Öykü

Beyin Kâşifi

Sabahın üçünde aradılar beni. Kevlar trençkotumu giyinip yola çıktım. Arabam arızalıydı. Olay yerine gidebilmek için önce bir süpersonik tüp taşıyıcıya sonra da bir drone taksiye binmek zorunda kaldım. Olay, yerleşim yerlerinden çok uzakta sanayi bölgesindeki bir hangardaydı. Gecenin karanlığında, yakıcı soğukta cinayet mahali incelemek iş değildi.

“Komiser Aydın Korkmaz! Kapıyı açın, lütfen.”

Parlak gece mavisi tulumu içinde bir devriye memur açtı kapıyı. Hangarın girişinde iki polis memuru yerde yatıyordu. Katil kaçarken birini göğsünden, birini kafasından vurulmuştu. Silahın cinsini sormaya gerek yoktu. Meftun mermisinin yeşil sıvısı yaralardan sızıyordu.

“Pislik herifler meftunla vurmuş” dedi, yanımda gelen devriye polisi.

Meftun yüzyıl önce piyasaya düşmüş bir silahtı. Varoşlarda ufak tefek iş yapan torbacıların, hırsızların, mafyacılık oynayan tiplerin silahıydı. Kast sistemimiz açıkça sınıflandırılsa en alt tabakanın silahı ilan edilirdi. Minicik çekirdeği tek hücreli bir parazitin bulaşmasını sağlıyor ve yaranızdan yeşil iltihaplar sızarken mefta oluyordunuz. Kesin tedavisi sadece ilan edilmemiş kast sisteminin üstü içindi, tabi yeterince hızlı seruma ulaşabilirseniz. Fakiri öldüren silah da diyorlardı.

Hangarın içindeki eski mobilya zamazingosu içinde sağa sola çarpmadan yürümek çok zordu.  Adli polis ve bizim bürodan Meryem Çavuş benden önce gelmişti. Devriyenin kurduğu led ışıklandırmanın altında koltuğa bağlanıp kafatası üstten kesilmiş bir kurban vardı. Bir çiçek misali açılmış kafatasında beyne saplanmış bir sürü elektrot iğne ucu gözüküyordu.

“Ne yapmışlar buna?” dedim.

“Bir tür yasadışı beyin okuma işlemi yapılmış, Kurbanın anıları taranmış da diyebiliriz.” dedi Meryem.

“Çocukluğuna inebilmiş mi?” dedi devriyelerden biri, ama kimse gülmedi.

Emniyet YZ sının tespit ettiği bilgileri okuyordu Meryem Çavuş.

“Otuz üç yaşında, adamın as Servet Kızılbağ, Neurorgy implantı taciriymiş. Deri altı implantasyonunu da yapıyormuş”.

“Enseye mi, şakağa mı yapılanlardan?” diye sordum.

“Neurorgyler enseye yapılıyor” dedi bir tanesi, devriye polislerinde gereksiz bir sırıtma fark ettim.

Kurbanın ensesini yoklayıp implantı buldum.

Neurorgy kendi türünün öncülerindendi. Sanırım metaorgy, synorgy ile beraber ilk çıkan üç firmadan biriydi. Gözünüzü kapattığınızda, beyninizi ağında bulunan seks partilerinden birinin içine atıyordu. Diğer iki firmada her şey özgürken, Neurorgy herkesi sadece kadın ya da erkek tek tip gösterip kimliği gizli tutması ve eşcinsel ilişkilere izin vermemesi nedeniyle Hasidik Yahudiler, Katolikler ve bazı İslam mezheplerinde popüler olmuştu.

Müşteri listesini istedim sistemden. Müşterileri gizliliğini seven insanlar olmalıydı. Belki de birilerine bilgi sağladığı için kimle çalıştığını araştırmışlardı. Birkaç yıl önce Güney Gebze gettolarında Afganlarla Pakistanlıların birbirlerinin eşlerinin sanal seks sistemi kimliğini öğrendikleri için mini bir iç savaş çıkardıklarını hatırlamıştım.

Dünyakent İstanbul’un farklı sektörlerinde iki cinayetin daha işleniş olarak benzediği sistem tarafından uyarı olarak geldi el ekranlarımıza.

Kurbanlardan biri boğazın sularından çıkarılmıştı. Beyninin balıklar tarafından yenmeyen kısmında bir kaç elektrot iğnesi bulunmuştu. Yirmi iki yaşında Ercüment K., İTÜ’de hedonik mühendisliği öğrencisi, sabıkası yok. Erkek arkadaşı tarafından yapılan kayıp bildiriminden bir hafta sonra bulunmuş.

Diğer kurban Defne C. 45 yaşında, mimar, birkaç ufak vandalizm sabıkası var. Beşiktaş’taki villasının bodrumunda bulunmuş. Olay resmi neredeyse aynı, kafatası açılmış ve her yerde beyne iğnelenmiş sinaps okuyucular. Diğer maktuller bizim maktulün müşteri listesinde yoklar.

