirini öldürür, şanslıysak aralarında nefret ettiğimiz birileri de ölür, diye düşünüyorduk. İnsanlar en fazla bildikleri ama kanıtlayamadıkları sapıkları, terör örgütü sempatizanlarını, geçmişte canlarını gerçekten yakmış insanları öldürmek için plan kurmuş olabilirler. Makul sayılabilecek bir durum.

Öldürme kelimesini rahatça kullanıyorum çünkü bizim ülkemizde “arınma” saçmalığından hiç bahsedilmedi. Dediğim gibi insanlar yalnızca sinirliydiler ve sinirlerini bir şekilde dökmeliydiler. Ben de sinirliydim. Elbette gerçek anlamda sinirlendiğim insanların hepsi o gece ekstra önlemlerle beraber koruma altındaydılar. Ben de sinirimi başka insanlardan çıkarmaya karar verdim.

Yok edeceğim insanların hiçbiri tanıdığım insanlar olmayacaktı. O kadar da uzun boylu değil. Yıllardır tanıdığım bir insanı gözünün içine bakarak nasıl öldürebilirdim? En kötü insan bile bu konuda tereddüt yaşardı, yaşamalıydı. Yani, en azından ben öyle düşünüyordum.

Gece hakkında pek çok büyük bütçeli kamu spotu yayınlandı. Broşürler basıldı, internet videoları yayınlandı, tartışma programları yapıldı. Kısaca, gece hakkında kimsenin aklında en ufak bir soru işareti kalmayana kadar her şey defalarca anlatıldı. Anlamıştık.

Kesici ve delici alet konusunda herhangi bir sınır yoktu. Meyve bıçağı, av bıçağı, et satırı, samuray kılıcı, tornavida, balta gibi akla gelebilecek her türlü kesici ve delici alet serbestti. Bununla beraber nunçaku, muşta, Orta Çağ gürzü, sopa, tahta kaşık gibi akla gelebilecek her türlü saçma şey de serbestti. Bu konuda halkın hayal gücüne güveniyorlardı. Dilerseniz oyuncak bir bebekle bile bir insanı öldürebilirdiniz.

Ateşli silahlar konusunda halkın kafası biraz karışıktı. Çünkü ülkemizde otomatik silah satışı yoktu. Çözüm basit oldu. Yepyeni, gıcır gıcır silahlar ithal edildi ve bunlar kolluk kuvvetlerine dağıtıldı. Kolluk kuvvetlerine ait eski silah ve mühimmat yok pahasına halka satıldı. Bu kadar ucuza satılmasının nedeni her ekonomik sınıftan insanın kolayca silahlanmasını sağlamaktı. Öyle de oldu.

* * *

Gecenin orijinalinde bile olmayan bir fikrin bizim ülkemizde uygulanmasına karar verdiler. O gece, ülkenin dört bir yanındaki cezaevleri boşaltılacaktı. Tüm mahkumlar sokaklara salınacak ve bu gecede ıslah sürecinin bir parçası olarak tüm sinirlerini boşaltacaklardı. Tabi şöyle bir kural vardı; serbest suç saatinin bitiminden bir saat önce tüm mahkumlar cezaevlerine teslim olacak yoksa o bir saat içinde teslim olmamış tüm mahkumlar öldürülecekti.

O kadar mahkumu bir saat içinde bulup nasıl yok edeceklerdi? Çözüm basit oldu. Yepyeni, gıcır gıcır elektronik kelepçeler ithal edildi. Bu elektronik kelepçeler mahkumlar salınmadan önce her birinin ayak bileğine takılacaktı. İnanılmaz bir teknolojiydi, çıkarmak imkânsızdı. Eğer mahkum doğru saatte cezaevine teslim olmazsa bu kelepçede bulunan küçük bir şırınga uzaktan kontrol edilen bir sistem ile mahkumun bileğine saplanacak ve onu birkaç dakika içinde öldürecekti. Elbette şırınga içinde bulunan kimyasal madde de ithaldi.

Mahkumların içi bu konuda rahattı, hepsi zamanında teslim olacaklarını düşünüyorlardı. Bizim de içimiz bu konuda rahattı, başıbozuk suçlular bir gecede yok edilecek, devlete ve millete verdikleri zararın bedelini ödeyeceklerdi. Sadece mahkumlar değil, içinde insan öldürme dürtüsü bulunan tüm kişiler bir şekilde ölecekti. O gece, böyle bir gece olacaktı. Fakat hesaba katmadığımız bir şey vardı; içinde öldürme dürtüsü olan insan sayısı düşündüğümüzden çok daha fazlaydı.

* * *

Sonunda o gece geldi. Tüm televizyonlardan, radyolardan, yerel yönetim hoparlörlerinden anons yapıldı. Hadi bakalım, herkes sinirini atsın dendi. Ben de hazırdım, ben de sinirimi atacaktım. Elimde çok fazla silah yoktu. Ateşli silah zaten almamıştım. O kadar büyük çaplı bir olayın içine girmek istemiyordum. Bir sopam ve kâğıdı bile kolayca kesecek kadar keskin bir satırım vardı. Anonsla beraber silahlarımı aldım ve yüzüme bir bandana bağlayarak sokağa çıktım.

Yüzüme bandana bağlamamın nedeni utanç değildi. Yüzümde böyle bir şey varken çok daha havalı hissediyordum. Kıyafetlerim de ona göreydi. Yıllardır Amerika sinemasında gördüğüm havalı tiplerden biri gibi görünmek istiyordum, hepsi bu.

Dışarı çıktığım zaman sağır edici bir sessizlikle karşılaştım. Sokakta hiç kimse yoktu. Zaten çok fazla insan olmasını beklemiyordum ama birkaç tane hıyar mutlaka çıkacaktı ve ben de sinirimi atacaktım. Sokakta bir ileri bir geri dolanmaya başladım. Bir saat geçti. Ortada kimse yoktu. Biraz pislik yapıp bağırmaya başladım. Çok ağır küfürler ediyor, insanları tahrik edip sokağa çıkmalarını sağlamaya çalışıyordum. Bir saat daha geçti, kimse dışarı çıkmıyordu.

Kimsenin dışarı çıkmamasını anlarım ama hiçbir yerden ses de gelmiyordu. Evlerin ışıkları bile sönmüştü. Biraz bozulmuştum. Neden böyle bir fırsattan kimse yararlanmıyordu? Çık ve dilediğini yap! Yıllardır aradığımız özgürlük bu değil miydi? Sanırım benim dışımda pek kimsenin böyle bir hayali yokmuş. Bir saat daha geçti. Evime döndüm.

Televizyonu açtım. Televizyonda da sokakların boş olduğu gösteriliyordu. Yahu bir tane bile mi insan çıkmaz? Madem kimse bu gece dışarı çıkıp birilerini öldürmeyecekti, neden referandumda herkes bu geceyi onayladı? Madem sokaklar cehenneme dönmeyecekti, madem cennet gibi ülkeydik, neden böyle bir gece olsun istediler? İyice sinirlendim ve uyumaya karar verdim, yapılacak başka bir şey yoktu.

* * *

Sabah 10 gibi uyandım. Sinirim geçmişti. Yüzümü yıkadım, rahatlatıcı bir tuvalet seansı geçirdim, bir kahve koydum, bir sigara yaktım ve televizyonu açtım. O an, insanların neden bu geceyi evde geçirmek istediklerini anladım.

Televizyondaki muhabirler ülkenin neredeyse tamamında hane nüfusunun yarısının o gece hayatını kaybettiğini anlatıyorlardı. Çöp torbası gibi kapıların önüne bırakılan cesetler seçim sonuçlarından bile hızlı sayılmış, kimlik tespiti yapılmıştı. İnsanlar en yakınlarını öldürmüşlerdi.

Ailenin engelli bireyleri, bulaşık yıkamayan ev arkadaşları, eve hayrı dokunmayan babalar, dedikoducu anneler, işsiz evlatlar, yaşlı dedeler, yatalak nineler, misafirliği bir türlü bitmek bilmeyen uzak akrabalar, yavruyken alınmış ama artık sevilmeyen evcil hayvanlar öldürülmüştü. Aslında mutlu görünen ne kadar yuva varsa kan gölüne dönmüştü. Mahkumlar bile evlerine gidip birkaç akraba öldürdükten sonra cezaevine geri dönmüşlerdi.

Sonuç korkunçtu. Ülkemdeki ilk ve son Arınma Gecesi bu oldu. Sanırım bu sonuç yetkilileri bile korkutmuştu. Cehenneme döneceği düşünülen sokaklar cennet bahçeleri gibi görünmüştü o gece. Sokakları cennete benzeyen ama her hanesi bir cehennem olan ülkem, meğer korkunç bir arafmış.

Umut Yakar

Ben Umut. Gençliğinin baharında Bukowski okumaya başlamış ve hayatını enteresanlaştırmış bir yazar, ara sıra da şairim.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *