Öykü

Asimetrik Baba İzi

Usulca soyundu. Usulca klozete oturdu. Usulca bacak bacak üstüne attı ve usulca kusmaya başladı. Hem de ağdadan yeni çıkmış, hafif kızarmış ve ishal olunmak için yenilen yağlarla yağlanmış bacaklarının üstüne.

Kusarken “Usulca” kelimesinden tiksindiğini fark etti. Hatta tiksintisi poposunu silmeden klozetten kalkması kadar erotik boyuttaydı. Bu yüzden midesi daha fazla bulandı ve daha fazla kusmaya başladı.

Ama sonuçta dünyada vücuduna ağda yaptırdıktan sonra kusan tek insan o olamazdı. Bu yüzden biraz rahatladı. Fakat o olmasın istiyordu. Özel ve biricik olmak istiyordu. Tek ve eşsiz olmak. Tabii böyle bir ihtimal sadece bazı tarikat mensubu insanların kendi zihinlerinden geçirdikleri fikirlerle yükselip göklere çıkabilirdi. Onun dışında istediği şey herhangi bir kör kuyunun içerisindeki bulutların varlığı kadar imkânsızdı.

Zaten o da birkaç parça daha kustuktan sonra klozetin üstünden kalkmaya karar verdi. İşemediği ve sıçmadığı için poposunu silmek gibi bir girişimde bulunmadı. Ama kalkarken sağ kolunu klozetin sağ tarafında bulunan duşa kabinin kapısına çarptı. Ve cam kapı çatladı. Kolu da kanamaya başladı. Eğer çırılçıplak bedeni kusmuk olmasaydı ve sadece kolu kanasaydı bütün o yağlı bedenine rağmen muhtemelen kendini yatağa atıverirdi.

Ama işte kusmukluydu. İğrenç kokuyordu. Ve temiz olması gerekiyordu. O da duşa kabinin kapısının camı çatlak olmasına rağmen yıkanmaya karar verdi. Sonra da gidip yattı.

* * *

Ertesi gün, ertesi gün olduğunun farkına vararak uyandı. Kahvaltı niyetine tırnaklarına oje sürdü ve penceresini açıp havaya bakmak yerine oje kokusuyla eski sevgilisini hatırlamak istedi. Onunla sırf vizelerden yüksek not almak için sabahın köründe kalkıp oje kokusunu içlerine çektikleri günleri hatırladı. Aslında bu yaptıkları eylem sadece bir totemdi ve çoğu zaman işe yarıyordu.

Biraz daha eski sevgilisini hatırlamaya çalıştıktan sonra bedeninin hâlâ çırılçıplak olduğunu fark etti. Ve kendini kötü hissetti. Kendini çenesinin altındaki kılları bile alamayacak kadar fakir hissetti. Kendini karşısına çıkan bütün uçurumlardan aşağıya atan bir adet karınca gibi hissetti. Kendini kapanan her kulak deliğini açmaya çalışan bütün iğnelerin, evlenmeyi bekleyen kırmızı kuşaklı kız kardeşleri gibi hissetti.

Sırf bunlar yüzünden oturduğu yerinden kalktı. Aklına kıyafetlerinin banyoda olduğu geldi. O da hemen banyoya koştu ve ilk başta külotunu sonra sutyenini sonra da kazak ve pantolonunu üzerine geçirdi. Kıyafetleri yağlıydı. İç çamaşırları da öyle.

Ama o bunu umursamadı. Sadece kıyafetlerini giydikten sonra kendini kızartılmayı bekleyen bir adet tavuk kanadı gibi hissetti. Hem de vegan insanlara yiyecek olarak hazırlanmış gibiydi. Birileri onun bu halini görse o anda sahip olduğu çorbasal duygu mastürbasyonunu protesto edebilirdi. Ama o sakin oldu. Ve kafasını sağa çevirdi.

Kırık duşa kabin kapısıyla karşılaştı. Yapılması gerekli mi? Yo, kırık olsa da olur. Ama yapılacaktı. Çünkü öyle istedi. Çünkü sağlamlık istedi. Çünkü tanımadığı birinin evine gelmesini istedi.

Ardından bir duşa kabinci çağırabilmek için telefonunu bulmaya karar verdi. Sırf bu sebepten evin içindeki bütün tapınakları tavaf etti ve sonunda eline telefonunu alabildi. Google, beyninin bile tahmin edemediği ip cambazları tarafından açıldı ve parmakları da maskaralık yapmaya başladı.

Sonu sıfır beşle biten bir telefon numarasını buldu ve aradı. Sonrada duşa kabininin camının değişmesi gerektiğini söyledi. Karşı tarafta hemen evin adresini istedi ve bu işi halledebileceğini söyledi.

* * *

Telefon konuşmasından sonra elektrikler gitti. Hava aydınlıktı ama adam geldiğinde otomatı açamayacağı için binanın dış kapısına indi. Ve kapıyı açıp, aralık bıraktı. Sonra yukarı çıkıp uykuyu bekleyen sözcükler gibi adamın gelmesini bekledi.

Adam, var olmasını istemediği hesaplarına göre bir saat sonra geldi. Hemen banyoya gitti. Aletlerini çıkardı ve ilk başta duşa kabininin ölçülerini aldı. Sonra çatlak camı duşa kabininin kapısından yavaşça -ama “Usulca” değil. Gerçi “Yavaşça ”da mide bulandırıcı.- çıkardı. Ardından ölçülerin standart olduğunu ve arabasında bu ölçülerde cam bulundurduğu eğer istenirse onlardan birini getirip değiştirebileceğini söyledi ve söylediği şey kabul edildi.

Adam arabasına indi sonra camla beraber geri döndü. -Cam ufak bir şey değildi tabii. Sadece asansör vardı.- Ve yine bizimkinin var olmasını istemediği hesaplarına göre adam camı iki saatte değiştirdi. İşini bitirdikten sonra kaplumbağa kabuğunu bir yanlışlık yüzünden taşıyan bir adet kurbağa gibi çok yorulduğunu ve bir bardak su istediğini söyledi.

Kız da mutfağa gidip, bulaşık makinesinden temiz bardak çıkardıktan sonra büyük potansiyelli ama küçük boyutta bir gürültü duydu. Cam kırılmasına benzer ama hafif can kırılma sesleriyle karamelize edilmiş bir gürültü.

Üstelik bu lezzet banyodan geliyordu. O da hemen oraya koştu. Ve adamı; elindeki uzun, metal ama sarı bir aletle cam kırıklarına yarenlik ederken yakaladı. Sonra ona:

– “Noldu”

-“Bir şey yok. Camı kırdım.”

-“Neden?”

-“Çünkü bunu yapmam gerekiyordu.”

-“Neden ama?”

-“Bilmemen gereken bir neden yüzünden.”

-“O zaman neden bilmemem gereken bir nedenin var olduğunu söyleyip beni meraka düşürdünüz? Canım istedi ya da psikolojim bozuk diye yalan da uydurabilirdiniz. Ama sizin niyetiniz beni meraka düşürmek. Neden böyle bir şey yaptınız?”

-“Evet, merak etmeni istedim. Ölmeden önce bir kadının benim yaptığım eylem yüzünden meraka düşmesini, hatta kafasının karışmasını istedim.”

-“İntihar öncesi ego tatmini yani? Lütfen evimden gider misiniz?”

-“Ego tatmini değil. Sadece son arzulardan biri ve tabii ki evinizden giderim.” dedi. Sonra da eşyalarını toplayıp gitmek için kapıya doğru yöneldi.

Adam gittikten sonra bizimki tabii durmadı. Hemen vestiyerden çantasını ve ayakkabılarını alıp adamın peşine takıldı.

Adamın arabasıyla bir yerlere gideceğini düşünüyordu. Ama adam arabaya falan binmedi. Sadece dümdüz yürümeye başladı. Sonrasında da bir kavşaktan karşıya geçerken yaşlı bir kadına yardım etti. Fakat yolun karşısına geçtikten sonra kadını sırtından itekledi.

İki adım attı ve arkasına dönüp kadına, “Yapmam gerekiyordu.” deyiverdi. Kadın şaşırdı ama o da yoluna devam etti.

Tabii bütün bunlar bizim vegan yemeğinin merakının dozunu arttırdı. Adamı takip etmeye devam etti. Ve nostaljik şarkıları siyasi olayların arkasına koyan bir montajcının karşılaşabileceği türden olaylarla karşılaşmaya başladı.

İlki adamın küçük çocuklara sakız dağıtmasıyla başladı fakat sonra o sakızlar çocukların öksürmesine ve hatta kusmasına sebep oldu.

İkincisi de bakkaldan su alıp asfaltın kenarlarındaki çiçeklere su vermesi ve sonra da onları koparmasıyla devam etti.

Ardından sokakta yan yana yürüyen iki erkek gencin ellerini tutuşturdu ve sonra da onlara “Utanmazlar! Ahlaksızlar!” diye bağırdı.

Bunun gibi birkaç olayın daha yaşanmasına sebep olduktan sonra tenha bir sokaktaki dört başı mahmur bir eczaneye uğradı ve elinde bir sürü poşetle geri döndü. Ardından eczanenin hemen karşısındaki marketten su aldı ve marketin önündeki kaldırımların üzerine oturup poşetlerin içindeki ilaçları yutmaya başladı.

Birinin ya durdurması ya da izlemesi gerekiyordu. Bizim kızarmış kanat izlemeyi tercih etti. Adamın ölmesini istiyordu. Bir ölüm anını izlemek istiyordu. Acı çekişleri, nefes alıp verişleri, kıpırdamamayı ve daha bir sürü şeyi izlemek istiyordu. Ama bir sıkıntı vardı. Adam neden böyle şeyler yapmıştı? Sebebi ne olabilirdi? Sırf bu merakı yüzünden ambulansı aramayı düşündü. Fakat yapamadı.

Adam bütün hapları teker teker yuttu. Ardından öksürmeye sonra da kusmaya başladı. Suratı kıpkırmızı kesildi. Sanki bütün parmakları görünmeyen varlıklar tarafından kırılıyormuş gibi inlemeye başladı. Ve hatta çok çok fazla uzaktan bakan birisi onun orgazm geçirdiğini düşünebilirdi.

Birkaç saniye sonra da dayanamayıp kaldırımların üzerine yatıverdi ve öldü. En azından uzaktan bakınca öyle düşündürdü.

Kızarmış kanat da arkasına döndü ve evine doğru yol aldı. Eve geldiğinde de çırılçıplak olup yatağa girdi ve uyudu.

* * *

O uyurken bazı şeyler açığa çıktı. Gazetelerde, haberlerde falan filan. Mesela adamın neden böyle yaptığı açığa çıktı. Hem de kendisinin intihar mektubunda.

Aslında her şey adamın öbür hayattaki alnının ortasında çıkacak olan bir lekeyle alakalıydı.

Belki bilirsiniz. Ya da daha önce Kuran okumuşsunuzdur. İnanan herkes öldükten sonra yaptığı kötülüğün cezasını çekmek için cehenneme gider. Fakat Müslümanlar cezalarını çektikten sonra cennete gelirler. Ama alınlarında bir lekeyle.

Rivayetlere göre bu leke yapılan iyiliğin ve kötülüğün miktarına bağlı olarak bir büyüme gösterir. Ve eğer asimetrik hastalığınız varsa bu lekenin büyüklüğü ölümden sonra bile sizin için önemlidir.

İşte bizim adam da küçüklüğünden beri hep anlında bir leke olmasını istemiş. Nedeni de babası yüzünden.

Babası aşıkmış. Eline sazını alıp Ankara’nın Kızılay’ı gibi karmaşık ama düzenli ve Ankara’nın Tunalı’sı gibi egzotik ama kalabalık halk şiirleri yazarmış. En çok kullandığı mazmun ise sevgilinin iki kaşının ortasındaki benmiş.

Sonra bir gün babası uyurken babasının şiir yazdığı kalemleri almış ve onun boynuna inek çizmeye başlamış. Fakat kalemleri o kadar bastırmış ki kendi öz babasının aort damarını patlatmış.

O da bu olayın cezasını çekmek istediği için kedini sürekli suçlu hissetmek istemiş. Bu sebeptende bir iz olsun istemiş. Babasını ona her an hatta ölümden sonra bile hatırlatacak bir iz. Sonra da ne yapabilirim diye düşünürken aklına babasının şiirleri gelmiş ve oradaki mazmunları fark edip, kaşlarının ortasında olmasa bile anlının üzerinde bir ben olması gerektiğini düşünmüş. Böylece kendini sürekli suçlu hissedebilecekmiş.

Fakat anlı pürüzsüz ve lekesizmiş. Anlına dövme yaptırmayı ya da leke çizdirmeyi denemiş. Ama alnı, sosyal anksiyetesi olan bir birey gibi dışarıdan gelen her şeye tepkiliymiş. Sadece güneş, su ve rüzgâra karşı sakinmiş. Onları birer antidepresan olarak görüyormuş.

Sonra sekiz yaşındayken annesinin zoruyla sadece bir gün gittiği kuran kursunda böyle bir rivayet öğrendiği aklına gelmiş ve asimetrik hastalığı olduğu için leke boyutunu kontrol etmek istemiş.

O da yaklaşık dokuz yıldır yaptığı her iyilikten sonra bir kötü davranış gerçekleştirmeye başlamış. Böylece iyilik ve kötülükleri eşit olacak ve lekede orantılı olacakmış.

Ama unuttuğu bir şey varmış. Araf. Kişi Araf’a kötülüklerinin ve iyiliklerinin eşit olmasıyla gidiyormuş. Ayrıca Araftaki kişi ne cennete ne de cehenneme gidemeyeceği için bu leke asla oluşamayacakmış. O da bunun üzerine yaptığı her şeyin boşa gittiğini anlamış.

O kadar üzülmüş ki ne yapacağım diye düşünürken intihar eden birinin sonsuza kadar cehennemde kalacağını öğrenmiş. Madem leke olmayacak en azından sonsuza dek cehennemde kalayım deyip bunu uygulamaya karar vermiş. Ama ölmeden önce yine belki bir işe yarar diye yaptığı her iyilikten sonra kötülük yapmaya devam etmiş.

Zaten Araf’ın varlığını da o gün öğrenmiş. – O güne kadar internetten böyle bir şeyin varlığı araştırmak aklına gelmemiş. Aslında gelmiş ama insan bir şeyin var olabileceğine inandıktan sonra olamayacağını arttıran olasılıkları görmek istemiyor.- Duşa kabini yapmaya geldiği günün sabahında kızın yanına gelene kadar da hem intihar etmeyi hem de son bir umut olarak iyiliklerinden sonra kötülük yapmayı planlamış. -Tabii fırsat bu fırsat deyip ego tatminini yapmayı planlamamış. O sonradan gelişmiş.-

Peki ya o? O kız? Ona ne oldu?

Ben kapıdan çıkarken uyuyordu. Falan filan. Filan falan.

Zilan Damla Polat

2008 yılında televizyonda başlayan bir tiyatro programını, ailesinin kendisini küçükken götürdüğü bir tiyatro oyunu yüzünden izlemek zorunda kalır. Çünkü ailesi onu masanın altından dev bir kızın şak diye kelebek olarak çıktığı bir oyuna götürür. O andan itibaren beyni ilk saçmalama virüsünü kapar ama o bunun farkına varamaz. 2008 yılında BKM’nin başlamasıyla beraber biraz daha mutluluk için 4 yıl tedavi görür. Ama o tedavi istemez. Tam tersine hastalığa sahip olmak ister ve seçkiye öykü gönderir.