Öykü

Kovuktaki Gizler

Pinaceae (Çamgiller) yerkürede geniş orman yayılımı gösteren; iğne yapraklı, kışın yapraklarını dökmeyen bir familyadır. Abies (göknar), Cedrus (sedir) ve Pinus (çam) familyada yer alan cinsler arasındadır. Abies alba (Ak göknar), Pinus nigra (Kara çam), Pinus brutia (Kızıl çam) ve Pinus sylvestris (Sarı çam) Pinaceae familyasına ait türlerden dördüdür.

* * *

Kimsin sen?

Tekinsiz bir soruydu zihninde yankılanan. Karşısında biri olsaydı belki her şey yolunda olabilirdi. Fakat en basit tabirle, bireysel bir kaosun ortasında kalmıştı. Uyandığı ev ona ait değildi. Yattığı yatak çok sert, nevresimlerse gereğinden fazla renkliydi. Huzursuz eden detaylar bunlarla da bitmemekteydi. Duvarlar yok mu duvarlar! Kirin pasın içindeydi.

Yatağın içinde doğruldu. Karşısında bir ayna vardı: Yansımanın sahibi… O muydu sahiden?

Kimsin sen?

Israrlı bir soruydu derinlerinde yankılanan. Sifonun sesini duydu birden. Evde bir başkası daha olmalıydı. Sere serpe uzanmıştı kadın, üstü başı dağınık. Toparlanmaya çalıştı; huzursuzluk tüm hücrelerini ele geçirdi. Kapının kıyısında orta yaşlarında biri belirdi. Enerjik bir tavrı vardı; sanki bakışlarında şimşekler dolanmaktaydı.

“Kalksan mı artık Nigra? Geç kalacağız bak. Suçu direk üzerine atarım bilesin. Alba’nın hışmına uğramak ya da uğramamak işte bütün mesele bu.”

Çekiniyor beriki, adını öğrendi ya garip geliyor. Kara: bu kadar demek… Ya Ak olan kim?

Kimsin sen?

Sorunun şiddeti artmaktaydı sürekli. Evdeki diğer kadınla konuşmayı diledi. Fakat o başka bir odaya geçmişti çoktan. Durdurmak ve sarsmak istedi onu. “Kim bu Nigra? Neden bir şey anımsamıyor?” diyecekti fırsatı olsa. Olmadı elbet. Ayağa kalktı. Boyu epey kısa. Yadırgadı diğer her şey gibi bunu da. Sanrıydı tüm gördükleri; kesinleşti içinde bu gerçek. Kabullendi başına gelecek olan kaotik olayları peşinen.

“Nigra! Oyalanma artık. Giyin hadi. Sylvestris’e güveniyorsan şayet en son gelir o. Sanki bilmiyorsun. Ah ne sever şov yapmayı… Tüm işi bize hallettir sonra devasa ordularınla göz boya. Hayır, aynı statüde yer alıyoruz sonuçta. İş tanımımız da eşti hani? Hatta inanır mısın başlangıçta bana verdiler onun görevini de ben istemedim. Göstermelik bir pozisyondan ötesi değil ki yaptığı. Eylem yok; safi söz ve gösteri…”

İş arkadaşı olduklarını da algılıyor Nigra. Kadının adını da öğrenebilse çaktırmadan her şey nasıl güzel olacak… Dolapların kapakları açılıp kapanmakta sırayla. Şaşkınca kendisini izlemekte olduğunu gören kadın dibinde bitiverdi sonra. Kısacık kızıl saçlarına takıldı Nigra’nın bakışları. Büyüyen yeşil gözlerine kitlendi. Karşıdaki kadın elini başına koyup söylendi.

“Ah Nigra, yine mi? İsmimi bile hatırlamıyorsun değil mi? Gerçekten bıktım bu durumdan. Ne yapacağız böyle? Brutia ben, hatırladın mı bu ismi?”

Başını olumsuz anlamda salladı Nigra. Daha kendini tanıyamazken aynada, nasıl anımsasındı kadını? Gözlerinden yaşlar boşandı anlamsızca. Karşısındaki sinirle volta atmaya başladı. Elleri sürekli havalanıp hareket etse de bir türlü eşlik edemedi kelimeler onlara. Uçmak için kanat çırpan bir tavuğu andırmaktaydı.

Kimim ben?” dedi Nigra hıçkırıkları arasında. Bir başkası olsa sarılarak sakinleştirirdi kadını. Ama Brutia daima sert biri olmuştu. Tesellinin, kabullenmek olduğunu savunurdu. Kabullerle vakit kaybetmek yerine savaşmalıydı oysa kişi. En azından Brutia’nın fikriyatı bu yönde sabitlenmişti.

“Alba’yla konuşacağım gerçekten artık. Yüzyıl etkisi seni darmaduman ediyor. Keza beni de etkiliyor bu durum. Hatta hepimizi mahvediyor. Sıçramalar konusunda biraz daha tutarlı davranabilirler. En azından şu hale gelmezsin sürekli.”

“Seni anlamıyorum gerçekten. Ne olur biraz daha açık konuş. Sadece kendi kendine söyleniyorsun.”

Brutia dimdik dikildi karşısına. Ondan bir hayli uzundu. Keskin yüz hatları öfkeyle gerilmişti. Uzun koridorun ortasında kalakalmışlardı. Nigra korkuyla ağlamaya devam etmekteydi.

“Ağlamayı kes artık. Ajitasyonu kesmen gerek; drama kraliçesi tavırlarını da bırak. Hiç böyle biri de değilsin ki inan aklım kesmiyor bu haline. Son dönemlerde her şey niye elimde patlıyor bir bilsem. Herkes işini düzgün yapsa bunlar olmayacak. Her neyse anlatacağım her şeyi. Tecrübelerime göre geç kavrayacaksın ama ne yapalım. Gel, şuraya otur şimdi. İyi dinle beni.”

Evin salonuna geçmişlerdi. Duvarlarda ikisine de ait olmayan birçok fotoğraf vardı. Etraflarını saran bu yabancı insan selini görünce Nigra istemsizce gerildi tekrardan. Hırsız falandılar belki de? Sıçramalar dediği şey bu muydu acaba? Ya da katil de olabilirlerdi. Ardından Brutia konuşmaya başladı. Kafasındaki tüm kaçık senaryoları sıfırlayan bir hikâye anlatmaktaydı ona.

“Dünya daima kendini tüketmeye mahkûm bir gezegendi. Bu sebeple en büyük özlemi ve açlığı yok oluş oldu. Ve zaman, sonsuz olasılığa parçalanan sonsuz alternatif Dünya oluşturdu. İşte işler burada karışıyor… Bizlerse Dünya’ya, arzuladığı kıyameti getiren ekibiz. Bir başka tabirle bu yaşamın kendisinin mahşer yeri olduğunu hatırlatmakla sorumluyuz. Birçok farklı şekilde anılıyoruz. Şu anki zaman-mekân diliminde bizlere Mahşerin Dört Atlısı derler mesela. Rüzgarın kolcuları, Kıyamet pusulası, Mevsim neferleri, Mısra uyakları takma adlarımızdan sadece birkaç tanesi…”

“Hiçbir şey anlamadım dersem beni boğar mısın? Boğacaksın gibi hissediyorum da.”

Nigra tüm alıklığıyla Brutia’ya bakmaktaydı. Kadın eliyle geçiştirdi bu soruyu. Boğmak istediği kişi sadece Nigra değildi. Her görevi üstüne yıkıp sonra kendisiyle övünen ekip arkadaşlarınaydı güttüğü kinin devasa bir parçası. Sonsuzluğun içinde, işe yaramazlar sürüsüyle hapsolmuştu.

“Bak arkadaşım iyi dinle. Dört kişilik bir çalışma grubuyuz. Olayımız ne peki? Mahşeri yaşatmak daha doğrusu anımsatmak… Alba haberci olarak ortalarda gezinir. Bendeniz Brutia savaşlar benden sorulur, işim hiç bitmez. Sen Nigra, salgın hastalıklardan açlıktan kıtlıktan sorumlusun. Ve Sylvestris ölümün kendisi olarak geçer. Aslında bizim üzerimizden geçinir; yan gelir yatar haspam. Bizler görevine sadık çalışanlarız; Dünya’nın farklı alternatiflerine gidiyoruz. Anlayacağın sonsuza kadar devam eden bir iştir bizimkisi. Sylvestris’in gelişiyle Dünya dengeye kavuşur. Mahşer aslında bir nevi düzen sağlama aracıdır. Epey ulvi bir görev bu yaptığımız. Sonra başka bir akışa geçeriz. Ne olur biraz olsun anlamaya çalış.”

“Deniyorum gerçekten. Ama anlattıkların çok saçma değil mi sence de? Kendini benim yerime koy bir saniyeliğine. Hepsi deli saçması bu aktardıklarının.”

Brutia kükreyen bir sesle konuştu bu sefer. Nigra’ysa tamamen paniklemişti. Ağlamak yerine yüksek oktavdan kahkahalar savurmaya başlamıştı.

“Neden bu saçma halde olduğunu anlatmaya çalışayım mı biraz da? Eskiden gittiğimiz devirlerin çoğunda senin görevin veba, cüzzam gibi fiziksel belirteçleri olan kesin ölüme varan hastalıklarla uğraşmaktı. Çok basit; ortaya bir mikrop veya virüs salar takılırdın. Alan mutlu satan mutlu senin anlayacağın… Sonra zihin sağlığına saldırmaya karar verdin. Geldiğimiz bu devirlerde moda olan hastalıkla alakalı olarak bu haldesin. Lanet olasıca depresyon ve onun getirileri! Hepsi Alba’yla kurduğunuz muhteşem planın sonucu. Tebrikler! Pinaceae artık faydasızlar topluluğu; kendi mahşerimizi yaşıyoruz adeta. Sanırsın her şey sorunsuz gidiyordu. Daha kendi düzenimizi oturtamıyoruz şimdi dertlerimize bak.”

Nigra ansızın sustu. Son açıklamalarla zihninde birçok şey yankılanmaya başlamıştı. Alba ile konuşmalarını anımsadı birden. Brutia’nın şiddetli karşı çıkışlarını, Sylvestris’in ölümlerin yavaş ve işlevsiz oluşundan şikâyet edişini… Anımsadı kim olduğunu. Kilit kelimeyi bulmuştu Brutia. Mahşerin Dört Atlısına, Nigra’nın vermiş olduğu isimdi bu. Yaşam ağacının familyası: Pinaceae…

Tavırları keskin bir değişime uğradı. Birkaç dakika evvel çılgın kahkahalar atarken gerilen suratında sakin fakat ciddi bir ifade belirdi. Brutia rahatlar bir şekilde nefesini verdi. Bu konuşmayı altı kere yapmışlardı daha önce. En sonunda Nigra’yı tamamen kaybedeceğinden korkmaktaydı. Salgın hastalık anlayışlarının mutsuzluk olması Brutia için manasızdı. Garip bir deneydi Alba ve Nigra’nın yaptığı. Haklıydı kadın, işler sarpa sarmaktaydı uzun zamandır.

“Ah Brutia! Gerçekten üzgünüm. Buna maruz kalmaman için bir çözüm bulacağım gerçekten. Ki sanıyorum kilit kelimeyi tespit etmiş olabilirsin fark etmeden. Pinaceae… Hatırlamamı sağladı. Neden bilmiyorum gerçi ama Hayat Ağacı’nın her evrene teması olmasıyla alakalı sanıyorum ki.”

“Gerçekten hala bunu sürdürmeye niyetli oluşunu anlamıyorum! Ne saçma eğlence araçların var Nigra! Daha öncesinde veba etkilerini yaşamıyordun. Şu an büyük bir işe karıştığınızı sadece bunu düşünerek bile anlayabilirsin. Hatta bana kalırsa sadece seni etkileyen bir sorun da değil bu. Alba’nın verdiği mesajlar yerine ulaşmıyor. Mutsuzluk elemden bir duvar örüyor bireylerin etrafına. Deli miyiz biz? Niye işimizi baltalıyoruz?”

Brutia hızla koltuğa çöküp bıkkınca gerindi. Bu deneyin belki de tek faydası kendineydi. İnsanlar savaşacak bir şeyler arayışına düşmekteydi içlerini kemiren boşluk duygusuyla. Depresif ataklarla gelişen haset, kin, imrenme gibi insani duygular Brutia’nın işlerini epey kolaylaştırmaktaydı. Nigra dünyanın tüm kaygıları sırtına binmişçesine adımladı odayı birkaç kere.

Güç tutkusuydu her birini başlangıçtan çok öteye sürükleyen. Alışma dönemi süresince nasıl da mutlulardı. Sonra ne olduysa herkes en değerli olanın kendisi olduğundan dem vurmaya başlamıştı. İlk zamanlar kimse dillendirmese de fikirlerini artık çekinceleri yoktu fazla. Bıkkınlığın artması ve yıpranma payıyla ağız dolusu konuşuyorlardı ya da surat sallıyorlardı.

Hayat Ağacı’nın derinlerinde kendine ait olan bölmede huzur bulurdu Nigra. Oraya sıkışıp sonsuza kadar uyumak istedi o an. Ağacın kökleri evrenin her zerresine temas ederken onun sunduğu düşlere harman olurdu tüm bedensizliğiyle. Hayat Ağacı evrene dallanıp budaklanırken zamandaki her kırılmaya şahitlik ederdi. Nitekim Pinaceae ekibi de onun sindirdiği, gördüğü, işittiği ne varsa bilirdi. Bilmedikleri şeyse vakitlerinin artık dolduğuydu. Sırra kadem basmaya pek az zaman kalmıştı…

Mahşer’in Dört Atlısı dense de adlarına aslında ölçülemeyecek boyutlarda, büyüyle aşılanmış bir çam türevinin kovuğunda yaşayan hiç yaşlanmayacak gezgin kadınlardı onlar. Acımasızlıkları mecburi, düzeni korumaksa hayatiydi. Nigra ve Alba’nın ölüm ve kıyımın yılgınlığıyla ürettiği bu yeni metot; Brutia’ya göre her birini tehlikeye atmaktaydı. Nigra da bunu kabul etti etmesine ama yine de şanlı bir zafer beklerken aniden yere çakılmayı kabullenememekteydi. Kendine ya da diğerlerine ettiğine bakma gereksinimi yoktu.

“Son kez Brutia, söz veriyorum. Bir başka bedende uyandığımda böyle olmayacak bu sefer önlemi alacağım. Kılıcını alabilir miyim?”

Brutia daima üzerinde taşıdığı kılıcı zihninin köhnelerinden çıkarıp uzattı Nigra’ya. Her biri onlara ait özel nesnelerini bu şekilde taşırdı. Alba için bir yay, Nigra için bir terazi ve Sylvestris için bir orak… Kelimelerin tesirini okumaya çalışmaktaydı. Ardından Nigra ortadan kayboldu ve Brutia yabancı bir evrende tek başına kalakaldı. Kılıcının da onunla gittiğini fark edince kafası karıştı. İşleri geciktirmekten öte her şeyi baltalayacağına dair derin bir kaygıyla oturmaya devam etti. Kılıcını neden ona vermişti ki? Absürt bir güven anlayışı vardı. İlk defa savunmasız hissetti benliğini.

Ezelden beri kimsenin verdiği savaşa karışmayan bu kadın tepkisizliğe sığındı. Verilen savaşların özgünlüğünü savunmaktı ona düşen. Her daim bir sebep bulunurdu; bireyselliğin en doğal getirisiydi bu. Ve elbet dünya savaşları toplumsallık kisvesine bürünen bireysel çıkarlardan öte değildi. Güç dedikleri halüsinasyonun çevresinde sahnelenirdi tüm kurgular. Kılıcını vermeseydi keşke yine de; sürgün edileceğini nereden bilsindi işte…

* * *

Yek bir ağaçtan olma ormana adım attı Nigra. Beklenmedik bir anın yolcusu olarak gelmişti oraya. Hıçkırıkları duydu evvela. Anlamlandıramadı olanı. Sonsuza uzamakla yükümlü dalların arasından kıvrılarak yürümeye başladı. Köklere ulaşması epey vakit alacaktı. Kozmostan toprak pudra yumuşaklığında ve çamur sıcaklığında bir öpücük kondurdu zihnine. İyi hissetmeliydi; ama… Kılıç her adımında ağırlaşmaktaydı. Ağlayış da…

Yürüdü sekerek. Ağlama seslerine mi gitmeliydi yoksa yoluna mı devam etmeliydi? Kimdi bu kederin sahibesi? Oysa hepsi yerküreye varmıştı çoktan. Belki de bu dört bölmeli koca yürek ağacın kendisiydi gözyaşlarının sesi. Bu fikirle endişeye kesti bedeni. Takıldı bir dala düşüverdi oracığa. Her yanına bulaştı yerdeki zaman kırıntıları. Tiksintiyle öğürdü sonra. Ayağa kalkıp üzerindeki tükenmişlerin riyakar yalanlarını silkti. Az kalsın kılıcın üzerine düşeceğini fark edince daha temkinli yol almaya çalıştı.

Düşüşü onu köklere ve kovukların olduğu yere yaklaştırmıştı. Heybetli bir ağaç gibi gözüken bu ağaç her bölmesinde farklı görünürdü bakan göze. Olabildiğine bir ağaç ve alabildiğine yaşam: Ne varsa yaşamağa sığan ağacın koynunda usulca dinlenirdi. Birçoğunun rüyalarına girip onlara seslenirdi. Kim bilsin karşılarındaki Hayat Ağacı’nın kendisi. Saf enerjiden yoğrulmuş tohumunu bile kendi ekmişti.

Karaçamın dingin kokusunu soludu. Eve gelmişti. Hıçkırıklar da kuvvetlenmişti. Ne olduğuna bakacaktı elbet. Fakat çok az vakti kalmıştı, içeri girdi telaşla. Devasa bir evi andıran kovuktan hızlıca çıktı sonra. Burası olmazdı. Gereğinden fazla karmaşıktı ve geleceğe yazacağı notu okuyamama ihtimali yüksekti. Hala bir geleceği olduğuna inanmaktaydı ne yazık ki.

Kovuğun girişine geldi tekrar. Geçebilmek için başını hafifçe eğdiği kısım! İşte oraya yazacaktı. Elleri titremeye başlamıştı ağırlıktan. Kılıcı sabit tutamadı. Neden almıştı bunu yanına sahi? Bir çakı değildi ya; kocaman kılıçtı. Kendine anlam veremedi. Brutia’yı öylece bırakıp gelmek de şimdi garip gelmekteydi. Olsundu biraz da o güçsüz hissetsindi. Hep bağıran taraf olmak kolaydı.

Nigra epey zorlansa da; canını ne kadar yaktığını hayal dahi edemese de başına sonradan gelecekleri bile isteye kazıdı sihirli ismi: Pinaceae… Dinlenmek için elini ağacın gövdesine dayadı. Elinin altında başka harflerin olduğunu fark etti. Ona ait olan bu kovukta kim ne yazmış hiç bilemedi. Okuma fırsatı bulamadan hıçkırıkların sahibini gördü. Sylvestris’i tanıyınca kılıcı bırakıp yanına koştu.

“Ne yaptığını sanıyorsun?”

“Ah sana zarar vermiş olamam? Benim yüzümden mi bu haldesin?”

“Hayır, sadece yapmam gerekeni yapıyordum. Yas tutmak. Ama her şeyi mahvettin Nigra. Yaşayan ölüler yarattınız ve yas bitmek bilmiyor. Muhteşem terazinde bir tart bakalım ne çıkacak karşına. Burada olmaman gerekiyordu. Ona zarar vermemen gerekiyordu. Bizi mahvettin.”

Haklı mıydı Sylvestris? Hepsinin hataları olmalıydı, tek suçlu sahiden Nigra mıydı? Geri kalan her şey bir anda vuku oldu. Orağını ona doğru savurdu kadın. Normal şartlarda döngüye girmeseler; enerjilerin birbirine zarar veremeyeceği bedensizlikte ışık patlamaları olarak gözükecek bu savaşta o an kan arzulanmaktaydı. Nigra kovuğuna doğru kaçtı. Girişin önüne düşen kılıca sarıldı. Sylvestris çıldırmış gibi saldırmaktaydı.

“Sylvestris dur! Delirdin mi sen? Tamam, bir daha tekrarlamayız gerekirse ne olur dur. Ne zaman bu hale geldik biz? Çok saçma bir şeyler dönüyor görmüyor musun?”

Hayat Ağacı’na sırtını verip orağın havalanışını izledi. O sırada aralarından bir ok geçti. Alba’ydı bu, o da gelmişti. Nigra Alba’nın onu koruyacağını düşünmüştü kısacık bir an. Lakin mahşeri bir kaosa düşmüşlerdi artık. Güçsüzlüğünü fırsat bilmiş kendi aralarında kapışmaktalardı. Sanki onu öldürmek için yarışmaktalardı. Sebebini algılayamadı daima haklı penceresinde dikilenler…

Alba ve Sylvestris birbirine düştüğü sırada Dünya’ya gitmeye çalıştı. Bir şekilde döngüyü sona erdirirse bu durumu bitirebilirdi. Fakat geçiş yapamamaktaydı. Brutia burada olsa başına bir şey gelmezdi belki. Fikrinden de emin olamadı… Onlarla iletişimlerinin kopmasına sebebiyet verense elinde tuttuğu kılıcı ondan almış olmasıydı.

Hayat Ağacı’nın sessiz ve acımasız kahkahalarını işitir gibi oldu. Kendi karmaşalarına gömüldükleri bu anlarda Brutia’nın içinde bulunduğu zaman-mekandaki Dünya bambaşka felaketlerle boğuşmaktaydı:

“Son dakika haberleriyle sizinleyiz! Beklenen kıyamet sonunda gerçekleşti.”

İki satırlık bu açıklamayı hiç unutmadı Brutia. Ne beklediğini bilmeyen bu insan yığınının sadece %5’lik dilimi hayatta kalmıştı. Herkesin cezası kendineydi. Fani bir ömre ve yıkılmış bir dünyaya hapsolmuştu. Belki de dengenin yitimine şahitlik etmesi için sağ bırakmıştı Hayat Ağacı onu. Diğerlerinden haber almadı bir daha ama ölümden daha beter sonlara vardıklarını düşündü sonrasında. Çok da takılmadı bu detaya. En nihayetinde yaşama şansı verilmişti ona en azından.

Yıllar sonra aklında kalan en yoğun duygu haksızlıktı. İş tanımında bunların hiçbiri yazmamaktaydı. Sözleşmeler dikkatli okunmalıydı; anlamıştı bunu. Geç olsa da… Kılıcı kayıp savaşçı, yıkık dünyanın taştan duvarlarında dolanadursun başka evrenlere varan bambaşka bir dörtlü kovuklarına çoktan taşınmıştı. Tıpkı diğerleri gibi ilk olduklarını sanarak ve mahşeri anladıklarına inanarak…

Oysa Hayat Ağacı gücün boyunduruğuna giren ne varsa mahşeri onla buluşturmakla yükümlüydü. Her daim unutulup giden bu adalet güdüsüydü.

* * *

Moraceae (Dutgiller) süt borusu ihtiva eden odunlu ve nadiren otsu bitkiler içeren bir familyadır. Ficus (incir) ve Morus (dut) familyada yer alan cinsler arasındadır. Morus alba (Beyaz dut), Morus nigra (Karadut), Morus rubra (Kırmızı/Mor dut) ve Ficus carica (İncir) Moraceae familyasına ait türlerden dördüdür.

Mahşer doğanın ebedi döngüsüdür.

Ezgi Özbek

1992 Bursa doğumluyum, çocukluğum Samsun’da geçti. 2015 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldum. Bir ilaç firmasında çalışıyorum. Konuşmaya başladığım andan itibaren bitmek bilmez hikâyelerimle etrafımdakileri yormayı, yazmayı öğrendiğim vakit bıraktım. Daha az konuşmadım elbet lakin her daim yazdım. Uzun soluklu kurguların yanı sıra öykü yazmaktan ve yayınlamaktan da keyif almaktayım. Yazmaktan öte vurgun olduğum eylemse okumak. Bambaşka dünyaların kapılarında dolanıp durmaktan bıkacağımı zannetmiyorum. Araştırma ve öğrenme temelli yaklaşımımın yazdıklarıma ve okuduklarıma tesir ettiğini ummaktayım.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba Ezgi,

    Öncelikle ilk ve son paragrafın öyküye etkileyici bir hava kattığını belirtmeliyim. Açıklamalar, isimler öyküyü daha gerçekçi kılmış.

    Anlatım oldukça akıcıydı. Biraz daha betimleme olabilirdi. Kurguyu beğendim, farklı bakış açısı yakışmış hikayeye. Sadece şeye takıldım. Nigra’ nın denediği yol sorunlara yol açmış. Bunun sebebini ve sonuçlarını daha ayrıntılı okumak isterdim. Sonda verilen mesaj dikkat çekiciydi, hikayenin kilit noktası olmuş. Okuduğuma memnun oldum. Kalemine sağlık. :slight_smile:

  2. Merhabalar,

    Dünya’daki familya sayısı kadar dönme şansı olan bir kurgu yolu açtı ilk paragraftaki yaklaşım sanıyorum.

    Betimleme benim kör noktam sanıyorum ki. Ya çok fazla olduğu için okura bir şey bırakmıyorum ya da yapmıyorum. Umarım bir gün ortayı yakalarız.

    Nigra’nın denemesi; sonuçları, ya da başka bir evrende Brutia’nın yaklaşımları sorunları hepsi yazılabilir gelmekte. Kurgu kendini genişleten bir yapıya sahipti. Öyküyü bitirdiğimde bunu bir gün daha genişletilmiş bir halde yazabileceğime inanarak noktayı koydum.

    Çok çok teşekkür ederim :slight_smile:

  3. Gerçekten de genişletilmeye çok müsait bir kurguydu. Her şey merak uyandırabilir. :slight_smile:

  4. Avatar for Elif Elif says:

    Merhaba,

    Temaya zenginlik katan bir öykü olmuş. Açıklamalarla da bilgilendim. Ben de Duygu gibi bazı sebep-sonuç eklemelerine hayır demem. Keyifli bir gece okuması oldu. Genişlemiş kurgusuyla da okumak isterim. Eline sağlık. ^^

  5. Merhabalar,

    Güzel bir güne başlangıç oldu benim için de :slight_smile: Kurgu genişlemek mecburiyetinde artık. Bir yakınımla bu konuda iddiaya tutuştuk :smiley: Eylül gibi başlarım diye planlıyorum; buraya da koyarım belki :slight_smile:

    Çok teşekkür ederim!

    İlhamla kalın :slight_smile:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

2 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for gayekcelik Avatar for maviadige Avatar for zencefilos Avatar for Elif