Olay yerini bırakıp gittim. Yatak kabinim beni bir tabut misali bekliyordu.

Sonraki birkaç günü farklı vakalarla ilgilenerek geçirdim. Bir sosyete cinayetini araştırmam için üç haftalığına Adalar’a görevlendirildim. Üç hafta sonra döndüğümde anı okuyucu katilimiz iki cinayet daha işlemişti.

Emniyet YZ sisteminden kurbanlar arası normal limitler dışında yakınlık araması istedim. Pek çok faktörden biri olarak üç kuşak öncesine kadar akrabalık bakılır, daha eskisi yanlış olumlu bağlantı kabul edilir. Bizim maktuller yedi kuşak öncesinden birbirine bağlıydılar. Topkapı Sarayı Müzesi genel müdürü Rasim Harzem, hepsinin ortak dedesi çıkmıştı.

Artık karanlıkta bana yol gösterecek bir meşalem olduğuna göre yol alabilirdim. Rasim Harzem’in yedinci kuşak torunlarını araştırdığımda kurbanlar haricinde kırk bir kişi daha bulabildim. Meryem’e torunları araştırma emri verirken ben metroyla Topkapı’ya ilerliyordum. Tek bir iz üstüne yoğunlaştığımda artık kimsenin tekin bulmayıp kullanmadığı metroyu tercih ediyordum. Metro treninin düzenli gürültüsü düşüncülerimi netleştiriyordu.

Saray iki bin yetmişlerde yani Rasim Harzem döneminde içindeki her şey müzayede ile satıldıktan sonra bir replika müzesi olmuştu. Kutsal emanetlerin replikaları, Osmanlı sultanların eşyalarının replikaları ne isterseniz vardı ama sadece sahte olanlar sergileniyordu. Bir dönem kimse ilgilenmeyince gece kulübüne çevrilmiş olsa da sonra neocumhuriyetçiler döneminde tekrar müze haline getirilmişti.

Müze müdürü ile biraz sohbet ettim. Rasim Harzem dönemi şehir efsaneleri ile doluydu. Kaybolan eşyalar, bulunan eşyalar, müzede bulunan cesetler. Bir sürü şey anlattı, çok azını not aldım. Sormak için daha çok sorum vardı ama müdür mesai bitti diye kaçıp gidiverdi.

Müze ziyaretçi kayıtlarının bir kopyasını alıp ofis bilgisayarıma yolladım. Artık istediğim çapraz sorguları yapabilirdim. Büyük torunlarımızdan kimse müzeye uğramamış gözüküyordu. Lakin Rasim Harzem döneminin arşiv kayıtlarını ve müzayede kayıtlarını sorgulayan biri vardı. Ekrandaki isim benim yeni şüphelimdi. “Levent Velespit.”

Vakit geç olmuştu, evime dönüp sarmaşıklarımı suladım. Çiçeklerden hoş kokular yayıldı. Beynimi yoran ilaçlarımdan alıp, huzur kaynağım, biricik yatağım olan beyaz plastik uyku kabinine girdim. Beyaz polar nevresim için uyumam uzun sürmedi.

Sabah uyandığımda mesaiye gecikmiştim. Tüm haber kaynakları Rasim Harzem cinayetleri başlıkları ile süslenmişti. Lanet müze müdürü basına haber satmış olmalıydı. Apar topar giyinip gittim. Meryem koltuğumda beni beklerken uyuya kalmıştı. Gece boyunca tüm torunları araştırmış ve ölülerden daha büyük bir kısmının kayıp olduğu gerçeğini keşfetmiş. Ben onun tüm büyük uğraşısının üstüne on beş dakikalık bir aramayla Levent Velespit diye birinin olmadığını öğrendim. Bununla beraber kadim müdür Rasim Harzem edebiyatçılar için epeyce bir kurgu malzemesi olmuştu. Kimileri onu vampir öykülerine kimileri ise macera kitaplarına konuk etmişti.

Adli tıp raporlarına yenileri eklenmişti. Son rapor katilin beyin okuma düzeneğinde ciddi sorunlar olduğunu hiç bir maktulden bir şey okumasının mümkün olduğunu yazıyordu. Öyleyse derdi dikkat çekmek olmalıydı.

Bir ipucu umuduyla Sarıyer’deki sis mahallesine gittim. Her zaman ki göz gözü görmüyordu. Mafya yüz yıl önce polis kameralarını ve dronlarını engellemek umuduyla kalıcı bir sis sistemi oluşturmuştu. Lodos estiğinde bile kesif sis dağılmıyordu. Termal kamera ile güç bela buldum Edison’ın evini. Kapıyı yardımcısı açtı. Bir gecekondu girişindeki kapıdan ilerlediğinizde bir tünelde buluyordunuz kendinizi. İlerlediğinizde hiçbir şeyin ortasında sanki başka bir boyuta yerleştirilmiş bir villaya çıkıyordunuz. Ağaçların ve çalı duvarların içerisinde ve sislerin altında kimsenin göremediği bir vahası vardı. Şık ipek elbiseleri içesinde oturmuş bir şeyler okuyordu. Bir yeraltı bilgi taciri için tuhaf bir rahatlığı vardı. Mafya, terör örgütleri, istihbarat ajansları devamlı müşterisiydiler. Ona tanrıdan sonra en çok şeyi bilen varlık diyorlardı. Pek hatırlamak istemediğim bir geçmişle oluşmuş bir bağımız vardı. Ona aradığım şeyi söylediğimde sırıttı.

“Rasim Harzem? Bay şehir efsanesi, onun yaşadığına, vampir olduğuna inanlar var. Biliyor musun?”

“Artık daha çok inanan var. Gazeteler her gün onunla ilgili cinayetleri okudukça bir efsane haline geliyor” .

Rasim Harzem konusuna gülüp geçse de torunlarının listesi verdiğimde ilginç bir bilgi edindim. Dün birisi Rasim Harzem soyundan birinin adresini öğrenmek istemişti. Aradığı kişi tanık koruma programında olduğu için oldukça para ödemişti Edison’a.

Adresi Meryem Çavuş’a da ilettim. Kapıda buluştuk. Birileri bizden önce gelmişti, kapı aralık kalmıştı. Meryem Çavuş ve ben silahlarımız elimizde girdik içeriye. Kurban koltuğa bağlı, bayılmış bir şekilde duruyordu. Etrafta kimseler yok gibiydi, yaklaşıp nefes alıp almadığına baktım. Nefes alıyordu, tam ellerini çözeyim derken birisi bize ateş açtı. Kendimi koltuğun yanındaki sütunun arkasına zor attım. Meryem benim kadar şanslı değildi. Yerde yatıyordu,

Tam işimin bittiğini düşünürken bir klik sesi duydum. Doğrulup karanlık köşede olan adamın üstüne yürüdüm. Heyecandan elindeki yedek şarjörü düşürdü.

Karşımda tüm endamıyla Rasim Harzem duruyordu. Gözleri etrafta kaçacak bir yer arıyordu ama ona o boşluğu vermeye niyetim yoktu, iyice yaklaştım.

“Meftun gibi ufak kalibre silahların sorunu bu. Elli altmış el ateş ettikten sonra kimse mermisinin ne kadar kaldığını hatırlamaz”.

Elindeki silahı yere çevirdi, teslim olmak istiyor gibi gözüküyordu.

“Bak gördüğün gibi değil” diye mırıldandı. Sonra sessizliğimden cesaret alıp konuşmaya başladı.

“Ben aslında bir kâşifim, ölümsüzlüğü buldum, fakat çocuklarım kutsal kaseyi benden çaldı. Onu bulup tüm insanlıkla paylaşacağım”.

Sesi titriyor, gözü yerdeki şarjöre kayıyordu.

“Ölümsüzlük?! Silahım seni öldüremeyecek olsa böyle titremezdin. Derdin bir şey bulmak değil, buna inanmıyorum. Belki sadece torunların aracılığıyla efsaneni büyütmeye uğraşıyorsun.  Kimseye açıklayamadığın ölümsüzlüğünü kendi soyunu kurutarak bir efsane haline getirmeye çalışıyorsun.”

Meryem Çavuş’a dönüp baktım.

“Aslında ne yapmak istediğin artık beni ilgilendirmiyor.” dedim.

Nedense boğazına bir şey düğümlenmiş gibi, duraksadı.

“Bak bildiğim çok şey var, beni bırakırsan sana sarı düğüm katilinin kimliğini söylerim”

Yakalanmamış bir seri katilin ismi beni heyecanlandırır mıydı?

Silah sesi duyuldu, Rasim Harzem göğsündeki deliğe anlamsız gözlerle baktı. O ölümün nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışırken Meryem’in yanına diz çöktüm.

Başını kaldırıp dizime aldım, mermi sinirlerini zehirlemeye başlamıştı. Konuşamıyordu. Ben de konuşmadım. Ona bir annenin çocuğuna sarıldığı gibi sarıldım. Sonra göz bebeklerimiz birbirine kilitlendi. Bakışları donuklaşıncaya kadar öylece tuttum. Sadece gözyaşlarımız hareket etti. Her şey bittiğinde sessiz bir çığlık attım. Ölümsüzlük buydu işte, o çığlık evrende sonsuza dek yankılanacaktı.

İsmail Çakır

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Darius Darius says:

    Ellerinize sağlık. Temposu çok kararında bir öykü olmuş ve çok sayıda yeni kavram kısa bir öykü olmasına rağmen ustalıkla yerleştirilmiş. Tadı damağımda kaldı.

  2. “Polisiye ve bilimkurgu, çay ve simit gibi birbirine yakışıyor.” diye düşündüm okurken. Tadı damağımda kaldı benim de. Kalemine sağlık.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for acimatriyarka Avatar for Darius

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *