Öykü

Gece, Gündüz ve Karanlık

Lila

Akşam karanlığında ayın ışığının bile giremediği sık bir ormanın içinde yavaşça kanat çırpıyordu. Kendisi de en az orman kadar karanlık bir tene sahipti. Gözleri ise gece kadar mavi.

Eski büyük bir kütüğün önüne gelince durdu ve ona dokundu. Gözleri kayboldu ve sesini duyurmak için yükseltti;

“Gölgelerin içinden geldim. Sessiz, kaypak, sinsi… Elde tutulabilen ve gören ger gözün gördüğünü çürüterek. Şimdi bunu kollarına sar ve karanlığı hepimiz için geri getir.”

Kütük hareketlenmeye başladı. Gittikçe uzuyor, üzerinden topraklar dökülüyordu. Kafası belirginleşti. Kocaman gaga gibi ve sivri dişlerle dolu bir ağzı vardı. Vücudu da bir insanınkine benziyordu.

Siyah Peri kanatlarını çırparak yaratığın suratının olduğu yere geldi. Gözlerinin içine bakarak “Sana nefret dolanları yok edeceğiz” Dedi. Yaratık içi boş gözleriyle karşılık vermedi. Yine de yaratığa yolu göstererek yol almaya başladılar.

Ellie

Karşısında üç farklı peri ırkının yöneticisi de kendi sözünü geçirmeye çalışıyordu. Beyaz olan ve kendisinin kraliçesi Soleil sesini yükselterek “Bunların bir anlamı yok. Yok. Ben gök kubbenin ötesine baktım ve yaklaşan dehşeti gördüm.” Dedi.

Kraliçesiydi ama her zaman ona hak vermiyordu. Eskiden böyle değildi. Çok akıllı bir kadındı. Eski hali bu görüşmeyi kesinlikle daha iyi yönetirdi ama şimdi sadece saçmalıyordu.

Gri peri “Yeter artık. Çok kıymetli güneşiniz sapasağlam yerinde. İşte bir Gündüz’ü başa geçirtirsen olacağı buydu.”

Ellie araya girdi.” Kraliçene karşı saygı duy Alaca Diana. Onunla düzgün konuşmalısın.”

Sonuncu ve sarı, turuncu karışımı peri elini hafifçe havaya kaldırdı “Aslında işi Gece’ye döndürsek iyi olur. Gerçekten tehlikeli gözüküyor.”

Ordunun başı olarak söz hakkı hissetti. “Eğer gece yaratıkların birini uyandırmışsa bu üç orduyu da zorlar. Onlardan iki tane uyandırmışsa hepimizin sonu olur.”

“Hepimizin değil.” Diye ağzında geveledi Diana.

Ellie bunu duydu ve asla yapmayacağı bir şey yaparak üst rütbe birine bağırdı. İşaret parmağını masaya vurarak “Gerçek karanlık gelip çattığında biraz olsun ışık için mum yakacaksın. Buradaki herkesin bir şekilde ışığa ihtiyacı var. O yüzden birlik olmalıyız.”

“Ama senin ve maalesef bizim kraliçemiz ışığın kirlendiğinden bahsedip duruyor. Sence bu birlik olmamızı sağlıyor mu?”

Karşılık verecek laf bulamadı.

“Gördün mü? Sen de savunamıyorsun. Yeni bir lidere ihtiyacımız var.”

Ellie’nin gözlerini korku ve şaşkınlık bürüdü.

“Olmaz! Kraliçemiz gayet sağlıklı. Taht ancak ölürse birine devredilebilir.”

Sarı peri masanın altından simsiyah bir hançer çıkarıp Ellie’ye uzattı.

Olacaklar çok önceden planlıydı.

“Biz Şafaklar her zaman Gündüz’e bağlıyız bunu biliyorsun ama daha fazla kara kehanete ihtiyacımız yok.”

Olanlara dair hiç konuşmamış, sakince oturan ve gözlerini ona dikmiş kraliçeye baktı. Bakışlarına anlam vermeye çalışıyordu. Onu kurtarabilecek en ufak bir düşünce kırıntısı.

Hançeri alıp kraliçenin elinin üzerine bir çizik attı. Kan yoktu. Sadece çiziğin olduğu yer siyahtı. Ancak o zaman bakışları bir anlam kazandı. Dehşet.

Çizikler elinde kollarına daha sonra vücuduna en sonda suratına kadar uzandı. Karanlığa bürünüp gece de kayboldu.

İhanet etmişti. Hem kendi yeminine hem de krallığa ama her ikisi de anca bu şekilde güvendeydi. Yine de başa Alacaların geçmesiyle bunun kaybolacağını düşünüyordu.

“O zaman Şafaklar başa geçsin. Leydi Aurora adaletli bir peri. Oyum ona.”

Diana sırıtarak Aurora’ya baktı. Aurora’da ürkekçe “Diana savaş alanında daha iyi.” Diyebildi.

“O zaman taht benim. Bunu korumamız için de bir savaş planına ihtiyacımız var.”

Ellie kraliçenin dehşet bakışlarını Aurora’ya yöneltti ama o kafasını bile kaldırmadan bir şeylere onay veriyordu. Bir süre sonra ona baktı. Bir şeyler söyledi.

“Ne?”

“Sana sorduk ki gece yaratığı ne zaman burada olur?”

Kendini toparlamaya çalıştı.

“Neredeyse sabah olmak üzere artık yol alamazlar. En geç yarın gece burada olurlar.”

“O zaman yapılacak belli. Sabah yaratığın doğrudan üzerine bir saldırı yapmalıyız. Savaş perilerimizin neredeyse hepsinin en güçlü, gece yaratığınınsa en güçsüz olduğu zaman. Komutan Ellie orduları hazırlayın ve başa yeni bir Kraliçenin çıktığını haber edin.”

Yeni kraliçesine eğilip kendisine denilenleri yapmaya gitti.

Lila

Sabah olmadan oraya varacaklarını umuyordu ama olmadı. Yaratık sessizce uyuyordu. Yine de yalnız değildi. Biraz önce pelerinler altında kız kardeşi geldi.

“Gece olmanın en zor yanı da bu. Gündüz ışığı yakmasın diye pelerin takıyorsun bu sefer de uçamıyorsun.”

Sadece susup kız kardeşinin derdini umursamaya çalıştı ama sessizliği belli etmiş olacak ki kardeşi yeniden konuştu.

“Seni takdir ediyorum. Gerçekten Gece için yaptıkların…”

“Gece için yapmıyorum umurumda değilsiniz. Tek bir tanrı var. Sadece tek bir güç var. Bunu sen de biliyorsun Karanlık. Varlığında Gece’ye ismini verdiren, yokluğunda da Gündüz’e ismini verdiren. Ben sadece ona çalışırım.”

Çok sinirlenmişti. Amaris umursamaz biriydi. Asla laflarına dikkat etmezdi. Yine de ona lazımdı ve katlanmak zorundaydı.

“Karanlık ya da Gece ikisi de aynı değil mi?”

Bu işte tüm bardağı taşıran son damlaydı. Öfkesiyle birlikte kalabalık bir kanat ve demir gürültüsü yaklaşmaya başlamıştı. Hızlıca pelerinlerinin içinden güneş kadar parlak bir hançer çıkardı ve Amaris’in kafasından tutup kütüğün üstüne doğru sürükledi.

“Bırak beni. Ne yapıyorsun? Bıraksana.”

Amaris uçmaya çalıştı ama pelerinleri engel oluyordu. Sık ormanın içlinden ince kılıcıyla bir gündüz perisi gördüğü anda kardeşinin boğazını kesti.

Amaris gündüzün içerisinde kaybolurken ağaçların arasında Ellie’yi gördü.

Altındaki kütük yavaşça ayağa kalkmaya başladı. Gökyüzü rengini sabah ışığından mora çevirmeye başladı.

Ellie

Korkunç yaratık ayağa kalkmış olmasına rağmen durmayan askerlerine geri çekilmeleri için bağırıyordu ama yaratığın kükremeleri arasında sesi kaybolup gidiyordu. Ormanın içinden Şafak, Gündüz ve Alaca perileri yaratığa doğru uçuyor ama aynı hızla geri savrulup ağaçlara çarpıyorlardı. Yaratığın üzerinden “Karanlığa doğru.” Diye bir bağırma sesi yükseldi. Yaratık da kükreyerek ordunun geldiği yere ilerledi.

Ellie arkalarından onlara yetişecekti ama az önce Amaris’in öldüğü yerden bir parıltı gördü. Işıltı yayan hançeri aldı. Tekrardan yaratığa yetişmek için uçtu. Yaratığa doğru atılan oklar ve savrulan kılıçlar işlemiyorken onun tek bir pençe savurması bir düzine perinin kemiklerini kırılmasına veya ikiye ayrılarak ölmelerine neden oluyordu. Plan değiştirmek için hızlıca yaratığın arka tarafından krallığa doğru süzüldü. Arkadaki çığlıkları duyarken hızlandı hızlandı. Doğruca Leydi Aurora ve Kraliçe Diana’nın yanına gitti.

“Kraliçem silahlar yaratığa işle…”

Leydi Aurora’nın bileklerinden açık pembe kan akarken Diana ise koca pencereden olan bitene bakıyordu. “Evet gidişatı görebiliyoruz. Önlemlerimizi ona göre aldık baksana.” Diyerek kendini öldürmüş periyi gösterdi. “Kraliçen haklıymış ışık lanetlenmiş.”

“Hayır, Leydi Soleil eskiden harika biriydi ama kafayı yemişti.”

“O zaman bunu nasıl açıklayacaksın. Gece yaratığını gündüz vakti uyandırmayı başardı. Biz ne kadar silahlı olsak da o devasa yaratığa karşı acınası küçük peri bedenimizin hiçbir şansı yok.”

İşte çözümü bulmuştu.

“Aslında peri bedenimizin bir şansı var.”

“Ne?”

“Alacalar, Şafaklar ve Gündüzler. Biz hepimiz güneşin savaşçısıyız. İçimizde bir güneş daha yanar o yüzden bizi ne gece ne gündüz etkiler.”

“Bu destanla ne yapmamızı bekliyorsun?”

“İçimizdeki güneşi yaratığa doğdurtalım.”

“Ona öylece çarpacak mıyız?”

Ellie havalanıp pencereden dışarı çıkıp “Işık bizi korusun” diye bağırarak yaratığa uçtu. Peşinden Diana’nın da geldiğini görebiliyordu. O da etrafındaki askerlere canavarın kükremesi kadar gür bir sesle yaratığa çarpın diyordu.

Periler ilk başta anlam veremese de kraliçenin emrini dinlediler. Çarparak ölen her bir periyle ufak bir kıvılcım patlıyordu. Her ufak kıvılcım yaratığın acıyla bağırmasına neden oluyordu. Ellie de yaratığa doğru uçtu ama tepesinde Lila’yı görünce hedef olarak onu kilitledi. Ona çarptı ve birlikte süzülerek ormanın kıyısına düştüler. İkisi de kanatları kırılmış bir halde ayağa kalkmaya çalışıyordu. Ellie öfkeyle ve nefes nefese bağırdı. “Yeter artık. Bunların hepsi ne uğruna?”

Lila da öfkeliydi ama sesi daha sakin ve kesin çıkmıştı. “Tek gerçek tanrı için.”

Acı dolu bir kükreme duyuldu. Yaratığın her tarafı küçük kıvılcımlarla doluydu ve yavaşça düşüyordu. O düşerken de gökyüzü yavaşça açılıyordu.

“Sanmam ki tek gerçek tanrın başarısızlığı hoş görsün.”

Gökyüzü tamamen açıldığında Lila güneş ışığının acısıyla yere düşüp gölgeye doğru süründü. Acınası haldeydi ama ağzından çıkanlardan son derece emindi.

“Söylesene peri senin ışığın benim karanlığımı nasıl yensin? Sadece karanlık yokken var olabiliyor. Söyle hadi seni karanlığın getirdiği acıyla yaktığımı.”

Ellie güneş ışığıyla kendini ve kanatlarını toparlayıp Lila’ya uçtu.

“Yanılıyorsun. Karanlığın yok. Bizi gece ve gündüz her zaman aydınlatan bir ışık var. Gerçek olan da bu.”

Yanında getirdiği hançeri suratına bile bakmadan kalbine sapladı. Lila ışıltılı çiziklerle gündüzün arasında kaybolmadan önce ağzından bir söz çıkartabildi.

“Peki karanlık geldiğinde, o zaman karşıma çıkabilecek misin?”

Ellie yorgunlukla yana devrildi, gökyüzüne baktı. Güneş oradaydı işte. İçini ısıtıyordu.

Mustafa Bozkurt

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *