Kafatasımın içinde dönüp duran tıslamayı yadsımamaya karar vererek, başımı ellerimin arasına aldım ve hızla salladım. Tenimden süzülen sıvının tanıdık tadı, dudaklarıma aktı. Dilimle onu yakalayıp, biraz daha ağzımda geveledim. Yanılmamıştım, kandı…
Sonra üşüdüğümü, derimin kuru gözeneklerinden sızan rüzgârın, iliklerime değdiğini hissettim. Gözkapaklarımı kaldırdım. Beton zeminde, yırtılmış derimden sızan kanların arasında, çırılçıplak, kimsesiz uzanıyordum. Titreyen bedenimi sakinleştirmeye çabalayarak ve görünmez pupamı kuşanarak, cenin pozisyonu aldım. Sonra onları fark ettim… Etrafımı çevreleyen izleri. Bir resmin ortasındaydım. Kıpkırmızı, pıhtılaşmış boya ile çizilmiş bir resim. Zar zor ayağa kalkıp, üzerimden süzülen kanı silkeledim. Bakışlarım etraftaki boşluğu gezindi. Hiçlikte gibiydim. Neredeydim?
Yavaşça, bulunduğum yeri geri geri adımladım. İşte o zaman yerdeki resim şekillendi. Benim kanımla çizilmiş bir vajinaydı bu. Ölümüm, doğumumla aynıydı. Kanlı, çıplak ve bir vajinanın tam ortasında…
Gözlerim resimde asılı kalırken, bir çığlık duydum. Boş duvarlara çarpıp, bana dönen ve kemiklerime kadar işleyen bir ses. Sonra boğazımın acısını ve gırtlağımı yakan tükürüğümü sezdim. Kulaklarıma değen ses benimdi. Ellerimi hızla ağzıma götürüp, kendi çığlığımı susturdum. Dudak aralığımdan çıkamayan korkumu, gözlerim devraldı. Ağlıyordum. Bağırırcasına ağlıyordum.
Olduğum yere çöktüm. Kabuk tutmaya yüz tutan derimdeki izlere ve onları yeniden ıslatan yeni kesiklerime baktım. Beni kaç kez, kaç yerden yaralamıştı? Kaç kez bayıltıp, şimdi neden kendime gelmemi sağlamıştı? Ve en önemlisi ben onun peşindeyken, o beni nasıl avlamıştı?
Hatırlamak zorundaydım. En son ne yaptığımı, onun perdelenmiş ağına nasıl takıldığımı bulmak zorundaydım. Gözyaşlarımı susturup, odada süzülen sisi, oksijen yerine içime çektim. Yutağım yeniden acıdı, delice öksürdüm. Kanayan yaralarım, her öksürükte daha da çok sızladı. Yeniden nefeslenip gözlerimi kapattım. En son ne yaptığımı düşünmeye çabalayarak, geriye kalan gereksiz tüm anıları silkeledim. Birkaç dakika sonra, zihnimde o ana döndüm. Oradaydım. Onu bulacağımı bildiğim yerde… Sinema salonunda ve en arka sırada.
İlk matineydi ve salonda sadece üç kişiydik. Film akıyordu. Başımı çevirip makinist odasına baktım. Işık gözlerimi aldığında, hızla önüme döndüm. Bir işaret bekliyordum. Onun buralarda olduğuna dair bir işaret. Salondaki kişilerin yüzlerine baktım. Geçkin bir adam ve genç bir kadın vardı. Birkaç dakika sonra, adam yerinden kalkıp kadının yanına oturdu. O olabilir miydi? Korkuyla yerimde kıpırdandım. Kadın, adamın yanağına masum bir öpücük bırakınca, kaygımdan sıyrıldım. Muhtemelen gizli bir ilişkiye kılıf bulmaya çalışan iki kişiden fazlası değillerdi. Peki o zaman “O” neredeydi?
Bildiğim tek şey, bunu daha önce iki kez, başka şekillerde gerçekleştirmiş olduğuydu. Rastgele seçtiği insanlar, onun tuzağına düşmüş ve kendilerini bir vajinanın ortasında, ölümlerine doğarken bulmuşlardı.
İki ölüm yerinde de birer işaret vardı. İlk gördüğümde, günlerce uğraşmış; ancak kalemin arkasını kemirmekten fazlasını yapamamıştım. Son cinayetinde ise, şifreyi polisten önce ben çözmüştüm ve böyle bir şansı kaçırmak istemiyordum. Gazeteciliği on yıldır yapan ve sivrilmek için her yolu denemiş; ancak hep tökezlemiş benim gibi bir kadın için bulunmaz bir fırsattı.
Ellerimi başımın arasına biraz daha sıkıştırıp, kendimi salladım. Sonra ne olmuştu? Kopmuş parçaları birbirine eklemeye çalışarak, aklımın odalarında süzülen şifreyi hatırladım. “M1S5İP-8” yazıyordu. “İlk matine, Salon 5, İstinye Park, ayın 8’i…” Öngördüğüm buydu. Emin değildim. Ancak olağanüstü bir şey olursa emin olacaktım.
“Vajinana dön!”
Hoparlörden sızarak, boş ve soğuk odaya dağılan sese kulak kabarttım. Hatırlamaya çalıştığım her şey tuzla buz olup, eklediğim her parça birbirinden ayrıldı. Ben doğrulmaya çalışırken yineledi.
“Kalk ve vajinana dön! Yoksa damarların yeniden özgür kalacak ve sen daha çok kırmızıya bulanacaksın!”
Korkuyla titredim. Yanımda değildi; ama sesinin pis nefesi, enseme çarpıyordu. Her şekilde beni öldürecekti. Bunu anlamak için, etrafıma bakmam yeterliydi. Garip bir öz güven kuşanıp, yere uzandım ve en yüksek sesimle bağırdım. “Gel ve bulunduğum yere yenisini çiz! Kalkmıyorum!”
Sevimsiz bir kahkaha attı ve hemen ardından “Emin misin?” dedi. “Biraz önce bağıran, ağlayan sen değil miydin?”
Söylediklerimden pişman olup, ilk bulunduğum yere dönmek istedim; ama anlamsızca devam ettim. “Seni görmek istiyorum! Eğer bir yüzün varsa!”
Ses yavaşça kesildi. Gittiğini hatta sanırım korktuğunu düşündüm. Etrafa bakmaya, bir çıkış yolu aramaya başladım. Tavan çok yüksekti. Ulaşmam imkansızdı. Duvarlar devasa boyuttaydı. Küçük bir pencere ve içeri sızan kısık ışık dışında hiçbir şey yoktu. Peki, buranın girişi neresiydi?
Demir kapının sesini duyduğumda, istemsizce ellerimle bedenimi kapattım. Çırılçıplak olmak, sanki beni, onun karşısında daha savunmasız bir hâle getiriyordu. Anlamsızdı.
Biraz ilerde, demir kapağı yerden kaldırıp içeri girdi. Demek ki, gizli, yatay bir kapı vardı. Eğer ondan kurtulursam, bunu unutmamam gerekiyordu.
Adımları hızlandı ve birkaç saniye sonra, yanıbaşımdaydı. Yüzünü kaplayan sakalını sıvazladı. Kumral yüzünü gevşetip güldü. Elindeki çantayı yere koyup, fermuarını açtı. Cılız ses, odaya doldu. Korkudan nefes alamıyordum. Artık demir kapıyı unutabilirim diye düşündüm, nasıl olsa birazdan öleceğim.
Çantadan çıkarttığı önlüğü alıp, boynundan geçirdi. Önlük, kan içindeydi. Kasap bıçağını bir kılıç gibi kınından çekerek dudaklarını birleştirdi, boğuk bir ıslık çaldı ve bileylemeye başladı.
Nefes alamıyordum. Gözlerimi gözlerine dikip meydan okudum, kudurmuş yabani bir hayvan gibi, dişlerini gösterdi. Ağzının pis kokusu genzime doldu.
“Biraz önce çok cesurdun,” dedi “Umarım korkudan altına kaçırmazsın. Resmim bozulsun istemiyorum!”
Aynı cesaret kılıfını giyinip konuşmaya devam ettim. “Senin çizdiğin resim orada, ben artık onun içinde değilim.”
Biraz öncekinden daha gür ve çirkin bir kahkaha attı. Şeytani bakışları gözlerime çarparken, burnunu çekip, tısladı. “Sen sadece küçük bir parçaya bakmışsın. Resim ondan çok daha büyük. Aslında… Bir insan bedeninin içindesin.”
Korkuyla bakışlarımı etrafta dolaştırdım. Elleri, ayakları, gövdesi ve kafası çizilen bir bedenin ortasında olduğumu şaşkınlıkla anladım. “Ama…” dedim.
Bileylediği bıçağı dişlerinin arasında gezdirip, burnunu çekti. “Ama önceki cesetler böyle değildi diye düşünüyorsun değil mi?” Birkaç saniye durup, başını salladı. “Ya da polisler senden bu ayrıntıyı gizlemiş olabilir mi diye kıvranıyorsun… Ama başka bir düşünce de iliklerine işliyor. Ya ben o katil değilsem? Ya ben onun cinayetlerini kopyalayan ve daha…” Dudaklarını diliyle ıslatıp, bakışlarını bedenimde gezdirdi. “Daha kötü şeyler yapmayı düşünen bir caniysem…”
Titriyordum. Kollarımı kendime biraz daha dolayıp, bedenimden sıyrılan bakışlarını yakaladım. “Sen O’sun! Belki yöntemini değiştirdin, belki de benim polislere güvenmediğim gibi onlar da bana karşı tam bir teslimiyet içinde değillerdir. Ama sen, kesinlikle O’sun. Ve bence yeteri kadar canisin!”
Bıçağı, yatay şekilde iki eliyle tutup, hızla yere bıraktı. Çelik yüzeyin sesi kulaklarımı tırmalayarak dağıldı. Boşta kalan ellerini birleştirip, çirkin dişlerini yeniden gösterdi. “Sen benim için özelsin!” Yere eğilip, soğuk parmaklarının dış yüzeyini tenimde gezdirdi. “Sen benim kim olduğumu bilen, benim kim olduğunu bildiğim ilk kurbansın.” Gözlerini kapatıp, ellerini bacak arama kaydırdı. Dudaklarının arasından inlemeyle karışık bir ses çıktı. “Ve bana karşı gelemeyecek kadar savunmasızsın.”
Bacaklarımı sıkı sıkıya kapatıp doğrulmaya çabaladım. Derisi kurumuş avuçiçi ile ayak bileğimi yakaladı. “Nereye?”
Biraz önce içinden çıktığım, kendi kanımla resmedilmiş vajinayı gösterdim. “Beni ilk bıraktığın yere gidiyorum.”
Parmaklarını gevşetip beni bıraktı. Vücudumdan sızan ve yere damlayan kanların bıraktığı izlere bakarak söylediğim yere gittim. Ardımdan yükselen sesi ile kendime geldim. “Neden o odaya girdin? Neden çağrımı cevaplayan sen oldun? Bir kurbana dönüşeceğini bilmiyor muydun?”
Soğuk bir ter damlası, sırtımı yararak kalçalarıma aktı. Bu doğru muydu? O beni çağırmış, ben de gitmiş miydim?
Beyin duvarımı delen bir çınlama, ardından kısık cümleler duydum. “Filmi birlikte oynatmaya ne dersiniz? Aranızdan birinin bana katılmasını istiyorum…” Sinema salonunda yankılanan o ses, yeniden kulaklarıma dolmuştu. Onun yanına gitmeyi, kurbana dönüşmeyi ben mi seçmiştim? Hatırlamaya çalışarak gözlerimi sıkıca yumdum. Yerimden kalktığımı, makinistin yanına giden yolu sakince adımladığımı hatırladım. Ve onu gördüğüm anı… Bir katille ilk kez yüzyüze gelmiyordum. Ancak elleri kelepçelenmemiş, polislerin arasında yürümeyen bir katili ilk defa görüyordum. Oturduğu yerden kalkıp, kendi sandalyesini bana bırakmıştı. Elleri omuzlarımda dolaşırken, ikimiz de birbirimizin sıfatlarını biliyorduk. Yerimden kalkmak için delice bir istek duyduğumu; ama yapmadığımı şimdi hatırlıyordum. O an, dudaklarını kulağıma dayayıp fısıldadığı cümle, beynimi yakarak yeniden aklıma kazındı. “Hoşgeldin. Öleceğin yeri görmek ister misin?”
Vajina hapishanemin içinden, hışımla dönüp ona baktım. “Beni nasıl avladın? Neden sana teslim oldum?”
Ellerini iki yana açtı. “Seni tanıyorum Öykü… Adını, yaptığın haberleri, polislerin peşinde çürüyen gençliğini biliyorum. Sen bu haberi istedin. Sonu ölüm bile olsa, bu haberin merkezinde olmak istedin! Ben hiçbir şey yapmadım. Sen, o sinemadan çıkıp, buraya, kendi ayaklarınla geldin!”
Beynime dolan düşünceleri tam anlamıyla hatırlamak için gözlerimi kapattım. Birlikte arabaya bindiğimizi, bu izbe binanın sisli havasını soluduğumuzu hatırladım. Ben gerçekten bu kadar kendimi kaybetmiş olabilir miydim?
Kendi kendime sorduğum soruyu anlamışçasına başını salladı ve yerdeki bıçağı yeniden eline aldı. Eğildiği yerden kalkıp, yüzündeki tüm kasları gevşetti ve gülümsedi. “Bana ne diyorlar? Polisler beni nasıl adlandırıyor?”
Olduğum yere çökerek, titreyen bedenime sıkıca sarıldım. “Kasap…” dedim “Sen onlar için Kasap’sın.”
Bıçağın sivri ucunu sırtımın kıvrımlarında gezdirip, keskin bir kahkaha attı. “Ben Ressam’ı tercih ederdim.”
Bıçağın geçtiği yüzeylerden akan kanı hissederek irkildim. Ölümümü görmek istemiyordum. “Beni uyut,” dedim “Ya da çarçabuk öldür!”
“Şişt! Merak etme…” Sesinin tonu cılızlaşıp, sakinleşti. “Vajina dışındaki hiçbir şey senin kanın değil. Diğerleri boya… Çok fazla kanın akmadı, eğer beni dinlersen çok da akmayacak…”
Omzumun üzerinden ona baktım. “Bu ne demek?”
“Şimdi seni giydireceğim. Bembeyaz… Vücudundaki kırmızılık elbiseni lekeleyecek… Doğal bir resim gibi, muazzam bir manzara.” Dudaklarını ısırıp, gözlerini kıstı. “Senden bir uzvunu seçmeni isteyeceğim. Elin, ayağın ya da kulağın… Ve belki onu senden ayıracağım. Sonra…” İçinde bulunduğum beden resminin kafatasını gösterdi. “Tam oradaki kapıdan çıkacaksın. Yani, bu resmin beynine giden kapıyı aralayacaksın. Ama özgürlüğünün karşılığında, benim için bir şey yapacaksın. Polislere bırakmadan, beni onların anlattıkları ile dillendirmeden, gördüklerinle yazacaksın. Bir kurban olarak anlatacaksın.”
Korku dolu bakışlarımı ondan uzaklaştırıp, kendi üzerimde gezindirdim. Yaşamak için, hangi uzvumdan vazgeçecektim?
Kaygımı anlayıp devam etti. “Hadi Öykü! İstediğin bu değil miydi? Parıldamak için bir şans veriyorum sana, beni de parıldatman için.” Yere eğilip kirli dudaklarının arasına dudaklarımı aldı. Ağzının leş kokusu ve tükürüğünün iğreti tadı, midemi kaldırdı. “Benim bir sanatçı olduğumu göster onlara.”
Elimi göğüslerimden çekip, sol kulağımı tuttum. “Sanırım ondan vazgeçeceğim.”
Kulağıma sokulup fısıldadı. “Henüz geçmeyeceksin. Ama belki benimle sevişebilirsin.”
Başımı iki yana salladım. Gülümseyerek doğruldu. Biraz önce bıçağı çıkarttığı çantanın orta gözünden, beyaz bir elbise alıp bana uzattı. “Giy!”
Korkuyla doğruldum. Elbiseyi bedenimden aşağı bırakarak, onun söylediği gibi lekelenen yüzeyini izledim. Islık çalarak, dudaklarını ısırdı.
“Çok güzelsin!”
“Peki şimdi…” dedim, “Ne yapacaksın?”
“Git ve yaz! Ama yine gel! Sonraki cinayetimden sonra, seni burada bekliyor olacağım. Daha çok bilgi alman ve birbirimizi yeniden görmemiz için!”
Ardıma bakmadan koşmaya başladım. Demir kapının önüne geldiğimde yeniden konuştu. “Unutma! Senin bedeninde bana ait bir parça var ve beni dinlemezsen canını çok yakarak, onu senden alacağım.”
Kapıyı kaldırıp, ahşap merdivenleri hızla indim. Elbise, kanımla kirlenirken, sokağa ulaştım. Ve sonra koştum… Nereye gittiğimi bilmeden, hızla koştum. Kanım kuruyana, nefesim kesilene kadar koştum. Gözlerimdeki karaltıyı farkettiğimde, bedenimdeki güç çekildi. Caddedin ortasına yığılırken, insanların meraklı bakışlarını üzerimde hissettim. Ve sonra keskin bir karanlık gördüm. Beynimde aynı ses yeniden yankılanırken, gözlerim kapandı. “Senin bedeninde bana ait bir parça var…”
* * *
Hastane odasının titreşen ışığına bakarak uyandım. Kasap’ın davasına bakan polis memurları başucumdaydı. Bakışları yaralarımda dolaşırken doğruldum. Uyandığımı fark edip gözlerini kaçırdılar.
Yaşlı ve gözlüklü olan memur, derin bir nefes alarak ayağa kalktı. “İyi misiniz?”
Başımı sallayıp, yüzlerinde gezindim. “Onu buldunuz mu?”
Daha genç olanı, işaret parmağıyla yara izlerimi gösterip, burnundan soludu. “Bunları size Kasap mı yaptı?”
Dudaklarımı ısırıp tebessüm ettim. “Ona Ressam demenizi tercih ediyor.”
Son konuşan memur, kaşlarını kaldırıp devam etti. “Bunu bize söylemeniz için mi sizi öldürmedi?”
“Bilmiyorum. Belki de benden hoşlandı.”
Yaşlı olan, gözlüklerini çıkarıp, yüzünü bana biraz daha yaklaştırdı. “Tam şu an, başka birilerini öldürüyor olabilir. Bize yardımcı olmaya başlar mısınız artık?”
Nefesimi tutarak, devrilen bakışlarımı ona çevirdim. “Bana sadece vajinadan bahsetmiştiniz, bir de şifreden. Ancak o büyük bir insan vücudunun içinde tutuyor kurbanlarını. Neden bu bilgi benden gizlendi?”
“Sadece katilin ve polislerin bildiği şeyler olmalı Öykü Hanım!” diyerek tısladı. Ağzından sızan tükürükler, odaya saçıldı. “Siz ne hakla bize hesap soruyorsunuz?”
Diğer memur, onu omzundan tutup yavaşça geri çekti. “Gazeteci olarak değil, kurban olarak buradasınız Öykü Hanım, lütfen hepimiz bunu hatırlayalım.” İkimiz de başımızla onaylayınca devam etti. “Kurbanlarını birkaç gün, rahim olarak resmettiği yerde sakladığını, cenin şeklinde bağladığını ve vajina üzerine bırakarak son darbeyi vurduğunu düşünüyoruz. Siz uyandığınızda nerdeydiniz?”
Başımı iki yana salladım. “Son söylediğiniz yerde. Rahime benzer bir şey göremedim.”
Ellerini birbirine çarptı. “Kaçtınız mı, yoksa o mu sizi bıraktı?”
“O bıraktı.”
“Sizi rahimde hiç büyütmedi öyle değil mi?”
Sessizce onayladım, konuşmaya devam etti.
“Çünkü sizi öldürmeyi hiç düşünmedi. Siz onun için, ölüme büyüyecek bir cenin değil, vajinadan sızan bir kürtaj olacaktınız. Peki neden bunu yaptı?”
Yutkunmaya çalıştım. Ellerini şakaklarına götürüp devam etti. “Çünkü sizi tanıyordu. Ve siz tanınacağınızı bilerek, çözdüğünüz şifrenin yolunu izlediniz.” Dilini ısırdı. “Çözdünüz öyle değil mi?”
“Ben…”
“Siz! İyi bir haber için, burnunuzu herhangi bir deliğe sokmaktan çekinmeyecek bir insansınız! Siz bizden, davanın polisinden bilgi sakladınız!”
“Siz de benden!” dedim, “Hiçbirimiz masum sayılmayız!”
“Artık bizden haber alamayacaksınız! Sizinle ilişiğimiz kesildi!”
Telefon çalınca, komodinin üzerine uzanıp aldım. Arayan, gazetedeki patronumdu. Ekrana dokunup, sesi hoparlöre verdim. “Söyle şef!”
“Tebrikler Öykü! Sabah teslim ettiğin yazı, hani şu Kasap’la ilgili olan, günün en çok okunan haberleri arasında yerini aldı. İnsanlar, kurbandan dinlemeyi seviyor. Adın hafızalara kazındı. Tebrikler Öykü! Tebrikler kızım!”
Genç memur, telefonu elimden çekerek, kızgınlıktan damarları belirginleşen yüzünü, yüzüme dayadı. “Sen ne zaman uyanıp yazdın bu yazıyı? Sorgulanmadan bu fırsatı kaçırmamak istedin değil mi? İnan bana, bu işin en leşisin!”
Bu kez onun telefonu çaldı. Hızla benden uzaklaşıp, telefonu kulaklarına götürdü. “Yeni bir ceset mi?” diye mırıldandı. Diğer memura kapıyı göstererek odadan çıktı.
Ben ise, elimi sol kulağıma götürüp, hâlâ bedenimdeki varlığını okşadım. Gülümseyerek, yerimden doğruldum. Hastane önlüğümden sıyrılıp, kanlı; ancak boyalı duran beyaz elbisemi giydim. Şimdi dosdoğru, o beton binaya gidiyordum. Yeni bilgileri almaya ve gazeteciliğimi köpürtmeye gidiyordum.
Korkunun tadı dudaklarıma dolarken, boynumu çevirip kıtlattım. Polislerin dediği gibi, ben onun kürtajıydım ve beni bir kez daha, aynı yolculuğa çıkarması imkansızdı.
Çıplak ayaklarıma aldırmadan, soğuk hastane koridorunda yürüdüm. Şef’imden ilk kez duyduğum “Bravo” yu düşündüm. Ve kendi kendime mırıldandım. “Bravo Öykü, bravo kızım!”
- Histeri - 1 Temmuz 2020
- Kozmos’un Gölgeleri - 1 Mayıs 2020
- Viyolog - 1 Nisan 2020
- Kökler ve Dallar - 1 Şubat 2020
- Aynadaki Yolcular – Son - 1 Aralık 2019
Sonunda üye olmaya fırsat buldum arkadaşım Tüm öykülerini okuyorum ve hepsi eşsiz güzeller. Bu da diğerleri kadar etkileyiciydi. Tebrikler canım
Canım Seni buralarda görmek sürpriz oldu. Hoşgeldin. Teşekkür ederim canım benim.
tek kelime ile mükemmel keşke devamı olsa kesinlikle bu öykünün devamı gelmeliiiii
Canım benim çok teşekkürler yorumladığı için💓 Bence de biraz yarım kaldı, ilk uygun temada devam edeceğim😍
Merhaba,
Temayı oldukça değişik kullanmışsınız. Bu hoşuma gitti. Gerçekten farklı bir kullanım olmuş. Polisiye çok tercih etmesem de izlemeyi çok severim. Yine de alışılagelmiş bir gizem aramıyor değilim. Giz hissi daha fazla olsaydı, bazı yerlerde anlatılmak istenen tam olarak betimlenseydi çok daha güzel olurdu. Belki sözcük sınırlaması sebebiyle öykü bana sıkışmışlık hissi verdi. Diyaloglar çarçabuk geçmiş gibi. O kadar geniş bir konu seçmişsiniz ki insanlar bu konudan koca bir kitap çıkartıyor. Belki de bu yüzden ben dar alandaymış hissine kapıldım. Kasabın psikolojisini, muhabirin azmini, polislerin öfkesini, halkın merakı ve gerilimini dolu dolu okumak istedim. Ama dediğim gibi bunlar benim alışılagelmiş okuma deneyimlerine göre beklentilerim. Yine de genişletilmeyi hak eden bir konu. Yaratıcı bakış açınız ise takdire şayan. Kaleminize sağlık.